Yokuşun başında ha düştü ha düşecek bir siluet görüyorum. Yaklaşıyor mu, uzaklaşıyor mu... Birazdan odamız odun ateşiyle, kandil aleviyle, ıhlamur kokusuyla, radyonun duyulur duyulmaz sesiyle ısınıyor. Kar uyuşturuyor aklımızı. Neredeyse yeniden uykumuz gelecek. Yokuştan inip gelen adam unuttuğum bir anda pencerenin dibinde beliriveriyor.
Ay batarken, ay susarken… Uzun ve eski acılarla sokaklar, siluetler, arsız gözler, kimsesiz sesler, dolmuşun kokusu, başka türlü olsaydı acısı, kuytu pencereler, ölmeye yatan aşk. Radyoda şarkılar şarkılar… Pelin Buzluk, şehrin en koyu gecesinin öykülerini yazıyor En Eski Yüz'de. Kuruyan, gelip geçen. Doğan güne karşı. Hayat, izbe bir meyhanede tek başına bir kadın…
1984’te doğdu. Öykü ve yazıları 2002’den bu yana çeşitli dergi ve seçkilerde yayımlandı. Deli Bal (2010) adlı ilk öykü kitabı Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü’ne, ikinci öykü kitabı Kanatları Ölü Açıklığında (2012) Selçuk Baran Öykü Ödülü’ne, son öykü kitabı En Eski Yüz (2016) ise Sait Faik Abasıyanık Hikâye Armağanı’na layık görüldü.
Pelin'in bazen kendiliğimizi bile unutacak kadar içinde olduğumuz tüm olumsuz koşulları aslında en derinden hisseden ve unutmayan karakterleri ile yazdığı dolu dolu öyküleri... Aslında onlara karakter demek bile özelleştirmek olarak kalıyor oysa bu öykülerde özel olma kaygısı değil hissetmek ve hissettirmek özü başı çekiyor. İlk birkaç öykü dışında diğer öyküleri sanki bir romanın içerisindeymişim gibi okudum. Bir bitişi, sonu olduğunu hissettirmeden bizimle hatta kendimizde yaşamaya devam eden duygudurumlarıyla başbaşa olduğumu sıklıkla hissettim. Öyküleriyle direnen güzel insan Pelin'in bu kitabını, Deli Bal ve Kanatları Ölü Açıklığında kitaplarıyla yan yana gördükçe umutlanmaya devam edeceğim, o kesin...
Yeni dönem öykücüleri arasında okumayı en sevdiğim isimlerden biri Pelin Buzluk. Listem de çok kalabalık değil zaten. Neredeyse her kitabı ödüllü. Bu kitabı da Sait Faik Hikâye Armağanı’nı almış. Dümdüz metinlerden ve kuru dilli öykülerden hiç hoşlanmıyorum. Pelin Buzluk’a bayılmamın en büyük sebebi dili kullanım şekli. Zaman zaman şiirsel ama bir o kadar da duru. Kelimeleri kucaklayıp üzerinize fırlatmıyor. Ayıklanmış ve demlenmiş kelimeler sunuyor okurlarına. Öykü konularının çok farklı olduğunu söyleyemem, belki sekiz sene önce yazıldığını da göz önünde bulundurmak gerekiyor. Gemisiz isimli öyküsü hayatım boyunca okuduğum en güzel, ince, dokunaklı öykülerden biri.
İyi bir öykücü değilim ama Pekin buzluk’u çok başarılı buldum. İnsanı yaralayan gündelik olayların bu kadar farklı anlatıldığı çok öykü bilmiyorum. Tavsiyedir.
Acıklı öyküler. Buzluk'un tespitleri güzel. Hızlı okumayı mümkün kılmayan bir dile sahip. Okuyucuya mesajı var gibi: dur bir düşün bakalım nereye gidiyorsun öyle peşinden atlı koştururcasına... Baştaki ilk bir kaç öyküde zorluk çektiysem de, ilerlemek isterken kelimeler eteğime yapışıp çekiştiriyor hissine kapıldım, hele her şeyin çabucak olup bitmesine alıştığımız bu devirde... 'Başka Esnada' adlı öyküden itibaren kendimi kitabın ritmine bıraktım. Buzluk kendi istediği zamanlarda metnin hızlı akmasını başarıyla sağlamış zaten, ben de mecburen dur dedim kendime bir nefes al. Başka Esnada en favori öyküm oldu 'Fağtınba' yüzümde hafif bir gülümseme uyandıran tek kelimeydi. 'Gemisiz' öyküsünüyse mümkünse zihnimden silmek istiyorum.
Bazı hikayeleri gerçekten çok çarpıcı ve tamamen insanı içine alan türdendi. Özellikle; su işi, tozlu cennet, gemisiz isimli hikayeleri beğendiğimi söyleyebilirim.
100 kitap okuma meydan okumamda 46.kitap ve bu yıl içinde şu ana dek okuduğum en iyi, en leziz kitap aynı zamanda. Pelin Buzluk ilgiyle, severek okuduğum bir öykücü. Dili bu kitapta daha da sadeleşmiş ve bu metinlerin etkisini artırmış. Her bir öyküde farklı bir ‘öteki’ne odaklanmış, özellikle sınıfsal duyarlılığı, kadın meselesine yaklaşımı, toplumsal cinsiyet ve LGBT izletil metinleri… hepsi hepsi çok güzel ve sağlam, ölçülü bir politik duruşla bir araya getirilmiş. Dilin ve metnin tümü sadeliği içinde atmosfer olmuş. İlk öyküdeki gizem, kar, orman ve karakterler örneğin nasıl da güzel bir araya gelip zihnimizde o gerçekliği dolaysız bir şekilde kuruyor, Su İşi su gibi akıp kitabın içine bizi zahmetsizce alıveriyor, geriye kadın karakterimizin kaygısı, endişesi kalıyor ve içimizde taşıyoruz bir süre sonu.
Kitapta benim en sevdiğim öykü, ‘Gemisiz’ öyküsü… başlıktan son noktasına kadar tüm kırılmalarıyla, gizemi ve duruluğuyla bana en çok dokunan, ders niyetine dönüp dönüp okuyacağım bir metin.
Bütün bu metinlerde sadece muazzam leziz bir dil ve anlatımla karşılaşmadım, ayrıca bana hiç bakmadığım pencereler de açtı bu metinler. Örneğin ‘Ortanca Oysa…’ öyküsünde adımın hiç düşünmediğim bir boyutuyla karşılaşmak sanki uzunca bir tırmanışın ardından bir tepenin üstünden bitimsiz bir güzel manzara görmüşüm gibi hissettirdi bana. Bu yılın en iyi okuması oldu benim için. Yavaş yavaş sindire sindire okumam bundan ☺️🌸ve tekrar tekrar dönecek olmam..
Bir kitabevinde karşılaşıp okuma isteği uyandırmıştı kitap. İyi ki alıp okumuşum diyorum şimdi. Çok güzel öykülerdi. Birisini bitirince hemen diğerine geçme isteği uyansan da insanın içinde, öyküler buna izin vermiyordu. Hazmetmen lazım ilk önce, diye uyarıyordu. Dilinde biraz Yalçın Tosunvari bir hava sezdim ve bu tabii ki hoşuma gitti. Aynı zamanda sadece tek kişiye odaklanmaması da baya güzeldi.
Sait Faik Hikaye Armağanı’nı alan kitaplar listesinde görerek tanıştım Pelin Buzluk En Eski Yüz kitabı ile... Çok beğenerek okudum. Özellikle ilk hikayelere bayıldım; Su İşi, Tozlu Cennet, Dördüncü, Başka Esnada... Sonlardaki hikayeleri başka zaman tekrar okuyacağım. Belki kaçırdığım bir şeyler vardır... Sizler de okuyun tavsiye ediyorum.
Pelin Buzluk’un öykülerinde temel mesele “Erk’e karşı mücadele” dersek yanlış bir yerde durmuş olmayız. Kadının erkeğe rağmen ayakta kalma mücadelesini okuruz yazdıklarında. Orta Doğu coğrafyasında kadın olarak doğmak, büyümek ve varlık göstermek, birey olmak… Yalnız bir anne olarak çocuğunu büyütmek, kadın yazar olmak… Hepsinde başka başka erklerle karşı karşıya kalır kadın ve hep bir mücadele içindedir. Sonuçta kadın olmak erkeklere bahşedilmiş alanı aşmaya çalışmaktır, ömrün sürekli alan açmakla geçmesidir. Nefes almaya çalışmaktır, yaşamak için direnmektir ve tabii ki sürekli güçlü olma zorunluluğudur. Bu nedenle cinsiyet eşitsizliğine, kadınların maruz kaldığı adaletsizliklere çevirir dikkatimizi.
Bir de lgbt konusu var bahsetmem gereken, öykülerinde ara ara mı desem sık sık mı desem karşımıza çıkan. İlk lgbt öyküsünü yazarken kendi içindeki o ufak homofobik kırıntılarla yüzleştiğini söyledi bir söyleşisinde. Görev bilinciyle yazmasa da yazdıklarıyla okuyucunun da kendi içine dönmesini sağlıyor; başka bir bakış açısı kazanmasına yardım ediyor.
Dili çok güzel kullanıyor bence. Etimolojiye ilgi duyduğu için hayatının bir döneminde sürekli sözlük okuduğunu dinlemiştim. Bu da diline çok farklı sözcükler kazandırmış.
Son yazdığı öykü kitabı “En eski yüz”. İlk kitaplarında daha kapalı bir dile, metaforlara, imgelere sahipken, daha mesafeli, soğuk olarak tanımlayabilecekken sonra sonra dilin açıldığını da söylemişti konuşmasında. Son yazdığı kitabın dilinin bir şeyleri daha çok anlattığını, anlam sunduğunu, daha anlaşılır bir yöne evrildiğini söylerken aslında son kitabındaki dilin en özgür dil olduğunu, en kendisi olduğunu da ekledi.
Okura açık kapı bırakan öyküler yazıyor Pınar Buzluk. Çünkü kendisi düş kurarken okurun da kendi düşünü görmesini istiyor.
“Öykü klasik anlatıdan farklı. Öykü sonu için okunmaz. Her sahne kendisi için var ve her sahne gerekli; öykü okura düş gördürmeli…”
Pınar Buzluk, her okurda ve her okumada farklı düş kurduran, hayatını sürdüren metinleri, her seferinde başka bir duygu yaratan, bize dokunan öyküleri seviyor ve o yönde öyküler yazıyor. Çünkü metnin sonradan devam etmesi, çoğalması gerektiğine inanıyor.
Oldukça karanlık metinler ama aralardan ışıklar da sızmıyor değil. İşlediği konuları düşünürsek karanlık olması da kabul edilebilir aslında.
Öykülerinde fantastik ögeler var ve bunun düş kurmak için alan açtığını düşünüyor ki bu bence de çoğul okumaları mümkün kılan bir şey.
En doğru sözcüğü bulmak ve en az sözcükle söyleyebilmek, nokta atışı yapabilmek için defalarca aynı öyküyü yazıyor hem de hala defter ve kalem kullanarak elle yazıyor. Bu noktada kendimi ona çok yakın hissettim.
Hayal kurmayı sevenler beni okusun, metinden her şeyi beklemeyen insanlar beni okusun diyor. Yani metne eşlik etmeyi seven insanlar okusun. Metnin her şeyi vermesini bekleyen okurlara göre pek değil Pınar Buzluk öyküleri.
Mesela Pınar Buzluk için abisinin ellerini bacaklarını bağlayıp ölmesi için denize attığı Hatice ölmez, denizkızına dönüşür ve o Hatice’nin ölmediğine kalpten inanır :
“Birleşip pullandı bacakları. Hızla beline tırmandı pullar. Suya değen Camsap gibi sırrı açığa çıktı. Derinlere dalmadan önce dönüp son kez baktı bana. Kıpırdayamadım, gıkım çıkmadı. Ellerim dua eder gibi açık, kalakaldım. Hatice! Kuyruk vurup gitti... Meğer o kız bizim evde yaşarmış ha! Balıkçıların denizkızı dedikleri hani. Şimdi gidip babama diyeceğim. Öldüremedim çünkü yaşamanın bir yolunu buldu. Bırakalım yaşasın baba. Bırak bu ölümden hepimiz kurtulalım. Hatice’miz denizkızıymış. Denize karıştı, gitti…”
Kızcağızın aşkına karşılık vermeye gönül indirdin Hırsızlama baktım: Yanında güzel bir kadın vardı. Birbirimizin bedenlerinde kimlerle seviştiysek onlara gidelim. İtirafla rahatlanacak mı ki? Emin ol, diyor. Bir yarayı unutmak için yeni yaralar açma cesareti. Ellerime baktım, ellerime bile yazığım geldi. Giderek yerimizi alan, biz olan bir korku Kendini dışarı dar atmak. Sası meyveler Madem buradaydı, gelip bakardım, kendi uzağımdan. Masallara yöneldim. Bu eşsiz düşün tadına varmak istiyordum, aklın sınırını kabul etmeme. Gerçek neye yaramış ki şimdiye kadar? Sisin içinden çıkan dolmuşla gelmiş olmayı gerçekle gerçek üstünü ayıran imge olarak... Peki her şey önceden yaşandığı gibi olmak zorunda mı? Bu kez başka yaşamak. Geçmişi yenileme durumu. Belki bazıları bulmuştur bunun yolunu ve kimseye söylememişlerdir. Ya da söyledikleri iyi sır tutmuştur. Bir gerçeğin düşte görünmüş olması neyi değiştirirdi? Öz sıcağımı aradım. Deray! Anons esnasında gördüğü sahneyi anlatmak çok iyi fikir. Ağırlama... Babaemîr nedir kimdir? Onun gelişiyle bağdaşması ve avlu sahnesiyle iç içe anlatılması eve yeniden gelip kapıyı yumruklaması kurgu yaratılışını merak. Okura bırakılan boşluklar nefis. Kullanılan kelimler özel hissettiriyor, sarsıyor. Cümlelerin boşluklu geçişleri silkeliyor. O buruk öfke. Kırgın ve kızgın hal. Üzgün, merhamet, yardım. Bizim eski izlerimiz. Bizim eskimizin izleri. Resmi göreslenmiştik. Babamın mermer yastığına tutunmuş bir telek gizlice efildedi. Babam, benim sürmeli hazretim. Sela, içli bir ağıt kulağımda, babamtanımaz müezzinin sesinden. Annem o hastanede giderek eskiyor. Eskiye giderken anda kalmak eş zamanlı olarak kişileri vermek ve hepsinin ayrı ayrı olaylarını. Yakasını fayrap etti. Bir namustur ki üstümüzden toplayıp atamıyoruz. Hangi ağacı istersek onu olduk. Müziğe söz yazma cüretini ilk kim göstermişti? Ekmeğe bulut sinmiş, yumuşamış.
>>> yalnız alıntılar karmaşık metinle iç içe söylemesi olsun <<<
Pelin Buzluk bugüne kadar üç öykü kitabı yazdı, üçü de ödüle değer görüldü. Giderek daha belirginleşen bir dil hakimiyeti var. Kadınların ağırlıklı olduğu öykülerde okuru incitmeden yaraları kaşıyor yazar. Dünden yarına olagelen, hiç iyileşmeyen yaralar. Bildiğimizin farkında bile olmadığımız hayatlardan laf açıyor. "Denize bakıyorum. Bu dışarıdan son bakışım diye. Deniz ilk gördüğümdeki gibi gözüme yığılıyor. Pırıl pırıl pırıl... yanıyor. Başımızda deniz kuşları uçuyor. Balıkçıllar, insancıllar. Dönüp bakıyorum ağbime. Bu kez yakalıyorum bakışlarını. Sanki son bir kozum var. Son bir diyeceğim var bu sahnede. Perde o yüzden kapanmıyor."
Dil, uslüp, ve bu türe hakimiyetin üst düzeyi bir yana, az kelimeyle çok şey anlatmanın ve okuyucu için anlamanın şahaneliği bir yana, bambaşka dünyalara götüren, uzun süre oralarda durup, dolanıp, gidip gidip gelmenize ve her birinde yeni, değişik ve belki de bitmeyen/bitemeyen sonlar üzerine düşünmenize neden olan bir kitap. Bu kitabı herkes okusun isterim. Yeni kitaplarını hararetle bekliyorum, Pelin Buzluk!
Çok samimi. Çok içten. Günümüz insan doğasını en dramatik ayrıntılarına kadar yakalayan öyküler. Pelin Buzluk bu coğrafyanın yeterince konuşulmayan yaşam hikayelerini cesurca ve özgürce dile getirmiş. "Ortanca Oysa...", "Uçurum" ve "Tozlu Cennet" en sevdiklerim. Hepsi buranın yaşantıları, gerçek hikayeleri. Edebiyatımızın böyle seslere ihtiyacı var.
Sait Faik Hikaye Ödülü sahibi bir eser olduğu için satın aldığım bir kitap bu. İncecik bir şey ama okumam görece fazla uzun sürdü. Bir zaman sonra, bütün öykü kitapları birbirinin aynısı gibi geliyor. Aynı gerçekçilik, aynı karamsarlık, aynı sembolik anlatımlar. Özellikle son öyküdeki çaresizlik yüreğimi yaktı.
Öyküler iyi ki var! İyi ki, iyi ki, iyi ki! Kadınlığımla gurur duyarak, kadın oluşuma ağlayarak, özleyerek, sızlayarak, hissederek okudum hepsini. Bir insan bunca şeyi nasıl böyle güzel yazar, nasıl hisseder, hissettirir; insanın içine işletir...
Hikaye okumayi cok tercih etmiyorum ama bu kitabi almis bulundum. Zor hikayeler bunlar, biraz da karanlik. Artik baska turlu hikaye yazan yok ama bunlar gercekten hayatin gercekleri ile yuzlestiren, biraz ruh karartici hikayeler. Kelimelerin kullanimi cok basarili ama biraz umut verse keske...
İlk kez Pelin Buzluk okudum, sevdim mi sevmedim mi karar veremedim. Sanırım hikayelerdeki karamsarlık ve karanlık yazarın iyi kullandığı dilinin önüne geçti. Başka bir kitabını daha okuyacağım mutlaka.