Okurluğumu önemserim ve bu deneyimin kolay edinilmediğini bilirim. Yazarların dünyası üstüne okumak kadar, yazmak ve okumak üstüne de kafa patlatıyorum. Yayın dünyası serpilip, geliştikçe dünyada bu konuya merak saran ve salt okuma ve yazma eylemi için düşünen yazarlar olduğunu keşfediyorum. Garip bir tutkunluk bu…
Mimar Sinan Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun oldu. Doğuş, Yeditepe ve Arel üniversitelerinde dersler verdi. Arel üniversitesi'nde ilk olarak 2011 yılının ikinci yarısında üç hafta göründükten sonra ayrılmış, 2012 ve 2013 yıllarında tekrar dönmüş ancak sorumlu olduğu derslere sadece ilk haftalarında birer kez girip 2013 yılının sonbaharında ayrılmış ve akademik hayatına son vermiştir. Bir yıl Cumhuriyet Halk Partisi Parti Meclisi üyeliği de yapan yazar, evli ve bir çocuk babasıdır.
Enver Aysever, lise yıllarında amatör olarak tiyatro ile ilgilenmeye başladı. 1992 yılında Mimar Sinan Üniversitesi Sosyoloji bölümüne başlamadan hemen önce "Durdurulmuş Zamanın Fotoğrafı" adlı ilk profesyonel oyununu yazdı, sahneye koydu ve oyuncu olarak yer aldı. Oyunun provaları Galatasaray Lisesi'nin jesti sayesinde okulun Tevfik Fikret tiyatro salonunda gerçekleştirilebildi. İlk gösterimleri Beyoğlu Tünel semtindeki Baro Han adlı iş hanında bulunan tiyatro salonunda gerçekleştirildi. Kurucusu olduğu Tiyatro Çisenti adlı tiyatro topluluğunda uzun yıllar yazar, yönetmen, oyuncu ve sanat yönetmeni görevlerini yürüttü. "Renkler ve Günce", "Yağmurla Gelen Yüzler", "Yabancı'da Camus", "Açık Evlilik", "Dilekçe", "Frankie and Johnny", "Bir İstanbul Masalı", "Şimdi Yaşa Sonra Öde" gibi oyunların yazarlığını ve yönetmenliğini üstlendi. Atilla İlhan'ın şiirlerinden yararlanarak "Ne Kadınlar Sevdim" adlı oyunu yazdı ve sahneye koydu. Sonraki yıllarda çocuk oyunları yazmaya yöneldi. "Bebişler Karnavalı", "Renkler Cumhuriyeti", "Beyaz Dişler Ülkesi", "Güneşi Güldüren Soytarı", "Kakaolu Olsun", "Yaşamak Güzel Arkadaşım" adlı çocuk oyunları bu döneme aittir.
Bir yandan çeşitli gazete ve dergilerde yazıları yayınlandı. Finansal Forum, Varlık, Gösteri, İnsancıl, Cumhuriyet ve Birgün gazete ve dergilerde makale, deneme ve araştırma yazıları yayınladı. Televizyon Gazeteciliği ve Sahne Sanatları dersleri verdi. Remzi Kitap gazetesinde Genel Yayın Yönetmenliği yaptı ve başyazıları kaleme aldı. Akbank Kültür Sanat Merkezi'nde Ayın Güncesi adı altında halka açık kültür ve sanat tartışmaları düzenledi. Doğuş Üniversitesi'nde yazarlık atölyesi çalışmalarında bulunmuştur ve hâlen Kültür Sanat Yönetmeni görevini yürütmektedir.Son olarak 2015 Yılında 125 adet kısa yazısından derlediği ''Kişisel Direniş Kitabı'' adlı kitabı yazmıştır.
Kötü bir kitap değil; okumaktan keyif aldığım, bir şeyler öğrendiğim yazılar oldu. Ancak yazarlık üzerine ikinci kitabını okuduğum Enver Aysever'e naçizane bir öneride bulunmak, iki takıntısından kurtulmasının iyi olacağını söylemek istiyorum. Bunların birincisi, "yazarlık"la "yazar olma halleri"ni, sürekli birbirine karıştırması, yazının tekniğine, ruhuna, yazıyı yaratan sözcük ve dil dünyasına pek az değinirken odağa hep yazar olmanın ne anlama geldiğini, yazarlığın nasıl bir şey olduğu meselesini alması. İkinci takıntısı da, yazarlık durumunu özdeşleştirdiği dar ahlakçılık ve ideolojicilik. Yazar denen kişinin ille fikri adına hapishanelerde çürümesi, ille sosyalist olması, ille belli bir muhalefet biçimini benimsemesi gerektiğine dair sahip olduğu kanıksanmış yargı. Aysever, asla kötü niyet içerdiğini düşünmediğim içten bir eğilimle, yazmak denen dünyanın en temel, en geniş kapsamlı ve en "çok nedenli" eylemlerinden biriyle baskı görme, acı çekme, itilip kakılma arasında öyle arzulu bir ilişki kuruyor ki yazarlık denen şeyin bir çeşit mazoşizm olduğu duygusuna kapılıyorsunuz. Meseleyi ilginç kılan Aysever'in yer yer bu kapsamı aşan, yazarlık durumuna gayet sağlıklı yaklaşan, yani bu yaklaşımla çelişen makalelerinin de olması.
Aysever, ortaya karışık yazmış. Aynı başlık altında ilgisiz konular arasında zıplayıp durmuş. Kendisini devamlı tekrarlamış.
Çok eleştirdiği yazarları taklit etmiş: Gelen geçene laf etmiş. Herkese bir kulp takmış.
Aysever’in içi boş ukalalığı ise rahatsız ediyor. Kompleksini dökmüş; içindeki irini akıtmış. Geç yaşta okumaya başlayanları aşağılamış. Ölüme yaklaşan, arkasında iz bırakmak için yazmayı düşünenler için “herkes yazmak zorunda değil. Teknoloji gelişti. Yazmasalar da olur” yazmış.
Kesekağıdı okurluğuna sık sık atıf yapan Aysever, kesekağıdı yazarlığının ötesine geçememiş.
Aysever, bir yazısında, ilk kitabının hiç beğenilmediğini, kitabını bir türlü yayınlatamadığını, yayıncıların kitabını kabul etmediğini yazmış. O süreçte Aysever, Ahmet Oktay’ı ziyaret etmiş. Oktay, Aysever’e cesaret vermiş. Aysever’in deyimiyle, Oktay onu “ipten almış”.
Keşke Oktay, Aysever’e “herkes yazmak zorunda değil” deseymiş de Aysever işkencesi başlamadan bitseymiş!