Hayat her gün, her fırsatta aslında işsiz olduğunuzu hatırlatır size. Bazen sevgili, bazen anne, bazen bir pantolon ve en acıklısı da bir meyhane olarak çıkar karşınıza. Siz tembelliğe tutundukça, hayat işsizlikle saldırır. Her gün aynı noktadan, çalışmanın kutsallığından vurmaya çalışır sizi. Vura vura aşındırır o noktayı ve bir gün gelir, altı gün çalışıp bir günlük saadet için tembelliğin saltanatını bırakmanız gerektiğini düşünmeye başlarsınız.
İşsiz kalmak, tüketim zincirinin dışına çıkmak ve hatta atılmak olarak anlaşılmıyor mu? Oysa tembellik hakkını kullanmak için belki en uygun fırsat tam da işsizlik dönemidir. Çalışırken fırsat bulamadığımız ne varsa yapabilmek için epey "boş zaman" açığa çıkmaz mı? Şenay Aydemir, Organik Bozukluk'ta bir yandan bu "boş zamanı" nasıl kullanmak gerektiğini bir yandan da tembelliğin ciddiyet ve sorumluluk gerektiren bir faaliyet olduğunu anlatıyor.
Organik Bozukluk: 21. Yüzyılda Tembellik Hakkı |3+/5|
Klostrofobik ofis ortamları, anlayışsız patronlar, sinir bozucu iş arkadaşları; bunlar karşılığında size verilen bir gıdım para ve ödemediğiniz her geçen gün size gıdım gıdım yaklaşan faturalar barajı. Artan faturaların karşısında gıdım gıdım azalan buzdolabındaki yemekler ve yemekler azaldıkça artan, kitaplıktaki okunmayan kitaplar. Hepsi birbirine bağlı değil ama hepsinin ortak bir noktası var. Hepsi, beyaz yakalı insanların boğazlarını gömleklerini sıkan sıkıntılardan yalnızca birkaçı.
Bir üstadın dediğine göre, “Çalışmak güzel bir şey olsaydı üstüne para verilmezdi.” Güzel bir cümle ama bu kitap, olayı başka bir açıdan ele alıyor. Paul Lafargue’nin kitabıyla açılış yapan Organik Bozukluk, bize 21. Yüzyılda nasıl tembel bir insan olacağımızı, hangi adımlardan geçeceğimiz adım adım anlatıyor. Yoksa gıdım gıdım mı demeliyim.
Kitabı okumadan önce, tembellik haklarını ele alan inceleme kitabı tarzı bir şey bekliyordum. Halbuki daha ‘çerezlik’ ve eğlencelik bir kitapmış. Şunu netleştireyim; kitabın tembellik hakkı dediği şey, tam olarak yan gelip yatmak değil. Tembellik kelimesi bizde bunu çağrıştırsa da, yazarın derdi aslında bizim yirmi dört saatimizin her bir dakikasını talep eden çalışma düzenleri üzerine. Kendisi gazetecilik alanından olaya yaklaşmış ve yeni çıkan teknolojilerle birlikte haber girmenin kolaylaşması üzerine gazetecilerin yirmi dört saatlerinin tamamını işlerine yatırmaları üzerinden olayı bize anlatmış. Kitap, edebi bir ürün olmasa da size bir öykü anlatıyor gibi aslında. İşinizden çok sıkıldığınızı ve kendinize biraz zaman ayırmak için işten çıktığınızı var sayıyor ve evde geçireceğiniz ilk işsiz günden itibaren yaşayacağınızı düşündüğü her şeyi açıklıyor. Bunu, esprili ve samimi bir dille yapıyor. Sanki bir kafede karşılıklı oturuyorsunuz da, “Ya ben işimden ayrılsam mı?” diyerekten yazara sormuşsunuz da yazar size “Bak, işinden ayrıldığında başına şunlar gelecek,” kıvamında anlatmış.
Tembellik kelimesinin çağrışımına geri dönersek, yazar yan gelip yatmaktan bahsetmiyor. Hımbıllıkla tembellik arasındaki ince çizgiyi bize güzel bir biçimde açıklıyor. Kitabın tembel olarak nitelediği kimseler; kendi ruhlarını patronlara satmamış ama yine de geçinmeyi başarabilen kimseler olarak açıklanabilir.
Günümüz iş şartlarına yaptığı iğnelemeler de oldukça tatlı. Yazarın da geçmişinde böyle bir dönemden geçtiğini ve bize yaşadıklarını anlattığı anlamak çok da zor değil. Tecrübeli bir tembelin elinden çıktığı belli olan bir kitap çünkü Organik Bozukluk. Eğer tatildeyseniz ya da işinizden ayrılmışsanız, okuyabileceğiniz kitaplardan biri. Can Yayınları’nın Kırkmerak serisinin okunmaya değer kitaplarından. Hem ‘çerezlik’ bir öykü, hem bir işsizlik kılavuzu hem de modern iş hayatlarına karşı bir eleştiri olmayı başaran, yüz sayfalık, tek oturuşta rahatça bitirilebilecek bir kitap.
Eğer okur tıkanıklığı (Reading Slump) yaşıyorsanız, bu kitap onu aşmanıza da yardımcı olabilir bence. Ne ağır betimlemeleri var ne de sıkıcı cümleleri. Sadece, kitabın bir kısmında sanki herkes Game of Thrones izlemiş gibi düşünmüş yazar. Spoiler vermiyor da, anlattıklarını somutlaştırmak için diziden örnekler veriyor.
Tembellik herkesin hakkı. Bir dönem izin yapabilme, işten uzaklaşıp dinlenebilme her çalışanın hakkı. Bir takım yeni yöntemlerle, çeşitli laf oyunlarıyla çalışanların ruhunu almaya çalışan bu yeni iş modellerine karşı neler yapabiliriz hiçbir fikrim yok. Yapay zeka ile belki bunun önüne geçilebilir diye düşünsek de, bence patronlar on metre değil on beş metrelik, on beş metre değil yirmi metre derinliğinde para havuzlarında yüzmek istedikçe ve bu istekleri bitmedikçe bizim ruhumuzu sömürmeye devam edecekler.
Paul Lafargue’nin “Tembellik Hakı” isimli kitabından bir alıntı ile yorumlamayı bitirmek istedim. Aynı alıntı, Organik Bozukluk kitabında da var ama kitabı almak istemeyenlerin de görmesi gereken bir alıntı olduğunu düşünüyorum.
“Kapitalist uygarlığın egemen olduğu ulusların işçi sınıflarını garip bir çılgınlık sarıl sarmalamıştır. Bu çılgınlılık, iki yüzyıldan beri, acılı insanlığı inim inim inleten bireyse ve toplumsal yoksunluklara yol açmaktadır. Bu çılgınlık, çalışma aşkı; bireyin, onunla birlikte çoluk çocuğunun yaşam gücünü tüketecek denli aşırıya kaçan çalışma tutkusudur.”
Bir asgari maaş için hayatımızı sunmaktan mutluluk duymayacağımız güzel günler dileğiyle. Kendinize iyi bakın.
Şenay Aydemir, memleketin kalemi nitelikli ve kuvvetli sinema yazarlarından biri. Birçok kişi onu, Radikal gazetesinde tanımıştı. Tabi bundan önce daha çok mecra var ama en tanındığı yer burası desek yeridir. Fakat maalesef Radikal gazetesi de, zamanla gelişen teknoloji ve dijitalleşme karşısında yenik düşerek konvansiyonel gazeteciliği bir yana bıraktı ve o da oyunu kuralına göre oynamaya başlayarak dijitale geçti. Ancak onun da bu yeni soluklu macerası uzun sürmedi ve kapandı. Ardında onlarca işsiz yazar bıraktı. İşte Aydemir de bunlardan birisiydi. Kendisi, çok rahat işsizlik sürecinde her şeye rağmen hayatın devam ettiğini, ''meğer kaçırdığım ne çok şey varmışlar''dan ''deneyimlerimin faydasını gördümler''e kadar aşina olduğumuz, insanın kendi özüne döndüğü kişisel gelişim tarzındaki hatıralarını yazabilirdi.
Ama bunun yerine o, iş stratejisi ve kurumsal sektöre dair okuduğu kitaplardan, kendi deneyimlerinden (bazen acı bazen tatlı) ve tabii ki bir sinema yazarı gözüyle izlediği film ve dizilerdeki referanslardan faydalanarak, orta sınıfa mensup bir işsizin yaşadığı birkaç aylık süreci genele uyarlamış. Hatta bir yere kadar teoriye döktüğü bölümler de yok değil. Daha somut, daha mizahi, daha hınzır ve moral bozucu şekilde hem de. Öyle ki bu kitap sırf işsizlerin ''tembellik hakkı'' adı altında yaptığı kurumsal işlere karşı sergilediği protestonun yanı sıra diğer mesleklerle uğraşanların da aslında neler kaçırdığını vurgulamaya çalışıyor.
112 sayfalık kitabın her bir bölümünde Şenay Aydemir, tembellik hakkının kullanıldığı (çoğunlukla münferit) süreci aşama aşama anlatıyor. Önce ön koşullar, sonra ev ve şehri yeniden keşfetme, yeni uğraşlar edinme derken işin acı boyutları deşilmeye başlanıyor. Zira buraya kadar okuyacağınız kısım hakikaten çok keyifli, mizahi ve tanıdık. Ama ondan sonrası yani bu işin acı boyutlarının deşildiği bölümlerse arkadaş muhabbetleri ve ''para'' unsurunun sizi sürekli yolunuzdan saptırdığı ve verilen tüm mücadelelere rağmen eninde sonunda ait olduğunuz yere geri döndüğünüz gaddar tecrübeler silsilesi. İlginçtir, Şenay Aydemir özellikle bu bölümlerde ne kadar karamsar gözükse de hınzırca iş dünyasının içindeki farklı kulvarlara karşı eleştiri oklarını yöneltiyor. Hem de en iyi bildiği yoldan! Örneğin Happyish dizisi ve Oblomov kitabı üzerinden reklam ve medya sektörünü, Game of Thrones vasıtasıyla bir ''Duvar'' yaratıp tembellik hakkını yeterince kullanıp şimdi ceremesini çeken işsizin kritik noktasını ve rekabeti biraz tiye almak suretiyle biraz da sert bir şekilde eleştiriyor. Final ise tabiri caizse sağlı sollu girişiyor. Yaşamayacak derecede ölülerin ve ölmeyecek derecede yaşamayanların yani bizlerin yaşadığı vaziyet... Hele de bunu sinematografik bir manzara ile anlatması daha da bir yıkıyor!
Üslup açısından da gayet sade ve akıcı bir anlatım tutturduğunu söylemek lazım. Bence en mühimi de tamamen üçüncü kişili anlatımı tercih etmesi. Zira böyle olması kitabın içine girmesi açısından daha uygun ve samimi. Ancak bilhassa ''Duvar'' mevzusunun başladığı yerde bazı kafa karışıkları vuku bulabiliyor. Evet bir tarafta çalışanlar bir tarafta tembeller. Bu anlaşılıyor fakat duvarın ötesindeki artık tembel bile olmayanlar? Yani onlar tembelliği bir sorumluluk ve disiplin olmaktan çıkarıp yan gelip yatanlar mı yoksa kendi işinin patronu olup tembelliğe ihtiyaç duymayanlar mı?
Toparlarsak, Şenay Aydemir biraz da meşhur dostu Yekta Kopan'ın vesile olmasıyla farklı açılardan bakan keyifli bir başucu kitabına imza atmış. Paul Lafargue'ın ''Tembellik Hakkı'na modern bir yorum ve mizansen getirmiş. Zamanın hızı ve çağın ruhunu yakalayan, az paraya daha çok iş yapacak cevval ve hevesli çalışanların, iliğinizi, kemiğinizi kurutana kadar çalıştıran işveren ve en genel haliyle rekabet ve kapitalizmin hakim olduğu bir dünyada Şenay Aydemir bu kitapla birlikte; herkesin yine sorumlulukların bilincinde olduğu, zamanı rutinlere değil kendinize göre kullanarak kaçırdığınız fırsatları görme şansını yakaladığınız bir tembellik hakkının keyfini sürmenin, inceliklerini aktarıyor. Ama her güzel şeyin bir sonu ve muhakkak ödenmesi gereken bir bedeli olduğunu da ara ara hatırlatarak...
NOT: Kitabı bir solukta okumaya çalışın. İhsan Oktay Anar'ın yapıtları gibi :) Aksi takdirde bağlantı noktalarını, anlatılan ilişkileri hatırlamakta ve puzzle'ı birleştirmekte biraz güçlük çekebilirsiniz. Her bölüm ayrı bir aşama ama hepsi bir pastanın dilimleri aynı zamanda.
Ilk rating benden gelmiş! Kitap genel olarak çok güzeldi. Modern zamanı okuyor gibiydim. Game of Thrones'dan örnekler, Winter is Coming geliyor demeler, kafeinin buluşundan bahsedip bilgi vermeler.. Hepsi hepsi çok hoşuma gitti. Işi bırakıp geçirilen 1 seneyi çok güzel anlatmış yazar.
İşinden olan ya da çalışmaya ara veren birinin yaşadıklarını çok başarılı bir şekilde anlatmış.Kendisi de aynı dönemde işine ara veren biri olunca,yaşadıklarını çok gerçekçi bir şekilde aktarmış.Konuyla alakalı kitaplardan alıntılar ve güncel dizilerden de anekdotlar aktarmış.7-39 yaş arasında geçen süreçte yaz tatilleri hariç hep okulda geçti ömrüm.Tükenmişlik Sendromu karşısında benim en büyük silahım 2 aylık yaz tatili gibi bir şansım olması sanırım.Yoksa özel sektörün içerisinde olup da;yazarın anlattığı döngüye ve mutsuzluğa kapılmamak çok zor mesele.Sonuç olarak,son derece keyif alarak okudum.Allah bu döngü içinde yaşayanlara tez vakit bir çıkış yolu gösterir inşaallah.
insanlığın sadece bir iki yüzyıldır adapte olmaya çalıştığı bu haftanın 5 -6 günü çalışma ve geri kalan boş saatlerini de çalışarak kazanma ve eskiden yani bu tip bir çalışmanın hiç olmadığı zamanlarda insanlar nasıl yaşıyordu sorusuna son zamanlarda kafa yorduğum için bu kitabı almıştım. çok ufuk açan ya da bir şey vadeden bir kitap değil. aslında her yerde okuduğumuz bir çok analizin derlemesi gibi. yine de bir emek var. okunabilir.