1876 yılı baharında gayrimeşru bebeğimi doğurmak üzere evin erkeklerinden habersiz Büyükada’ya gönderildim. Yanıma Bedriye Kalfa’yı verdiler. Evin kadınları baba ve ağabeyime küçük bir hikâye takdim ettiler. Para kazanma hırsıyla yaşayan babam yokluğumu dikkate alacak vaziyette değildi zaten. Sadece ağabeyim bir süre uzaklarda olacağımı duyunca şaşırmış. Sofrada kızılcık hoşafını kaşıklarken bir an donup kalmış. Ona öyle anlatıldığı üzere, güya, talihsiz bir kaza neticesinde saçlarım tutuşup yandığından, Bedriye Kalfa ile halamın Beyazıd’daki konağına gideceğime, bu sayede kendimi biraz olsun toparlayacağıma inanıvermiş.
Böyle başlıyor Gözyaşı Konağı. Gencecik bir kadın, karnında bebeği, kederli ve mağrur, adaya geliyor. Kaderden, ayıp arayan gözlerden, hayata hükmeden erkeklerden uzağa… Bir yanda ahlâka hürmet ve fikri mukaddes masalları, diğer yanda kıpır kıpır hürriyet meseleleri… Şebnem İşigüzel, neşeli, aşk dolu, hayat dolu bir romanla yeni bir ses katıyor, sesine… edebiyata…
1973 yılında doğdu. İstanbul Üniversitesi’nde antropoloji okudu. İlk kitabı Hanene Ay Doğacak 1993 yılında yayımlandı. Aynı yıl Yunus Nadi Öykü Ödülü’ne değer bulundu. Sonra sırasıyla Öykümü Kim Anlatacak (öykü, 1994), Eski Dostum Kertenkele (roman, 1996), ağırlıklı olarak Radikal İki’de yayımlanan yazılarını topladığı Neşeli Kadınlar Arasında (deneme, 2000), Sarmaşık (roman, 2002), Çöplük (roman, 2004), Resmigeçit (roman, 2008), Kirpiklerimin Gölgesi (roman, 2010), Venüs (roman, 2013) ve Ağaçtaki Kız (roman, 2016) kitapları yayımlandı. 2016 yılında İletişim Yayınları tarafından yayımlanan Gözyaşı Konağı, Ada, 1876 adlı romanıyla Duygu Asena Roman Ödülü’nün sahibi oldu. Çocuklar için Annem, Kargalar ve Ben’i (2011) yazdı. Hayatını yazarak sürdüren Şebnem İşigüzel, Tamar ile Ararat’ın annesidir.
Ne desem bilemedim, başlarda iyi gidiyordu ama sonra bir şeyler oldu, bir kopukluk, bir tutarsızlık vardı sanki. Yine de okunabilir düzeyde diyorum. Bir de yazmadan geçemeyeceğim, Edip Cansever'in "Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk, hiç bir yere gitmiyor" dizeleri niye roman kahramanının kendi fikri gibi dillendirilmişti acaba? Ne yapayım ben de böyleyim takıntılı okur :) Seveni çok olacak eminim, böylece Şebnem İşigüzel edebiyatı ile vedalaşıyorum artık...
Kötü edebiyat üstelik kalpsiz de... Derme çatma bir anlatım: öyle olmuş böyle olmuş bir yazım tarzı ile. Başa gelmiş bir acıyı anlatıp sonra yapayalnız bırakmak kalpsizlik değildir de nedir? .... Şebnem İşigüzel ile yapılmış radyo programını - iki bölüm- oturdum tekrar dinledim. Anlatıcının bir başkası olmasını istedim diyor; sanki psikanaliz seansındaki anlatımlar gibi... Dert dinleyen bir mesleğim var. Derdini anlatanın kelimelerinden ziyade "ifade etmek" istediğine odaklandığınız için anlatının nasıl olduğuna hiç takılmaz insan. Edebiyat mevzu olunca da tam tersi "kelimelerle anlatılmaya" çalışılanın nasıl olduğu çok önemlidir. O yüzden olmamış! .... Kadın olarak tecavüz mevzusuna cinsiyetten tamamen bağımsız baktığımda, romanda bile olsa tecavüze uğrayanın mağduriyetinden ekmek yenmesinden bıktım! Tek kelimeyle; bıktım! Başına gelenden utanmasın artık insan yapan utansın! Romanda bari bunu yap lütfen ey yazar! Sorunla yüzleştik tamam acılı insanın sırtını dik tut! Böyle yaptıkça beden üzerinden aşağılamak kötünün zaten uzmanlık alanı; bakınız her yer: işkence, savaşlar, dayak....! .... Radyo programı, Açık Radyo, Günün ve Güncelin Edebiyatı
Şebnem İşigüzel yıllar içinde farklılaşan bir yazar. Onun en çok bu özelliğini seviyorum. Çocukluğumdan itibaren eserlerini kronolojik olarak, çıkacağı zamanı heyecanla bekleyerek okuduğumdan benim için yeri ayrıdır.
İlk öykü kitabı 'Hanene Ay Doğacak'dan 'Gözyaşı Konağı'na ne hikayeler anlattı, nelerden bahsetti. Onun yazarlık serüvenine bir okuyucu olarak tanık olmak bana değişik bir haz veriyor.
'Gözyaşı Konağı' İşigüzel'in belki 'Venüs'ü ile uzaktan akraba sayılabilir, yazınsal olarak. Elbette 'Venüs' şıkır şıkır bir romandı, içinde mizah, munzurluk vardı. 'Gözyaşı Konağı' ise aksine kapkara bir roman. Osmanlı'nın son döneminde yaşanagelmiş trajik bir öykü. Kadınlığın yine ayaklar altına alındığı, erkek egemen bir toplumun koymuş olduğu kurallar karşısında heba olan bir Emine'nin öyküsü. Hemencecik okutuyor kendini. İnsanı mutsuz edecek sona hızla okuma isteği içinde bırakıyor.
Yine alıştığımız edebi dili hakim romana. Sürpriz bir şey yok. Hikaye anlatmak konusunda usta bir isim İşigüzel. Onun kaleminden kötü bir şey okuduğumu anımsamıyorum zaten.
3,4 Nisam mogla dati 4, iako mi je temom bio vrlo zanimljiv. Nisam se uspjela previse povezati s likovima i to mi je najveca zamjerka ovdje. Izvukla sam jako puno citata, puno se zgrazala, sazalila nad glavnim zenskim likom. Bas jedno zalosno djelo 😔
Başlarda aynı Çalıkuşu gibi inzivaya çekilmiş genç ve güzel bir hanımın maceralarını okuyacağımı sanıp sevmiştim. Kitabın başından beri takıntı haline getirdiği ailesini zaten dinlemiştik, bunu bir de Mehmet'e anlatırken dinlemek gerçekten çok sıkıcı oldu. Ayrıca boş beşik filmi gibi travmatik bitmesi de hiç hoşuma gitmedi. Ve tüm bunların yanı sıra okuduğum kitap bir roman dahi olsa bana yeni düşünce veya bakış açısı katmasını beklerim. Ya da beni şaşırtmasını. Maalesef öyle olmadı. Yazarın okuduğum ilk romanıydı. Ama umduğumu bulamadım.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Bu kitapta eksik olan bir şey var,kitabın sonuna kadar o eksik olan şeyi bulmak için okudum ama bulduğum şey beni tatmin etmedi.Kitaptaki zaman kavramı çok saçma,1876'lı yıllarda bir kafede geçebiliyor zaman mesela... Tarih zemini yok kitapta... Kitabı okurken o günlerden bugünlere bir şeylerin değişmediğini de görüyoruz aslında,ah bir de "kadının kadına yaptığını kimse yapmıyor" un 146 yıl öncede olması hiçbir şeyin değişmediğini ne güzel gösteriyor. Ben sevemedim kitabı...
Oldukça akıcı ve güzel başlayan bir roman ancak bu kadar şekil değiştirebilirdi. Yeşilcam Filmi tadında bir kitap arıyorsanız okuyabilirsiniz... Kendi adıma belirtmeliyim ki bir aşamadan sonra çok yoruyor ve katkı sağlamıyor.
Yazarın anlatımını çok seviyorum. Akıcı ve dili de çok iyi kullanıyor bence. Hikaye belki bilindik, yine kadınların çektiği zulümler ve erkek egemenliğinin getirdikleri anlatılıyor, bu sefer Osmanlı’nın son dönemlerinde konu ediliyor. O zamandan bu zamana da birşey değiştiği Yok zaten o açıdan da zamansız bir roman denebilir belki. Sonuç olarak ailenin dört deli kadınını ve onların tuhaf hikayelerini bayılarak bir çırpıda okudum diyebilirim.
انا بدأت أحس أن الأدب التركي اتعمل علشان يضايقني .. انا هأسميه الأدب اليائس .. كم من اليأس والنهايات المأساوية وفقدان الأمل في رحمة الله والقسوة إيه العك دا ياجماعه والله مستحرمه اكتب حتى ريفيو. والنجمتين دول ل أجل القصة اللي كنت مستنياها ولاجل إن الكاتبة كاتبه متن قصة حلوة بس حسبي الله ونعم الوكيل فيها وفي الأدب التركي ككل.
Yazarla tanıştığım ilk kitap Gözyaşı Konağı. Yazı dilinin akıcı oluşu okumayı keyifli hale getirdi. Hikayeye dair çok muazzam diyeceğim bir sebep-orijinal öge yok, hikayeye yedirilmiş hayata dair yapılmış bazı tanımlar, iç konuşmalar vurucu olarak öne çıkıyor. 10 üzerinden puanlamak istesem 6.5/10 derim.
Okurken zaman zaman bana daha öne okumuş olduğum izlenimi verdi ama hangi kitaptan ötürü çağrışım yaptığını hatırlayamadım. Ama çok güzeldi. Okumanızı tavsiye ederim.
Rokoko hayat tarzı dışında malesef kitapta 19.yüzyıl sonu İstanbul’una dair hiçbir şey bulamadım.Konuşmalar, tavırlar bana o dönemi hiç yansıtmadı.Karakterlerin hikayeleri anlatılıyor gibi görünse dahi çok yüzeysel buldum, yazar kimin, neyi, neden yaptığını anlatmamış.Bu bir tercih mi yoksa motivasyon kaynağı mı bulamamış anlamadım.Hikaye de çok çabuk bitti, oldu bittiye geldi adeta.Ama yazarın dili oldukça akıcıydı ve sürekli “Noldu şimdi? E yani noldu şimdi?” diyerek okusam da hiç sıkılmadan tamamladım.
Previse jada i čemera za moj ukus, i naravno na kraju standarni turski kraj 😩 Jedini razlog zasto dajem tricu jeste sto je bila citljiva, brzo sam je zavrsila za par sati, lijepo je opisan period, otok, i okruzenje imala sam osjecaj da sam tamo, ali mi je sama prica i tok radnje bezveze.
Bu kitabı kütüphanede türkçe kitapları araştırırken buldum. Şebnem İşigüzel'in okuduğum ilk kitabı.
Akıcı, bir kitap, yarım günde okunuyor. Doğrusu çok güzel başlamıştı..
Tarihi roman yazmak kolay değil, bu kitaptaki Vuslat Emine karakterini anlatıldığı 1876 yılından çıkartın, 1940'lara, hatta 1960'lara taşıyın romanda fazla birşey değişmez bence. Tarihsellik tam oturmamış.
Tam oturmadığı gibi çok rahatsız edici "detay" hikayeler var. Misal, çayın Türkiye’de yaygınlaşması 1924 sonrası, 1876’da ihraç edilen ancak ve ancak zenginlerin köşklerinde olabilecek bir içecek. Balıkçı kulübesinde ikram edilmesi saçma.
Çarşaftan çıkmayan tiplerin ev önünde çektirdiği (açık kıyafetlerle olduğunu anladığımız) fotoğraflar, aynı kızların ressamlara çizdirilen bahçede yine baş açık tabloları, dönemin fotoğrafçısı ermeni "abdullah biraderler"in aşırı müslüman konuşmaları. Dönemin saraya borç veren müslüman tüccarları kızlarına çarşı pazar gezdirerek mi koca buluyordu.
Tiplemeler ve diyaloglardaki sıkıntılarımı hiç yazmayacağım. 1876 yılının Fransa'da hukuk tahsil etmiş beyzadesi "bence Gece (köpek) geçmiş hayatında köpek değil insandı" diyor.
Hikayedeki kızımız ve adadaki aşkı Mehmet dışında, herkes ruh hastası, dengesiz, zalim, herkes düşene bir tekme peşinde (evdeki kızlara eğitime gelen kadın hoca nasıl ölü yıkayacaklarını anlatıyor).
Sevgilisinin kızımızı benzettiği “Hayaller ve aldanışlar yıldızı Neptün”, 1930’larda bile henüz astroloji kitaplarına geçmemişti.
Bana tamamen bu günden bakılarak yazılmış gibi geldi. Hızlı okunuyor, o bakımdan bitirdim. Ama ben ümit veren güzel şeyler okumak istiyorum, insanın insanın kurdu olduğu, cahil ve sonradan görme kötülerin egemen olduğu bir dünya hikayesi içime bastı resmen.
Bu kızın başına gelenleri ailesinden yediği dayaklara rağmen saklaması saçma salak bir hikaye. Ki kız kardeşinin yediği haltları ince detaylarına anlatıyor.
Yani böyle yağmurlu bir hafta sonu içimi nasıl daha da karartırım, dizi seyretmek yerine ne yapsam acaba, dışarı çıkacak halim de yok derseniz, elinizin alt��nda da bu kitap varsa okuyun tabi.
Bu bakımlardan iki yıldız.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Okuması keyifli, dili akıcı, tasvirleri sıkmayan bir kitap olmasına rağmen kitabın geçtiği yılın ayrıntılarına dair çok eksik var. Yalnızca dönemin padişahına bolca değinilerek zaman kavramı belirtilmeye çalışılmış gibi. Yaşam tarzları, konuşmalar, ilişkiler son derece günümüz Türkiyesi tadında. Özellikle o dönemde (tabi ki o dönem yazarları tarafından) yazılan eserleri okuyan biri bu kitabın içeriğindeki yüzeyselliği daha net görme şansı yakalar.
Sonu beni o kadar üzdüki anlatamam. Ancak sindirdikce bencilliğinin faturasını ödedi dedim. Daha fazla düşündükçe normal geldi. Türk filmi izlemek gibiydi okuması. Şebnem İşigüzel'le çok geç tanıştığımı düşünüyorum. Tüm kitaplarını okuyacağım. Çok iyi bir yazar olduğunu düşünüyorum kendisinin. Ama keşke sonu da bir Türk filmi gibi bitseydi. Mutlu olmadı.
Kitabı okurken çoğu zaman olan şeyler içime oturdu. Ezilmiş insanların etrafındaki hemcinslerini ezmeye çalışması, sonradan gormeligin insandan çok mala mülke değer vermeleri vs. vs. Ve hüzünlü bir son.
عدد صفحاتها 300 قرات منها 240 صفحة …رواية مضمونها جيد لكن الإصرار على اختيار المراهقين گ شخصيات رئيسية و تحميلهم جميع اخطاء الحكاية فتاة حملت من غير زواج…تنفى في جزيرة مع خادمتهم ..لكنها تتمرد بعد ان ترى انها معاقبة في البعد عن عائلتها و انها تحمل طفل لا ترغب به …
_وظل قلبي يخفق بلذة الحب گالموج الناعم فوق البحر
_ان الهموم إذا كانت خفيفة؛ تُحكى وإذا ثقلت ، يسكت عنها .
_تقتل خيبة الأمل الإنسان ، تعتقدون بعدها انكم تعيشون ، وإذا بكم تعيشون گالموتى ، دون أن تدروا بهذا
_الطمأنينة تجلب الهدوء .
ملاحظة اول قراءة للكاتبة وهي تركية و الاحداث تدور في زمن آخر السلاطين
Ако има една дума, с която да опиша книгата, то е... силна. Въздейства и те кара да се замислиш, макар и да представя наглед прости и познати неща. Съдбата на жените през 1876, не само в тогавашната Османска империя, но и днес, и не само в Турция, си остава до голяма степен същата. Колкото и болезнено да звучи. А любовта е само временно спасение.
Kelimeler ile ifade edemeyeceğim kadar etkileyici bir akışı ve hikayesi var. Abdülmecid den Abdullah Birader lere bir çok tanıdık ile karşılaşıyorsunuz. Yaşadığımız hayatı sorgulatan dokunaklı ve etkileyici bir kitap.
Hanene Ay Dogacak'tan daha aydinlik bir kitap olsa da daha keskin yazilabilirdi. Kucuk hatalar da var. Ornegin, kundagin icinde sarili bebegin kucuk parmaginin kipirdadigini gormesi. Tamam hayallerde yasiyordu ama mantikli hayal olsaydi.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Koliko god da mi se dopada tematika romana i provlačenje feminističkih ideja kroz čitavu priču, manjak razvoja empatije prema glavnoj junakinji mi naprosto ne dopušta da svoj doživljaj ovoga romana ocijenim s više od 3 zvjezdice.
Štivo je za brzo čitanje, s pregršt bogatih opisa i citata.
Şebnem İşigüzel'den beklenmeyecek kadar zayıf..Bir İşigüzel hayranı olarak maalesef müthiş bir gerileme gördüm. Umarım gelecek romanı bunu telafi eder.
Un ritratto velato di fiabesco della condizione della donna in Turchia a fine Ottocento. La protagonista e voce narrante è una ragazza di 17 anni, figlia minore di una ex schiava presa in sposa dal suo padrone, un uomo che grazie all’aiuto della sorella è riuscito a mettere in piedi un commercio e ora concede prestiti alla corona. Tra lei, le due sorelle e la madre esiste un rapporto esclusivo, che si erige a baluardo contro l’ostilita’ del mondo esterno. Poi però questo legame viene distrutto da una gravidanza indesiderata, e la ragazza è esiliata a partorire nel villino di famiglia su un’isola del mediterraneo in compagnia di una schiava dalla personalità instabile, provata dalla condizione di servitù, dalle sevizie e dal rancore verso i padroni e la sorella gemella, divenuta la favorita del sultano. Sull’isola sembrano costruirsi le premesse per un riscatto della protagonista, ma la vita raramente segue il corso che noi vorremmo.
Il palazzo delle lacrime è stata una lettura diversa dal solito, che mi ha ricordato in molti aspetti Lux di Eleonora Marangoni sia per il modo in cui è descritta l’isola in termini di paesaggio e atmosfera, sia per il suo essere a sé stante dal resto del mondo, oasi felice o infelice. La componente fiabesca e introspettiva, con pensieri e ricordi spesso non direttamente correlati tra loro - si scopre poi che queste pagine altro non sono che il diario personale della protagonista - mi hanno impedito di entrare in pieno nella storia, creando una sorta di filtro per cui come lettrice mi sono sentita sempre osservatrice scomoda: non so se fosse questo l’intento dell’autrice, fatto sta che personalmente ne ho un po’ risentito in termini di gradevolezza dell’esperienza di lettura.
Şebnem isiguzel'in 1876 Osmanlısinda geçen romanı bize o döneme kadın gözüyle bakmamizi sağlıyor. Kadın kahramanımızın adının hiç kullanılmaması (sadece bir yerde adımın anlamı kavuşmak deniyor.Burdan adının vuslat olduğunu düşünüyorum.)bilinçli seçilmiş gibi.O yıllarda kadına bakış açısını yansıtıyor.yani bu durumu pek sevmedim.80'lerdeki kadının adı yok durumundan biraz öteye gidebilmis olmalıydı bence feminist düşünce. Kahramanımız gayrimeşru çocuğuna hamile.kimden olduğunu romanın ortalarında öğreniyoruz.ailesi tarafından buyukadadaki köşelerine kapatılıyor.yanina emektar kalmaları Bedriye veriliyor.Bedriye bence kitaptaki en orijina,derinlikli karakter.hizmetkar kesimin nasıl bir sahte sadakat ve öfkeyle dolu olduğunu anlatıyor.Adaya atılan vin gözden düşmüş kızına tabi ki bir tekme de o vuruyor.saygisini yitirip kahramanımıza esiri gibi davranmaya başlıyor. Romanın sonunda kahramanımız aklını kaçırıyor.yasadiklari ,gerçekle hayal iç içe geçiyor.
Il palazzo delle lacrime della scrittrice turca Şebnem İşigüzel è una storia ambientata al volgere dell'impero ottomano in cui dalla prima pagina si può presagire che andrà tutto male. E il nome del palazzo qualsi non c'entra (le proprietarie volevano chiamarlo palazzo delle perle per la lucentezza, ma il nome era già usato da altri vicini, e quindi le lacrime). La vicenda ruota intorno alla giovane protagonista, terzo e ultimogenita di una facoltosa famiglia di Istambul, che viene allontanata da casa per nascondere la gravidanza e mandata insieme a una serva rancorosa a partorire nella loro casa di villeggiatura, il Palazzo delle lacrime. La gravidanza è segnata da un enorme stigma sociale e altissima emarginazione e tutto quello che potrà andare male lo farà ^.^ A parte la tragedia la lettura è molto godibile, abbastanza introspettiva e il romanzo tratteggia la vita durante l'ultimo periodo del sultanato
Konusu ve başlangıcı bence güzel. Dili de akıcı, rahat okunuyor ama bence kitap geçtiği söylenen zamana oturmuyor ve özellikle o dönemlerde geçen klasiklere aşina bir okursanız bir tutarsızlık hissi yakanızı bırakmıyor. Karakterleri hikayelerinin ilginçliğine rağmen neredeyse hiç derinleşmiyor. Özellikle hayal ve gerçeğin birbirine karıştığı sonu çok kasvetli, ama kasvetli oluşundan çok beni özellikle sonlarda aralara cımbızla yerleştirilmiş hayat dersleri rahatsız etti. Bir de ana karakterin ağzından söylenmiş bir Edip Cansever dizesi var ki ona hiç anlam veremedim.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Hayal kırıklığı oldu bu kitap benim için. Kötü yanları: -Öncelikle çok bayat klişelerle verilen sözde "feminizm" dersleri baydı -arka planda sözde "imalı" gerçekte abes ve yine klişe didaktik sosyopolitik mesajları sıktı -tüm bunların içine yerleştirilebilecek en sevimsiz ve aptal ana karakter ve onu çevreleyen iki boyutlu karikatür karakterler de uyuz etti. (Spoiler) Kızımız ablasının nişanlısından "meraktan" ve "cehaletten" hamile kalıyor ve bu durum "erkeklerin hep yaptığını yaptım sadece" oluyor.
İyi yanları: -Akıyor -Kolay -Dönem arka planını seviyorum.
“Le cose che non scompaiono sono nel punto più profondo del cuore umano. E quelle lì, non c’è fuoco, vento o lama al mondo capace di strapparle via, eliminarle”.
Vuslat ha diciassette anni, aspetta un figlio illegittimo e viene esiliata nel palazzo di famiglia, lontana dagli occhi e dai cuori della madre e delle due sorelle; il loro è un legame viscerale, salvifico e al tempo stesso distruttivo. Una rete femminile distrutta dal potere maschile, dai suoi soprusi e dagli abusi che tutte, senza distinzioni, subiranno.
Una storia d’amore, anzi di amori, e di dolori universali.