Herkes birbirine aynı şeyi söylüyor: Sakın oraya gitme! Orada tedirgin ruhlar var. Orada tekinsiz anılar var. Orada korku, yılgınlık, ölüm var. Özgürlüğüne kastedenler, vicdanına zulmedenler var. Perdenin ardındakilerle yüzleşmeye cesareti olmayanlar haykırmaya devam edecekler: Sakın oraya gitme! Yekta Kopan, "Sakın!" diyenlere inat, belleğimizin en karanlık ormanlarına dalıyor. Böylesi bir macerada öykülerden daha iyi ne aydınlatabilir ki yolumuzu…
İçimde bir şey koptu, koptuğunu hissedebiliyordum, bir şeyler çalkalanıp yükseldi içimden. Deniz kenarında oradan oraya savrulan bir taş kadar özgür olamayan ruhlarımıza üzüldüm. Doğanın muhteşem dengesine çomak sokmaktan zevk alan birilerinin ayak işlerinde geçen ömrümüze üzüldüm. "Bu kadar zor olmamalı özgürlük!" Vidalı kapağı iki tur çevirip mazotun kalanını kafama diktim. Ruhumun bedenimden ayrılıp günbatımına gitmesine izin verdim. Uzandım. Gözlerimi kapadım. Artık tanımadığım bir sesle mırıldandım: "Seni senden başka kim özgürleştirebilir ki?"
Yekta Kopan (d. 1968, Ankara), Türk yazar, seslendirme sanatçısı ve televizyon sunucusudur. Sesi Jim Carrey, Michael J. Fox, çizgi film karakteri Sylvester ve Buz Devri (film) animasyon karakteri Sid ile özdeşlemiş bir seslendirmecidir. Aşk Mutfağından Yalnızlık Tarifleri adlı öykü kitabı 2002 Sait Faik Hikaye Armağanı'na, Bir de Baktım Yoksun adlı öykü kitabi ise 2010'da hem Haldun Taner Öykü Ödülü’ne, hem de Yunus Nadi Öykü Ödülü'ne değer görülmüş bir öykücüdür. NTV televizyon kanalında her gün yayınlanan “Gece Gündüz” adlı kültür-sanat programının sunuculuğunu yapmaktadır.
Yekten söyleyelim; Yekta Kopan’ın öykülerinin toplandığı Sakın Oraya Gitme surat astıran, karamsarlığa boğduran öykülerden oluşuyor. Kitabın ilk öyküsü “Samodey” de bu yüzden önemli. Yavaş yavaş unutuşun karanlık kasabasına giden annesinin ardından hınçlı bir hesaplaşmaya girişen oğlun hikayesi. İnsanın kendini kurduğu, sırtını yasladığı, eminlik bulduğu anne hafızasını yitirirse çocuk da yitirir çünkü. Geleneğin, erdemlerin, güvenli bir dünyanın temsili olan anne kaybedilirse, çocuğun da bu kötücül dünyaya karşı takati kesilir. O kötücül dünya ise takip eden öykülerde resmedilir.
Atay’ın Ubor Metanga'sı ve Kafka’nın Dava’sıyla akraba bir “Mektup”, küçük insanın derinlerdeki bir korkusuna, kendini kontrolsüz hissettiği muğlak bir dünyanın tedirginliğine işaret eder. Orwell’in 1984’üyle akraba olan “Ev Hali” ile “Katil, Uşak!” öyküleri ise bir zamanlar distopik dediğimiz metinleri yeniden adlandırmamız gerektiğini ima ediyor. Nitekim dünün distopyaları bugün gerçeğe dönüşmüştür. Yazarların evlerinde yaşayan sansürcüleri ile danışmanları üzerinde dahi mutlak bir otorite kuran diktatörün o her şeyi kendi lehine dönüştürme gücü karamsar oldukları kadar aşina gelen fikirler. Tam da burada “Bir Yabancı” öyküsü devreye girerek bize bir sonraki varoluş halimizi fısıldar: Basit beklentileri olan bir beyaz yakalı, ofistekilerin kötücüllüğünden, “öteki”leri cehennem olarak görmelerinden yorulup kendisi de Camus’nün Yabancı'sına dönüşür. Camus’yü Sartre takip ederek yabancının arkasındaki büyük boşluğa işaret eder. Kopan, “Herkes Kadar Mutsuz” öyküsünde yazı atölyesi düzenleyen tutunamayan alkolik bir öykücünün atölyede tartışılan bir öykü üzerinden kendiyle yüzleşmesini merkeze alarak bize şunu söyler: Bugün mutsuz veya kötü olmak için bir çocukluk travmasına, büyük bir acıya ihtiyacımız yoktur. Modern varoluş hali mutsuz olmamız için yeter sebeptir. Atölyede, öykü kahramanının hareketlerini meşrulaştırmak için bir sebepler zinciri aranır, aksi halde karakter sahici gelmeyecektir. Her birimiz müsvedde Freudlara dönüşüp karakterin bilinçaltını eşelemeye çalışırız. Halbuki bu öykücü de hayattan sıkıldığı için alkolik olmuştur, babasız büyümenin yarattığı sancılardan değil.
Yabancılaşma ve boşluğu elbette intihar takip edecektir. Tolstoy’un pek meşhur, “Bütün mutlu aileler birbirine benzer; her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır,” sözüne nazire yapan “Källtorpssjön Laneti” adlı son öykü aslında tam da Wes Anderson’ın ağzına layıktır. Kitaptaki en etkileyici öykülerden biri olan bu metin, etkileyici ve otoriter bir büyükbabanın mirasını yaşatmaya çalışan ailenin mensuplarının hayatlarına giriveren bir laneti uzun uzadıya yaşamalarını anlatır. Anlatıcı olan torun, lanetin başladığı Källtorpssjön Gölü’ne gider. Gölün donmuş sularına daldığında ya sağ salim çıkarak hayatlarının üzerindeki buz kütlesini de atacak ya da ölecektir. Kahraman savaşmaz. Biz de aslında uzun sürmüş bir intiharın akşamına varırız.
Şimdi soralım, acaba tüm bu hikayeler annenin unutuşun kolay ülkesine giderek çocuğu da hafızasız, öncesiz, kimliksiz bırakmasıyla mı başlamıştır? O halde Yekta Kopan’ın çağrısına biz de katılalım: Sakın oraya gitme!
Bir kaç saat içinde okuyup bitirdiğim, sahane öykülerden olusan bir kitap. Karamsarlığı beni mest etti. Özellikle "cesur geyikler" ve "ev hali" favorilerim.
Başladığım gibi bitirdiğim öykü kitaplarından biri oldu.Yazarla ve öyküleriyle tanışma kitabımdı.Kendisinin sunuculuk ve seslendirme sanatçılığı yönünü biliyor ama yazarlık yönünü hiç bilmiyordum.Öykülerdeki hakim hava karamsarlıktı Bazı öyküleri hiç sevmesem de,hatta bazılarını anlayamasam da ( cidden anlamadım ) genel olarak keyif aldım okurken.Öykü sevenlere tavsiye ediyorum.
Son öyküsü (Kalltorpssjön Laneti) başta olmak üzere roman olmaya yetecek zengin detaylar barındıran öyküleri ( Bırakma Beni!, Herkes Kadar Mutsuz, Bisiklet, Samodey, Cesur Geyikler, Herkes Kadar Mutsuz) gibi fazla hesaplı yazılmış (Ev Hali, Katil Uşak!) ,karakterlerinin altı yeterince doldurulamamış (Gizli Bahçe, Factotum) veyahut karakterin izinden giden ama izleği gözardı eden (Mektup, Bir Yabancı), öyküleri de yer alıyor Yekta Kopan'ın bu yeni kitabında. Tabi ikinci kategoride bahsettiğim öyküler daha önce çeşitli dergilerde yayınlanmış. O öykülerle yeni kitabında ilk defa yayınlanan öyküler arasında teknik açıdan bir üslup ve incelik farkı var. Bu da aslında Kopan'ın öykü yazımında kendini daha da geliştireceğinin hatta aşacağının göstergelerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Ödüllü bir öykü yazarı olduğunu söylemiyorum zaten. Tabi ben Aile Çay Bahçesi gibi bir yapıttan sonra kendisinin roman yazması taraftarıyım. Ayrıca Kopan'ın bu kitabında öyküler arasında ortak bir bağ olduğunu da hatırlatalım: ''Yekta Kopan'ın 'okumak' ve 'yazmak' eylemleri üzerine olan vurgusu, sevgisi ve heyecanı''
Yekta Kopan'ın okuduğum ilk kitabıydı. Girişini yaptığı "Samodey" bana biraz ağır geldi. Bu sebepten ilk öykü sonrası bir süre ara verdim okumaya. Zamanla arayı metrobüs yolculuklarımda birer öykü okuyarak kapadığımda ve kitabı bitirdiğimde ise keşke bir kaç öykü daha olsaydı dedim. En beğendiğim öykü "Factotum" oldu. Diğerleri ise; Ev Hali, Bisiklet ve kapanışı yaptığı Kalltorpssjön Laneti. Toplamda on iki karamsar öyküden oluşan kitabı ben oldukça beğendim. Yazarın önceki kitaplarını da arayı soğutmadan okumak istiyorum.
Yekta Kopan dergilerden, sosyal hayattan sıkça aşina olduğum bir isim. Daha önce eserlerini parça parça okumuştum. ancak ona olan saygım hiç şüphesiz bu kitapla birlikte görünür bir hâl aldı. Farklı karakterler yaratma becerisi, olayları yapmacıklıktan kurtaran sade anlatımı ve her tarafıyla içimde hissettiğim terbiyeli bir insanın emanet küfür çabaları. bu yüzden çok sevdim bu kitabı. Herkes kadar mutsuz, diğer öykülerin önüne geçti bu kitapta benim için. Factotum ve Someday ise diğer favorilerim
Her öyküde farklı bir lezzet var. Ama özellikle beğendiklerim Samodey, Cesur Geyikler, Gizli Bahçe ve Kalltorpssjön Laneti. Özellikle son öykü romanlaşabilecek bir tarza da sahip. Bir solukta okunacak kadar da güzeller.
harika bir yekta kopan kitabı daha. yekta kopan'ı sosyal medyada da takip eden ve komikli neşeli sosyal medya paylaşımlarını gören biri olarak böyle iç burkan hikayeler yazmasına anlam veremiyor olsam da öyküsever biriyseniz yekta kopan öykülerini okumadan geçmeyin derim.
#cevizyorumluyor #sakınorayagitme #yektakopan @meltembige canımın #canlandıranokumalar için okudum. İçindeki hikayelerin hepsi birbirinden güzel ve anlamlıydı. Sadece "herkes kadar mutsuz" isimli hikaye uzun ve sıkıcıydı. #alıntı 🦌Annelerin, hafızalarını yitirmeye hakkı yoktur. 🦌ben hayvanlara masal anlatmaktan daha iyi bir şey yapmadım ömrüm boyunca. 🦌Çok mu ezdi bu dünya kadınlığını? Ancak anneliğinle mi devirebildin erkeklik şatolarının sike benzeyen kulelerini? 🦌Şimdi söyle, hayatımızın hangi zaman diliminden çıkıp geliyor bu çığlık? 🦌İçimde karabulutlarla yaşayıp gidiyorum. Yağmıyor, bir türlü boşalmıyor. 🦌 Ölümün açtığı yara kaç santim olur ki?
nasıldı yahu bu kitap? yani evet güzeldi ama her öykü mü bana hüzünlü geldi nedir...lisedeyken bir kısa öykü yazın demişti öğretmenimiz bütün sınıfa ve çoğu kişi hüzünlü,karamsar hatta kötü sonlu öyküler yazmıştı.Bu kitapla o günleri hatırladım nedense;benimki de hüzünlü bitiyordu,acaba iç dünyamız mı diye düşünmüştüm hepimizinki karanlık mı böyle? Diyorum ki o kişileri alıp bugüne getirsek hangilerimiz iyi sonlu ve mutlu öyküleri yazarız?Yıllar mı değiştirir bizi yavaş yavaş,yoksa bir sevgili gelip hızlıca değiştirir de mutlu öyküler mi yazmaya başlarız artık,ne dersiniz?
Yekta Kopan gerçek bir öykü nasıl yazılır çok iyi biliyor. Yazım dili, işlediği temalar ve tarzı hem bir edebiyat severin aradığı türden hem de insanı içine çekip ömür boyu Yekta Kopan okuma hissi yaratan türden. Iyiki böyle kitaplar var ki bize kitap okumanın ne kadar güzel bir şey olduğunu hatırlatıyor.
neden ve nasıl bilmiyorum ama, yekta kopan'ın öyküleri bende hep sıcak, samimi bir duyguya sebep oluyor. sanki yazarı tanıyormuşum, yakın bir dostummuş gibi. gelecek yıl kediler güzel uyanır'ı tekrar okumak istiyorum, bakalım.
“doğanın muhteşem dengesine çomak sokmaktan zevk alan birilerinin ayak işlerinde geçen ömrümüze üzüldüm„
Yekta Kopan en sevdiğim yazarlardan biridir. Fakat bu kitabında sanki biraz daha farklı, alışılagelmişin dışındaymış gibi hissettim okurken. Zaman zaman bu sebeple kopmuş olsam da vurucu yerleri de vardı. Özellikle son öykü beni çok etkiledi.
"Sakın Oraya Gitme"Yekta Kopan'dan 12 öykülük bir kitap. Kitabın adı, içindeki öykülerden birinin adı yerine kitabın genel atmosferini yansıtan bir isim olmuş. İsim, girilmemesi gereken bölgeleri, uzak durulması gereken alanları anlatıyor adeta... Tabii bir de bu bölgelere karşı oluşan bir merak da cabası... Öykülerin kahramanları çok uzaktan değil, yakın çevremizden, dertleri, kederleri, duyguları da öyle...
İlk öykü oldukça dokunaklı. Orta yaşlarımıza geldiğimizde anne ve babamız hastalıklarla baş etmeye çalışır, sonra da bizi terk ederler. Öykünün kahramanının annesi de alzheimer hastası ve oğlu dahi hatırlamıyor. "orası "ise hafızanın kayıp olduğu nokta...
Öykülerle iyi geçinen bir okur iseniz es geçmeyin bu kitabı...
Öykülerin tamamı başlığa uygun ilerliyor. Tuhaf hikayeler var içinde. Distopik bir gizem seziliyor. Hepsi güzeldi, bir iki tanesi hariç sıkmadı. Yekta Kopan iyi bir hikaye anlatıcısı bana göre.