Hemen hemen yüz yıl sonra, Buenos Aires'te doğan ve büyükbabam gibi doğum yerini terk ederek seyahat eden ben, İstanbul'a ilk kez on altı yaşımdaki oğlumla, büyükbabamın hayal gücünü böylesine esir almış şehri keşfetmek için geldim...
Pera Palas otelinin balkonundaki ilk akşamımızda büyükbabamın ufukta bir yangın var sanmasına yol açan aynı günbatımı, onun torunu ve büyük torunu için aynı ihtişamla yanıyordu. Belki de böyle anılar bir kuşaktan diğerine bilinçsizce geçirilebiliyordur, benimle oğlumun balkondan gördüğü de, yıllar önce büyükbabamın gözlerinin önünde meydana gelen şeydi ve biz de şimdi onun yerine hatırlıyorduk.
Tanpınar hayatının belli dönemlerinde yaşadığı beş şehri yeniden ziyaret ederek Türk edebiyatının unutulmaz denemelerini kaleme almıştı. Yaklaşık yetmiş yıl sonra bambaşka bir coğrafyadan gelen Manguel ise Tanpınar'ın yazınsal kılavuzluğunda aynı şehirlere giderek izlenimlerini, gözlemlerini, benzersiz birikimi ve deneyimleriyle harmanlayarak okura aktarıyor.
Alberto Manguel (born 1948 in Buenos Aires) is an Argentine-born writer, translator, and editor. He is the author of numerous non-fiction books such as The Dictionary of Imaginary Places (co-written with Gianni Guadalupi in 1980) and A History of Reading (1996) The Library at Night (2007) and Homer's Iliad and Odyssey: A Biography (2008), and novels such as News From a Foreign Country Came (1991).
Manguel believes in the central importance of the book in societies of the written word where, in recent times, the intellectual act has lost most of its prestige. Libraries (the reservoirs of collective memory) should be our essential symbol, not banks. Humans can be defined as reading animals, come into the world to decipher it and themselves.
Alberto Manguel'e sevgim, saygım, hayranlığım malumunuz. Tanpınar'ın izinde kendisinin meşhur beş şehrini (Ankara, İstanbul, Erzurum, Konya ve Bursa) gezip anlattığı bir minik seyahatname olan bu kitabını okumayı özellikle erteliyordum; hayal kırıklığına uğramaktan korktuğumdan değil de çok seveceğimi düşündüğümden, ancak öyle olamadı maalesef.
Manguel'e belki çok kızmamak lazım, malum biz kültürüne, tarihine, kent hafızasına pek sahip çıkmayı becerebilen bir millet değiliz maalesef, dolayısıyla Manguel'in gezip gördüğü şehirler de Tanpınar'ın anlattığı şehirler değil şüphesiz. Ancak Manguel bir seyyah gibi değil de, bir turist gibi geziyor sanki bu şehirleri, üstelik de kendisi kadar geniş bir perspektife sahip birinden beklenmeyecek denli Batılı bir turist gibi. Etrafındakilere bakışı, inatla egzotik olanı bulup şaşırmaya çalışan sıradan bir turistin bakışından daha derinlikli değil maalesef. Üstelik anladığım kadarıyla bu gittiği şehirlerde birkaç günden fazla geçirmemiş; yani görünenin ardına bakmaya yahut gözünü kapatıp sezgilerini çalıştırmaya, hissetmeye, koklamaya, içine girmeye pek çalışmamış gibi gözüküyor.
Haliyle metin de epeyce oryantalist ve aynı oranda da yavan kalıyor maalesef. Türkiye, şüphesiz ki öyle kolayca anlaşılamayacak denli katmanlı bir ülke, kültürümüz dediğimiz şey binlerce yıl içinde bambaşka toplululukların katkısıyla bugünkü halini almış, epeyce girift bir yapı, dışarlıklı bir gözün onu kolayca anlamasını beklemek, Manguel gibi derya deniz birinin gözü dahi olsa haksızlık belki ama dediğim gibi: bakma biçiminde bir sorun var bence işte.
Her ne kadar yine birikimini ortaya koyduğu, zihninin oradan oraya uçuştuğu yerleri okumak keyif vermiş olsa da, benim için Manguel külliyatının zayıf halkalarından biri olarak kalacak bu kitap. Şiirli, güzel cümlelerle dolu ama içerik itibariyle yüzeysel ve sığ kalan bir metin, maalesef.
İçinde bir takım ilginç anektodlar, ruha dokunan sözler ve alıntılar olmasına rağmen ön gördüğüm kadar beğenmediğim bir kitap oldu. Belki de Manguel, Tanpınar ve şehir kavramları bir araya gelince beklentiler çok yükseldiğindendir.
Bir hayal kırıklığı. Ne hayal ettin de bulamadın denirse: Beş Şehir, anıldığında kendiliğinden bir çerçeve oluşturacak kadar gerek Türk Edebiyatı'nda, gerekse niteliksel olarak edebiyatın kendisi içinde bir çizgi oluşturabilmiş anıt bir eser. Bu eserin yanı/yöresi/yöntemi anılarak girişilmiş her çabada, belirli bir standart beklemek hakkımız. Evvelen böyle.
Bunun dışında, kapağı ve başlığı zaten görmezden gelirsek, tutulmuş kesik kesik notlardan ibaret kitap. Ardında hiçbir çaba, hiçbir derinlik arayışı taşımadığını hissettirecek kadar yavan. İleri gittiğimi düşünenler çıkacaktır kitabı okuyunca, ama bir şehri gözlemek, hanlarını saraylarını , sokaklarını yüzeyiyle gözlemekse, kitabeleri aktarıp vikipedi'nin iki gömlek üstü tarihsel bilgileri aktarmaksa, buna ancak not tutmak denir.
Neyse, aslında daha uzun yazacaktım ama yeri değil. Şahsi notumu düşeyim: Her kim rehberlik ettiyse Manguel'e, kitaba kıyanlar ikincil derecede onlardır. Birincil derecede ise Manguel, bir yerlerde görülsün ve fikir versin duygusuyla, belirli fişleri edebi bir ambalajla sunmaya çalışmış. Gezi yazısı desen değil, Beş Şehir'in açtığı alan gibi zaten olamayacağını yazar kendi söylüyor, kısa seyyah notları desen iddiası bundan fazla. Sosyal siyasal gözlemler en ufak bir derinleşme çabasından dahi oldukça yoksun. Arada bazı parıltılar da olmasa, hiç boşuna okumayın diyeceğim kadar boş bir levha.
Ankara kısmı sadece çöp, Konya ve Bursa belli yerleriyle leziz olsa da genelde kuru, Erzurum hiç görmemiş olmasını dileyeceğim kadar silik. Sadece İstanbul kısmı, evet bu kısmı, ayrı bir özveriyle okunabilir.
Manguel bir deneme yazsaydı, başlığına Türkiye gözlemlerimden notlar deseydi, önsözünde Tanpınardan, beş şehirden bahsetseydi, belki daha anlamlı olurdu.
aylar öncesinden, boyle bir kitabin yazilacagi haberini duyduğumdan beri, heyecan icindeydim. ne bekliyordum bilmiyorum ama kapağını kapadigimda hoş bir duygunun yanı sıra ufak tefek hayal kırıklıkları da yaşadım.
bunlardan ilk aklima gelen: kitap genelinde bir dağınıklık söz konusu. geçişler çok dik. ankara özelinde bahsettiği 'şehrin derinine nüfuz edememe' genel anlamda mevcut kitapta. ankara gibi bir sehri güzel kılan yaşanılan güzel deneyimlerdir, manguelin ankarayi sevmemesini bu eksikliğe yorabiliriz. bu yüzden keşke daha fazla vakit geçirseymis dedim kitap boyu -her şehire ne kadar zaman ayırmış öğrenmek isterdim, yazmamisti.
metinler şehirlerin ruhuna uygun olarak, istanbulda hüzün, konyada sufizm, bursada tarih, erzurumda misafirlik, ankarada burokrasi ağırlıklıydı. kitabın böyle kurulmus olması olağandışı değil fakat hoş. dediğim gibi keşke daha uzun olsaydı bölümler, iki oturusta bitirebilecek kitabi olabildiğince uzatmaya çalıştım bu yüzden.
bir ufak not: mehmet akifin yüzlük banknotta resmi olduğunu yazmış manguel, editörler niçin uyarmamış, anlayamadım.
Yazar Türkiyede egzotiğin peşine düşmüş .Nerde garip bi şey görse not etmiş.Bunlar yetmeyince kendi anılarını bana oldukça zorlama gelen bir şekilde metne boca etmiş.Hayat ıskalanmış. Ama Manguel nasıl ıskalamasın ki Tanpınarın yazdığı yerler ya yerinde yok ya da başka bir amaçla kullanılıyor denilebilir zaten toplumun insanın da çok değiştiği ortada.Yeniden bir beş şehir yazabilmek; mekanı ,mimariyi,musikiyi,milleti hususen de zamanı Tanpınar gibi kuşatıcı bir hayalde birleştirebilmek Arjantinli bir yazardan beklenebilcek bi şey mi ki?Değil belki ama bu kadar güncel siyasetten(2 sene öncenin günceli malum gündemimizde eskidi bile), kendi tanrı görüşünden ,absürd yarı efsanelerden bahsedeceğine beş şehirin esas konusu olan türk medeniyetinden bahsetseymiş bari.Nihayetinde kültürlü bir adamın yabancı bir yere dair yazdığı yüzeysel bir gezi yazısı olarak kalmış.
Tanpınar'ın Beş Şehir 'inden sonra en çok okumak istediğim kitaptı.
Tanpınar'ın sizi d yanına katıp "seyyah" tadında gezdirdiği 5 şehri yıllar sonra bu günün penceresinden, yeniden, Alberto Miguel ile birlikte ziyaret etmek çok keyifliydi.
Albrto Miguel ziyaretlerini yaparken sadece şehrin yapısıyla ve Tanpınar'ın ziyaretlerinde gördükleriyle yetinmemiş, Türkiye'nin siyasi, günlük yaşamına da yerinde tespitler yapmış. Yaşarken farkedemediğim pek çok detaya onun satırlarını okurken vakıf oldum.
Kısacık, bir solukta okunan bir kitap, akıcı, öğretici.
Tanpınar'ın Beş Şehir'inden sonra mutlaka okumalısınız!
Tanpınar'ın Beş Şehir'ini tekrar yazma fikri çok hoşuma gitti öncelikle ve bunu kozmopolit bir yazarın, Manguel'in yapması da keza öyle... Başından sonuna ilgiyle okudum. Ama yine de yazarın bu denemeleri uzun aralıklarla ve biraz daha çalışarak yapması daha iyi olurdu diye düşünüyorum. Benim için ideali bu olurdu ama kim bilir, belki de böylesi bugünkü iklimi düşündüğümüzde çok daha isabetli olmuştur.
Biri içerden biri dışardan iki gözün iki farklı zamanda yazdıklarını peş peşe okumak güzel bir deneyim olsa da Manguel in kendi kitaplarını peşinden gittiği bu kitaba tercih ederim.
Tanpınar'ı ve Manguel'i aynı şehirleri anlatırken arka arkaya okumak güzeldi. Tanpınar'ın yazım dilindeki yoğunluk ve kitabın puntolarının küçüklüğü zorlasa da ufuk açıcı bir okumaydı. Manguel'e gelince, biraz sathi buldum. Özellikle siyasi analizler kulaktan dolma ve magazineldi. Yine de hoş bir deneyim oldu.
Yazar, kulaktan dolma politik bilgileriyle siyaset yapmaya çalışmış. Şehirleri tanıtmaktan çok (Tanpınar'a göre) şaşırdığı, garipsediği, kendi kültürüne göre ilginç bulduğu şeyleri yazmış ama sadece yazmış, okumamış, araştırmamış; şehirlere yönelik yanlış/yalan bilgiler vermiş. Kısacası Tanpınar'ın kemiklerini sızlatmış.
*Ahmet Hamdi Tanpınar’dan Beş Şehir’i okuyunca tamamlamak, mukayese etmek için Alberto Manguel’den Tanpınar’ın İzinde Beş Şehir’i de okudum. Manguel, tarzını sevdiğim, keyifle okuduğum yazarlardan. Manguel’in daha önce Borges’in Evinde (yazara hayran olmama sebep olan kitap) ve Palmiyelerin Altında Stevenson adlı kitaplarını okumuştum. *Bir bölümde; “Tanpınar’ın hayalinde canlandırdığı palimpsestin gerçekleştiğinin kanıtı, Çıkrıkçılar Yokuşunun tepesindeki Anadolu Medeniyetleri Müzesindeki Neo-Hitit ve Hitit sanatının olağanüstü objelerinde, fil dişinden, elle özenerek oyulmuş Frigya eserleri ve Roma devrinden mermer heykellerde görülebilir.” Diyor ve bilgi vermeye devam ediyor. Bir okul gezisi için, Öğretmenler Günü kutlamalarına 1998-1999 yıllarıydı Ankara’ya gittik. Okul gezisi olduğu için Eski Meclis, Anıtkabir, Çankaya Köşkü ve Cumhurbaşkanı ziyareti, Anadolu Medeniyetleri Müzesi gibi turlar vardı. Anadolu Medeniyetleri Müzesini gezerken beynimden vurulmuşa döndüm. Neden? Midas’ın Lahit Odasını birebir yapmışlar çıkan buluntularla ve lahit üzerinde Midas’ın mumyası. Buraya kadar her şey çok güzel ama gelin görün ki MÖ 738- MÖ 696 yılları arasında yaşamış Frigya kralının üzerinde Sümerbank’tan beyaz gömlek, siyah takım elbise ve rugan makosenler vardı. *Eğer mumyayı çıplak yatırmak istemiyorlarsa döneme uygun olarak bir çarşafa sarsalardı; böyle komik bir mizansen yaratacaklarına. Resim çekecektim, izin vermediler. *Bursa’yı anlatırken; “Belki de Türkiye’de gördüğüm en güzel cami, Yeşil denen mahallede bulunan Yeşil Cami. İnsana tam olarak gerçek gibi gelmeyen, sanki Oz’un Zümrüt Şehrindeki bir saraydaymış hissi veren bir tarafı var.” diyerek benim için Bursa demek olan camiyi anlatmış. Tabii çok daha uzun anlatıyor. Yeşil caminin benim için özel bir yeri var; babam ne zaman yola çıksa giderken de dönerken de mutlaka Bursa’dan geçer ve Yeşil camiye gider, dua edip, havuzuna para atardı. Benim içinse o dönemlerde tepeden görünen manzaranın güzelliği ve caminin içindeki serinlik zannettiğim huzurdu. *Erzurum bölümünde;” Çoğu eşarp takan kadınlar sokakta erkeklerin arkasından yürüyorlar. Biri bana bunun açıklamasının sandığım şey olmadığını söylüyor. I. Dünya Savaşı sırasında yerli erkeklerin çoğu öldü, kadınlar da dul kaldı. Tek başına kalan dulların gururunu incitmemek için evli kadınlar kocalarının yanı sıra değil de birkaç adım arkasında yürümeye karar vermişler. Madem böyle, diye soruyorum, neden birkaç adım önde yürümüyorlar? “Kılıfı bulan iyi senaryo yazmış ama Manguel’in akıllıca sorusu onu bir kez daha sevmeme neden oluyor. Savaş biteli 75 yıl oluyor, o bölgedeki kadınlar öyle düşünmüş, diğer bölgelere nasıl yayılmış? Daha bir sürü soru… *Manguel sadece Tanpınar’ı okuyup, şehirleri üstün körü gezmemiş, çok araştırma yapmış. Bence ülkemiz, tarihimiz, sosyal yapımız, mimari ayrıntılar gibi konularda birçok Türk’ten daha bilgili. *Yazarın yazması kadar çevirmenlerin de akışı, dili bozmadan çevirmeleri, yadsımadan sıkılmadan okutturmaları övgüyü hak ediyor.
Tanpınar'ın denemelerinden etkilenen Arjantin'li yazar ondan 70 yıl sonra aynı şehirleri gezerek izlenimlerini yazmış. Ankara; burada her şey bütün diğer insan etkinliklerinin gölgesinde yükselen gizli bir bürokratik hiyerarşiye ait gibidir. Bu gün Ankara Atatürk`ün hayal ettiği ülkenin başkenti. Kesinlikle batılı görünüyor. İstanbul; milyonlarca İstanbul'lunun her gün gidiş gelişte yaptığı gibi, boğazı vapurla geçiyorum. Bunun dikkate değer bir şey olduğunu düşünürmüş gibi bir halleri yok. Benim için kıtaların, evin bir odasından diğerine geçer basitĺikteki bu akıcı değişimi ortaya olağanüstü bir duygu çıkarıyor. Erzurum; deniz seviyesinin 2000 m. üstünde yüce dağların kışkırttıģı muazzam bir düzlük. Konya; bir hattatın eseri sanki. İnce mavi boya tabakasıyla kaplı bir kağıt üzerine ince fırça ile resmedilmiş bir şehir. Bursa; ağaçlar ve çeşmeler. Bursa sadece yeşil değil gümüşidir de. Taşlar parıldar. Yazar bu şehirleri dolaşırken dünyanın başka kentleriyle de karşılaştırıyor. Neruda'nın, Cervantes'in, Gramsci'nin, Shakespear'in, Borges'in ve Nazım'ın metinleri arasında da dolaşıyor.
Yaşadığım, gezdiğim şehirleri yerli bir yabancı olarak önce kendi gözümden, sonra da Manguel'in anlatımıyla yeniden keşfetmek... Görüşümce gezi yazısının muhteşem bir örneği, tanıdık ama yabancı bu toprakların çok başarılı bir incelemesi. Kısa olduğu kadar etkili, belki de benzer deneyimlerimiz sonucu bana samimiyetini hissettiren bir kitap.
Büyük bir keyifle okuduğum Tanpınar'ın Beş Şehir kitabının ardından onun izinde dolaştığını söyleyen Alberto Manguel'in Beş Şehir adlı denemelerini de okudum. Manguel genellikle yazdıklarını yutarcasına okuduğum yazarlardan biri, kitaplarıyla ilişkimiz bir ömür boyu sürecek ama bu kitabıyla değil. Kötü değil, aslında çok yerinde tespitleri var ancak fazlasıyla güncel ve politik. Dolayısıyla Tanpınar'ın bakışındaki zamansal ve duygusal derinlikten yoksun. Ancak bu da anlaşılabilir, her kentin kendine ait kültürünü pek de yakından tanımadığını ve bu şehirlerle Tanpınar'ınki gibi bir bağı olmadığını unutmamalı. Tanpınar'dan alıntıladığı, onu saygıyla andığı yerler olsa da bana göre onun izinde yapılmış bir yolculuk değil. Tavsiye eder miyim? Fazla beklentiye girmeden, kısa zamanda okunabilir kitaplardan. Ancak Manguel'in diğer kitaplarını okumak daha büyük bir keyif verecektir.
Tanpınar'ın Beş Şehri'nin ardından bir kez de Manguel ile aynı şehirleri dolaşmak farklı bir deneyim oldu.
Tanpınar'ın bizzat yaşadığı beş şehre ilişkin izlenimlerini tarih, mekan ve sanat süzgecinden geçirerek kaleme aldığı satırlar nefes kesici. Onun arkasından Manguel'in yazdıkları yüzeysel kalmakla beraber dün ve bugün arasında bir karşılaştırma imkanı vermesi açısından ilgi çekici.
tanpınar'ın kayıp ve yıkım duygusuyla ve baştan sona hüzünle yazdığı beş şehir, bugün artık hüzün bile duyulmayan "dönüşüm" adı altında yok edilme-katledilme sürecinde nasıl anlatılır?..kim anlatır?..büyüme, daha çok büyüme hep büyüme hayaliyle sarhoşken, bu sarhoşlukla onaylanmışken bu dönüşüm, anlatılır mı ya da? onaylamayan azınlıkta biraz çaresizlik biraz sessiz kabulleniş, belli belirsiz bir öfke...anlatmaya değer mi?..
bu kitabı meydana getiren düşünce/proje heyecan verici, tamam. manguel, beklentileri yükselten bir yazar, kabul. duyulan heyecanın, yükselen beklentinin bir yanı bunlarla ilgili. diğer yanda ise bizim beş şehrimiz var: aklımızdaki, kalbimizdeki şehirler. hayatımızın bir parçası, anılarımız, geleceğimiz, hayalimiz, umudumuz. bu sebepten de şehirlerimizin "iyi" anlatılmasını bekliyoruz. iyi: görkemli, ışıltılı, derin ve kendimizi iyi hissettirecek bir anlatı.
genel olarak beğenilmemiş bu kitap, ki haklılık payı elbette var, o sebeple kitabı kimseye önermiyorum. bunun yerine mümkünse herkesin, tanpınar'ın beş şehir kitabıyla bu şehirlerimizi dolaşmasını, "görmesini" öneriyorum.
doğru yer değil muhtemelen, ama olsun, buraya sorayım: ahmet turan alkan'ın altıncı şehir'i hariç, beş şehir'e "selam çakan", izinden giden, esinlenen başka kitap var mı?
Şehirlerin kendisinde uyandırdığı hisleri tarif etmek yerine malumatfuruşluk yapmış bolca. Benim görmek istediğim metin bu değildi. Şekil peşinde, serbest çağrışımları kovalayan bir metin...