Bu çağrıyı bir kez daha reddetmek, Bülent'in Fazıla'yı bir militan olarak değil de bir kadın gibi gördüğünü ortaya koyacağı için, Bülent daha fazla direnemeyerek elinde battaniyesiyle gelip yatağın bir ucuna yattı. Battaniyeyi de yatağın üstüne serdiler. İkisi de aynı isteği paylaşıyorlardı aslında ama hem birbirlerinden hem de kendilerinden korktukları için, işi uzatıyorlar, kaçınılmaz sona ulaştıklarında kendilerini suçlu bulmamak için bahanelerini hazırlıyorlardı. İkisi de yatağın iki ucunda hiç kımıldamadan yatıyorlardı. Yatağın ortası eskilikten çukurlaştığından, ortaya devrilmemek için kendilerini sürekli denetliyorlardı. Fazıla'nın huzursuzluğu sürüyor, ayaklarını birbirine sürtmek istiyor ama kıpırdayamıyordu. İçindeki sıkışmaya daha fazla dayanamadı, ayaklarını birbirine sürtmeye başladı. İkisi de sık sık derin soluk alıyorlar, kıpırdamamak için büyük bir güç harcıyorlardı. Fazıla, yatağın öbür ucunda yatan erkeğin bedeninden çıkan sıcaklığı hissediyor, elleri bu sıcaklığa dokunmak istiyordu. 0 anda, gerçekten tek isteği o etin sıcaklığına dokunmaktı, o sıcaklığa dokunduğu anda ferahlayacağını, rahatça uyuyabileceğini sanıyordu. Yatağın ortasına doğru yavaşça kaydı.
He was born 1950 in Ankara, Turkey to the notable journalist and writer Çetin Altan as the first of two sons. His brother Mehmet Altan is also a journalist, writer and university professor of economy politics.
A working journalist for more than twenty years, he has served in all stages of the profession, from being a night shift reporter to editor in chief in various newspapers.
In addition to having written columns in several Turkish newspapers, including Hürriyet, Milliyet and Radikal, Altan has produced news programming for television. He worked as the editor in chief and lead columnist of Taraf, a daily Turkish newspaper, until he resigned from his post in 2012.
He was fired from Milliyet after writing a column on 17 April 1995 titled "Atakurd", which presented an alternate history of Turkey. In September 2008 when Altan published an article titled "Oh, My Brother" dedicated to the victims of the Armenian Genocide, he was charged under Article 301 of the Turkish Penal Code for "denigrating Turkishness". The judicial claim was initiated by the far-right "Great Union Party."
During Turkey's media purge after the failed July 2016 coup d'état on September 23, 2016, Altan, was arrested. On 16 February 2018, along with his brother Mehmet and four others he was sentenced to life imprisonment with the condition that they be locked up for 23 hours each and every day.
#85 Ülkemizdeki yönetici çevrelerinin, sermaye çevrelerinin, demokratik özgürlüklerden korkan çevrelerin kamuoyunda yıllardır tekrarladıkları 'devrimci prototipleri'. Taşrada gelen, yalnız, doyumsuz, hor görülen, kızlarla ilişki kuramayan "abazan" delikanlılar ile şımarık, ukala, anaları babalarına kızmayı topluma başkaldırma sanan, serüven bitince de kolayca sınıflarının bağlarına dönen zengin "veletleri"... Ahmet Altan 'devrimci' gençleri nasıl hor görüyor, nasıl aptal yerine koyuyor onları... Roman boyunca 'normal' bir devrimci genç, 'normal' bir devrimci davranış yok.
Okurun sağduyusunu böylesine küçümseyen, kendi kuşağından gençleri böylesine aşağılayan, egemen güçlerin kamuoyuna kabul ettirmeye çalıştıkları 'devrimci prototipleri'ni 'devrimci gençlik' diye böylesine pervasızca betimlemeye çalışan bir başka roman okumadım. Ve ilk kez bir roman okuduktan sonra duyduğum tek duygu sadece 'tiksinti' oldu...
Bu kitaba yonelik elestirileri cok duydum ancak kendim olay kurgusundan cok karakterlerin dusuncelerine ve cikmazlarina bayildim. Belki bir klise olacak ama Ahmet Altan'in insanlarin karmasik duygularini nasil dile indirgeyip, sonra karakterlerin hayatlarini nasil birbirine bagladigini hep merak etmisimdir. Bu romanda da karakterlerin acmazlarini, gizli dunyalarini inanilmaz guzel bir bicimde anlatmis Ahmet Altan. Ozellikle kitabin derininde inanclar ve inanclardan donmenin yarattigi duygular benim cok ilgimi cekti. Gorusunuz ne olursa olsun okumanizi tavsiye edecegim guzel bir kitap.
Malesef yazarla ilgili çok önuargım var fakay Kitabın yasaklanarak toplatılmış olması ilgimi daha da çok artırdı ama kesinlikle değdiğini söyleyebilirim.Özellikle konu geçişleri çok başarılı
Ahmet Altan’ın okuduğum ikinci kitabı aldatmak adlı kitabını okuduğumda sınırdışı yazdığını anlamıştım seviyorum düşündüklerini yazan yazarları. Bu kitap için hiçbir ön yazı okumadım beklemediğim bir dünyada buldum kendimi. Kişilerin hikayeleri bazan birbirine karışıyor takip etmek için durup bakmak gerekiyor. Kitap okurda kişilik sorgulamalarına birçok aydınlık getiriyor görünen aslında görünmüyormuş. Kendini tanımak, sürekli ileri gidebilmek için öğrenmek anahtar cümle olarak ekleyebilirim naçizane.
Kitap başlangıçta farklı kişilerin hayat hikayelerini anlatmak ile başlar zamanla kişiler hayat yolculuğunda ortak hikayeyi yaşamaya başlıyorlar. Hikayeler çapraz bir şekilde oluşuyor kafada. Sonuç olarak bir hikayeye tanık oluyoruz lakin bununla beraber farklı hikayeler okumuş izlenimi veriyor. Beğendiğim bir yer ise radyoyu dinleyen adamın uyuya kalıp düşman dedikleri kişilerin frekansına geçip onların propagandasını uykuda dinlemesi sonucu, adamı uykudan uyandırıp öldürmeleri.
Farklı bir anlatım ve hikaye örgütlenmesine sahip kitap. Yasaklanan kitaplarda olduğu için okumak istedim. Yer yer biraz karakterin iç dünyasını anlatırken sıkılabiliyorsunuz ama genel olarak olayın akış biçimi sizi içine çekiyor.
Kitabın dili ve duyguları tasvir ediş şekline bayıldım ama kurgusu çok dağınık ve kopuk kopuk bir anlatım tercih etmiş. Sahne geçişleri çok ani ve sinema tekniğindeki flashback ve flashforwardları kullanmış. Okumayı zorlaştırıyor ama filmi çekilse güzel olur. +18 sanat filmi gibi. 3,5/5
Ahmet Altan'ı sever misin diye biri soracak olsa hep, evet severim, (sadece!) edebiyat kitaplarını severek okurum derim. Çünkü en eskilerden biri ve sondaki iki kitabı hariç, hepsini okudum. Bazılarını çok sevdim, bazıları normal geldi, bazıları da sıktıydı. Ancak sanırım, çok ümitli olmama rağmen bunu bek sevemedim :( Ya çok eskilerinden biri olduğu ve az da olsa Altan'ın kanımca yakın dönem hikayeleri bağlamında yazımı biraz değiştiği ya da ben öyle düşündüğüm için.. ya da son okuduğum Ahmet Altan kitabından beri aradan çok uzun zaman geçtiği için.. bilmiyorum ama bu sefer bir garip oldu! Hiç kendisini okumamış olsaydım ve bu, ilk okuduğum kitabı olmuş olsaydı, bir yazar olarak diğer kitaplarına daha devam etmezdim! O kadar diyeyim. Belki benim kafamın çok dağınık olduğu bir döneme denk gelmiştir okumam, orasına emin olamıyorum ancak öyle veya böyle eskiden bir Ahmet Altan kitabı okuduğum gibi çarpılmadım! Hikaye çok fazla bölünmüş, geri dönüşlerde bağlantıları tam oturtulamamış ve yapbozun arada eksik kalan parçaları gibi bütünü görmeyi fazlasıyla etkileyen çok kayıp bölgesi alanı olduğunu düşünüyorum. Belki de bana öyle gelmiştir ancak ne yazık ki bunu hissettirdi. Biraz ilerden alıp sonraki bölümde birkaç adım geriye giden dönüşlere sahip hikaye-roman kurgusu tipine ilk lisede, Kumral Ada'da rastlamıştım. Çok şaşırmış, çok orijinal bulmuş ve etkilenmiştim. Bu güne değin de sonrasında yerli-yabancı pek çok kitapta-dizide-filmde rastladım ancak hiçbirinde bu bağlantısızlığı ve bir adım gerideki unutmayı yaşamadım! Ya çok uzun tutulmuş aradaki bölümler (ki dönüp dönüp bakmak durumunda kaldım) ya da dönüş yapıp yeniden okusam da aslında arada çok uzun bir 'atlama' yapılmış olduğunu görüp iki yakayı bir türlü bağlayamadım :( Sonuçta olan benim Ahmet Altan okuma heyecanıma, şevkime oldu, işte ona da çok üzüldüm, hayıflandım :(