“Pek anlamadım. Hele konuşmanın böylesine büyük bir sorun yumağı olabileceğini hiç anlayamıyorum. Ayrıca gereksiz de buluyorum. Abartılı da–”
“Evet, ilk bakışta, konuşmak gibi basit bir eylemin böylesine karmaşık bir şeymiş gibi ele alınması saçma. Ama ilk bakış yanıltıcı olabilir, değil mi? Sanırım sen konuşmayı tek yönlü bir aktarım olarak anlıyorsun da ondan. Hâlbuki konuşma, merkezdeki bir noktadan dışarıya akıtılan bir ifade değildir. Aksine en az iki merkez noktanın karşılıklı birbirine akmasıdır. Yani ‘ego’ların kendi kabuklarını çatlatması, o zırhta yarıklar açmasıdır. Konuşmak, bu anlamda insanın kendini yenmesini de gerektirir. Tehlikeli bir girişimdir bu; yani konuşmak tehlikeli bir girişimdir. İnsanın kendi varlığını tehlikeye atmasıdır.”
“Allah Allah, şimdi de konuşmanın tehlikeli bir şey olduğunu söylüyorsun–”
Doğumu: 5 Şubat 1965, Trabzon İstanbul Özel Darüşşafaka Lisesinde parasız yatılı okudu. Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümünden sonra İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümünü bitirdi. Yeryüzü Düşleri (4 sayı, 1989-1990 ve Göçebe (7 sayı, 1995-98) dergilerini yayımladı. İstanbul'da yaşıyor. Açık Radyo'da 'Kitap Kullanma Kılavuzu' adında bir program hazırladı. James Joyce ve Kafka'dan çeviriler yaptı. İlk şiiri 1982'de lise dergisinde çıktı. Şiir ve yazıla-rını Geniş Zamanlar, Gösteri, Milliyet Sanat, Virgül, Sombahar, Ludingirra, Kitap-lık, Göçebe, Yeryüzü Düşleri gibi dergilerde yayımladı. Şiirde yalınlığa ve doğrudan ifadeye önem verdi. 'Şiirsellikten kaçan ve daha çok insanın yeryüzündeki duruşuna, dünyayı algı-layışına işaret eden şiirlerinde ölüm ve yalnızlık gibi konuları felsefî açıdan dile getirdi.' Eserleri
Karmaşık duran "konuşmanın imkansızlığı" düşüncesini sade ve erişilebilir bir "diyalog" şeklinde aktaran, keyif verici bir okuma oldu.
Ben 7. baskıyı okudum ve sayfa 57'de "takdir" yerine "taktir" yazıldığını gördüm. Biri denk gelir de 8. baskıda düzeltir belki diye umarak not düşmeden edemedim.
Okuduklarımı yaşayarak da tecrübe etme fırsatı buldum. Thanks to Ares ve Apollo..
Bir de “…müzik aldatıcıdır, üstelik kendisi de aldanmıştır…”
Ve tabii “…Konuşmak, bu anlamda insanın kendini yenmesini de gerektirir aynı zamanda. Tehlikeli bir girişimdir bu; yani konuşmak tehlikeli bir girişimdir. İnsanın kendi varlığını tehlikeye atmasıdır…”
Neticeten “…Kimsenin konuşma balonu kimsenin konuşma balonuna değmiyor…”
This entire review has been hidden because of spoilers.
Bu kitap beni hayal kırıklığına uğrattı. Konusu, kelimelerin bireyselliğinden dolayı birbirimizle anlaşamıyor oluşumuz. Konu efsane. Konu mükemmel. Ama yazar dil felsefesi & göstergebilim alanındaki düşünürlerin söylemiş olduğu şeyleri ısıtıp önümüze vermiş. Yazarın kendi zihnine ulaşamıyoruz çünkü yazar şimdiye kadar hali hazırda söylenmiş olan şeyleri karıştırıp bize tekrar söylemiş yalnızca. Bunu da Sokrates usulüyle yapmak istemiş: Diyalog yöntemiyle. Dil felsefesi alanını ucundan biraz bilen biri bu kitaptan sıkılır. Yüzeysel ve replika gelir. Dil felsefesi alanında hiçbir şey bilmeyen ise bu kitaptan bir şey anlamaz muhtemelen. Yazar iki okuyucuya da hitap etmiyor aslına bakarsanız.
Kitabı okumaya başlamadan önce derin ve akademik bir okuma olacağını sanmıştım, ama değil. Son sayfaya gelince öğreniyoruz ki aslında bir gazetenin Pazar eki köşe yazısı olarak yazılmış buradakiler. Şimdi anlaşıldı.
“Konuşmak” derken de “anlamak ve anlaşılmak” demek istiyor aslında. Konuşmak eylemi imkansız değildir. Sesleri arka arkaya çıkartırız olur biter. Sese atfettiğimiz anlamlarda, aynı anlam üzerinde birleşmek imkansızdır. Yani anlamak ve anlaşılmak imkansızdır. Birbirimizi tam olarak anlayamayız asla.
Ve evet, anlaşmak imkansızdır. Bizler için, hakikat dediğimiz her şey de, yanılsamalardan ibarettir.
Diyalog şeklinde dil felsefesi üzerine yazılmış bir kitap. Daha önce dil felsefesiyle alakalı hiçbir okumam olmadığı için sanıyorum, düşüncelerin "ısıtıldığını" hiç düşünmedim. En yakınımızdakiyle bile olsa neden hiçbir zaman tam anlamıyla konuşamayacağımıza ve iletişim kuramayacağımıza dair saptamalar içeren, dili biraz ağır olarak görebileceğim bir kitap.
Kitapta katılığım ve katılmadığım pek çok yer oldu.Katılmadığım yerlerden başlayalım.Öncelikle sanatın en iyi birine bir şey aktarma yöntemi olduğuna inanmıyorum.Aksine sanat en çok yanlış anlaşılabilecek yöntem.Çünkü sanatın aktardığı şey çokça yanlış anlaşılabiliyor yada farklı insanlar için farklı anlamları olabiliyor.Zaten sanatı değerli kılanın bu olduğunu düşünüyorum.İkinci olarak konuşmanın imkansızlığına inanmıyorum.Tabi ki bir kişiyi tamamen anlayıp konuşmaya devam etmek imkansız lakin bunun bir dert olacak kadar büyük bir şey olduğunu düşünmüyorum.Yani evet tam olarak anlamıyoruz lakin dert olacak kadar anlamıyor değiliz bence.Katıldığım yer ise kelimelerden tek bir şey anlamadığımız.Kelimeler nedir?Varlık ve olgulara taktığımız isim.Varlık ve olgu anlayışlarımız bir midir?Hayır.O zaman kelimelerden anlayışımız bir midir?Hayır.Peki düşünceyi oluşturan nedir?Varlık ve olgular tabi ki.Biz varlık ve olgular üzerine düşünüyoruz.Fakat varlık ve olgu anlayışımız bir değilse nasıl komplike şekilde ve farklı persfektiflerden yani daha zengin şekilde düşüneceğiz?Farklı varlık ve olgu anlayışlarını anlayarak.Bunu ise ancak kelimeleri anlayarak yapacağız.Yani kelimelere n kadar hakimsek varlık ve olgulara.Varlık ve olgulara ne kadar hakimsek düşünmeye o kadar hakimiz.Peki nasıl kelimelere hakim olacağız.Bence kitap okumak bunun için yegane yol.Son olarak kelimeler gördüğümüz şeylere(örnek palmiye ağacı)taktığımız isim olduğu için hisleri(örnek mutluluk)kelimelerle tam olarak anlayamıyoruz.Sonuç olarak arada sıksada okunmaya değer.Kitap okumayı bile sevdirtebilir.
It's like a book on the science of communication, written in a mythic style. While touching on the importance of people's communication with themselves as well as their communication with each other, the author has not missed the importance of listening to both himself and the other.
It's not that I didn't sense Cioran's mood in the writer. Let me state this first. Cioran's famous, "Is it possible that existence is the nothingness of our own home, our own exile?" there was a philosophical approach to his word in this work. From an existential point of view, the author's attempt to explain the human tragedy through "communication" has finally revealed a successful analysis.
In addition, he hints to the reader how human arrogance is reflected in speech (or rather, inability to speak), how two minds that do not understand each other surrender to feelings and arrogance. No matter what we say, what we say is as much as what the other person understands, and his word actually describes exactly that. Because the words and phrases you say only change what meaning the other person attaches to those words in their own way. Because there is no such thing as empathy when a person is communicating, nor would he just say an understanding. He writes about this in a very beautifully embroidered book. I would say read this very successful myth and make it read. Thank you, I also read them on the recommendation, it has a very good content. I wish you a pleasant reading.
Üzerine çok düşünmediğimiz fakat her gün yaptığımız bir eylem olan "konuşmak", aslında oldukça derin bir konu olabiliyor bazı yazarların elinde. :) İmkansız olduğunu düşündüğü "konuşma" eylemini, kendi cümleleriyle açıklarken bizi düşüncelere sevketmesi benim için kitabı tavsiye etmeye yeterli kılıyor. Konuşmanın temel unsurunu "anlamak" olarak tanımlayıp, bunu yapmak için gerek olan unsuru diyalogun iki tarafınında kendi deneyimlerinden yaptıkları çıkarımlar olarak değerlendirirken aslında konuyu oldukça temel bir yere çekiyor. Kant ın deneyimlerin öznel olduğunu düşünmesi ve Wittgenstein in deneyimlerimizi ortak bir paydada birleştirip karşıdakine bunu ifade edebilme zorluğunu kitabı okurken aklıma getirdim. Bunların sadece bir "Dil" sorunsalı olduğunu düşünmeden ele alması benim için oldukça ufuk açıcı oldu. Sözcüklere yüklediğimiz anlamların, kişisel deneyimlerimizle doğrudan ilişkili olmasına çözüm olarak "sanat" ın sunduğu eserleri duyarlılık alanımızı genişletmek olarak önermesi bana konuşmadan önce düşünmem ve okumam gerektiğini bir kez daha hatırlattı. :)
İçine girmekte zorlanacağınız bir kitap olabilir kendisi, özellikle benim gibi felsefe alanında çok fazla okuma birikiminiz yoksa. Naçizane fikrime gelirsek ben severek okudum. Beni geliştiren, dönüştüren fikirler aldım kendime. Bazı noktalarda kendimi çok eksik hissettim. Yazara, "söylemesi kolay!" dedim. Zamanında kendi "kabımı" edebiyatla harmanlayarak ne kadar doğru bir şey yapmışım dedim. Söyledim durdum kendime işte.
p.s. belki biraz daha dolu dolu yazılabilirdi, bu konudaki eleştirilere katılıyorum. içindeki düşünceleri çok da uzak bulmadım kendime ama bazen de çok anlaşılmaz olduğunu kabul ediyorum. :')
^Konuşmak^ fiilinin aslında ne kadar derin olduğunu, günlük yaptığımız sıradan bu eylemin aslında düşüncelerimizi,hayatımızı ve özellikle dialoglarımızı ne kadar etkilediğini anlatan sürükleyici bir kitap. Konuşmanın derinliğini, dilbilim örneklerini düşünerek ve sorgulayarak aslında sıradan görülen bu eylemin ne kadar da derin anlamlar içerdiğini mevcut dilin yetmezliğini dilin sınırları içinde anlatmıştır.
Herkesin kelimeleri vardır. Herkes aynı kelimeleri kullanıyormuş gibi gözükse de o kelimelerden herkesin anladıgı; yaşadıkları ve mantık küplerinin boyutu ile ilgilidir. Mantık kübü genişletilebilir mesela sanat ile. En güçlüsü ise şiir ile.. Ben kitabı okuduktan sonra içimden yazara teşekkür ettim,
Kısaca dilin bizim dört duvar hapishanemizi oluşturduğunu ve ancak bunun farkına vararak, onlarla tam olarak anlaşmamız imkansız olsa da, başkalarıyla konuşarak, onların dünyalarıyla, dört duvarlarıyla, sanatla, edebiyatla kendi dilimizi geliştirerek hapishanemizin sınırlarını genişletebileceğimizi anlatıyor.
İnsanlarin arasındaki iletişimin en temel basamağı olan konuşma eylemine çok farklı bir bakış açısıyla kendini tanıma yolunu gösteren ilginç bir kitap.
Çok çok çok sevdim. Uzun zamandır okuduğum en iyi Türkiye kaynaklı felsefi metindi herhalde... Altını üstünü çizerek başa ve sona defalarca giderek bitti. Minicik ama dopdoluydu...
A mind-expanding, perception-shifting, and phenomenal book that will influence our daily lives. I believe it's essential for everyone to read it and cultivate a mindset accessible to all
Metin sık sık bilginin ışığından uzaklaşıyor ve yorumlamanın dünyasına, bu daha karanlık ve görüşün düşük olduğu yere kayıyor. Ama son derece temiz bir dili var ve ilginç noktalara temas ediyor. Üstüne de yer yer hiç bir açıklama konmadan serpiştirilmiş soyut resimler ilginç bir şekilde bu okuma tecrübesini daha keyifli hale getiriyor. Tatmin edici, bol çağrışımlı bir metin ve garip şekilde tatmin edici görsellerle çok hoş bir okuma tecrübesiydi.
Sayfalarda bol bol boş alan bırakılmış ve buraları not almak için kullandım. Kitaptaki diyalogun somut bilgiden uzaklaşıp dağıttığı konuyu, karıştırdığı düşünceleri toparlamak için, ama aynı zamanda da götürdüğü hoş yöreleri biraz daha keşfetmek için kendi notlarımı almak faydalı oldu. Hatta aksi taktirde kitabı okuyamazdım. Normalde zaten böyle bir kitap da okumazdım. Ama meraktan kapağını açınca temiz dili okumaya devam ettirdi.
Aslında hala da tam olarak ne okudum bilmiyorum :). Ama bir şeyler aldım bu kitaptan. Galiba kitaptaki resimlerin anlamını, başını, sonunu, nereden gelip nereye gittiklerini sorgulamadan sadece orada bulunmalarının tadını çıkartınca keyifli bir okuma zamanı oldu. Metin için de aynı şekilde. Okuduktan sonra kitabın bir bütün olarak bana ne kattığını, benim için ne anlam ifade ettiğini dert edinmediğim için sadece sayfaların tadını çıkartabildim. Fakat ancak yıllardır E.O. Wilson, Robert Sapolsky, Jim Al Khalili gibi saygın bilim insanlarının kitaplarından öğrendiklerimle, açık zihinlerden beslenmiş bir bakış açısına ve bilimsel merakla derinlemesine anlamaya çalıştığım fiziksel gerçeklere dayanarak buradan aldığım düşünceler kafamda kısır kalmadı. Bilgi, haber almadan sadece düşünerek ancak bir yere kadar görebiliriz. Sonuçta teyit edilmiş bilgiye yolumuzu aydınlatması için muhtacız. Bu kitaptaki gibi sanatsal yaklaşımlar ise somut bilgiyi insan için ve insana ait hale getirmekte yardımcı oluyor.
Osman Çakmakçı, psikoloji ve felsefe eğitimi almış, çok sayıda dergide yazı ve şiirleri yayınlanmış bir yazar. Radikal gazetesinin pazar eki Radikal İki’de on beş bölüm halinde yayınlanan diyalogun bir araya getirildiği bu kitap, konuşmak üzerine felsefik bir diyalogu içeriyor. Felsefeye meraklı okurlar için bir fincan kahve yanında bir haftasonu okuması olarak önerebilirim. 📍Ben konuşmanın imkansız olduğunu söylerken aslında iki insanın bir konuşmayı inşa etmek için gerekli olan karşılıklı anlamayı gerçekleştiremeyeceklerini savunuyorum. Bunun nedeni de sözcüklerin her birinin o sözcükleri kullananların deneyimlerini yüklenmeleri ve o deneyimlerin anısını taşıdıkları için de hiçbir zaman aynı sözcüklerle konuşamayışımızdır. 📍Özgürlük budur. Dört duvar içinde, dilin sınırları içinde bulunduğu bilerek o sınırları hiç olmazsa genişletme çabası. 📍Sözcüklerin büyüsü işte bu; kendinden geçirerek asıl kendine getirir insanı. 📍Ahmakça iyimserlik yerine, farkındalıktan kaynaklanan kötümserliği tercih ederim. 📍Sonuçta sanat eseri, durgun ya da dalgalı ya da akar, hiç fark etmez, bir suya rastgele fırlatılmış bir taş gibidir. Ve her taş, öyle ya da böyle, çevresinde halkalar oluşturur. 📍Her türlü sanat ve her sanatçı zamanın akışını yumuşattığından ötürü kutsaldır.
Bir iki saatte okunabilecek bir kitap, içerdiği düşüncüler pek düşünmeye değer değil. Can sıkıntısını gidermek için okunabilir ama bence satın almaya değmez.
Koca sayfalara bir iki cümle koyarak anca 70 sayfaya tamamlamışlar kitabı. Bomboş sayfaları gördükçe içime bir fenalık geldi. Onun dışında içerdiği düşünceler bende çok bir etki bırakmadı.