Feminist hareketin Osmanlı’dan 21. yüzyıla uzanan serüvenini hareketin kendi metinleri üzerinden serimleyen bu kitap, feminist hareketteki dönüşümü-devamlılığı bir arada görmeyi mümkün kılması açısından önemli bir seçki. Kitap, feminist mücadelenin patriyarkadaki dönüşümlerin ve bu dönüşümleri sağlayan feminist hareketin bizzat kendi yazınıyla doğrudan analiz edilmesini mümkün kılmayı hedefliyor. Bu seçkide yer alan metinler yaşadığımız coğrafyadaki feminist hareketin ortaya çıkardığı politik hattın yanı sıra onun dünya ile bağları üzerine olan kimi sorulara da yanıt arıyor. Seçki, feminist hareketin diğer toplumsal mücadelelerle temas noktalarını ve bu mücadelelerle ilişkisi bağlamında onları nasıl etkilediği ve onlardan nasıl etkilendiğini göstermesi açısından yön gösterici bir işleve sahip. Bu da kitabı feminist mücadelenin bugününü ve sorunlarını değerlendirmek açısından önemli bir kaynak haline getiriyor. Feminizm Kitabı’nı teşkil eden metinler sadece kadınlar açısından değil, bir bütün olarak toplumsal mücadelenin analizi açısından da önemli belgelerdir. Bu metinler, okura bir tarih okuması yapmayı sağlamasının yanı sıra erkek egemenliğine karşı süregiden mücadeleyi her dönemin kendi dilinden/ifadesinden okuma imkânı veriyor. Bu seçkinin feminist hareketin tarihsel dönüşümünü bizatihi orijinal metinlerden okuyarak izlemek ve analiz etmek isteyenler için vazgeçilmez bir başucu kitabı olacağını düşünüyoruz.
Osmanlı'dan 21. yy'a feminist yolculuğun yüz yıllık serüveninden farklı kesitler içeren mükemmel bir tarih okuması. Seçkinin hedefleri Hülya Osmanağaoğlu'nun açıklamalarıyla "kadın tarihi yazmak değil, feminist hareketin 20. yy'daki macerasını metinler üzerinden okumak. Seçilen metinlerin feminist hareketteki dönüşümü-devamlılığı bir arada görmeyi mümkün kılması ve mücadelenin bugününü ve sorunlarını değerlendirmek açısında da kaynak oluşturmak hedefleniyor." Kitapta metinleri Birinci Dalga ve İkinci Dalga olarak iki kısımda ve bunların altdallarında sınıflandırmış. Bundan sonraki kısım kişisel notlar ve alıntılar içermektedir. Birinci Dalga Batı'da oy hakkı, çalışma ve eğitim hakkı, evlilikte eşitlik, anayasal eşitlik eksenli bir mücadele. İkinci Meşrutiyet'in ilanıyla (1908) kadınların eşitlik ve hürriyet iddialarının onları içermediği bilincine varması, örgütlenmeye ve dergiler çıkarmaya başlamasıyla Osmanlı'da Birinci Dalga feminizmi başlıyor. Osmanlı'daki feminizmin İslam'a göre şekillenmiş ancak Batı'ya benzer taleplerinin olduğu görülüyor. Tüm dünyadaki Birinci Dalga feministlerin benzeri bir şekilde ilk Osmanlı feministleri toplumun üst tabakalarından ailelere mensup. Şükufezar: 1883-1884 arasında yayımlanan ve yayın kurulu sadece kadınlardan oluşan ilk kadın dergisi. Hanımlara Mahsus Gazete: 1895. Kadınların eğitim hakkı, İslam düşüncesi doğrultusunda eşitliğin değil eşdeğerliğin/farklılıkların eşitliğinin mücadelesi veriliyor. Kadınların okumalarının yanında yazabilmelerinin önemi vurgulanıyor. İslam kadınlarının Bablölerden (Sufrajet/feminist) farklı olması gerektiği savunuluyor. Kadınlar Dünyası: gündeminde erkeklerden bağımsızlık, eğitim ve çalışma hakkının genişletilmesi, oy hakkı mücadelesi, kadın giyimine/bedenine yönelik erkek müdahalesine direniş, Avrupa ve Amerikalı kadınların sahip olduğu hakların örnek gösterilmesi bulunuyor.
"..üç esası takip edersek gayemize vasıl olabileceğimize kanaatler hasıl eyledik. Bu esaslardan biri kıyafet-i hariciyemizin ıslahı, ikincisi işçilik hayatının ihyası (canlandırılması), üçüncüsü maarifin tamimidir.(eğitimin genelleştirilmesi)" 'Başlıca İhtiyacımız Nedir?', Kadınlar Dünyası sayı 51, 24 Mayıs 1913
"Esasen erkek nasıl çalışır ise kadın da çalışabilir, erkek nasıl düşünebilirse kadın da düşünebilir. Erkek nasıl tahakküm ediyorsa kadın da tahakküm edebilir. Tefavüt-i ef'al ve a'mal (amel ve emel arasındaki farklılık) kadında olsun erkekte olsun fıtrata, tahsile(öğrenim), terbiyeye göre tehalüf eder(zıtlaşır). Avrupa kadınları birçok mücadelat-ı fikriyeden sonra nasıl temin-i müsavat(eşitlik) ve hukuka muvaffak (başarılı) olmakta iseler biz de öyle çalışacağız, erkeklerimizin tebessüm-i istihfafkaranelerine(küçümseme) ehemmiyet vermeyeceğiz." 'Kadınlık Uyanmıştır', Kadınlar Dünyası sayı 65, 7 Haziran 1913
1913 - Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti kuruldu. 1921'de tüzüğüne oy hakkı talebini ekledi. İktidara odaklarınca desteklenmediği için varlığını sürdüremedi. 1917 - Hukuk-u Aile Kararnamesi. Medeni hukukun kısmen laikleşmesi. Bu kararnameyle evlenme yaşı erkekler için 18, kadınlar için 17 olarak belirlenmişti. Evliliğin resmi bir memurun önünde gerçekleştirilmesi zorunlu kılındı. Kadınlara kocasının 2. bir eş almasına itiraz etme ve boşanma talebinde bulunma hakkı verildi. İslamcıların yoğun baskısıyla 1919 yılında yürürlükten kaldırıldı. 1926 - Medeni Kanunun kabulü. Dönemin İsviçre Medeni Kanunu'ndan uyarlanan bu kanunla şeriatın toplumsal hayattaki egemenliğine son verildi. Çok eşlilik yasaklandı. Kadınlara boşanma hakkıyla birlikte çocukların velayetinde ve mirasta eşit haklar sağlandı. Erkeğin "yasal reisliği", kadının ancak kocasının izniyle çalışabileceği ve görevinin ev işi olduğu gibi hükümler, 2002 yılında yapılan değişikliklere kadar varlığını sürdürdü. Dolayısıyla patriyarkal değerler korundu. "İslami ataerkilliğin yerini Batı ataerkilliği aldı." - Zehra Arat.
"Cumhuriyet döneminde kadınlar eşitlik savaşını ulus devletin inşası hedefine bağlayarak meşrulaştırmaya çalışıyorlardı. Ancak Kemalizm, giriştiği ulus inşasında, değişim programının neredeyse merkezine kadınları ve laikliği koymuş olmasına rağmen bağımsız bir kadın hareketine hoşgörü göstermiyordu. 1923'te kurulan Kadınlar Halk Fırkası, 1909 tarihli seçim kanununa göre kadınların siyasi temsilinin mümkün olmadığı gerekçesiyle izin alamayarak 1924'te Türk Kadınlar Birliği adıyla derneğe dönüştü ve programından "kadınlara seçme ve seçilme hakkı talebi"ni çıkarmak zorunda kaldı. Kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanındığı 1930 ve 1934 yılındaki yasal düzenlemelerin ardından Türk Kadınlar Birliği 1935 yılında "kadınların ihtiyaç duydukları tüm haklara kavuştukları" savıyla kapanmaya zorlandı/kendini feshetti." "Osmanlı'da modernleşme tartışmalarıyla başlayan feminist hareketlenme 1908 devriminin sağladığı özgürleşme ve bağımsız feminist yayınlarla güçlendi. 1923'ün radikal ancak tek ulusa ve merkeziyetçi otoriterliğe dayanan modernleşme hamlesi ve erkek sistemin baskıları karşısında feminizm geri adım atmak zorunda kaldı. Birinci Dalga feminizmi çok kimlikli yapısını tümüyle geride bırakıp siyasal alanda varolmayla sınırlandırdığı talepleriyle Kadın Yolu dergilerinin ve TKB'nin kapanmaya zorlandığı bir sürecin ardından sönümlendi denilebilir."
İkinci Dalga 60'lı yıllarda ABD'de yükselen ırkçılık ve savaş karşıtı mücadelede yer alan kadınlar, beraber mücadele ettikleri yoldaşlarının cinsiyet ayrımcılığı yapmasını sorgulamalarıyla İkinci Dalga/Yeni Dalga olarak bilinen kitlesel kadın mücadelesi başlıyor. İkinci Dalga, Birinci Dalga'dan farklı olarak kadınların erkekler tarafından ezilmesinin, aile ve toplumda yaşadığı baskının, uğradığı ayrımcılığın nedenlerini-kökenini analiz etmeye başlıyor. Feminist literatürde bilinç yükseltme gruplarıyla başlayıp kitlesel eylemlerle sokoğa dökülen İkinci Dalga Feminist Hareket'in baskın düşüncesi, bütün kadınların ortak ezilmişlikleri ekseninde mücadele etmeleri gerektiğiydi. (Günümüzde de sürüyor). İkinci Dalga'nın ana başlıkları: Doğurganlık (yeniden-üretim), kültürde cinsiyetçiliğin teşhiri, ailenin sorgulanması ve yıkılması, ev içindeki karşılıksız kadın emeğinin görünür kılınması-ortadan kaldırılması, erkek şiddeti ve tecavüzü. Catharine MacKinnon; "Marksist yöntem diyalektik materyalizmken, feminist yöntem bilinç yükseltmedir. Kadınların toplumsal tecrübesini, anlamını, yaşam devam ederken kolektif ve eleştirel biçimde yeniden şekillendirmek..1960 ve 70'lerde oluşturulan bilinç yükseltme grupları birçok kadın için feminizmle ilk gerçek karşılaşmaları olmuştur.. "
1984 Mart - "Kadın Çevresi", ilk feminist yayınevi kuruldu. 1987 - "Feminist", ikinci dalganın ilk bağımsız feminist dergisi ilk sayısını yayımladı. Bu seneden itibaren kampanyalar dönemi başladı. "Dayağa Karşı Kampanya" - feminist hareketin ilk sokağa çıkışı ve 12 Eylül sonrasında düzenlenen ilk miting. Kocasından dayak yiyen kadının boşanma talep ettiği mahkemede hakimin "kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin" diye gerekçelendirerek boşanmayı reddetmesinin ardından bu kampanya başlatılıyor ve kadınlar sokağa çıkıyor. Kampanyanın hedefi = kadın sığınağı. Önemli ve başarıyla sonuçlanan kampanyalar arasında; "Madde 438" fahişelere tecavüzde ceza indirimini sağlayan TCK maddesinin iptali için açılan kampanya, "Mor İğne" - "Cinsel Tacize Hayır" kampanyası, "Madde 159" kadınların çalışmasını kocanın iznine bağlayan Medeni Kanun'daki maddenin değişimi için kampanya. 1988 Mayıs - "Sosyalist Feminist Kaktüs" yayımlanmaya başladı. 8 Mart 1995 - "Pazartesi" dergisi yayımlanmaya başladı. Kadın hareketinin farklı bileşenleri ve feminizmle ilgilenmeye başlayan kadınlar için de en etkili feminist dergiydi. Feminizmi politik metinler dışında sanat/edebiyat/spor vs ifade eden çizgisiyle farklı bir okur yelpazesine sahipti.
İkinci Dalga Feminizm'de bir diğer önemli fark kuramsal farklılıklar ile doğan farklı feminizmler ve bunların arasındaki ayrımlar. Radikal feministler erkeklerle kadınları ayrı birer sınıf olarak görmekte, cinsiyete dayalı işbölümünü tarihteki ilk işbölümü olarak kabul etmektedirler. Bu anlayışa göre ataerkil düzen tarih boyunca gelmiş geçmiş farklı üretim tarzlarından bağımsız olarak (ancak onlarca benimsenip beslenerek) varlığını sürdüren, tarihötesi bir sistemdir. Radikal feministler ataerkil düzeni ekonomik, siyasal ya da biyolojik bir temele dayandırmalarıyla kendi aralarında ayrışıyorlar. Eşitlikçi feminist mücadelenin nihai hedefi kadınların özel kısıtlamalara tabi olmaktan kurtulmalarıdır, fırsat eşitliğidir. Mill'in liberalizmiyle "bireyin özgürlüğü" ilkesini benimsemiştir. Bu feminist kurama göre eşitsizliği sağlayan kısıtlamalar kapitalizm-öncesi toplumlardan devralınmış kalıntılardır. Sosyalist feministlere göre kadınlar özgül bir toplumsal grup olmalarına karşın toplumsal bir sınıf oluşturmazlar, ataerkil düzenin ortadan kalkması için ise sosyalizm bir önkoşuldur. Kapitalizmin bir gerekliliği olan bölünmüş emekgücü ile geçmişten devralınan cinsiyet ayrımı bu süreçte iç içe giriyor ve kapitalist toplumlar erkek egemenliğini kendine mal ediyor. Kadınların doğurganlıkları, çalışma kapasitesinin yeniden-üretiminde onları özel bir yere yerleştiriyor. Kapitalizmde kadının ezilme biçimi yeniden-üretimin besleme/büyütme yönünün kadının omuzlarına yüklenmesinden kaynaklanıyor. "Kişisel olan siyasaldır" sloganıyla kişiselin-özel hayatın-cinselliğin baskı ve iktidar ilişkisiyle şekillendiği, iktidarın olduğu her yerde politikanın olduğu, politikleştirilemeyen bir şeyin değiştirilemeyeceği görüşüne dayanır. Kişiselmiş gibi görünen ilişkileri özel alandan toplumsal alana çekip, bu ilişkilerin iki toplumsal grup arasındaki egemenlik ilişkisine dayandığını gösteriyor, bu ilişkilerin dönüşümü adına kadınları kolektif mücadeleye çağırıyor. Eşitlikçi feministlerden farklı olarak kadın-erkek eşitsizliğini üreten şeyin yalnız ideoloji değil cinsiyet ve üretim ilişkilerini kapsayan tüm bir toplumsal ilişkiler sistemi olduğunu savunuyorlar.
"..ülkemiz gibi büyük çoğunluğun anti-feminist olmayı feminizmden önce öğrendikleri bir ülkede işimizin zor olduğunu biliyoruz. Ama dünyanın neresinde, hangi özgürlükler kolay kazanılmıştır ki?" Sedef, 'Feminizmin Adı', Feminist sayı 1, Mart 1987
"Solun bazı kesimleri Türkiye'de feminizmin 1980 sonrasında ortaya çıkmış olmasını 12 Eylül'ün solda yarattığı örgütsel ve politik tahribat sonucu bazı küçük burjuva ve aydın kesimlerin içine düştükleri ideolojik bunalımla açıklıyorlar.. Bir burjuva ideolojisi olan feminizm, hakim sınıfların solda dağınıklık yaratma planlarının da bir parçasıdır.. 12 Eylül yenilgisi sol harekette dağınıklıkla beraber bir hesaplaşma sürecinin de başlamasına neden oldu. Sosyalist kadınlar soldaki genel hesaplaşma sürecinin bir parçası olarak sol hareket içinde kendi konumlarını da tartışmaya başladılar. 12 Eylül sonrasında sosyalist kadınların bir kısmı tutuklanırken çok daha büyük bir bölümü için söz konusu olan eşlerinin ya da sevgililerinin tutuklanmasıydı. Birçok sosyalist kadın yaşamında belki de ilk kez tek başına ayakta durmak zorunda kaldı. Bu yalnızlık kadınlar için ikili bir anlam taşıdı; bir yanda kendilerine duydukları güven ve bağımsızlık duygusu artarken öte yandan kadınlık durumunu sorgulamanın da koşulları oluşuyordu." Nesrin Tura, 'Sığlık ve Kolay Cevaplar', Sosyalist Feminist Kaktüs sayı 2, Temmuz 1988
"VI. Beş Yıllık Kalkında Planı'nda yer alan 'Türk Aile Yapısı'yla ilgili rapor..Ardından yayımlanan iki KHK ve Aile Araştırma Kurumu ile Kadının Statüsü ve Sorunları Başkanlığı'nın kurulması.. Kadınları eve kapatmaya, mücadelelerini denetlemeye yönelik bu uygulamalara karşı mücadele etmemiz gerekiyor." Filiz Koçali, 'Müslüman-Türk Kadını Yaratılmak İsteniyor', Sosyalist Feminist Kaktüs sayı 12, Eylül 1990
Ankaralı Bir Grup Müslüman Kadın ile Sedef Öztürk'ün karşılıklı yazıları; (1988) M - "Müslüman kadınları düşünürsek, yoğun geleneksel ve dini faktörlerin hazırladığı ek ve olumsuz bir durumu da ilave etmek zorundayız. Dini faktörlerden, dini belli bir biçimde yorumlayarak oluşturulmuş faktörleri kastediyoruz. Dinin kendisini değil." S - "Biz dinin erkeklerce yorumlanış biçiminin cinsiyetçi olmasının ötesinde dinin kendi kavramlarının cinsiyetçi olduğunu, tarih içindeki dinsel ideolojinin sömürü ve ezme-ezilme ilişkilerine dayanan üretim ilişkileriyle eklemlenerek cinsiyetçiliğin kurumsallaşması sürecine katkıda bulunduğunu düşünüyoruz." M - "Geleneksel dişi kimliğini sürdüren giyim kuşamımız ne kadar sizin sorununuzsa, başörtüsünün bizi cinselliğimize ve doğurganlığımıza hapsedip etmediği de o kadar bizim sorunumuz." S - "Özgür tercihi ortadan kaldırma potansiyeli taşıdığı ölçüde din, karşımızda bir sorundur. Ve evet, bizim özgürlük anlayışımız İslamcılarınkinden farklıdır.. Sorun anlamamak değil; anlıyor ve gördüklerimizden - hafif deyimle - hoşlanmıyoruz.. Din, egemen ideolojiler içinde en katı, muhalefete en tahammülsüz ve tavizsiz olanıdır."
Sedef Öztürk'ün bu yanıt yazısını defalarca, defalarca okuyabilirim. Serinkanlı, dik duruşuna hayran kalmamak mümkün değil.
"Ama zaten kadın olarak sizin görev ve haklarınızın Tanrı buyruğuyla, "yaratılıştan farklı" olduğu açıkça ileri sürülüyorsa ve geçerli toplumsal ölçüt "eşitlik" değil de (Tanrısal)"adalet"se, buna karşı yapabileceğiniz çok da bir şey yoktur.. Bu tanımların kendilerini sorgulayan ve kadınların öncülük edeceği köklü bir reform hareketi başlatmak dışında.." Gülnur Savran, 'Kadınlar, Şeriat ve Çağdaşlık Üzerine', Pazartesi sayı 24, 1997
"Kendi gündemini oluşturmayan bir hareketin diğer bir hareketle ittifak yapması, bağımlı bir hareket haline gelmesine ve politikalarının da, bağlandığı hareketin politikaları içinde eritilmesine yol açar.. Feminist olmanın gerekliliği, mücadeleyi sistem içi taleplerle yetinmemek, bunları zorlayan toplumsal dinamikler yaratmayı amaçlamaktır. Bizce sorun kapitalizme en çok kim karşıdır yarışmasına girmek değil, ayrı bir mücadele alanı yaratmaktır. Sosyalist feminist kadınlar olarak hiç kuşkusuz bu mücadeleyi yürütürken sosyalistlerle dirsek teması içinde olacağız, önemli olan gündemimizi, önceliklerimizi, politikalarımızı kendi ölçütlerimizle belirlememiz." Banu Paker, Sosyalist Feminist Kaktüs sayı 4, 1988
"8 Mart, kadının eğer isterse tarihsel kölelik yazgısını tersine çevirebileceğinin ilk evrensel kanıtıdır.. Emperyalizmin en çok düşürdüğü, reklamlaştırdığı, metalaştırdığı kadın tipine karşı yeni ve yüceltici alternatiflerin, çözüm perspektiflerinin yaratılması bu açıdan çok anlamlıdır. 8 Mart'a verilecek en güzel cevap bu alternatif çözümlerin içinde, herkesin ülke özgürlüğünü genelleştirerek yaşamsallaştırmasıdır. Bizce 8 Mart'ın güncel anlamı budur.. Tüm kadınların şiarı; özgür kadın-özgür erkek kişiliğini yaratma ve özgür bir vatanda geleneksel gerici rollerimize karşı çıkmak olmalıdır. Bir cins özgürleşmeden diğeri de özgürleşemez." Yaşamda Özgür Kadın, Mart 2000