Kürt ve Kürdistan olguları, katliamları, vahşeti, sürgünü, ihaneti anımsatıyordu onlara. Bu unutulmamıştı. Belleklerde yer etmişti. Ama o yarayı kanatmak, uyarmak, uyandırmak gerekiyordu. Acıyla sessizliğe gömülmüş bir ölü durumuna gelmişti. Fakat yine de öze dönüşü ifade eden her sözcük geleceğe inancı taşıyan her adım; sarsıyor, etkiliyordu. Bir umut ışığı gibiydi. Büyük korku, özden uzaklaşma ve o yabancılaşmanın bağrında, o karanlığın ortasında bir umut ışığı doğmuştu.
Korkuyla, karanlıkla, yabancılaşmayla kavga önce bireyde yaşanıyordu. Birey gerçekliğinin farkına vardıkça, onu bir noktadan tuttukça o kavga önce ailede alevlenirdi. Sonra okula, sokağa, mahalleye, kahveye taşınırdı. Ve giderek devletin kurumlarına karşı şiddet de somut olguya dönüşürdü. Bir hedef netliğine, onun amacına götürürdü. Her biri diğeriyle iç içe ama kendine özgü zorlukları ve değişik özellikleri olan, hepsi de inanç, bilinç, kararlılık ve onların iradi bütünlüğünü gerektiren süreçlerdi. Ve mutlaka yaşanması gerekiyordu. Çünkü var olan her ilişki biçimi, bütün yaşam özellikleri, onların üzerinde geliştiği temel bu gerçekliğin reddiydi, ona tersti ve düşmandı. Kurulu her sistem, her düzen bozuluyordu. Çıkarları zedeleniyordu.
Bireydeki kişilik, kimlik kaybında ailedeki bireycilik, parçalanmışlık ulusallıktan uzak, hiçbir gelecek vaat etmeyen, ilkel, dar, köleci bağların geriye çeken kıskacından kurtulmak, ''Böyle bir zeminden çıkış sözü, kararı pratik adımı başlı başına bir devrimdi.''