Lise öğrenimini Ankara Atatürk Lisesi'nde gerçekleştirdi. 1982 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın Yayın Yüksek Okulu'ndan mezun oldu. 1979'dan itibaren sırasıyla Yankı, Hürriyet, Nokta, Haftaya Bakış, Söz ve Tempo'da çalıştı. 1986'da İngiltere'de London School of Journalism'i bitirdi. Orta Doğu Teknik Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünde siyaset bilimi dalında yüksek lisansını 1988'de, aynı bölümünde doktorasını 1996'da tamamladı. Televizyona 1988'de TRT'de Seynan Levent ile başladı. 1989'da 32. Gün'de çalışmaya başladı.
Köşe yazarlığı 1994'te Aktüel'de başladı. Aynı yıl günlük köşe yazıları yazmaya başladığı Yeni Yüzyıl gazetesinde beş yıl çalıştı. 1999 Ocak'ından 2000 Aralık sonuna kadar Sabah gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. 2001 Ocak ayında Milliyet gazetesinde, ADA başlıklı köşe yazılarına başlayan Dündar, bir yandan da NTV televizyonunda Canlı Gaste isimli programı sunuyordu.
Kanalın hükümete yakınlaşma çabası yüzünden muhalif gazetecilerin görevlerine son vermeye başlaması ile Can Dündar NTV'den kovuldu.
Bir süre sonra Artı 1 TV'de program yapmaya başlayan Can Dündar kanal patronunun haberlerine karıştığı gerekçesi ile ekibiyle birlikte istifa etti.
Gezi Eylemleri sürecinde hükümet karşıtı söylemleri yüzünden 1 Ağustos 2013 günü Milliyet gazetesinden de kovulan Can Dündar, kısa bir süre BirGün gazetesinde yazdıysa da Cumhuriyet gazetesi ile anlaştı ve yazılarına Cumhuriyet'te devam etmektedir.
Dönemin tarihine ilişkin bilgilere de yer veren bu kitapta Nazım Hikmet'in, Menderes'in, Melih Kibar ve Çiğdem Talu'nun aşkları beni fazlasıyla etkilemişti. Böyle unutulmaz aşkları okumak günümüzün sabun köpüğü aşklarını sorgulatıyor valla insana.:)
Ne zamandır bir köşede duruyordu. Okudum. Can Dündar’ın dediği gibi, “insanlık tarihi biraz da aşkların tarihidir”. Mesela Nazım Hikmet, sadece bir büyük şair değil, bir fikirler, olgular, büyük olaylar özetidir. Nazım’ın Nazımlığında ise Piraye’nin, Münevver’in Vera’nın tabi ki katkısı vardır. Ve aşk öznel bir kavram. Herkesin aşk algısı başka, aşkın tanımı zor hatta mümkün değil… Kitabı okurken aklıma bunlar geldi en çok. Bazı ilişkileri ben aşk diye tanımlayamazken neden yüzyılın aşkları arasında anlatılmışlar merak ettim mesela. Bazılarında ise öyle bir içtenlik öyle bir yoğunluk sezdim ki gözlerim dolu dolu okudum. MustafaKemal ve Latife hanım’da büyük bir dava adamına mantığını yitirecek derecede (karşılıksız) aşık olmuş bir genç kızın çaresizliğini gördüm. Onu elde ettiğini zannediyor, elindekiler yetmiyor, sadece kendi için istiyor, aşık olduğu kişi büyük bir dava adamı iken evlendiği adamdan evinin reisi olmasını bekliyor ve kaçınılmaz sonu kendi elleriyle hazırlıyor… Hüzünlüydü… Yılmaz-Fatoş Güney insancıldı, sıcacıktı. O canım öyküde-filmde dedikleri gibi: “Sevgi emektir…” 10 yılı geçen bir evlilik hayatının sadece 4 yılını beraber geçirmek, buna rağmen eksilmemek, eksiltmemek, direnebilmek... Herkesin harcı değil. Bir kere daha saygı duydum. Uzun mahpushane yılları boyunca ikisini ayakta tutan, yaşama gücü aşılayan mektuplara bir kere daha hayran kaldım… Ve en çok etkilendiğim: Melih Kibar- Çiğdem Talu aşkı. Aşk için söylenen her şeyi içeren ama ironik bir şekilde, zamanında adı konamamış, yaşanamamış, eksik bırakılmış bir aşk... İçerdiği duyguların yoğunluğunu verdikleri eserlerde hissedebileceğiniz ve bu yoğunlukta yaşanmış duyguların böyle yapay sebeplerle bastırılmasına, engellenmesine, yarım bırakılmasına hayret edeceğiniz bir aşk…“Kavuşamazsın, aşk olur…” diyen Aşık Veysel’e hak vermenize sebep olabilecek bir aşk… Can Dündar’ın eline sağlık dedim okuyunca. Kısacık bir yirminci yüzyıl özeti yapmış, her bir hikaye zamanının ruhunu taşıyor bütün yoğunluğuyla… Naciye-Enver aşkında, yüzyıl öncesinin aşklarının naifliğini ve yıkılıp yeniden inşa edilmekte olan bir dünyada yaşayan insanların heyecanını, büyük işler başarabilme hevesini gördüm. Afife Jale-Salahattin Pınar’da Klasik Türk Müziği’nin melankolik ezgilerine denk, o ezgilerden beslenen ve o ezgileri besleyen bir melankoliyi, Yıldız Kenter-Şükran Güngör’de tiyatro aşkı/meslek aşkı ile insan aşkının birbirine karışmasını, birbirini beslemesini gördüm. Her biri, üzerine ayrı bir kitap yazılabilecek hikayelerdi… Sonuç olarak, insan olmak, bu dünyaya gelmek, böyle duygular yaşamak, yaşandığına şahit olmak, bu duygulardan doğan eserleri dinlemek, görmek, yaşamak güzel dedirttiler…
Kitabın adı "Yüzyılın Aşkları" ama anlatılan yaşamöyküleri için fazla iddialı bir isim olmuş. Ben öyle bir asra damgasını vuracak kadar büyüleyici aşklar göremedim kitapta. Hatta bazı isimler için düşüncelerim negatif yönde değişti diyebilirim ama kitabı okuması zevkliydi. Yazar olayları uzatmadan, yalın bir dille anlatmış. Aralara kişilerin yorumlarını da eklemiş. Mektup kısımları da çok hoşuma gitti. Aşıkların birbirlerine ettikleri iltifatları biraz abartılı bulsam da,dertlerini ya da sevinçlerini anlatma şekilleri günümüzde pek rastlayamayacağımız kibarlıktaydı. Anı tarzında kitaplar okumak beni etkiliyor. Orada yazanların yaşanmış olduğunu bilmek, o insanlar için üzülmeme neden oluyor. Özellikle Afife Jale ve Zeynep Talu için üzüldüm doğrusu.
Kitaplığımda duran ama yıllardır yüz vermediğim kitapları bitirmeye niyet ettim. Doğrusu bu kitabı da en kitap okumaya müsait olmayan bir ana saklamıştım. Zerre kadar ilgimi çekmiyordu çünkü. Yine de itiraf etmeliyim ki beklediğim kadar kötü değildi. Kolay okunan, zevkli bir kitap olmuş. Aşk hikayeleri her zaman güzeldir zaten. En azından yazarı Can Dündar olmadığında öyleler.
Gazetecilik reflekslerini bir kenara bırakmadan yapılan tarihçiliğin -ki bu kitap da esasen bir tarihçilik ürünüdür- meyvesi de çürük oluyor. Her olay anlatımında bazı detayları abartma, bazılarına hiç yer vermeme, kiminin de önemini ölçüsüzce azaltma gibi yollardan sırf öykü güzel olsun diye insanın boğazını sıkacak ölçüde çok faydalanıyorlar çünkü. Yüzyılın Aşkları da bunun istisnası değil.
Ahmet Bey'le Mehveş Hanım arasında delicesine bir aşk yaşanmış. Aslında Ahmet Bey daha önce iki evlilik yapmış, Mehveş Hanım ise ilişkisi sırasında Ahmet Bey'i en az 3 farklı erkekle aldatmış ama bunları birer satırda geçmekte hiçbir beis yok! Çünkü ünlüler, çünkü onların yüzleri para kazandırır; onlarınki yüzyılın aşkı olmayacaktı da babamınki mi olacaktı? Peh! Siz ne bilirsiniz, yüzyılın aşkı dediğiniz böyle olur.
Can Dündar'ın bir şeye yüzyılın aşkı demesi için erkeğin hapse girmesi gerektiğini anlıyorum, çünkü kitapta hapse girmeyen erkek karakter yok gibi bir şey. Kullanabileceğimiz kıstas bu mudur gerçekten? Araya mesafe girince, kavuşulamayınca mı büyük aşk oluyor? Üstelik hapisteyken başkasına aşık olmuştu Ahmet Bey, o konuyu neden hiç konuşmuyoruz?
Önemsizleştirmenin yer yer dorukları zorladığı, mide bulandırdığı yerler de var. Yılmaz Güney birini vurmuş. Can Dündar ise Yılmaz Güney'i o kadar seviyor, o kadar seviyor ki bunu "Yılmaz Güney'in silahından çıkan bir kurşun Sefa Mutlu'yu vuruyor..." diye anlatıyor. Kurşun kendi kendine çıktı çünkü silahtan! Çünkü yüzyılın aşkı bu, ölen insan değil, ölenin canının hiç kıymeti yok! Bir insan adam vurmuşsa adam vurmuştur, katilse katildir. Laf cambazlığıyla cinayet süslemeciliği yapmak insanlığa sığmaz.
Bu yüzyılda anlatmaya değer bir aşk yaşandıysa sahibini Can Dündar'a değil, Barış Manço'ya sormak gerekir. Ne diyordu o güzelim Halil İbrahim Sofrası'nda: "Halat gibi bileğiyle, yayla gibi yüreğiyle/ Çoluk çocuk geçindirip haram nedir bilmeyenler..."
Çok istiyorsanız buyurun, siz de buyurun reziller kumpanyasına.
10 çift. Birbirinden tanıdık simalar olan 10 çiftin aşk hikayesi. Hepsinin de ortak özelliği kadınlarının acı çekmeye mahkum edilmesi. Yalnız bırakılması, anlaşılamaması.. Ünleriyle tanıdığımız insanların günlük hayat ve işleyişlerinin arka planında yaşananlar, çok sevdikleriylee birlikte tanımamız için fırsat.
Gene Can Dündar'ın kalemimden çıkma bir eser okudum. Buruktu yüreğim yandı çoğu hikayede... Merak ettiğim hayatları uzaktanda olsa gördüm. En çok Yıldız-Sükran Güngör'ün aşk hikayesini mahvetti çok ama çok sevdiğim iki insandi. Acı,başarı ve müthiş bir aşkla yoğrulmuş dolu dolu bir hayattı. Nurlar içinde uyusunlar ...
Sanatçı ve siyasetçilerin yaşadıkları aşkları, maceraları ele alan bir kitap. Hele bir de tarih seviyorsanız mutlaka okumalısınız. Kitap geçtiğimiz yüzyıla ait siyasi olaylardan kesitler, imkansız aşklar, örnek sevgiler, eşlerini aldatan meşhurlar gibi konulardan bahsediyor
ah ayhan aydan ah. onurlu kadın, aşk kadını.. bu hikayeden bir çok çıkarım yaptım. enver paşanın 4 yıl nikahlı olup eşiyle bu süre zarfında hiç görüşmemiş, tanımamış olması..helal olsun nazım hikmet' e piraye' ye yaptıklarından dolayı kınamış olmam.. ve diğer hikayeler.. güzell diyebilirim unutmadan Atatürk'le latife'ni hikayesi yerine fikriye'nin hikayesi bence daha güzel olurdu..
Mustafa Kemal, Yıldız Kenter, Melih Kibar... ve daha birçoklarına ait sürükleyici aşk hikayeleri. yaşandığı dönemin tarihini de anlatan; aşk mektuplarını, Nazım'ın şiirlerini, Adnan Menderes'in duruşmasını o anki hisleriyle okuyorsunuz.
Bekleyen ve emek veren kadınların aldatılmasıydı en çok acıtan, hiç kimseyi ilahlaştırmıyorum artık gözümde bu kitap sayesinde, aşkı daha fazla sorgulamamı sağladı. Aşktan daha önemli şeyler var bence sağlıklı bir ilişkide