Una historia autobiográfica por la que desfilan un padre que siempre se ocultó bajo un nombre falso y un mito literario cuyos secretos están guardados bajo llave.
Un escritor que descubre a su padre esbozando su novela en el mismo café en el que él se refugia para crear su propia obra. Un marinero que planea asesinar al que será uno de los grandes nombres de la literatura de todos los tiempos porque lo ha utilizado como personaje de uno de sus cuentos sin su permiso. Un polaco con diez hijos a los que ha bautizado con los nombres de diez reyes de Inglaterra. Personajes dispares con una nota común: todos esconden oscuros secretos que se han esforzado en mantener ocultos, pero que, como ocurre con los grandes misterios, saldrán a la luz gracias a pequeñas coincidencias, cambiando tanto el futuro como el pasado de sus protagonistas. Berti, uno de los más brillantes escritores actuales, teje una fina trama en la que ficción y realidad se entrelazan de forma indisoluble para dar lugar a un libro único. Una historia que se bifurca y se reinventa para atraparnos en uno de los relatos más hermosos sobre la figura del padre que se han escrito jamás.
En baştaki atıftan içeriğindeki kurgu ve karakter diyalogları ve hatta yazarın tekniğine kadar enfes.
Şu sıra ebeveynlik sorgulama hedefli kitaplar baya raflarda ön planda. İlginizi çekmemesi de pek mümkün değil bence. Bu sebeple de bi şans verilmeli ama sadece bu eksende değil kitap zaten. Göçmenlik, dil sorunları ve ebeveynlik öğeleri ile birlikte otobiyografik unsurları da bulunuyor bu da kitaba baya enfeslik katıyor.
“..her cenazede bir bedenden çok daha fazla şey gömülür.”
“ .. ödül olmayan, olmaması gereken bir şeyle , her şeyden önce hak olan bir şeyle ödüllendirilmişlerdi.”
“Zaman geçtikçe özlenen ülke bazen insanın dönmeye karar verecek olsa bulacağı ülke değiş, başka bir ülkedir. Artık var olmayan ya da sadece hafızada saklanarak var olan bir ülke.”
Yabancı Bir Baba, okuduğum en farklı, en zekice kurgulanmış ve göç, kimlik, göçmenlik, yurt, aidiyet kavramlarını irdeleyen en iyi romanlardan biri. Eduarto Berti kendi ailesinin hikayesini kurgulaştırmış aslında bu romanda, hatta bizzat kendisi de başkarakter olarak okurun karşısına çıkmış. Roman, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Romanya’dan Arjantin’e göçen bir ailenin, burada dünyaya gelen oğlu olan karakterin annesini kaybetmesiyle başlıyor. Bu başlangıç aslında annesi ölünce babasıyla mesafeli bir ilişkisi olan karakterin onunla hesaplaşmasıyla beraber İskandinav edebiyatı tadında bir baba-oğul hikayesi okuyacağım hissi uyandırdı bende ama beklediğimden çok daha farklı ve sıradışı bir kitap olduğunu anladım çok geçmeden. Kurgu içinde kurgunun olduğu romanda üç hikaye var aslında: birincisinde kökleri Rumen olan Arjantinli yazarımızın Paris ve Madrid’e taşınmasıyla geçen yılları ve bu esnada kaleme aldığı romanının karakterinin yaşadığı yerleri görmek üzere İngiltere’ye seyahati sırasında başından geçenleri okuyoruz. Buna paralel ilerleyen ikinci hikaye, yazarın kaleme aldığı roman ve fakat bu aslında bir yüzyıl önce yaşamış ünlü bir yazarın hayatından bir kesit. Üçüncü ve diğer iki hikayeden çok daha az karşımıza çıkan hikaye ise, yazarın babasının yazmayı planladığı hikaye. Tüm bu hikayeler çok ustalıklı bir şekilde ilişkilendirilmiş ve birbirine bağlanmış. Ve esasında hepsi kimlik, göçmenlik ve aidiyet meselelerini çok gerçekçi bir biçimde ele alan muazzam bir bütün okuşturmuş. Vatanından kopmak zorunda olmak, yeni bir dünya ve düzene alışmak, bambaşka bir kültürün parçası olmak, bu meselenin daha az bahsedilen uzantıları olan yeni bir dili ana dili gibi benimseme meselesi ve bunda ortaya çıkan belki de en büyük engellerden biri olarak aksanın insana adeta hayatı boyunca kurtulamadığı, sürekli ona ‘yabancılığını’ anımsatan bir etiket gibi yapışıp kalması kurguda o kadar güzel işlenmiş ki etkilenmemek elde değil. Berti, ilk okumamda beni kendine hayran bırakan, genç ve yetenekli yazarlar listeme üst sıralardan girdi; hakikaten böyle yetenekli ve zeki bir yazarla tanışmayı beklemiyordum. Postmodern edebiyattan ya da farklı kurgulardan hoşlanıyorsanız ya da göç, kimlik konuları ilginizi çekiyorsa mutlaka öneririm.
Elimde uzun süre oyalanmasına bakmayın, şık bir kitaptı. Yazarın kendi yaşamından otobiyografik ögeler taşıyan, bunun yanısıra Joseph Conrad'ın hayatı hakkında kurguladığı bir kitaptan bölümler içeren, yetmedi babasının yazdığı "Göçek" isimli novellanın da işin içine karıştığı katman katman açılan bir okuma oldu. Göçmenlik olgusu, baba-oğul ilişkisi, kullanılamayan anadiller vs, herkes aynı derecede sever mi bilmem ama bu kitap çok şey içeriyor...
Kitabın çıkış noktası, ana teması aslında güzel, hatta çok ilginç. Yazar bir "Requiem" yazıp "Yabancı Baba"sıyla yine bir "Yabancı Baba" üzerinden hesaplaşmış, belki de gerçekten tanımadığı-tanıyamadığı babasıyla yüzleşmiş. Paralel hikayeleri sevenler, yazarların yazma süreçlerini merak edenler için ilginç bir kitap olabilir. Vatansızlık, ana diline uzaklaşma, kendine tamamen zıt bir coğrafyada yaşamak , hatta geçmişini yadsımak (zorunluluğu) yetkin, ama dogmatik olmayan bir şekilde anlatılmış. Gelgelelim, biz yazarın Romanya asıllı babasını (hatta annesiyle olan ilişkisini bile) iyi kötü tanırken, Joseph Conrad'dan esinlendiği besbelli olan roman kahramanı Josef ve oğlu Borys'in kimlikleri ve aralarındaki ilişki havada kalıyor. Yine de farklı bir okuma deneyimi için uygun, renkli, çok katmanlı bir roman.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Novela semi-autobiográfica, en la que el protagonista es el narrador (Eduardo Berti), tratando de escribir una novela sobre Joseph Conrad mientras descubre secretos de la vida de su padre. El resultado es irregular, salvado por la buena redacción de Berti, uno de los mejores escritores argentinos actuales.
Eduardo Berti ismini daha evvelden duymamıştım. Kütüphanede kitapları karıştırırken, Yabancı Bir Baba isimli kitabına denk geldim. Göçmenlik, yazmak ve dil ile ilgili olan arka kapak tanıtım yazısı ilgimi çekmeye yetti.
Yazarın hayatından da etkiler taşıyan, bu yönüyle otobiyografik denebilecek kitap, Nikolay Çavuşesku'nun devrilmesine yakın bir tarihte Romanya'dan kaçan gemici bir babanın, yerleştiği Arjantin'de doğan oğlu Eduardo'nun hikâyesini anlatıyor. Daha doğrusu, kitapta olup bitenleri bu adam anlatıyor. Büyümüş, yazar olmuş.
İki kısımdan oluşuyor kitap. Her bölümde bu iki kısım arası geçiş yapılıyor, biri, Eduardo'nun anlattığı, "şimdi". Diğeri, Eduardo'nun hayatının romanını yazmaya karar verdiği Leh asıllı yazar Joseph Conrad'ın geçmişini ve bunun üstünden kurguladıklarını içeren "roman".
Baba-oğul ilişkisi arızalı olan fakat yine de babasını seven benim gibi tipleri yer yer gülümsetecek yer yer ağlatabilecek çok şey yaşıyor kitapta Eduardo ve babası. Hatta, babası öldükten sonra da duygusal olarak yoğun yüzleşmeler yaşamaya devam ediyorlar. O yüzden ilk kısmı, Eduardo'nun ağzından olup bitenleri dinlediklerimi daha çok sevdim ben. İkinci kısmı o kadar sevemememin sebebi sanırım Joseph Conrad'ı tanımamam. Conrad'ı tanısam belki onunla ilgili kısımlar daha çekici gelecekti.
Sürgünün, vatansızlığın, dilini bilmeyen insanlar arasında yaşamak zorunda kalmanın bu kadar sık yaşandığı 21. Yüzyılın insanını ne güzel anlatıyordu kitap. Latin Amerika, yalnızca kahve ve kakao konusunda değil, edebiyat konusunda da bereketli topraklardan olduğunu yine belli ediyor. Ve son olarak, sen ne kadar kaliteli bir çevirmensin böyle Roza Hakmen!
This entire review has been hidden because of spoilers.
El narrador cuenta la historia de la muerte de su padre y de los secretos que éste ha ido desvelando a su hijo. Esta historia se va entrecruzando con una novela que el autor está escribiendo sobre Joseph Conrad, y otra que el padre del narrador había empezado a escribir. El intento de hacer interactuar las historias con las ficciones que los escritores escriben no acaba de funcionar demasiado, en mi opinión. Los hechos narrados no son suficientes para mantener una novela de estas dimensiones La resolución de los misterios sabe a poco.
Jozef (yazar) evlenip Londra'da yasiyor , kitabin yazari Jozef'le ilgili yazdigi kitabi icin Londra'da Jozef'in hayatini inceliyor; Kitabin babasinin yazari ise Romanya'da dogmus Arjantin'e goc etmis. Kitap bu uclunun yasamindan kesitler uzerinden gocmenlik durumuna bakiyor ve bugunden bir bakisla gecmisin sirlarina vakif olmaya calisiyor.
TANGO AUF EINER ZWIEBEL 🇷🇴 Wann ist er auf Deutsch zu lesen? UN PÈRE ÉTRANGER ist Eduardo Bertis wahrscheinlich persönlichstes Buch. Sprunghaft, ironisch, mit Ausfallschritten und Figuren wie beim Tango. Die Biographie seines „fremden" Vaters gleicht dem Häuten einer Zwiebel: Wie bei einer Zwiebel, klebt eine Schicht auf der nächsten. Unter der ersten Haut findet sich die zweite, die beim Schälen eine feuchte, dritte Haut freigibt. Sobald man begreift, wo das Herz der 400 Seiten dicken Zwiebel steckt, nämlich in dessen Mitte, bringt die Lektüre Genuss.
WORUM ES GEHT:
Bertis Erlebnisberichte kreuzen sich mit einem fiktiven Attentat auf den Schriftsteller Joseph Conrad. Der Erzähler führt uns von seiner Geburtsstadt Buenos Aires über England, Spanien, Deutschland und Rumänien nach Frankreich. Er schildert seinen Plan, einen Roman über „Jozef“ zu schreiben, der am Ende grandios scheitern wird. Ein Spiegelbild seiner selbst findet Bertis „Alter Ego“ im englischsprachigen Polen Joseph Conrad, sowie im eigenen Vater. Der schreibt zur Verwunderung des Sohnes ebenfalls einen Roman.
WAS MIR GEFIEL:
Bertis Theorie einer „Phantomsprache“. Vater und Sohn schreiben beide nicht in ihrer Muttersprache. Der in Rumänien geborene Vater auf Spanisch, der in Argentinien geborene Sohn auf Französisch. Welche Identität hat man, wenn man länger im Ausland lebt als in seinem Vaterland? Gute Frage.
LIEBLINGSSATZ «Józef pensait que le son pouvait avoir plus de pouvoir que le sens»
Gefallen hat mir auch Bertis tänzerische Selbstironie. Apodiktische Aussagen nimmt Berti stets elegant zurück. Beispiel: „Jozef war nicht stolz darauf, vielleicht aber doch ein bisschen, dass er großartige Erfahrungen vorweisen konnte, die andere nicht hatten.“ Zeitsprünge, Rück- und Vorblenden sind weitere Merkmale nicht linearen Erzählens. So zackig und rund, weich und wild, leidenschaftlich und traurig sehen Tangos aus.