This work has been selected by scholars as being culturally important, and is part of the knowledge base of civilization as we know it. This work was reproduced from the original artifact, and remains as true to the original work as possible. Therefore, you will see the original copyright references, library stamps (as most of these works have been housed in our most important libraries around the world), and other notations in the work. This work is in the public domain in the United States of America, and possibly other nations. Within the United States, you may freely copy and distribute this work, as no entity (individual or corporate) has a copyright on the body of the work. As a reproduction of a historical artifact, this work may contain missing or blurred pages, poor pictures, errant marks, etc. Scholars believe, and we concur, that this work is important enough to be preserved, reproduced, and made generally available to the public. We appreciate your support of the preservation process, and thank you for being an important part of keeping this knowledge alive and relevant.
Hüseyin Rahmi Gürpınar was a Turkish writer and politician.
Gürpınar was the son of a family close to the Ottoman court, born in Istanbul. Having lost his mother at an early age, he was sent to Crete where his father was an Ottoman civil servant, however he was soon sent back to Istanbul, where he was brought up by his aunts and grandmothers in Istanbul.
Gürpınar started writing fiction at an early age. He became a civil servant, then a writer and journalist. He later served as a member of parliament in the early years of the Turkish Republic between 1935 and 1943.
Hayat uyutuyor, ölüm uyandırıyor imiş. Varlıkla yokluk birbirini gerektiren şeylerdir. Varlık olmasa yokluk nasıl belli olabilir?
Hikayeyi kendine has, mizahi bir anlatımla sunuyor yazar; fakat aynı zamanda, olayın bilinmezliğinin yarattığı merak ve gizem duygusuyla okuyucu yer yer korkup geriliyor da. Eğlenmeyi, en azından gülümsemeyi bekliyordum evet ama, yüksek sesle gülmeyi, korkudan okumayı bırakmayı, tartışılan konular üzerinde derin derin düşünüp bunları başkalarıyla tartışmayı beklemiyordum. Anlattığı hikayenin sıradışılığı bir yana, karakterler arasında geçen tartışmalar enfesti. Bazı paragraflarda iki kez okuyacağım kadar derin mevzulardan bahsetmişti Gürpınar. Bahsetmişti diyorum çünkü dönemin eserlerinde görülen, yazarın adeta araya girip kendi kendine bir konuyu tartışması durumu bu kitapta da görülüyordu. Yazar felsefe yaparken karakterin ağzından yazdığını bir anlığına unutuyor gibiydi, ama inanın, değindiği konular öylesine ilgi çekiciydi ki ben bu durumdan hiç rahatsız olmadım. Daha da uzayıp gitsin istedim hatta.
Benim çok hoşuma giden, okumaktan keyif aldığım bu sohbetlerin konusu ölüm, varlık, yokluk, eğitim, ahlak, doğaüstülük gibi felsefi konulardı. Kitap ele aldığı bu felsefi konularla düşünsel açıdan fazlasıyla doyurucuydu. Öylesine okumak istediğim bu kitapta karşıma böylesine dolu satırlar çıkınca gerçekten çok şaşırdım.
Tüm bunların yanında, hikaye de çok başarılı aktarılmıştı bence. Hele olayın gizemi kademeli olarak arttı, merak duygusu daha da yoğunlaştı. Hikaye içinde hikaye dinliyor olmak da ayrıca hoş bir ayrıntıydı, o zamanlarda bu şekilde bir kitap yazılması yine beni çok şaşırttı.
Sonunu az çok tahmin etmiştim ama. Hikaye daha şaşırtıcı bir şekilde bitse daha iyi olabilirdi tabii ama olayların gidişatı, gerçekçi kurgulanmış karakterler ve o derin diyaloglar için bile bu kitap okunur, tavsiye edilir.
Hüseyin Rahmi Gürpınar okuduğum ilk kitabıyla beğenimi, hayranlığımı kazanmış bir yazar oldu. Bütün eserlerini okumak istiyor fakat hepsini bir solukta tüketmek istemiyorum. Yine de her kitabının "Cadı" gibi dönüp dönüp okuyacağım satırlar barındırdığını hissediyorum.
Siz de henüz bu değerli yazarımızın hiçbir kitabını okumadıysanız nolur daha fazla geç kalmayın.
Hüseyin Rahmi'nin ilk bu romanını okumuştum ve çok da sevdim. Aklıma hep "ya seneler önce olsa, elektrik falan olmasa, bi sobanın başına oturulsa akranlarla, biri bu kitabı okusa dinlesek baya eğlenirdik" düşüncesi geldi. Tam da öyle bir şeydi, uzun kış gecelerindeki kestane boza partilerine yakışır bir öykü. Zaten bu kitaptan sonra Hüseyin Rahmi okumak benim için nostaljik bi zevke dönüştü.
"Cadı", beni en çok eğlendiren Hüseyin Rahmi kitaplarından biri ayrıca. (Diğerleri için de "Mürebbiye" ve "Evlere Şenlik Kaynanam Nasıl Kudurdu?"yu sayabilirim.) Bazı yerlerde cidden baya güldüm, yatak odasında bile hayaletin tacizlerine uğramaları vs komikti. Ama spritizma seansında esas karakterin babası ile spritizma uzmanının tartışması boğmuştu okurken. Gerçi Hüseyin Rahmi'nin genel tarzı böyle, sonuçta adam natüralist. Yine de bi yerden sonra ipin ucunu kaçırdım, o bölümde ne anlatıldı şu an neredeyse hiçbir şey hatırlamıyorum.
Ayrıca kafama takılan başka bir şey var ki o da şu; Hüseyin Rahmi metafizik mevzularda daima "20 yüzyılın akla çizdiği sınırlar içinde" kalma eğiliminde görünür, bu Gulyabani'nin başındaki mektuptan açıkça bellidir. Peki neden bu kitapta spritüel hadiseler gerçek olarak yansıtılmış? (Hayaletle konuşma, cisimlerin hareket etmesi, ruh akımı...) Demek ki o dönemde bilim yeterince pozitivist değildi, ya da, demek ki batıdan gelince medyumluk, ruh çağırma, hayaletlerle hasbihal falan doğunun üfürükçü hocalarından daha bi "akla uygun" görünüyordu, materyalist biri açısından hiçbir farkı olmaması gerekirken hem de... Bu da kitabın (ve yazarın) ufak bi zaafı olarak göze çarpıyor.
Geniş kapsamlı bir sistem ve toplum eleştirisi için kaleme almış olsa da içimden bir ses Robert kolejini yerme motivasyonunun da kitabın %5ini oluşturduğunu söylüyor. Eski İstanbul'u ve eski toplum inşasını gözümün önüne getirebilmek bir ayrıcalıktı. Kısacası Rahmi beyi okuyalım okutalım diyorum.
Ayrıca erkem dönem feminist ikon Hüseyin Rahmi der ki "Bugünün kanunu kadınlara yalnızca göz boyayacak şeyler sağlıyor. Deyimimi hoş gör yularınız daima erkeklerin elindedir. Babanın idaresindesin o olmasa erkek kardeşinin buyruğu altında kalırsın. Kucağında büyüttüğün oğlunun bile yönetimi altındasın. "
Hortlayan ex, Hüseyin Rahmi’nin ikonik akıl-inanç dikatomisi, sürükleyici plot, eğlenceli dil ve az da olsa eski Türkçe dirty-talk var daha ne olsun??? Gece gece Hüseyin Rahmi fanboyluğum tetiklendi 10/10
"Gotik metinlerin bir diğer özelliği de ironik üsluplarıdır. Hüseyin Rahmi de, bazıları oldukça ürkütücü olan sahneleri yazarken dahi kitabın geneline hakim olan trajikomik atmosferi korur. Bu mizahi tavrı kitaptaki korku hissinin çok fazla yükselmesine izin vermese de, cehaletin gülünçlüğünü de vurgulayarak yazarın toplumsal mesaj verme amacına ulaşmasını sağlar. Aynı eleştirel üsluba romanın belirli bölümlerinde insanların kötülüğünü, dünyanın yozlaşmışlığını vurgulaması ile de şahit oluruz. Klasik Gotik metinlerle benzerlikler taşıyan bu özellikleri, her iki romanın da Gotik edebiyat başlığı altında incelenmesini kolaylaştırır."
Yazarlarımızdan Fatıma Yeşim'in, Türk yazınındaki nadir gotik örneklerden olarak kabul edilen "Gulyabani" ve "Cadı"yı incelediği analizi için, buyurun:
Bu yorumuma başlarken şunu söylemeliyim ki kitabın ilk sayfalarından bu yana olduğu gibi salyalarım akıyor. Erkeklerin bombok olduğu bir dünyada ve o zamanlarda bu nasıl bir adam? Aydınlık, feminizm, eşitlik, romantizm satırların, cümlelerin arasından akıyor. İnanamıyorum ya! Baygınlık geçiriyorum resmen. Çabuk herkes işini gücünü bıraksın ve Hüseyin Rahmi Gürpınar okusun.
Hüseyin Rahmi Bey'in neden cumhuriyet öncesi türk yazarlarının en iyisi olduğuna bir kere daha ikna olduğumuz muazzam bir kurgu.
Dönemin sosyo-politiği, sosyo-ekonomik yapısı, kadın - erkek ilişkileri, kadın ve erkeğin ayrı ayrı iktidar alanları; üstünkörü bakıldığında alelade bir cadı masalı denilip geçiştirilecek bir kurguda, belki de kendi zamanındaki muadilleri arasında en derin biçimde irdeleniyor, Phaedon'a, Sokrates'e uzanan felsefi pozisyonlar kurcalanıyor, maddecilik ile spiritüalizm kıyasında bilim tarihine temas edilerek uzun uzadıya bir tartışma sürdürülüyor.
Keşke daha önce okuma fırsatına erişseydik ama geç oldu güç olmadı. Herkese tavsiye ediyorum.
huseyin rahmi gurpinar kesinlikle kitap yazmayi biliyor yaaa.. kitabin isleyisini de sonunu da cok begendim hrg gercekten zamaninin terskose ustasiymis. tesekkurler bu girls support girls kitabi icin 🤭🤭🤭❤️❤️❤️
Hüseyin Rahmi'nin akıcı üslubu, kıvrak zekası ve karakterlerin kendi aralarındaki konuşmalarıyla hem gündemi hem insanlara dair yaptığı akıllıca eleştiriler onu bambaşka bir yere koyuyor.
Bir başlıyorsun ve sayfalar seni içine çekiyor. Roman boyunca sanki olayların ortasındasın, o dönemin havasını soluyorsun. Ama dürüst olayım, gerçeklerin bu kadar geç ortaya çıkacağını hiç beklemiyordum. O yüzden biraz şaşırdım ama kitabın akıcılığı ve temposu bunu unutturuyor.
“Akıl ile deliliğin arası sanıldığı kadar uzun bir mesafe değildir.”
Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın kalemine bayıldım. Kendisine boşuna sokağı edebiyata taşımış yazar demiyorlar. Artık favori yazarlarımdan biridir kendisi. Cadı kitabı okuma listemde olan bir kitaptı, hatta geçtiğimiz yılda Furkan Andıç ve Buse Meral'in başrolleri paylaştığı aynı isimli filmi de yayımlanmıştı. Filmi henüz izlemedim ama izleme listeme ekledim. Kitabın konusuna gelirsek; Naşit Nefi efendi karısı Binnaz hanımın ölümünden sonra yeniden evlenmek için bir klavuz (çöpçatan) aracılığıyla Fikriye hanıma görücü olur. Fikriye ise kocasını yeni kaybetmiş, bir çocukla dul kalmış, amcasının evinde yaşamaya başlamıştır, bu durum yengesini rahatsız ettiği için Fikriye hanımın Naşit Nefi ile evlenmesine çok sıcak bakmaktadır. Naşit Nefi'nin ölen karısının bir cadı olarak ruhlar aleminden kocasının evlendiği kadınlara musallat olup, birinin de ölümüne sebep olduğu söylentilerine rağmen bu evlilik için Fikriye'ye baskı kurmaya devam eden yenge hanımın ziyaretine Fikriye hanımın eski bir aile dostu gelir. Bir komşusu vasıtasıyla Naşit Nefi efendinin daha önceki karısı Şükriye hanımın cadıyla yaşadıklarını çat pat duyan bu tanıdık soluğu Fikriye hanımın yanında alır. Uyarıları yenge hanım tarafından kulak ardı edilip mantıksız bulununca, Şükriye hanımı ziyaret edip olayları ondan dinlemekte karar kılarlar. Şükriye hanım evlilik süreci boyunca cadıyla yaşadıkları olayları anlatmaya başlar. Bizi de içine çeken bu varlık ve yokluk meselesi kitabın sonuna kadar devam eder. Natüralist bir yazar olan Hüseyin Rahmi, romanda bize halkın dilini, zihniyet yapısını, kadın-erkek ilişkisini çok iyi yansıtmış. Okurken o dönemde var olan bazı zihniyetlerin hâlâ devam ettiğini fark edince üzüldüm. Bunca zaman geçmiş, bunca zaman boşa mı geçmiş, durduğumuz yerde de geçmemiş zaman; bilim, kültür, teknoloji alanında ilerlemeler yaşamışız, bunlara ulaşmada hiçbir sıkıntı yaşamıyoruz çoğumuz ama zihniyet nasıl bu kadar geride kalmış olabilir? Bu duyguyu Sabahattin Ali 'yi okurken de yaşıyorum. Bu ülkede sorunlar asırlara rağmen tüm canlılığını koruyor, çözümleri olsa bile sorunlarla yaşamaya devam eden bir ülkeyiz maalesef. Bu dünyadan soyutlayacak kadar içine çeken ve aynı zamanda da içinde bulunduğum bu dünyaya dair düşüncelere, sorgulamalara iten ve günün sonunda iyi ki edebiyat var dedirten kitapları okumak ayrı bir zevk veriyor, bu kitap da tam olarak böyle bir zevk verdi bana. Dili dönemin yapısını barındırsa da akıcı, sade bir çırpıda okunacak bir üslupla yazılmış. Okumak isteyenlere şimdiden keyifli okumalar dilerim.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Kendini çok tekrar eden cümleler var. Bazı yerlerde sıkıldım, o yüzden. Ayrıca böyle kötü bir şeyi yapma motivasyonu da çok anlamsız. Bazı felsefi olan kısımlar çok anlam ifade etmiyor, laf kalabalığı gibi geldi.
Binnaz'ın ikizi var gibi klişe bir plot beklerken kaynana olamamış bir validenin bu eksikliği rahmetli dostunun kocası ile kapatması beni epey şaşırttı
This entire review has been hidden because of spoilers.
Komşular hakkında hiçbir şey söylemeden komşuyu suçlu çıkartmak? Scooby Doo çetesi gibi hissedecekken hissedemiyorsun çünkü cadı rolü yapan zaten bizim tanıdığımız biri değilmiş. Çocuklardan, yaşlı anneden bile şüphelendim ama hiçbiri çıkmadı :( Ayrıca spiritüalizm ile ilgili bazı detaylı diyaloglar beni çok sıktı. Dönemi için önemli ve yenilikçi bilgiler içeriyor belki ama beni açmadı.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Kitap asıl konunun altında bir de görünmeyen bi örtülü anlatı daha sunuyor. Aslında yazar kendi düşüncelerini bu Reis isimli karakteri “mouthpiece” olarak kullanarak aktarmaya çalışmış ama ben basbaya Hüseyin Rahmi’nin düşüncelerini okudum o satırlarda kendi ağzından. Çok beğendim bu kısımlarını. Felsefi bi alt metni de var işte kitabın. Ölüm, yaşam, ölümden sonra yaşam, beden, ruh, tin, spiritizma, hakikat, hayal, eski tarih, yeni tarih ve gelenek kavramları üzerinden varlık nedir bedenin yok olmasıyla yok olur mu yoksa aktarılır mı yoksa toprağın altında kalmaya mı mecburdur? Bu soruları sormuş tartışmış.
Reis efendi hazretleri, ölüm, istisna kabul etmeyen bir kanundur. Hatta her lisanda bu hakikati pekiştiren "Ölen dirilmez.", "Giden geleydi babam gelirdi." gibi atasözleri vardir. Bunun Fransizcasi da "Il n' ya que les morts qui ne reviennent pas." proverbe'i olacak zannederim.
Efendim bu dünyanin hâli bir devridaimden ibarettir. Yinelenme diye insanlar kendilerini aldatip duruyorlar. Yok eskimis, unutulmus fikirleri, baska birer isim takarak, yeni namiyla meydana çikariyorlar. Iste teceddüt (yinelenme) bu. Siyaset de öyle, moda da öyle, tarih de öyle, her sey öyle. Büyük İskender zamani ne ise Napolyon da o, simdiki vakit de o.
Onun dışında gayet komik ve eğlenceli de bi kitaptı. Ama Hüseyin Rahmi’den okuduğum en felsefik anlatıydı herhalde .
(Ölmüş bir bedenin yaşayanları ziyaret edip rahatsızlık vermesinden yola çıkarak sürekli tarih boyunca hortlayan fikir ve ideolijileri de eleştirmiş aşkında bazı satırlarda. Aşkında o hortlayan düşüncelerin farklı olmadığını sadece bedeninin değiştiğini söylüyor bizlere.
Okuduğum en ilginç kitaplardan biriydi. Bahtsız Naşit Nefi Efendi gördüğüm en büyük hanımsever yani hocam eşlerini avlayan biri var ama bana mısın demiyor devam ediyor evlenmeye. Konunun işlenişini sevmemin yanı sıra 20.yüzyılın başındaki kültür ve dili yansıtması kitapta beni asıl çeken şey oldu. Günümüzden çok uzak olmayan diyaloglarda hem dönemin baskın din ve kültürel yapısını hem de değişen çağa uyum sağlanma çabasını vermesini çok sevdim. Ba yıl dım.
film adaptasyonu yapıldığı için merak edip okumak istedim (asıl amacım kitabı okuyup filmi boklamaktı çünkü her zaman kitap>film. daha filmi izlemedim ama bakalım...). kitaptaki felsefi tartışmalar, inanan ve inanmayanın kendince haklı sebeplerle kendi fikirlerini savunmaları, en sondaki plot twist... o kadar akıcı ve okuması keyifli bir kitaptı ki. aradaki foreshadowingleri kaçırmazsanız ufak tefek neler olacağını anlıyorsunuz ama tam da anlaşılmıyor tabii ki. her sayfasını heyecanla çevirdim.
CUMHURİYET 102 YAŞINDA. YA TÜRKİYE? ESKİ ESERLERİ OKUMANIN BÜYÜK FAYDASI ASLINDA HİÇ BÜYÜMEYEN YAŞLI BİR TOPLUM OLDUĞUMUZU GÖRMEMİZİ SAĞLAMALARI.
Ben bu kitabın İş Bankası Kültür Yayınları tarafından günümüz türkçesiyle yayınlanan baskısını okudum. Başlangıçtan 80.-90. sayfa arasına kadar günümüz Türkçeleştirmesinde biraz aşırıya kaçıldığını düşündüm. Bazı sözcükler eskisi gibi bırakılsaydı yine de anlaşılmaz olmazdı gibi geliyor bana. Ama tabii genç insanlar da eski kelimelerden hâlâ anlıyorlar mı emin değilim. 15. bölümle beraber hikaye Hüseyin Rahmi'nin filozofluğu ile gazeteciliğinin karıştığı bir yere geliyor. Baştan itibaren, özellikle kadınlar arasında geçen diyaloglardaki gerçekçiliği ortaya koyan müthiş yeteneği ve becerisi zaten tanıtım yazılarında da belirtilmiş. Ben ilk kez bir eserini okudum, diğerlerini de okuyacağım elbette. Ancak tanıtımlarda dönemine dair toplumsal eleştiriler yaptığı fikrinin zayıf bir değerlendirme olduğunu, hatta yazarı korumak adına yapılmış eski yorumların devamı olduğunu düşünüyorum. Bence Hüseyin Rahmi, Türk insanın davranışlarını çok iyi gözlemiş, adeta arketipini çıkarmış, bu arketipin aramızda dolaşan bir hayalet ordusunun komutçusu oluşunu anlatıyor. Bu arketip bugün de yaşıyor, etkili ve toplumsal gücü elinde bulunduruyor. Dindarlıkla hurafeciliğin ortak yönlerini ince ince yazmış ve asıl eleştirilerini kutsal olduğu için dokunulmazlık örtüsüyle zırhlanmış dine yöneltmiş. Bunu buraya yazmakla kendi görüşümü mü ortaya koymuş oluyorum, yoksa gerçekten Hüseyin Rahmi'nin ortaya koyduğu eserin başardığını mı anlatıyorum kesin bir iddiada bulunamayacağım. Çünkü anlamların birbirine karıştığı belirsiz alanlar bunlar. Mutlaka okunması gereken bir başka kitap daha alıp okuduğum çin çok mutluyum. Cadı'nın bir diğer işlevinin Gürpınar'ın değişimin geri döndürülemez bir şey olduğunu tam anlamıyla idrak etmesi olduğunu düşünüyorum. Toplumsal değişikliklerin unutturacağı pek çok ayrıntıyı kitabında kullanmış, mesela tavşanyemez tabiri. Bunu hiç duymamıştım, öğrendim. Diğer yandan toplumsal arketiplik açısından baktığımızda inşaat meselesi 110 yılı aşkın bir süre öncesinden el sallıyor, bu işler yeni değil demek için. Yazarın eleştirilerini ve düşüncelerini karakterlere dağıtırken ufak dokundurmalar yerine uzun uzadıya ve aslında okuru sıkmaktan hiç korkmadan yazması bu eserin romanlık değerini bir miktar düşürüyor bana göre. Yani aslında anlatmak istediklerini anlatmakta acele etmiş gibi, yoksa roman belki de 400 sayfa olabilirdi. Yine de özellikle kitap son çeyreğinde temposunu oturtuyor ve sıkıcılıktan uzaklaşıyor. İçindeki konular benim ilgimi birebir çeken konular olduğu için belki hiç sıkılmadım okurken o uzatılan bölümleri. Uzatılan değil de uzun uzadıya ve doğrudan yazılmış bölümleri diyeyim. Çok tavsiye ediyorum. İşBankası'na ve Günümüz Türkçesine uyarlayan İsmail Kayapınar'a çok teşekkürler.
Müzik: Anne Nikitin, Jessica Jones - Elephant Waltz >> bence bu müzik çok güzel oldu yaa çok yakıştı☺️ Our Universe belgeselinin müziklerinden biriymiş😇
Kitap kesinlikle okunmaya değer. Ara ara yazarın hikaye anlatıcılığını biraz arka plana alıp okuyucuya bir şeyler anlatmak istediği kıısmlar fazla hissettiriyor kendini ve biraz akıcılığı bozuyor ama tabii ki bunu bir eksi olarak değerlendirmeyeceğim yazıldığı dönemi ve ne gibi kaygılarla kaleme alındığını bildiğimden.
Şöyle bir kitabın geneline bakarsak Hüseyin Rahmi Gürpınar'ı şimdiden çok sevdim:) Kadınlara yapılan haksızlıkların farkında oluşu, yaşadığı topraklarla ilgili eleştirilerini hikayesinde bir yerler bulup yedirmeye çalışması ve bakış açısı, insanların gözünü açmaya çalışma çabası kesinlikle çok kıymetli.
Ne yazık ki bu kitabı sadece güzel şeylerle hatırlayamayacağım çünkü son 10 sayfası kalmışken bir yandan da film uyarlamasına yetişmeye çalışıyordum ama hiç bilmediğim bir sinemaydı ve bir türlü bulamadım.Sebebiyse sinemayı yanlış yerde aramammış🙈Bilet yandı tabii günün sonunda. Yallah eve diyip kendimi bir otobüse attığımda başladığım yere geri döndüm. Belli ki yanlış otobüsmüş ve daha da kötüsü ondan alelacele inerken kafama oturan tek kasket şapkam kucağımdan düşmüş🤦♀️Bokum gibi bir gün oldu yani. Neyse ki babymonster - like that şarkısı eve dönüşümü bir parça güzelleştirdi en azından. Yeni keşfettim ne hoş şarkıymış❣️☺️
CADI Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Korku ve/veya Korku komedi tarzında diyebileceğimiz ikinci kitabıydı Cadı. Korku diyorum çünkü yazıldığı döneme bakınca (17 Haziran 1912 – Emirgan) o zamanın insanlarını kolaylıkla etkileyebilecek bir kitap. Korku Komedi diyorum aradan 111 yıl geçmiş. Okuduklarımız bize hafif geliyor. Ama bu Cadı adlı kitabı kötü bir kitap yapmıyor. Rahat okunan güzel bir kitap (Okuduğum örnek İş bankası k.y. kitabıdır ve toplam 128 sayfadan ibarettir). Bu konuda günümüz Türkçesine düzgün çevrilmesinin de etkisi büyük. (İsmail Kayapınar beye bir selam olsun. Ve bir önce okuduğum Gulyabani’nin sadeleştiren Hacer Er hanımı da anmamak haksızlık olur) Dip notlar okumayı hafiften bölse de açıklamalar yerinde olduğu için gerekli diye düşünüyorum. Özellikle benimde okuma nedenlerimden biri olan o zamanki insanların neler düşündüğü, neler hissettiği gibi konularda bir hayli yardımcı oluyor. Fikrîye hanım kocasını yeni kaybetmiş, tek çocuğu ile birlikte dayısının yanında yaşamaya başlamış bir kadındır. Yenge bu durumdan oldukça rahatsızdır. Bir an önce Fikrîye hanımı evlendirmek ister. Her ne kadar kendi kendine yetebileceğini söylese de sofrada iki tabak daha olması yenge hanımı düşündürür. Düşünün yıl 1912. Araya çöpçatan katarlar –romanda kılavuz deniliyor- ve bir talip çıkar ama ne talip. Necip Nefi Efendi adında 40 yaşlarında bir bey bulurlar. Necip Nefi Efendi ilk karısını yıllar önce kaybetmiştir. Sonra birkaç evlilik daha yapmıştır ama ilk karısının hayaleti yeni eşlere fırsat vermez. Ama bu durumu gelin adayından yani Fikrîye hanımdan gizlerler. İş tam oldu bittiye gelirken annesinin kadim arkadaşlarından biri gelir ve Fikrîye hanıma arka çıkar. Konuyu aydınlatmak için Necip Nefi efendinin ilk eşine gidip konuyu anlamaya karar verirler. İşte romanın bundan sonrası Necip Efendinin ilk eşi olan ve zamanına göre bilgili ve aydın biri olan Şevkiye hanımdan dinleriz. Gerçek dünya ve gerçek üstü dünya arasındaki çatışmayı kah Şevkiye hanımdan kah babasından dinleriz. Garibim koca ise tam anlamıyla çaresizdir. Özellikle 21 ve 22. Bölümlerde olaya dahil olan ispirtizma cemiyeti reisiyle Şevkiye hanımın babası arasında geçen konuşmalar ilgi çekici. Kısa rahat okunan bir kitap. Fazla vaktinizi almaz. Not: 6/10
"Şimdiki medeni insanların eğitimleri, sahibinin elindeki koca sopadan korkarak boyun eğmiş görünen, fakat fırsat buldukça dişleri sökülmüş ağzıyla eğiticisinin elini ısırmaya atılan ayının haline benziyor. Düşünürlerin idealleri olan insanlık için temenni edilen hakiki eğitimse bu değildir. Ceza korkusuyla çekinilen kötülükler, ödül ümidiyle yapılan iyilikler, insanın yaradılışındaki çirkin hayvanlığı gidermiş sayılmaz. Güzel ahlak bizde dış etkilerle zorunlu değil, adeta yaradılıştan gelen bir şekilde kökleşerek gelişmeli, meydanda hâkim mahkûm kalmamalı, yani artık eğitilmeye muhtaç bir fert görülmemeli, cehalet bütün karanlığıyla ortadan kaldırılmalıdır. Bu ahlaki gelişimi imkânsız saymasak bile buna ulaşmak için daha çok vakit olduğunu görüyoruz. O zamana kadar insanlık pek ıstıraplı devirler, nöbetler geçirecek daha sayısız kurban verecektir. "
Karısı Binnaz hanımı erken yaşta kaybeden Naşit Naif efendi çok geçmeden yeniden evlenmek için harekete geçer. Ancak ölmüş eşinin hayaletinin her evlendiği kadına dadanması ile bu evlilikler çok kısa sürer. Acaba olanlar bir hayaletin işi midir yoksa bunun altında birilerinin bir oyunu mu vardır?
Hüseyin Rahmi Gürpınar bu eserine bir tiyatro oyunu gibi diyalog ağırlıklı bir anlatımla başlıyor. Daha sonra olaylar geliştikçe anılar, yazılmış hatıralar, felsefi tartışmalar kullanarak hem insanlığın daha medeniyetten ne kadar uzak olduğu, hem de bu ülkenin insanları ve düzeninin ne kadar geride kaldığı konusunda eleştirel bir tartışmaya girişiyor. Maalesef bunları yaparken roman türden türe atlıyor, baş karakter kim, bu kimin hikayesidir bir kenara savruluyor, bir türlü konu nihayete ulaşamıyor. Sonunda hikayenin sırrı bize makinedeki hayalet yardımı ile açıklanıyor.
Dönem İstanbul'unun canlı anlatımına sahip olan Gürpınar'ın bu eleştirel yapıtını tarih ve felsefe seven okurlara öneririm.
Hüseyin Rahmi Gürpınar ’ın Cadı romanı, okurunu Rumelihisarı’nda tekinsiz söylentilerle anılan bir yalıya konuk ediyor ve batıl inançların insan psikolojisi üzerindeki derin etkisini gotik bir gerilim atmosferi içinde ustalıkla işliyor. Eser, genç ve dul bir kadının, yengesinin baskılarıyla, ilk karısının ölümünün ardından "cadı" olduğu ve geri dönüp kocasının yeni eşlerini boğduğu rivayet edilen bir adam ile evlenmeye zorlanmasıyla başlıyor. Bu evlilikle birlikte kadın, kendini her fısıltının ve gölgenin bir felaket habercisi olduğu, korku dolu bir hayatın içinde bulur. Gürpınar, bu ürkütücü hikâyeyi anlatırken dönemin toplumsal yapısını, özellikle kadının evlilik kurumundaki çaresizliğini ve "Baba ekmeği, zindan ekmeği; koca ekmeği, meydan ekmeği" gibi deyişlerle meşrulaştırılan toplumsal baskıyı gözler önüne seriyor.
Gürpınar'ın alametifarikası olan mizahla harmanlanmış gerçekçilik, en gerilimli anlarda bile kendini hissettirir. Yazar, toplumun her kesiminden seçtiği karakterleri kendi ağız özellikleri, şiveleri ve argolarıyla konuşturarak eşsiz bir canlılık yakalar. "Cadı" romanını benzerlerinden ayıran en güçlü yönlerinden biri, son ana kadar sürükleyiciliğini koruyan, merak unsurunu sürekli diri tutan yapısıdır. Gürpınar, yalıdaki gizemli olayların ardındaki sır perdesini okuyucuya hemen teslim etmez; aksine, batıl inançların ardında yatan insani hileleri ve kıskançlıkları sorgularken, okuyucuyu da "gerçek cadının" kim olduğunu bulmaya davet eden sürükleyici bir bilmece sunar. Eser, dönemin İstanbul'unu, insan ilişkilerini ve cehaletin yarattığı korku atmosferini anlamak için eşsiz bir pencere açıyor.