Ben Deli Derviş! Bir tekkede oturuyorum. Bir gün biri gelirse, kendime inanacağım. Herkesin bir hikâyesi vardır. Ama herkesin bir anlatıcısı yoktur.
Süper olmayan süper kahramanlar, tekkesini terk eden dervişler, bir yıldız tohumunun peşinde ellerini kana bulayanlar, sarı bir tablo için yokuş yukarı koşmasını öğrenenler, tüm şehri etkisi altına alan hissizlik hastalığıyla savaşanlar,yastıklarının altına mayın döşeyen aileler,gizli teşkilatlar, patlayan silahlar, patlamayan silahlar, cenaze evleri, mezarlıklar, yiv, set, dank!
Sinem Sal hiçbir yerde yayımlanmamış öyküleriyle karşınızda. Şimdi elinizdeki uyku haplarını yavaşça komodinin üstüne bırakın!
Merkeze girerken kardeşime el sallamıştım. Hastaları düzene sokuyordu. Henüz Toza Soranlar ekibine katılmamıştı. Ona ve hastalara baktım. Bakmaya ihtiyacım vardı. Etrafımdaki her şey o kadar hareket ediyordu ki benim hiç kıpırdamadan anlamaya ihtiyacım vardı. Anladığımda bir şey hissetmeye ihtiyacım vardı. Bu halime alışmamaya ihtiyacım vardı. Bu çağa Hissizlik Çağı dediler, ama bence bu çağ Hırıltı Çağı. Hepimizin içinden bir ses geliyor, yaşadığına dair. Anlamı yok. Bu çağ, kesinlikle Hırıltı Çağı...
19 Eylül 1987'de, ki yılıyla ilgili çeşitli söylentiler var; ailede iç savaşın olduğu yıllarmış doğumu fark edilmemiş, İstanbul'da hayata başladı.
2010'da Lakuna, 2012'de Anekta ve 2014'te Yine de Âmin kitaplarını Dünya'ya postaladı. Afili Filintalar ve Ot Dergi'de yazıyor.
Şiirlerinde ve hikâyelerinde olmayacak işlerin, ütopyanın, ironinin, kalbe varmanın türlü yollarıyla muhatap. Kadıköy'ün sokak çaycılarında kâinata dair büyük bir ipucu bulduğu gün şükredecek.
“Çünkü hayatım boyunca bir daha hiç kimse bana, oraya neden geldiğimi ya da oradan neden gittiğimi sormadı. Buna gücenmedim. Elbet bir bildikleri vardı. Çok üstünde durmamak gerekti. Öyle yaptım.”
“Psikoloji çok pahalı bir şeydir. Tamiri zordur ve neredeyse bir servete mal olur. Bizim köydeki zeytinliği sattırdı psikoloji. Gerisini siz düşünün.”
“Ben hiçbir şeyi unutmuyorum. Bu yüzden hiç kimseyi özlemiyorum.”
“Biz, orta sınıf gençleri, kıçımızın derdindeydik. Smear testleri, HIV, HPV testleri, mamografiler ve yıllık kan testleriyle yaşıyorduk. Bir gün daha yaşamak için bütün yıl çalışıyor, kendi hayatımızın önemli yerlerini kiralıyorduk.”
“Güçlü görünmek için binaya ek yapılmış bir bekçi kulübesi taklidiyle geçirecektim öteki yıllarımı. Buna hemen alıştım.”
“..ve hayat sandığınızdan daha üretkendir. Ama yaratıcı değildir. Hep aynı acıları yaşatır insana.”
“Morg, anarşist bir şehrimizdir. Bir kere her şey beleştir. Balkanlardan gelen soğuk hava akımı hep etkilidir.”
“Gözlerimizi açtığımız o ilk an, beynimize düşen ilk görüntüyü sabitleyebilseydik.. Bütün uyandığımız anların fotoğrafını kaydedebilseydik, dünya hakkında yeterli bilgiye sahip olabilirdik.”
“Bütün değerlerin içini boşaltana kadar uğraşacağım. Çünkü dünyanın layığı budur: değersizlik!”
“Dünyadaki bütün günahları işlemeden, hazzın ne olduğunu idrak etmeden, ondan uzak durmak anlamsızdı. İnsan, yoksunluğunu duyduğu şeyi terk ettiğinde bir mertebeye erişmeliydi. Tanrı katında ancak bu anlamlı olabilirdi. O yüzden belki de bütün dindarlar bir kez evlilik dışı sevişmeli, bir kez sarhoş olmalıydı. Günahsız yaşamak, hiç aşık olmadığın birini unutmaya çalışmaktır.”
“..daha ne isteyebilirdi ki? Bu soruyu sesli sordum. Cevap vermek farzdı. Kendimi gücendirmek istemedim. Aynaya baktım ve –Daha fazla kadın- dedim. O kadardı. Düzdü. Derinini düşünmemek gerekti. “
“Biz fakirler, biz fukaralar, biz çulsuzlar, biz beş parasızlar, biz atalarından en az birinin psikolojisi bozuk olanlar, biz atalarından biri SGK güvenceli o antidepresanlardan içmiş olanlar! Kalbimizi yok etmeyi başardılar. Elimizde yalnızca mantığımız kaldı. Ama kalbini kaybedenin, aklını kaçırmaması mümkün değildir. Biz artık iflah olmayız vesselam.”
“..ölsem de çok bir şey olmaz, yaşamanın bir numarası kalmadı ki. O yüzden diyorum ki gidip bir deneyeyim. Olmadı ölürüm yani.”
“Tanrım neden beynimizin içini doldururken, kalplerimizin içini boşalttın?”
“Bence Tanrı bizi cezalandırdı Asiye. Dünya gezegeni gibi şahane bir yeri bize sunmuşken, uzaya gitme isteğimize bozuldu. Daha burayı keşfedememişken, başka yerlere gitme çabamıza, kurtulma arzumuza, yetinmeyişimize atarlandı. Artık hissetmiyoruz. Neden mi? Bence alıştık. İnsan, şaşırmayı bırakınca daha birçok şeyi de bırakıyor. Sarhoş olmak gibi. Eskiden üç birayla sarhoş oluyorken, her gün içtiğinde altı birayla bile sarhoş olmuyorsun. Bize her şeyin fazlası düştü. Her gün yeni insanlarla tanıştık, her saat bir başkasına aşık olduk, kariyer basamaklarını hızla tırmandık. Mesele devletin verdiği üç beş ilaç değil. Bütün sorun, çağın hızında. Duygularımız güncellenemedi. Belki de hislerimiz 99 versiyonudur. Yaşam değişip hayat ilerlemeyince, çöktük. İçimize hükmetmeyi göze aldığımız zaman, içimizin olduğu yerden gitmesine de göz yummuş olduk.”
“İşte buradayız. Yani Dünya’da. Kalbimizi, parçalanana kadar harcadık. Bütün duygularımızı sömürdük. İşte buradayız. Dünya’da. Egomuzu, bizi yutana kadar besledik. İşte buradayız... Dünya’da. Yumruklarımızı sıktık, yumruklarımızı geçirdik. Beğenmediğimiz bütün işlerden istifa ettik. İşte buradayız. Dünya’da. Aşık olduk, çok aşık olduk, fazla aşık olduk. Tükettik. Duygularımızın sonuna geldik. Son kullanma tarihi geçti. Bozuk bir tadı var artık duygularımızın. İşte buradayız. Dünya’da. Sahi, neden buradayız? Dünya’da?”
“Bizim gibi kitap cümleleri kurarak, hissediyormuş gibi görünen ölü kuğulara ihtiyacımız yok artık.”
“Biz, geçmiş hislerimizin taklidiyle yaşayan bir nesiliz.”
“İnsan, hayatta bir tek yarım kalan şeyleri hisseder. Durun orada. İnsan, yarım kalan şeyleri kendisiyle tamamlar. Durun orada. İnsan, hayatta bir tek kendisini hisseder. Durun orada. Tıpkı, ölümün hayatı yarıda bırakması gibi. Durun orada. Tıpkı yarıda kalmasına rağmen hayatı yaşaman gibi. Durun orada. Gülümsüyorum. Kalbimi tutuyorum.”
“Söz sihirdir.”
“..asla arabesk bir kadın değildir; sadece, biraz, sanırım.. kırık..”
“Bazı yataklar, bazı odalar ve bazı insanlardan sevgi çıkmayacağını bilerek birbirimizi karşılıyorduk. Çünkü yetişkindik canım! Özgürdük bir kere, özgür! Hangi yüzyıldaydık?”
Sinem Sal’ın üslubunu beğeniyorum. Başlardaki öyküler biraz karanlık gelse de sonlara doğru kitap aktı. Birkaç hikayede kaybolabilirsiniz ama geneli asla öyle değil. Biraz Mine Söğüt Deli Kadın Hikayeleri tadında biraz da karanlık öyküler seviyorsanız hoşunuza gidecek bir kitap.
Sinem Sal'ın Dank'ı, Mine Söğüt'ün Deli Kadın'ı gibiydi benim için. Dehşet delilik öyküleri, yine ürperten ve merakta bırakan ve etkileyen. Çok sevmiştim, çok. Hatırlamadığım öykülerin birinde neden bilmem kopmuştum kitaptan ama geneli o kadar güzel ki...
Yiv'den Set'e gecis, fistikli dondurma ustune pancar tursusu yemisim gibi bir tat birakti. Kotu mu yani? Yoo, hic degil. Kimisi tatlinin ustune tuzlu yiyemiyor diye "pancar tursusu guzel olmamisti" demek acele bir yorum olur sadece.
Yazar altini cizelim diye harika cumleler birakmis icine, es gecmezsiniz emin olun.
Tersten basladim ama oykuleri sevdim. Simdi sira siirlere geldi...
resmen üzerimize boşalttığı aforizmaların keşke bir dozu olsaydı. Bazıları çok orjinal olan öyküleri harcamış bu mesaj kaygılı özlü sözleri sayfalarca arka arkaya dizme hırsı yüzünden. yordu okurken.
kabul, bu kitap herkesin hoşuna gitmeyecek. birçoğu ikinci hikayeden sonra bu ne be deyip kapatacak, kimisi de birkaç sayfadan sonra kitabın varlığını unutup onu tozlu raflarda bırakacak. ama sinem sal'ın insana bakış açısının, absürtlükle harmanlayıp aslında gerçeğe tam ortadan parmak basışının bende çok ayrı bir yeri var. bir hastalık gibi hissizliğe tutulanlar, kendine inanmaya çalışırken yolundan çıkanlar, kendinden kaçarken yine kendinin bir başka versiyonuna rastlayanlar. dank, aynı adı gibi insanın ruhunun ta orta yerine "dank!" eden hikayelerle dolu. karakterlerin bazılarında kendimizi, olabileceğimiz insanı, olduğumuz insanı veya olmaktan korktuğumuz insanı görmek mümkün. bu kitaba rastladığım için şanslı ve memnunum.
Karanlık, çarpan, sarsan ve derin derin sorgulatan öykülerle dolu Dank. Gerçek ve gerçeküstü iç içe. Hatta bir noktadan sonra insan ister istemez düşünüyor Türkiye’de Black Mirror çekilecek olsa Sinem Sal’ın bu kitapta anlattığı hikayeler iki sezonu rahatça kurtarmaz mı? Günümüz insanının sıkılmışlığı, yeter artık diye bağırmak isteyip hep susması öyle acımasızca anlatılmış ki. Hemen her satırın altını çizdim diyebilirim. Harika bir zeka, muazzam betimlemeler, enfes tespitlerle buluşuyor 2010’larda yaşıyoruz. Türkiye’de yaşıyoruz, lütfen okuyun.
Genel anlamda beklentilerimi karşılayan bir kitap oldu. Yer yer zorlama özlü sözler kullanılsa da hikayelerin gidişatları oldukça iyi bir zemin etrafında şekillenmiş. Güzel başlayıp kötü biten hikayeler elbette vardı. Hissizlik çağı hikayesi buna örnek olarak verilebilir. Benim en sevdiğim hikayeler ise şunlar: Çöpleri boşalt İlyas, cenaze helvasından anlamıyorum, yumrukların sıkı tarihi, Deli Derviş ve Kayıp İnsanlar Bürosu.
Yazarın okuduğum ikinci kitabı, ama açıkçası bitmesi için okudum. Güzel kurgulu hikayeler süslü cümleler sonunda anlaşılmaz şekilde sonuca bağlanıyor. Çok beğenmedim maalesef. Özellikle ilk kısımdaki hikayeler içimi boğdu boğdu duvara attı ayarsız şiddet yüzünden. İkinci kısımdakiler de aşağı kalmadı ama, haklarını yemeyelim. Onlar da aforizma patlamasıyla içimizi sıktı sağ olsunlar.
“Geçmişin bir manası yoktur. Geçmiş, bugünle birlikte çoktan ceset haline gelmiştir. Bir ölünün nasihatlerini yalnızca kitaplarda dinleyebilirsiniz. Çünkü kitaplar ölümsüzdür.”
Sinem Sal'ın şiirlerini çok beğeniyordum, OT'taki yazilarini hic okumamistim ama. Haliyle DANK'tan da yuksek beklentilerim yoktu. Ozellikle basinda bu boyle gidecek herhalde diye dusundum. kotu ddgildi ancak mukemmel de degildi. ancak SET bolumunden sonraki kisimda mukemmellesme basliyor. Insani dusundurecek cok fazla konu islemis Sinem Sal. Bir hikaye bitince "aslinda dogru ya" diyip kocaman bir dusunce balonu icine girebiliyorsunuz. Islenilen konular disinda, cagdas hayattan kopup gelen tiplemeler ve hikayede yaratilmis atmosfer, ortam oldukca ilginc. yeni bir modern dunya kurup anormalleri normallestirmis gibi bazen, bazense oyle bir ortam hayat sarti belirlenmis ki utopya mi disutopya mi kararsiz kaliyorsunuz. Sonlara dogru elimden birakamadim. Yine harika bir eser vermis Sinem Sal. Favori kitaplarim arasinda yerini aldi bile.