A major and sometimes controversial figure of the Harlem Renaissance, Countee Cullen fused a mastery of the formal lyric with a passionate engagement with themes social, religious, racial, and personal in such books as "Color, Copper Sun," and "The Black Christ." Certain of his poems--"Heritage," "Yet Do I Marvel"--are widely celebrated, but much of Cullen's work remains to be discovered. This volume restores to print a body of work of singular intensity and beauty. This is volume #32 in The Library of America's American Poets Project series.
Countee Cullen was was an American poet who was a leading figure in the Harlem Renaissance. He was raised in a Methodist parsonage. He attended De Witt Clinton High School in New York and began writing poetry at the age of fourteen.
In 1922, Cullen entered New York University. His poems were published in The Crisis, under the leadership of W. E. B. Du Bois, and Opportunity, a magazine of the National Urban League. He was soon after published in Harper's, the Century Magazine, and Poetry. He won several awards for his poem, "Ballad of the Brown Girl," and graduated from New York University in 1923. That same year, Harper published his first volume of verse, Color, and he was admitted to Harvard University where he completed a master's degree.
His second volume of poetry, Copper Sun (1927), met with controversy in the black community because Cullen did not give the subject of race the same attention he had given it in Color. He was raised and educated in a primarily white community, and he differed from other poets of the Harlem Renaissance like Langston Hughes in that he lacked the background to comment from personal experience on the lives of other blacks or use popular black themes in his writing. An imaginative lyric poet, he wrote in the tradition of Keats and Shelley and was resistant to the new poetic techniques of the Modernists. He died in 1946.
What can I say? I am constitutionally incapable of taking rhymed poetry seriously. And most of these were particularly, offputtingly pretentious. Bailed at the 18% mark. Would like to read a biography of Countee Cullen someday, though.
Favorite poems: "Simon the Cyrenian Speaks", "Incident", "Harsh World that Lashest Me", "Threnody for a Brown Girl", "A Song of Sour Grapes", "Scandal and Gossip", "Bilitis Sings", and "Mad Song".
My thoughts on Cullen started to coalesce on page 89 as I got to "Love's Way". The opening four words, "Love is not love" reminded me of Shakespeare's sonnet 116, and there was a rhythm to it, with 10 syllables per line, that was somewhat like a sonnet. However, there was no rhyme scheme, and the lines changed to eleven syllables further down.
That's where it really became clear to me how well he understood poetry and must have studied it. He knew the forms, and how to reference them, but also how to ignore them. ("Tout Entiere" references Byron's "She Walks In Beauty.) The introduction relates Cullen's fascination with Keats, but there are dedications to many poets, including Hazel Hall whom I had not thought was particularly well-known. So his dedication to verse is clear, not just by how much he wrote, but by how he wrote.
I know that he was often criticized for not being race-conscious enough (I guess that's the best way to phrase it), but there is so much that is beautiful and poignant about race there, and his attempts to reconcile his doubts about Christianity with its history of slavery, and all of the different directions that he was drawn.
He does experiment with different styles, so there are actual sonnets, and there are silly poems intended more for children, and there are many different topics. I like some more than others, but in general I liked the book much more than expected because I am not a big Keats fan and I wasn't sure how his influence would come across, but most of it was very beautiful.
You don't always know how poetry will work out. I tend not to like longer poems (not a fan of Longfellow), but I did have a strong emotional response to "The Shroud Of Color", which is quite long, and my favorite line came from there.
The narrator of the poem is feeling ambivalent about his life and his place in the world, and has an arc of reconciliation. Though the poem is long and a bit flowery, it struck a chord, and had a line that will stay with me:
"And no thing died that did not give A testimony that it longed to live."
-Bu şiir eleştirisi ve çevirisi, Evrensel Kültür Dergisi'nin Ocak 2002 sayısında yayınlanmıştır.-
-Sevgili hocam George H. Junne, Jr.’a-
"Hak taâlâ Hazretleri Karaları sınamak için yarattı Beyaz Efendileri"
-Ercüment Behzat Lav, ‘Rûhül Kudüs’
Anayurt özlemi, herhalde, yaşadığı hızlı dönüşümler karşısında tarifsiz kalan, kendini tarif edemediği gibi, tarifsiz duygular içinde yitip giden çağcıl zamanlar insanının sığınaklarından yalnızca bir tanesidir. Bu düzlemde, evrensel olarak kabul edilebilir bir özlem niteliği taşır. Ancak bu özlem, yayılmacı siyasalarla yoğrulduğunda, dünyanın yeni bir büyük savaşla çalkalanması, an meselesi oluyor. Bu durumda, Türkler’in Orta Asya ve Balkanlar, Ermeniler’in Aras, Rumlar’ın Kıbrıs ve Ege, Çerkesler’in Kafkasya özlemi, masum duygular olarak ele alınamaz. Dünyada bunun gibi, birçok, taşları henüz oturmamış ve belki hiç oturmayacak olan ulus-yurt ikilemeleri vardır. Bunlardan, dünya yazını için en ilginç örnek, Amerikalı-Afrikalılar’ın (*) Afrika’ya duydukları özlemdir. Bu özlemdir ki, geniş Afrikalı-Amerikalı yazınının büyük bir bölümüne esin kaynağı olmuştur. Bu kaynaktan esin alan yazınsal yapıtlardan biri, Countee Cullen’ın (1903-1946) ‘Miras’ adlı şiiridir. Cullen, günümüzde pek tanınmayan bir yazın adamı. Bu, -birçok yazın adamının ellisinden sonra kemale erdiği düşünülürse- kısacık ömrüne de verilebilir; kitleler karşısında, Harvard’da okumuşluğu ve orada aldığı biçimci eğitime bağlı kalması nedeniyle seçkinci kaçmasına da verilebilir.
1925 yılında kaleme alınan ‘Miras’, Amerikalı-Afrikalı (**) aydınların olduğu kadar, gençlerin de sorduğu bir soruyla açılıyor: ‘Nedir, ne değildir Afrika bana?’ (Bu soru, ‘Nedir Afrika, Afrikalılar’a?’ ve ‘Nedir Afrika, dünyaya?’ şeklinde katlanabilir (Clarke, tarihsiz)). Şairin Afrika’yı anlatışı, doğa betimlemeleriyle içiçe geçmiş durumda: Orman, kuşlar, baharlı koru, tarçın ağacı vö. Dikkate değer bir nokta, Cullen’ın Afrika’yı, bahçesinden konuşurmuş gibi aktarması... Aşağıdaki dizeler de olmasa ve başka bir yer, şiir konusu edilse, hiçbir ekleme/çıkarma yapmaya gerek kalmayacak: ‘Yabansı, acayip, kafir tanrılar/Yapmışlar çubuklardan, kara adamlar,/Balçıktan, kırılgan taş parçalarından bir de,’
Bir şiirin başarısı, ele aldığı konuya karşılık gelen sözcüğü kullanmadan o sözcüğü iletebilmektedir. Bir şair, ancak, ‘seni seviyorum’ demeden sevgiyi dışa vurabildiğinde şair olur. Şiir dendi mi, ‘Afrika’ sözcüğünün arkasına sığınılarak Afrika şiiri yazıl(a)maz. Aslında, Cullen’ın gördüğü Afrika; Beyaz, Anglosakson ve Protestan çoğunluğun gördüğüyle aynıdır. Cullen’ın küçük yaşlardan başlayarak yaşadığı dinsel toplumsallaşma, onu Amerikalı-Afrikalı değil, Afrikalı-Amerikalı bir şair yapmıştır. Bir Afrikalı olmasından bağımsız olarak, Amerikalı gözlüklerle bakmaktadır dünyaya... Üstelik, şiirin yeniden okunuşu, muhatabının bile Beyazlar olduğunu gözler önüne serecektir. Yaşamı New York ve Paris’te geçmiş bir şairden, Afrika’yı Afrikalı gibi anlatmasını beklemek doğru değildir belki de...
Afrikalı-Amerikalı bir yazarın/şairin, yazınsal yaşamının başından sonuna kadar yaşayacağı bir sorun, dil sorunudur. Afrikalı-Amerikalılar, ayrı bir ağza sahiptir. Yazılı dilde bu ağız mı kullanılsın, standard İngilizce mi? Kimi aydınlar, bunu bir zenginlik ve özgünlük olarak görerek, Afrikalı-Amerikalı ağza bağlı kalmışlar; diğerleri ise, bunu, Afrikalı-Amerikalılar’ın geri bir döneminin ürünü olarak görüp, Afrikalı-Amerikalı yazının Beyaz Dünya’da kabul görmemesinin nedenlerinden biri sayarak reddetmişlerdir. Cullen, bu şiirde, Afrikalı-Amerikalı ağzı kullanmamıştır. Bu yönüyle ‘Miras’, beyaz bir şiirdir.
Şiir boyunca yinelenen, ‘Uzanırım bundandır(...)’ bölüğü, şiir için paragraf başı işlevi görüyor. Öte yandan, bu bölüğün yeterince verimli kullanılmadığını görüyoruz. Sürekli olarak kullanılan a-a/b-b/c-c vb. biçimindeki uyak yapısı, bir noktadan sonra tekdüzeleşiyor, yukarıdaki bölüğün kazandırdığı akıcılık ve mantıksal yapıyı boğuyor.
Daha önceki bir yazıda, bir şiiri yerel şiir yapan dört özellikten söz etmiştik. İsterseniz, bu dört özelliği bir kez daha hatırlayalım:
"(...) bir şiiri yerel şiir yapan dört özellik var: i) Özel isimler: Şiirde, diyelim Yuri'den, Puşkin Meydanı'ndan bahsediliyorsa, "bu, bir Rus şiiridir" diyebiliriz. ii) Dil: Şiirin yazıldığı dil, bizi belli bir kültüre yönlendirebilir. Çince yazılmış bir şiir için, "Çin şiiridir" diyebiliriz. Bir topluluğun ayrı bir dili yoksa, şive de aynı işlevi görebilir. iii) İzlekler: Kimi izlekler (tema) belli budunsal (etnik) topluluklara özgü olabilir. Örneğin, 19. yüzyıl Afrikalı-Amerikalı şiiri, kölelik düzenini, hak arayışını vb. temel izlekler olarak alır. iv) Ses öğeleri: Birtakım ölçüler ve uyak yapıları vardır ki bunlar belli bir ulusa özgüdür. Örneğin, ‘şairi’ ölçüsüyle yazılmış bir şiir görürsek, "bu, Gürcü şiiridir" diyebiliriz." (Gezgin, 2001)
‘Miras’, özel isimlerin serpiştirilmesi aracılığıyla yerelleştirilmiş bir şiir değildir. Bu açıdan, ‘Miras’ için "Bir Afrikalı -Amerikalı- şiiridir" demek doğru olmayacak. ‘Miras’ın Afrikalı-Amerikalı ağzıyla yazılmadığını biraz önce belirttik. ‘Miras’ta ele alınan izlekler, Afrikalı-Amerikalı yazınına özgü değil. Daha çok, Beyazlar’ın Safari Yazını’na özgü gibi görünüyor. ‘Miras’, ses öğeleri açısından da Afrikalı -Amerikalı- bir şiir değil. "Cullen, ‘Zenci’ bir şair değil evrensel bir şair olma hevesiyle, beyaz bir şiir yazmıştır." diyebiliriz.
Genelde din ve özelde Hıristiyanlık, Amerikalı-Afrikalı aydınların ve gençlerin sürekli yüzleştikleri, sürekli hesaplaşmaları gereken bir kurumdu. Amerikalı-Afrikalılar’ın aydınlanmasında, dinin (Yöntemci mezhebin) büyük bir rolü olduğu, rahatlıkla söylenebilir. İlk şairlerin kiliselerden çıkması rastlantı değildir; kölelik düzeninde, okuma-yazma bilen köleler ve bir köleye okuma-yazma öğreten efendiler, birçok eyalette idam cezasına çarptırılıyorlardı. Afrikalı-Amerikalılar’ın 1960’lara kadar sürekli olarak maruz kaldıkları linçler ve linç girişimleri, Onlar’ın çarmıha gerilmiş İsa’yla yakınlık duymalarına yol açarken, Musa’nın yaşamöyküsü de, Mısır’da o zamanlar baskı gören Yahudiler’le özdeşleşmelerini sağlıyordu (Simylie, 1981, s. 162).
Afrikalı-Amerikalı aydınlanmasında, Beyaz Tarih’in karartılması, önemli bir adımdı. Afrikalı-Amerikalılar’ın da şanlı bir tarihi, şanlı kralları vardı. Kölelik bu uzun tarihin küçük bir bölümünü oluşturuyordu. Öyle ya; Afrika’da da görkemli şehirler varolmuştu; piramidleri yapan Mısırlılar, kara deriliydi; Musa peygamber, Afrika’da doğmuştu vb. Afrikalı-Amerikalı aydının, halkına tarih bilincini kazandırması gerekiyordu. Cullen’ın ‘Miras’taki çabasını, bu biçimde yeniden okumak olanaklı.
Lomax (1997), Cullen’ın kara derili ve Batılı algısı arasında yaşadığı çelişkinin, ‘Miras’ın dramsal çelişkisinin kaynağı olduğunu söylüyor. Bu çelişki, çözümsüz kalıyor. Moustakas’a göre (1999), Cullen, ne yakasını "çarpıp duran davullar(...)la" bir türlü bırakmayan Afrika’dan ve hatıralarından kurtarabilmektedir ne de Hıristiyanlık’ta tam anlamıyla huzur bulmaktadır. Gerçekten de, konuşmacı, davul seslerini, kulaklarını kapasa da duymaktadır. Cullen, ‘kara et’ ve ‘koyu kan’ ile, Hıristiyan ekmek-şarap törenlerine gönderme yapmaktadır (Moustakas, 1999).
Bir sonraki dizede, Cullen, bir tür özeleştiri yapar gibidir: Afrika, geceleri uyumadan önce okunan kitaplardan öğrenilmektedir. Afrikalı-Amerikalı’ya ancak bu kadar yakındır. Kitabın sayfaları, tekrar tekrar okunmaktan yıpranmış olsa da, diğer bir deyişle, sürekli olarak Afrika üzerine okunsa da, Afrikalı-Amerikalı’nın Afrika ile ilişkisi –bir şiir-şarkıya gönderme yapacak olursak-, "Gitmesek de görmesek de/O köy bizim köyümüzdür" düzeyindedir. O kitabı ise, yine bir Beyaz yazmıştır. Vahşi doğa betimlenir. Orada çıplaklığın önemli olmadığı bildirilir. Orada, doğada, hastalık da yoktur. ‘Cüzamlı çiçekler’ ve ‘hiddetli taçyapraklar’, Beyaz Dünya’ya özgüdür. Ancak Afrikalı-Amerikalı’nın, Afrika’yı bir başka galaksi kadar uzak gördüğü, yeniden hatırlatılır: "Geçen senenin karı, nedir ne değildir bana, /Herhangi bir şeyi geçen senenin?" Afrika, Afrikalı-Amerikalı’yı amansızca izlemektedir. Rahat uyku uyutmaz; bedeni, O’nun sokağı olmuştur, orada volta atar.
Bu rahatsızlık nedeniyledir ki, Afrikalı-Amerikalı, çubuklardan yapılmış kafir tanrıları reddeder; kiliseye sığınır. Bu geçişle birlikte, şiirde Hıristiyanlık propagandası başlar. Ancak, Hıristiyanlık da, Afrikalı-Amerikalı’nın yoksunluğunu tümden giderememektedir. Bir kere, Tanrı’nın kara olması, onu rahatlatacaktır. Tanrı’nın beyaz olduğu yönündeki iddiaları duymazlıktan gelir. Tanrı’yı ‘isyancı kara saçlarla taçlan(mış)’ sayar. Bir ‘oh’ çekebilecek midir? Rahatlamış mıdır? Hayır. Afrikalı-Amerikalılar, o zamanlar birçok eyalette linç edilmektedir ve Tanrı tüm bu olanlara seyirci kalmaktadır (Simylie, 1981, s. 164). Tanrı, beyazdır belki de. Evet, rahatlayamamıştır. Çünkü rahatlayabilmesi için, içindekileri tümüyle dışarı çıkarması gereklidir ama bunu yapamaz. Taşkın içinde yitip gitme tehlikesi vardır.
Lomax’a göre (1997), ‘Miras’ şiirinin son dizeleri, Cullen’ın tümüyle Batılı bir kimliği kabul etmeye hazır olmadığını gösteriyor. Afrikalı-Amerikalı, ne Afrikalı ne Amerikalı’dır.
Bugün milyonlarca Afrikalı, Afrika dışındaki dört anakarada, bir şekilde yaşayıp gidiyor. Mutlu bir yaşam süren bir bölüğü için, Afrika, artık hiçbir şey ifade etmiyor. "İnsanın doğduğu yer değil doyduğu yer, yurdudur" sözünü doğrularcasına, çeşitli ülkelerde mutlu günler geçiriyor, gün geçtikçe daha da beyazlaşıyorlar. ‘Miras’ı, tümüyle beyazlaşmadan önceki anın bildirgesi olarak almak gerekiyor belki de.
Gates Jr., H. L., & McKay, N. Y. (Gen. eds). (1997). The Norton Anthology: African American Literature. New York & London: W. W. Norton & Company.
Gezgin, U. B. (2001). Opera Yazıları(1): Yanlış Etiketli bir Opera ya da 'Xerxes' (Serse) Üzerine. İmece, 24.
Lomax, M. L. (1997). Countee Cullen: A key to the puzzle. In V. A. Kramer, & R. A. Russ. (Eds.). Harlem Renaissance Re-examined: A Revised and Expanded Edition. New York: The Whitston Publishing Company.
(*) ‘Amerikalı-Afrikalı’ ve ‘Afrikalı-Amerikalı’ sözleri arasında bir ayrım yapalım: Birincisinde vurgu, Afrikalı’nın Amerikalı olmasında. Afrika kökenli Amerikalı yurttaşı karşılıyor. İkincisi ise, bir kimliği tanımlamak için, önce Amerikalılık’a, ortak şemsiyeye vurgu yapıyor, daha sonra yurttaşlar arasındaki bir ayrımı bildiriyor: Kimi Amerikalılar Afrikalı’yken, kimileri değil. Bu söz, yaygın olarak kullanılıyor. Oysa, Afrikalı yazını, beş anakaraya dağılmış bir bütün olarak değerlendirilirse, o zaman doğru ifade, ‘Afrikalı-Amerikalı’ değil, ‘Amerikalı-Afrikalı’ olacaktır.
(**) ‘Afrikalı-Amerikalı’ deyişi, zorlama gelebilir. Ama en az ırkçılık içeren deyiş budur. Daha önce Afrikalılar’a ‘Zenci’ deniyordu. Oysa ‘Zenci’, gerçel sömürgecilik dönemlerinde, Beyazlar’ın Afrikalılar’a verdiği addı ve aşağılama içeriyordu (Clarke, tarihsiz). Bugün Amerika’da bir Afrikalı’ya ‘Zenci’ (‘Negro’) derseniz, hakkınızda hakaret davası açılabilir. Daha ileri dönemlerde, büyük paylaşım savaşları yıllarında, ‘renkli’ sözü kullanılmaya başlandı. Irkçı çağrışımları nedeniyle, bu deyiş de artık kullanılmıyor.
These poems are mostly written in a style I don’t care for - Cullen purposefully writes in an elevated, archaic register, and many of the poems feel inauthentic, expressing tropes rather than actual emotions. The poems I like the most are those that start out sounding like a love poem but take a cynical turn (‘En Passant’, a later poem, is cynical throughout), and those from Cullen’s middle career - 1924 - 1932, say - that explore racial oppression and racial justice. His long poem The Black Christ, describing a lynching, is powerful, in part because he cuts back on the imitation of Keats and Shelley and adopts a more direct and modern voice. Cullen consistently uses rhyme and metered verse - it would have been neat to see him try his hand at blank verse. But unlike, say, his contemporary Robert Frost, who also wrote many rhymed poems, Cullen often deploys lines with just two or three feet. Interspersing short lines with long gives some of the poems poems an awkward, herky-jerky pace; stringing short lines together sounds like doggerel. On the other hand, some of Cullen’s sonnets and his villanelle (‘Villanelle Serenade’), the last a particularly hard form to keep fresh, are elegant examples of those forms.
An actual line from a poem, how can anyone not like this
In all honesty though rhymed + metered poetry is so nice. Nothing else reads so well, it’s such a pleasing experience even if you don’t fully understand what you’re reading (which wasn’t really a problem with this collection, anyway)
Cullen wrote in a florid, melodramatic, arcane style I find pretty off-putting, and when they approach sexuality their sexuality is Christian heterosexual without any hint that he was 100% gay--also off-putting. But his diatribes on race are stirring. Also, the introduction essay by editor Major Jackson is fantastic.