hiçbir kadının bütünlüklü bir öyküsü olamayacağını düşünüyorum durmadan, çünkü bütünü, bizlerde bir bütün olarak yola çıkanlar, parçalara böldüler, sonra onlar da bölündü, öykülerimizi artık kuramıyoruz, hiçbirimizin serim, düğüm ve sonucu olamadı.
Bütün Kadınların Kafası Karışıktır'da Ece Temelkuran, kadınların küçük, komik, bölük pörçük öykülerini anlatıyor. Herkesin kendi bölük pörçük öykülerinden parçalar eklendikçe genişleyen ve insan olmanın çekirdeğine doğru yola çıkarken mizahını kaybetmeyen bir şiirli metin…
Ece Temelkuran, Turkish author, was born in 1973. She is a daily columnist of one of the most popular Turkish newspapers for ten years and a prize winning journalist. Her primary concerns that she addresses are the contemporary criticism of popular culture, masques of politics, women issues, and all other deteriorating identities of humanity. She uses various forms of dramatic sentimentalism and black humor together, combined with her postmodern style, creating space for tactful connections to everyday life. She is the author of three experimental literary fiction books written in the form of poem in prose, and a documentary book on hunger strikes. Lately she published two collections of articles from her column. Temelkuran is the pioneering signature of her generation with opposing voice as a young intellectual, and always brave to tell about “never to talk subjects” of Turkey.
She graduated from Faculty of Law, Ankara University in 1995. She started her journalism studies at Cumhuriyet newspaper in 1993. She worked on women’s movement, Southeast Issue in Turkey and also political detainees. Her first book, “All Women Are Confused “ was published in 1993.She was chosen as the “Journalist of the year” by German government and then she made a research on Women movement in Germany in 1993, the same year when she was chosen as the Journalist of the year.
Her research book “My Son, My Daughter, My State-The Mothers Of Detainees- From Homes To Streets.” Was published in 1997. She was awarded by Office of Doctors since she had a research paper “Virginity Test is A Crime” for Cumhuriyet journal.
Her poem- prose books “From the Edge” and “Voice Of The Inside” were published by Everest. She went to Brazil in 2003 and to India in 2004 to observe World Social Forum. She examined the nation movement after the economic Crisis in Argentina. Her books that include newspaper articles Voice Of The Inside and From Outside were published by Everest in 2005. She took the Idea and Democracy Award by the Office of Doctors in Turkey with her book “We Are Having Revolution Here, Senorita!” (Everest, 2006). She was also awarded by Diyarbakır Democratic Platform with her book “What Should I Tell You?”. Ece Temelkuran, who deserved the award of Freedom for Idea by Ayşenur Zorakolu, keeps writing on her column “From The Edge” at Haberturk newspaper and her latest books “The Deep Mountain” (2008) and “Sounds of Bananas” (2010) are published by Everest.
Yazarımız kendinden yola çıkarak kadınların ruh halini, psikolojilerini ve içinde bulundukları durumlara verilen tepkileri anlatmış, öyle roman tadında falan değil bildiğiniz dümdüz ne paragraf başı yapmış, ne noktosına virgülüne dikkat etmiş, çok tepkili olduğunu düşündüğüm yerleri tamamen kocaman harflerle yazmış.
İlkokulda yaşadığı ilk haksızlığı, lisedeki mağlubiyetini, üniversitede oldum büyüdüm sanırken daha çok yolu olduğunu ama hayatın kadınlara nedense hep erkeklerden farklı davrandığını, sevgilisini, annesini, babasını, kardeşini yazmış...
Ben sevdim, samimi de buldum üstelik ayrıca altını çizdiğim bir sürü de cümlem oldu, tavsiye ederim.
Beş yıldızın yetmediği kitaplardan birisi kesinlikle. Ece Temelkuran ile tanışma kitabımdı ve daha önce bu kalemi okumadığım için gerçekten üzüldüm. Kısa kısa şiir-metin yapısında ve okuması en fazla bir saat alan ama üzerinizdeki etkisi en az bir ay gitmeyecek ağır bir kitap. Altını çizmedim nadir sayfalar var. Mutlaka okunmalı.
Bu kitap 90larda ve yazar 23 yaşındayken kaleme alınmış. Şu an bu tarz bir anlatıma, şiirli özlü sözlere özellikle “berbat edebiyat” gibi sosyal medya hesapları sayesinde o kadar aşina olduk ki; artık sadece okurken “hımm demek öyle” dedirtiyor. Belki ilk yazıldığı zaman okunsa farklı olabilirdi ama 2019 için çok geç. İlk kez Ece Temelkuran okudum, bu kitap önerilerek, çok uzun bir zaman sonra devam ederim başka eserlerine artık.
4.5'tan beş, 4.5'tan dört? Yazarın kalemi, anlatmaya çalıştığı şeyler ve altlara sakladığı anlamlar çok hoştu. Dağınık, ancak bu kitabın türünden ötürü rahatsızlık vermedi. Aslında kendi göre oldukça derli topluydu da. Çok beğendim, bazı yerlerde derinden vurdu. Düşündürdü, etkiledi anlayacağınız. Yazarın diğer eserlerini alacağım, ancak uzun sayfalara sahip romanlarından kaçınacağım. Onlar için biraz zaman var..
Bana vakit kaybı hissi veren, vasatın çok çok altında Ece Temelkuran yapıtı.
"Parçalı dil" olayını çok çok yanlış anlamış yazar belli ki. Yapıta (haklı olarak) gelebilecek olumsuz eleştirileri sanki çok sığ yorumlarmış gibi yapıtın içine yerleştirmiş parantez içlerinde, aklınca kendi de onları eleştirerek, "siz n'anlarsınız" diyerek. Ama öyle olmuyor o işler işte.
Yazarın okuduğum ilk yapıtıydı, bir daha da herhangi bir yapıtını okumak gelmiyor içimden.
Ama Can yayınlarından çıkan kapağı çok başarılı, bunu da belirtmeliyim.
Ben çizemedim sevdiğim cümleleri, öyle kirletilmiş öyle acıtılmış ki canı, bir çizgi de ben çekmek istemedim. Zaten bütün kitabı çizmem gerekirdi. Her cümle de durup düşünmek gerek. Yaşamadıysan bilemezsin, düşmediysen yeniden ayağa kalkmayı anlayamazsın, susarak bağırmak ne demek dersin.
Hani bazen olur ya ağlamak yetmez. Ağlamanın hiçbir türlüsü yetmez. Bağırmak da yetmez. Çekip gitmeye bile gerek yoktur. Garip bir gülme kapsar göğsünüzü. Çünkü acı öyle büyüktür ki, bedeninizi kaplar. Bedeniniz acı olur. Acı yabancı değildir, batmaz. Gülersiniz. Gülüyorum. Bütün gizlenmiş, yatıştırılmış, bütün yasaklanmış gülmelerimi gülüyorum.
öyle bir suçluluk duygusu var ki bende, yemeğin yemediğim yarısının bile kalbinin kırıldığını düşünüyorum. böyle yaşamak kolay olmuyor elbette. insan, yaşamayı becerebilenlerin karşısında donup kalıyor. yani merak ediyorum, insanlar nasıl oluyor da yaşamaya ara vermek istemiyorlar. bana gelince, ara vermek bir yana, yaşamak istediğimden bile o kadar emin değilim. o tür bir saplantım ya da kararlılığım diyelim hiç olmadı. kendimi dünya için o kadar zorunlu veya yararlı da görmüyorum üstelik. soğuk makarna gibiyim, ne dünyaya zarar vermek istiyorum ne de büyük bir yarar sağlamak gibi önlenemez bir isteğim var.. var olmak, o kadar da heyecan verici gelmiyor bana. buna karşılık, yok olmanın da anlamlı bir yanını göremiyorum. tavşan boku gibiyim bir bakıma; kokmaz, bulaşmaz. sizin anlayacağınız, eğer ölümü anlamlandıran yaşadığınız sürece yaptıklarınızsa, pek şansım yok..
Derin bir kitaptı. Ece Temelkuran'a bu kitapla başlamamalıydım sanırım. Kafamı karıştıran yerler var adından ötürü olsa gerek ama altını çizdiğim çok fazla cümle vardı. Bu bölük pörçük hikayelerden herhangi birisi eminim ki bir kadının başına gelmiştir. Gelmediyse de çevresinde bu hikayelerden birini duymuştur. Sırf şu cümle için bile okunabilir; "bir şehrin açık hava çiçekçilerinin başına gece bekçisi dikilmesi, şehirde hala çiçek çalmayı düşünen insanlar olduğunu gösterir. ne güzel!"
Karışıktır gerçekten:) Ama hemencecik yolu da buluruz. Ece Temelkuran, kelimelerine aşık olduğum insan. Ne yazsa okurum. Ne söylese dinlerim. O yüzden biraz yanlı olduğum doğrudur. Edebi bir eser değil bu kitap. Ama almak isteyene içinde güzel şeyler söylüyor.
Ece Temelkuran’ın ilk kitabı. Yer yer çok beğendiğim ve gençliğin getirdiği o kafa karışıklığını, anlaşılamadığın hissini çok iyi anladım. Genelde yazarların daha olgun dönem edebiyatlarını okuduğum için (Temelkuran’ın da Devir’ini okumuştum daha önce) bu daha taze bir tat verdi. Sık sık hayata karşı sağlam durabilen kadınlardan bahsetmiş ikinci yarıda. Ağlamayan, kararlı kadınlardan. Onlar gibi olmak istemiş mi bilmiyorum. Bence istememiş çünkü kendi duygusallığı insanın üzülmesine sebep olsa da anı yaşabildiğini, durmadan hesap kitap yapmadan bir şeylere tepki verebildiğini gösteriyor ve bu satırları yazan yazar için bu çok önemli. Bundan sonra Hep Beraber’i okuyacağım, bakalım nasıl değişmiş!
"Peçete koleksiyonu yaptığımızdan beri kadınız. Oğlan çocuklarının yere çivi atarak oynadıkları oyunu öğrenmeye çalıştığımızdan beri de, daha çok. Kanamanın ve sevişmenin bununla bir ilgisi olmadı hiç."
"Bugünlerde anneniz aklınıza daha sık gelmeye başladıysa, önemli suçlar işliyorsunuz demektir."
"Bir şehrin açık hava çiçekçilerinin başına gece bekçileri dikilmesi, şehirde hala çiçek çalmayı düşünen insanlar olduğunu gösterir. Ne güzel!"
"Hep böyle olmaz mı? Erkekleri salonda bırakıp mutfağa gitmez miyiz? Vatanımıza, doğal ortamımıza dönmenin huzuru. Neden bir de mutfakta sorulur hal hatır? 'Nasılsın' daha kısık ve doğrudan bir sesle, gerçeği duymak ister gibi, salondaki yalanları değil."
"İnsan, yaşamayı becerebilenlerin karşısında donup kalıyor. Yani merak ediyorum, insanlar nasıl oluyor da yaşamaya ara vermek istemiyorlar."
"Tanrı aşkına, en son 5 yıl önce ağlamış bir insanla ne konuşabilirsiniz ki?"
"Anlamak, hoşumuza gitmiyordu; çünkü, anladığımız şeyleri değiştiremiyorduk" "Biz ne savaşabildik, ne de barışabildik dünyayla."
"Hani bazen olur ya, ağlamak yetmez. Ağlamanın hiçbir türlüsü yetmez. Bağırmak da yetmez. Çekip gitmeye bile gerek yoktur. Garip bir gülme kaplar göğsünüzü. Çünkü acı öyle büyüktür ki, bedeninizi kaplar. Bedeniniz acı olur. Acı yabancı değildir, batmaz. Gülersiniz. Gülüyorum. Bütün gizlenmiş, yatıştırılmış, bütün yasaklanmış gülmelerimi gülüyorum."
"Yenilmekle uzlaşmak arasındaki yerdedir delilik. Delirdiğinizde herkes, artık mutlu olduğunuzu, her şeyin düzeldiğini sanır. Düzelmiştir de bir bakıma, çünkü unutmuşsunuzdur. Böyle bir delilik, hastalık değildir. Bu delilik, insan üzerinde işlenen suçların sonucudur. Ve suçlar hiçbir zaman kanıtlanamaz. Gizlenmemiştir, bu yüzden ortaya çıkarılmaz. Kimse cezalandırılmaz. Suçlu olanlara hiçbir zaman suçlarını gösteremeyiz. Suçları, yine mahkumlar dinler ve dinledikçe yeni acılar çekerler. Acı, yine acı çekme yeteneği olanlara düşer. Yine dinleyenler duyacaklardır. İşte öyküler, bu yüzden hep biraz yanlış adrese gider."
Kitabı beğendim hatta daha çok Ece Temelkuran kitapları okumak istiyorum. Anlatım, konu örgüsü kısa kısa metinler halinde gerçekleşiyor. Okuması kolay ve keyifli. Anlatmak istediği mesajıda anladım, beğendiğim kısımlar, altını çizdiğim kısımlar oldu ancak yorumlara göre bayılacağımı düşünmüştüm sadece beğendim bayılmadım.
Yanılmıyorsam Ece'nin ilk kitaplarından biri. Şu anki Ece'nin dili değil belki ama hala bizden biri o, Ece yani :) Kısa kısa denemelerinden oluşan bu kitap, sanki ben yolculuk yaparken okuyayım diye, bana özel yazılmıştı. Kafası karışık insanlarız -bazen-, o kesin :)
ÇOK SUSARSAN DELİRİRSİN. KONUŞ O ZAMAN. KONUŞ. KONUŞ...
İnceleme kitabın içinden kesitler içeriyor.!!!
"BÜTÜN KADINLARIN KAFASI KARIŞIKTIR. çünkü bir gün bir anda, bazı kızgınlıklarını unuttuğunun farkına varacaksın. artık pek düşünmediğini, çünkü artık bildiğini anlayıp, ellerini bir klarnet taksimi gibi uzatacaksın. hala kafan karışık olacak. ama artık bunu seveceksin. sevmelisin de. Çünkü KADINSIN."
Tarih boyunca her zaman dışlanan, suçlanan, öldürmek için haklı haksız sürekli bir sebep aranan, varlığından rahatsızlık duyulan ama o olmadan da yaşanamayan, her türlü suçlamaya, küçük düşürülmeye, şiddete ve öfkeye karşı sessiz kalması beklenen ama kocasını, babasını, kendinden küçük kardeşini ya da herhangi bir erkeği bile özel hissettirme yetisine sahip olması beklenen yine adı olmayan bir tür: Kadın...
"düzgün otursana kızım."
Fidel, baba figürü, mavi sakal, erkek, erkek, örgüt,erkek, eril zihniyet, erkek... Sonra; Kadınları intihara sürükleyen bazı kadınlar:
1. Zeynep... Sarışın, zorba küçük bir çocuk ama gelecekte canavar olacak sarışın Zeynep. Kıyafetleri temiz, önlüğü ütülü, kokulu silgisi var. Öğretmeninin gözdesi. Kokulu silgisi çok yaşasın.
"ama haksızlık yapıyorsunuz öğretmenim. niye hep bana ceza veriyorsunuz? ben bir şey yapmadım ki. ama öğretme nim... ben biliyorum zaten, siz zeynep'i sarışın olduğu için seviyorsunuz."
2. Deniz... Devrimci olduğunu iddia ediyor. Karşısındakinin derdini küçümsüyor çünkü dünyada daha büyük sorunlar olduğunu öne sürüyor. Kişisel dertlere değil evrensel sorunlara odaklanmaktan falan bahsediyor. Evrenin tüm sorunlarının kişisel sorunlardan doğduğunu bilmiyor ve karşısındakini kendi yıkılmazlığıyla eziyor.
"bütün dünyadaki aç çocukların doyması, insanların ezilme mesi, kimsenin ağlamaması için bunları yapmak zorundayız. bize düşen, öğrenmek ve insanları örgütlenmeye çağırmak. sevgiler. deniz" (ama benim gücüm yok ki, deniz. ben daha yumurtadan çık madan sakat kaldım. bunu anladın mı?)
3. Türkü Hiçbir şeyden anlamıyor. İçi çürümüş. Kendini güçlü kalma saçmalıklarıyla oyalayıp duruyor. Karşısındakini ben güçlüyüm pozlarıyla manipüle ediyor. Hep büyümekten bahsediyor ama kendi söylediği hiçbir şeyi uygulamıyor. Şov.
"bana kalırsa, kendini de çok önemsiyorsun. her yaşadığın zorluğu bu yüzden abartıyorsun. sen merkezli bir dünyada el bette yalnız kalırsın." (öyle değil işte. bu kadar çok ağlayan bir insan... ben kendi me, hiçbir şey gibi geliyorum. bu yüzden yazıyorum işte. bu yüzden, insanları yataklarından kaldırıp, sanki olanaksızı ba şarmışım gibi yazdıklarımı okuyorum. herkes de anlıyormuş gibi geliyor bana)
4. Didem Gözyaşları kurumuş. Ağlamak nedir bilmez. Spartacus. Ağlayan birini görünce tüm organlarıyla güler ona. Makyajını yapar, kendini bir şekilde toparlar ve kederini unutur. İnsana kendini zayıf ve güçsüz hissettirir. Çünkü ağlamaz yıkılmaz biri karşısında sadede güçsüz hissedersiniz.
"dur bakiim, en son ne zaman ağlamıştım? 5 yıl önceydi sa nırım." (işe başladım. her gün saçım başım dağınık içeri giriyorum. karşımda onun yüzü. tanrı aşkına, en son 5 yıl önce ağlamış bir insanla ne konuşabilirsiniz ki? kontrollü kadın didem. bir kontrol, bir kontrol... başka da bir şey yok zaten)
Kadının düşmanının bir hemcinsi olmasının hüznü var kitabın bu bölümünde. Bir erkeğin şiddetinden, öfke ve nefretinden daha acı bir şey bir hemcinsinin insanı zedelemesi. Sevgili Ece Temelkuran’da buna çok içerliyor kitabın bu kısımlarında.
Ece Temelkuran okurken insan bir an sakince durup etrafı izliyor. Öfkeli ama sesi kısık kalmış bir kadının kitabını okumanın etkisi de olabilir. Sevdiklerini kaybetmiş, kalemine tutunmuş bir sanatçı. Keşke bu kadar hüzünlü bir yaşamı olmasaydı. Yaşadığı tüm hüzünler Alara'ya anlattığı uydurmacalar olsaydı...
bir uclemenin baslangic kitabi olmasina ragmen icinde bir butun degil tekrar bir bolunme goruyorsunuz. alti cizilesi pek cok cumle, pek cok paragraf bulabilirsiniz fakat kafanizda butunlemek icin caba harcamak zoruda kaliyorsunuz. zaten dagitilmis guzel sozcuklerden, anlam barindan kisacik hikayelerden olusuyor ama dedigim gibi; daginik.. bu kitabi sevebilmek icin de ruh halinizin ona uygun olmasi lazim. soyle anlatayim:
ece temelkuranin bu uclemesini yakin bir arkadasimdan siddetli tavsiyesi uzerine odunc aldim. kitabi okumaya basladigimda sevemiyordum onu. arkadasima kitabin neyini sevdigini ve nasil bir ruh hali icinde okudugunu sordum. bana " Yanlız ve mutsuz bir kadinken okudum. Kadınlığın verdigi gucluluk, kadın yoldaşlığı duygusu edindim. İyi geldi. Haksizliga uğramışsin duygusuna iyi geliyor." dedi. bugun tam da arkadasimin o gun hissettigi gibi hissediyorum ve ilk kitabi bitirdim. asagida ise altini cizdigim yerlerin bir kacini bulabilirsiniz.
"anlamak hoşumuza gitmiyordu; çünkü anladığımız şeyleri değiştiremiyorduk."
"sevgili dostum, mektubunda mehmet'in seni sevmedigi icin yasami artik o kadar da anlamli bulmadigini yazmissin. hatta kendini cok asagilanmis ve ici bosaltilmis gibi hissettigini soylemissin. canim, sevmek cok onemli elbette. ancak sevme yetenegini mehmet'le sinirlamamalisin. dunyada senin sevgine gereksinim duyan, yuzlerce, ac, usumus, ezilmis cocuk var. onlari dusun. sevmek insani cogaltmali, uretmeye yoneltmeli. senin yaptigin gibi olume yaklastirmamali. verimli sevgiler yasamaliyiz hepimiz"
" öyle bir suçluluk duygusu var ki bende, yemeğin yemediğim yarısının bile kalbinin kırıldığını düşünüyorum. böyle yaşamak kolay olmuyor elbette. insan, yaşamayı becerebilenlerin karşısında donup kalıyor. yani merak ediyorum,insanlar nasıl oluyor da yaşamaya ara vermek istemiyorlar. bana gelince, ara vermek bir yana , yaşamak istediğimden bile o kadar emin değilim. o tür bir saplantım _ ya da kararlılığım diyelim_ hiç olmadı. kendimi dünya için o kadar zorunlu veya yararlı da görmüyorum üstelik. soğuk makarna gibiyim, ne dünyaya zarar vermek istiyorum ne de büyük bir yarar sağlamak gibi önlenemez bir siteğim var. var olmak o kadar da heyecan verici gelmiyor bana. buna karşılık , yok olmanın da anlamlı bir yanını göremiyorum.tavşan boku gibiyim bir bakıma; kokmaz,bulaşmaz. sizin anlayacağınız , eğer ölümü anlamlandıran yaşadığınız sürece yaptıklarınızsa, pek şansım yok."
"bir gün bir anda, bazı kızgınlıklarını unuttuğunun farkına varacaksın, artık pek düşünmediğini, çünkü artık bildiğini anlayıp, ellerini bir klarnet taksimi gibi uzatacaksın, hâlâ kafan karışık olacak ama artık bunu seveceksin, sevmelisin de..."
"bu yüzden işte, öykü de, yazmak da, 'için' değil 'yüzünden' ..."
"öykü kanat kıranları öldürmektir."
kanatlarını kıran insana aşık olduğunu kabul etmek ve her ikindi patiskadan kanat biçmektir kendine. öykü budur, sürgün de....
bir de vakti zamaninda guzel bir kadro ile tiyatroda seyirci karsisina cikmis butun kadinlarin kafasi karisiktir. oyuna uyarlarken gerekli senaryoyu duzenlemede seray sahinerin parmaginin oldugunu ogrenmek hem cok hos hem de cok yakisan bir durum olmus bana gore. her ne kadar izleyememis olsamda...
“Bir çiçeğin yanından geçer gibi yaşamalıyız aslında.” Kitabı, sanki çiçek kokularıyla bıraktım elimden ve bana Haiku şiir tarzını hatırlattı. Onda da amaç kısacık yazılmış şiirlerde hedefi tek bir atışta onikiden vurabilmektir. Temelkuran bu cümlesinde okuyucuya o anı yaşatmayı başarmış diye düşünüyorum.
Sıra dışı yazım tarzı ve doğal anlatım yöntemiyle, bu kitabında kendi duygu ve düşüncelerini, düz bir yazı şeklinde kadınlara genellemiş. Kitap boyunca cümlelere küçük harfle başlaması bence akıcı okumayı biraz zorlaştırıyor, çünkü cümle sonlarındaki noktaları görmek zorlaşıyor ve okuması zaten zor olan cümleler daha da birbirine karışıyor.
Önemsediği cümlelerin tamamını büyük harfle yazması ise, alışılmışın dışında bir tat katmış kitaba.
Temmuz ayında (2020) AKM kitap okuma kulübümüzde bu kitabı okuyup tartıştık ve herkes çok beğendi. Şu cümleyi aktarmak istedim: "Temelkuran kitabındaki minik minik farklı öyküleri ‘bal peteği gibi’ birbirlerine çok güzel bağlamış."
Ben Ece Temelkuran'a 23 yaşında yazdığı bu ilk kitabı için 'Hayretler içinde ve hayranlıkla' diyorum.
"canım, sevmek çok önemli elbette. ancak sevme yeteneğini mehmet'le sınırlamamalısın. dünyada senin sevgine gereksinim duyan, yüzlerce, aç, üşümüş, ezilmiş çocuk var. onları düşün. sevmek insanı çoğaltmalı, üretmeye yöneltmeli. senin yaptığın gibi ölüme yaklaştırmamalı. verimli sevgiler yaşamalıyız hepimiz."
Selam millet! Bugün sizlere sevgili Eren sayesinde tanıştığım bir yazarla geldim: Ece Temelkuran. Bütün Kadınların Kafası Karışıktır kitabı onun kalemiyle tanıştığım eseri oldu.
Kitabın türü şiir-metin olarak geçiyor ve yazarın Hayat Üçlemesi serisinin ilk kitabı. Ve söylemeden geçemeyeceğim, kitabın benimle yaşıt olması da ayrı bir tesadüf oldu.
İçeriğine biraz değinmem gerekirse deneme yazılarına benzediğini söyleyebilirim. Sadece bunlar daha kısa. Toplumda paylaşmaya ve eleştirmeye değer gördüğü ögeleri kendi akıl süzgecinden, kendi bakış açısından geçirerek farklı anlatımla sunuyor bize.
Mesela bazı yazılar bir masal edasındayken bazıları mektup edasında. Birçok türü kısa kesitler halinde bir arada okuyoruz sanki. Bu yönden eğitici olduğunu söyleyebilirim. Lakin diğer yandan bu tür şahsım için o kadar alışılagelmişin dışındaydı ki alışmak ve kitabın içine girmek zor oldu benim için. Sanırım ben kitap okurken türü ve uzunluğu ne olursa olsun bir olay, bir konu bütünlüğü arıyorum. Bu yönleriyle beni maalesef cezbedemedi. Yine de altı çizilebilecek birçok cümle bulmak mümkün. Ayrıca bu kitap bana kadınlar olarak ne kadar güçlü ve önemli varlıklar olduğumuzu hatırlattı.
Tüm bu düşüncelerim kapsamında kitaptan her ne kadar genel olarak memnun olmasam da Ece Temelkuran'ı okumaya devam edeceğim. Ondan öğrenecek çok şeyim olduğunu hissediyorum. Sizler de en azından düşünseline ve yazım tarzına bir göz atın bence, size daha çok hitap edebilir belki. Sağlıcakla kalın efenim! .)
Ece Temelkuran’a başlama kitabı olarak yanlış bir seçim olduğunu düşünüyorum. Kitap bir saat içerisinde bitiyor ve bittikten sonra ben ne okudum? diyor insan. Evet güzel, tanıdık tespitler var. Ayrıca son zamanlarda okuduğum, üslubu en farklı olan kitaplardan biri. Ancak belki de Livaneli’nin Huzursuzluk adlı derin bir konusu, kurgusu ve mesajı olan bir kitabını okuduktan sonra bu kitaba başladığımdan olsa gerek, kitap beni tatmin etmedi. Altını çizdiğim cümleler, keyifli bulduğum bölümler de oldu tabi. Özellikle 60. Sayfadan sonra daha keyifle okudum. Yazarı kafamda daha net bir şekilde konumlandırabilmek için başka kitaplarını da okumak istiyorum.
Ece Temelkuran'ın kitabından yola çıkarak Seray Şahiner ve Selen Uçer'in uyarlaması ile seslendirilen metinde kadınların yaşadığı baskıları ve toplumdaki yerini sorgulamaya dair eleştiriler yer alıyor. Statüleri farklı birkaç kadının bir çatı altında buluşması hoş bir detay. Gayet keyifli bir anlatı da yer alıyor. Ancak bu farklılıklar çatışma yaratmadan, tek potada gayet doğal biçimde eritilince gerçeklik payından kopup mizahi tarafa doğru eğriliyor. Daha ayakları yere basan karakterler bulunmuş olsa belki de gerçeklik algısıyla birlikte kara-mizaha doğru dönse şahsen daha da etkilenebilirdim.
çok üzgünüm. çok daha fazla şey beklediğim bir kitaptı. ne beklediğimi tam olarak bilmiyorum ama bunu beklemediğim kesindi. aslında arka kapak yazısında bizim hikayemizi parçalara böldüler, hiçbirimizin serim, düğüm ve sonucu olmadı derken biraz mesaj veriyormuş yazar. kitapta hem isminden hem de bu arka kapak yazısından mütevellit bi olay örgüsü yok arkadaşlar. bir dizi düşünce geçişleri okuyoruz kitapta. oradan oraya savrulan düşünceler, tam olarak böyle. beklediğim gibi değildi maalesef. değinilen güzel yerler vardı ama yine de kafam kitabın ismi gibi çok karıştı. belki de yazara başlangıç için iyi bir kitap değildi.
Ece Temelkuran’ın kelimenin türlü sıraya girişiyle bize duyurduğu basıldığından bu yana geçen yirmi altı yılda bir nebze değişmeyen gerçekleri işitmeye ne kadar hazırdım bilemiyorum. Okurken görsel olan bir hâl yaşanır biliyorum. Lakin burada işitmek zorunda kaldığınız seslenişler, hesap soruşlar, duyuruşlar var. İç seslenişlere karışan iç çekişler de cabası. Kadın olarak doğduğunuzda hanenize yazılan hesaplaşmalar var bu dünyada. Çekiştiğimiz, çatıştığımız, yetişmek için didindiğimiz, sevilmek için susup sineye çektiğimiz türlü iş var. Hepsinden biraz kazana koyup kaynatmışız gibi. Bazen kalemin sahibine dönüyor metin haşince onu eleştiriyor bazen dava peşindeki erkeklere, sonra ne çileler çekersek çekelim dahil olamadığımız ama kesin oraya ait olduğumuz gizli örgütlere. Düşünürken, düşlerken bizi sürekli kendi bildiğine göre şekillendiren nice insanın sesi işitiliyor, hepsine hak verip yine onlar gibi olamıyoruz sonra. Tabii ya sonra hep yeni birileri daha ekleniyor bize kil muamelesi yapan. Şekillendir babam şekillendir, ağlama dersen susarsan, umursama yaşa dersen gözlerini kapar. Cezalandırmak için kurulan ölüm ihtimaline varamasam da kayboluşu düşleyen çocukluğumun en korkunç miti gelir her şeyin bitiminde. Mavi Sakal, gazetede dağıtılan çocuk kitabı vardı ya hani o işte. Küçük kızlara söylenenleri yapmayı tembihleyen, oğlanlara da kızları korumak gerektiğini anlatan. Laftan anlamaz, bizi dinlemezseniz kafanızı oracıkta koparırız diyen şu metinle düşüyorum ben de kazana. Soruyorum şimdi on yıllardır öldürmenin nedenlerini kutsayıp yaşamı yok sayanlara.
Sayfa 103: 41. ODA NEDEN YASAK. EĞER YASAKSA NEDEN VERDİ ANAHTARI? NEDEN ANAHTARLAR VERİP YALNIZ BIRAKIYORLAR BİZİ? NE YAPMAK İSTİYORLAR? … SORU YAĞMUR DOLUYSA, İNSANI ÖLDÜRÜR.