"Zeyneb'le o akşam güzel bir parkta oturduk ve âşık olduk. Güzel bir parkta oturmak ve âşık olmak harika bir şeymiş. Küçük kesekâğıdından çıkardığım pişmiş kestanelerin kabuğundan kolayca ayrılan kısımlarını ona veriyor, tüylü zarını soyamadığım kırıntılarını ise kendi ağzıma atıyordum. İsimlerimizi henüz bilmiyorduk. Sorma gereksinimi de duymamıştık herhalde. Nasıl olsa öğrenecektik. Ve ben ilk başta bunu Zeynep olarak algılayacaktım. 'Yalnız sonu b ile' diye uyardığındaysa önümüzdeki senelerde ona 'Zeynebim' derken adını bozmayacak olmaktan büyük sevinç duyacaktım."
Herkesleşme aslında tam da adı gibi nihayetinde herkesleşen bir karakteri konu ediyor. Ömer, 30'larında bir çevirmen. Yerden yere vurduğu yayınevlerine Fransızca edebi çeviriler yapıyor. Hayattaki tek yakını babasını bir trafik kazasında korkunç bir şekilde kaybediyor. O günden sonra da hayatı tepetaklak oluyor. Ömer, sonunda kendi hayatına son vermeye karar veriyor fakat bunu yapmak o kadar da kolay olacak gibi görünmüyor. Çünkü bu, tek başına yapabileceği bir şey değil. Çünkü Ömer, tıpkı babası gibi kafası koparak ölmek istiyor. Gariplik daha o noktada başlıyor aslında. Ömer'in psikolojisi pek iyi değil. Adam intihar etmek istiyor, ne psikolojisi diyebilirsiniz ama bir şeyler göründüğünün de tersine gidiyor belli.
Ömer, ölümüne yardımcı olması için "dolandırıcı" arkadaşı Harun'dan yardım istiyor. Adı üstünde adam dolandırıcı. Ömer'in bankada parası olduğunu öğrenince hemen yardımı kabul ediyor. Fakat bir şartı var; 30 gün. Otuz gün boyunca Ömer'den hayatın tadını çıkarmasını (yani paraları ezmeyi teklif ediyor) sonra hâlâ ölmek istiyorsa ona yardıma hazır olduğunu söylüyor. Ve her şey böyle başlıyor...
Aslında Tunç İlkman orijinal bir şeyler yazarak başlamış. Kitabın ilk yarısı çok iyi, kurgu güzel ama sonra o otuz gün araya giriyor ve Zeyneb mevzusu yeniden açılıyor. Açılsın tabii, azıcık aşk dramı olmadan olmaz diyor insan fakat iş bununla sınırlı kalmıyor. Saçma bir Türk film/dizisi kıvamına geliyor. Ve yazar bunların olacağını daha olaylar peyda olmadan belirtiyor aslında: "... de ölecekti," ama ona daha sonra geleceğiz. "...'le yeniden karşılaşacaktık," ama bekleyin sayın okuyucu...
E bekleyelim bakalım. Beklerken de bir demli çay içelim bari.
Ömer saf görünmesine rağmen aslında tam bir tilki. Harun'un neyin peşinde olduğunun farkında. O yüzden bu otuz günlük süreçte adamın başına olmadık işler açıyor (bu işlerin sonuncusunda kahkahayı koyvermeniz %100 garanti). Harun, Zeyneb, Zeyneb'in eski patronu derken, Ömer'in, Serdar Ortaç'a özenip "Hayat bana bunu neden yapıyorsun?!"a bağlamasına az kalıyor.
Tatmin edici miydi? Eh işte, ilk yarısını çok sevdim, ikinci yarısından, hele o Zeyneb'e yazılan mektubun cıvıklığından nefret ettim. Şans verin ama çok büyük umutlarla başlamayın derim.
İnandırıcılıktan uzak bir anlatıma sahip. Yazar da bunun farkındaymışçasına ara ara açıklamalar yapmaya ihtiyaç duyuyor ki özellikle son sayfalarda, aslında size böyle anlattım ama şöyleydi der gibi okuyucuyla dalga geçmiş resmen. "Siz bunu gördünüz ama kaçırdığınız bir nokta vardı burada bakın!"
Yaşamını sonlandırmaya meyilli bir karakter var. Sebepleri yetersiz, intihara meyilli olan ruh halinden yoksun. Zeyneb'e karşı beslediği duygular yazılmış evet ama his olamamışlar. Ham kalmışlar, olgunlaşamadan dalından toplanmışçasına serpilmiş sayfaların arasına. Yazıda var ama okuyucuya geçemiyor karakterin hiçbir ruh hali, hisleri.
Ve oldukça güçsüz bir anlatım ile apar topar yazılmış bir son.
Beni bilen bilir ki (üzgün olarak söylüyorum) Türk yazarların kalemine biraz önyargılıyım. Çünkü birkaç kez şansımı denediğimde hep hayal kırıklığına uğradım. Fakat 'Herkesleşme' o kadar çok insana ulaştı ve o kadar güzel yorumlar gördüm ki. Okumalıyım dedim.
Herkesleşme'de Ömer'i okuyoruz, Ömer'in hayatının iniş çıkışlarını bazen en dibi görmesini. Hatta ölmek istemesini. Aşkını, kıskançlığını, öfkesini, mutluluğunu. Ve en önemlisi Zeyneb'i. Zeyneb'in onun hayatına girişini ve onun hayatını ne yönde nasıl değiştiğini severek okudum. Ömer'in duyduğu aşka imrendim fakat o son? Böyle bir şoku sanırım en son Uyumsuz'un son kitabını okurken yaşamış ve yazara çemkirmiştim. Ben bu son kısımda okuyucuya hazırlanmış sürprizi pek sevmedim açıkçası. Ama kitap akıcı ve güzeldi. .
İlk başta sevmedim, dili/anlatımı çok basit geldi. Böyle de gider diye düşündüm. Ama çok güzel bitirdi. İnsanların artık herşeyi nasıl kendi taraflarından düşündükleri, birbirlerini kandırmaktan, aldatmaktan geri durmadıkları ve bunu maalesef ki çok normal bir şeymiş gibi gördükleri saçma sapan bir dünyada yaşadığımızı anlatmak üzerine kurulmuş bir kitap halini aldı son dakikada. Sonundan etkilendiğim nadir kitaplar rafında yerini aldı kendisi. Okuyun derim. Kısacıkta zaten.
Roman çok keyifli başlıyor. Hayatına son vermeden önce yapmak istediği her şeyi yapan, restoranda en pahalı yemekleri sipariş verip hesap ödemeyen, balıkçının tuttuğu balıkları denize atan bir başkahraman. Ona da muhteşem bir zekayla garip dolandırıcılıklar yapan bir arkadaş eşlik ediyor. Ancak sonrasında yapış yapış bir aşk hikayesine dönüşüyor. Zeynebim de Zeynebim! "Bembeyaz bir af diliyorum." kıvamında sündürmeli cümleler ele geçiriyor romanı. Neyse ki sonu zekice ve şaşırtıcı bir son ile bitiyor da, "Boşuna okumuşum." hissi vermiyor. Tek günde okunan, akıcı dilli bir roman.
Öncelikle düşündüğümden daha hızlı ve daha keyif alarak okuduğum bir kitap oldu. Sonu çok etkileyici ve beklenmedik olsa da sanki yazarın tam da sonuna gelmişken o an aklına gelmiş ve o heyecanla çabucak yazılmış gibiydi. Kitap boyunca ölmeyi düşünen bir insanın aslında nasıl da hayatta kalmak için uğraştığını okudum sanki. Öncelikle hiç güvenmese bile bir arkadaşını çağırması ve Zeyneb'i bulmaya çalışması bende farkında olmasa bile aslında ölmek değil sadece bulunduğu hayattan bir kaçış yolu aradığı hissi yarattı.
Çok güzeldi!! Her sayfasını ayrı bir heyecan ve haz içerisinde okudum. Çok başarılı bir kurgu ve düşündüğümden güzel bir yazım diline sahipti. Yazarın Bir Gün Beni Ağlayacaksın kitabını çok sevmiş olmama rağmen Aşık Ölüyorum'un finansal bir kazanç amacında olduğunu düşünmüştüm. Ama bu düşüncemde kesinlikle haksız olduğumu fark ediyorum şimdi. Şayet denildiği üzere her karakterde yazarın kendisinden parça bulabiliyorsak Tunç İlkman kesinlikle böyle bir insan değil. Sonu kitabın beni çok etkiledi, biraz da ürperdim. Kesinlikle tavsiye ederim!
İlk Tunç İlkman kitabım Herkesleşme. Yazarın akıcı bir anlatımı var. Kitap su gibi aktı gitti. Konusundan bahsetmem gerekirse; ana karakter Ömer, intihar etmeye karar vermiş. Bunu yapabilmek için arkadaşı daha doğrusu bir tanıdığı olan Harun'dan yardım istiyor. Harun da onu bu kararını ertelemesi için ikna ediyor. Gel sen kendine bir ay mühlet tanı, ölmeden önce yapmak istediğin ne varsa yaparız beraber diyor. Tabi Harun bu teklifi yaparken aklından neler geçiyordu bilmiyoruz ama Ömer'in aklından geçenler pek hayra alamet değil. Mesela; lüks bir restoranda yemek yedikten sonra paramız yok diyerek hesabı ödememek gibi ya da tüm tanıdıklarını arayıp iyi/kötü haklarındaki gerçek düşüncelerini söylemek gibi. 4 sene önce ayrıldığı ve hâlâ çok sevdiği Zeynep'i bulmak da bu yapılacaklara dahil. Hikayenin öncesi yani Zeynep ile tanışmaları çok güzeldi, hoş bir öyküsü var. Ama sonları için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Ömer karakterinin düşünce yapısı biraz farklı. Bazı yerlerde çok güzel, çok doğru, tam benlik, tam bizlik dediğim cümleler sarf edilmişken; bazı yerlerde o ruhu yakalayamadım. Özellikle sonlara doğru karakterden pek de beklemediğim davranışlar sergiledi. Sonunda ters köşe oldum diyemem belki ama şaşırttı. İnsan kendisinden bir şeyler bulmadığı sözlerden etkilenmezmiş. Benim etkilendiğim yerler oldu, kitabı sevdim. Ama sonu nasıl desem. İlginçti. Herkesleşmek ya da Herkesleşmemek... İşte bütün mesele bu!
Kitabı okuyanlar kendi arasında bölünmüş durumdalar.Kimi aşırı beğenmiş,kimi de bu muymuş onca beğenilen kitap diye beğenmemiş.Ben bu yorumlarım tam ortasındayım.Yazarın aşkını son derece içten anlattığı,altını çizdiğim bir çok satır oldu.En çok beğendiğim kısmı bu oldu.Yazarın Zeyneb ile olan aşkı çok şaşaalı başlamışken bitişi tuhaftı.Anlatımın farklılığını kabul ediyorum ama kitabın sonunun aşırı farklı olduğu kısmına katılmıyorum.Yorumlara çok da takılmayın.Okuyun,kendiniz karar verin.
son 30 sayfasına kadar belki oldukça boş yaptığını düşündüğüm, bir arkadaşımın önerisiyle okuduğum için (hatta onun kitabı olduğu için) bırakmamakta inat ettiğim bir kitap oldu. dilinin fazla basit, anlatımının yer yer yetersiz olduğunu düşünüyorum ama açık söyleyeyim sonu, en son bölüm beni bu kitabın değdiğine ikna etti. kapattığımda bir tokat yemiş hissi bırakan kitapları severim. çok mu güzeldi, ahım şahım bayıldım mı? hayır. ama her zaman bana "oha" dedirtecek kitaplar da okumuyorum.
Kitabı ilk aldığımda bir cinayet işlenebileceğini hiç düşünmemiştim. Olay örgüsünün değişkenliği ve karakterlerin betimlenme şekilleri o kadar çabuk değişebiliyor ki ne olduğuna şaşırabilirsiniz. Ama yine de okumak isteyebileceğiniz bir kitap.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Bu kitap öyle bir kitapki hem hizli onuyup ne olacak diyorsunuz hemde yavas oku viticek diyorsunuz ve siz hic bir katile hak verdinizmi? Okuyun ve görün :)
İlginç bir kitaptı, yazar sonunda ters köşe yaptı. Bu kitap bana okuduğumuz kitap kahramanlarının hep masum olmayacağını hatırlattı. Beğendiğimi söyleyememekle birlikte bazı yerlerinde sıkıldım.
Günümüz yazarlarından Tunç İlkman’ın son kitabı Herkesleşme gerçekten de övülmeye değermiş. Kelimelerin ahengi zihnimi açtı resmen. Bir insana bunları söyletecek aşk ne kadar büyüksün, dedim kendi kendime. Oturdum birkaç satır da ben karaladım kendi yüreğime… Üstelik şok edici bir son bekliyor sizleri. Sevgili dostlarım okuyunuz:) …… Evet, aşk diye bir şeyin varlığını kabul ediyordum. Fakat ona sahip olmanın, tıpkı bir piyangonun vurması gibi çok az insanın erişebildiği bir lüks olduğunu düşünüyordum. Ve biliyordum ki, ilkler cesaretin nişaneleridir. Çünkü ben, anlaşılmanın, belki istemeden, yalnız senin bana bahşedeceğin bir lütuf olduğuna çoktan ikna olmuştum. Hiçbir şey demeden, hiç bitmeyecek bir suskunlukla, sana dünyaları anlatabilirmişim meğer. Ve inanmak, bilmekten daha kıymetliydi bazen. Çünkü kaç mavi varsa gökyüzünde, o kadar özlemişim seni. Çünkü bir su damlası üzerindeymişim güneşe karşı ve senin geçeceğin bir durak bellemişim onu. Yaşamak sandığım koca bir beklemekmiş orada, içinde binlerce gelmeyişini barındıran. Bazen suskunluk, en acı cevap olabiliyormuş. Seni bu çok sevişimin intikamını, bir gün, biri hiç sevmeyişiyle alsın istemişimdir senden. Unutmak, ne büyük bir lütuf!
Kitabın sonundan o kadar çok bahsedilmişti ki merak etmeden duramadım. Hatta ''Bu son nasıl bir son ki acaba?'' demekten kitabın tadına da varamadım desem yalan söylemiş olmam. Başta güzel bir aşk okuyacağımı düşünüp aşklı hayallere dalmıştım zira ben aşk kitaplarına ayrı bir bayılırım. Ama sonra öyle olmadığını aşk üzerine ama aşkın biraz daha geride kaldığını sayfaları çevirdikçe anladım. Ömer bir markette tanıdığı Zeyneb'e vurulur. Zeyneb bu sevgiye karşılık verir. Peki ya sonra ? İşte bunun cevabı kitapta. Ömer'in yaptığı bana biraz fazla gelmiş olsa da kendince haklı sebepleri vardı. Altını çizdiğim cümleler ve özellikle kitap içinde bayıldığım bir mektup vardı ki en sevdiğim kısım mektubun olduğu sayfalardı. Ama böyle bir sona gerek var mıydı bilmiyorum. Amaç bir kendine getirmekse bu biraz acımasızca olmuş gibi geldi. Bir alıntı ile cümlelerimi noktalayayım :
''... Ancak çevirdiğim kitaplardan biri, umudun beklemek adında bir bedeli olduğunu fısıldamıştı bana ve ben buna inanmıştım.''
Bence tamamen şahsi fikrimi söylüyorum buna ne kadar katılırsınız ne kadar doğru ve alakalı bulursunuz emin değilim ama kitaplar da her şeyi bi kenara bırakıp o olmayı denediğiniz zaman her şey daha güzel ve etkileyici oluyor. Bırakın yazarın diğer kitaplarını bu kitap hakkında düşündüklerini de kitabı okurken Ömer olun şu an bulunduğunuz dünyada yaşamayın kitabı orda saklanan dünyaya girmeyi başarın kitabın dünyasına girin. Siz Ömer ve zeyneb olarak o aşkı yaşayın. Bırakın kurguyu falan sanki gerçekten aşıkmışsınız gibi. Umarım biraz olsun düşündürebilmişimdir ve kitabı okurken daha çok zevk almanıza sebep olmuşumdur.
Son cümlemi şimdi kurayım: Beni arada derede bırakmayı başardı. Yazarla tanışma kitabım kendisi. Adından dolayı bambaşka bir mesele beklerken beni bir hayatın içine attı. Çok boşluk vardı bence teknik olarak, hepsini sıralamak anlamsız. Bir oturuşta okunuyor mu, evet, öyle okudum. Ama bu özellik bir kitabı çok iyi yapmaya tabii ki yetmiyor. Sadece şunu söyleyebilirim, kitabın kahramanı Ömer'in anlatıcılığını sevdim kitapta, yani hikayeyi yazarın ağzından dinlememiş olmayı..Ağır kitapların ardından iyi gelecek bir okuma olur kanısındayım.
. Kitap hakkında çok fazla yorum okudum ama o yorumlarda tam olarak ne denmek istendiğini okuyunca daha iyi anladım. Öncelikle kitabın içinde geçen güzel cümlelere adeta vuruldum. O güzel cümleleri tekrar tekrar okumaktan kendimi alamadım. İlk cümleden itibaren kitabın içine girebildiğimi hissettim. Bu benim için kitabın önemli bir artısıydı. Çünkü kitapların ilk izlenimine göre kolay bir önyargıya kapılabiliyorum. Kitaba dair sevdiğim bir diğer detay Ömer’in bazı tuhaf düşüncelerinin aynısını benim de önceden düşünmüş olmamdı. Kendimden iz bulduğum her düşünce kırıntısını bile çok severim ben. Çünkü biriyle dertleşmiş gibi hissederim. Kitabın baş karakteri Ömer’in biz okuyucularla iletişim kurması da sevdiğim diğer detaylardandı. Kendimi bu kitaba dahil bir karakter gibi hissetmek hoşuma gitti. Ayrıca Ömer’in biz okuyuculara ettiği bir iki laf vardı. O kadar cevap vermek istedim ki... Tabi bu imkansızdı. Çok akıcı bir şekilde okudum. Bölümlerin kısa oluşu nedeniyle şu bölümü de bitireyim derken baktım ki kitap bitmiş. Aslında keşke biraz daha uzun bir kitap olsaydı da geçişler çok hızlı olmasaydı. Hemen aşık olup hemen ayrılma olunca çekilen aşkın acısı bana yeterince samimi gelemiyor. Neyse ki yazarın etkili bir yazım dili bu açığı biraz olsun kapatabiliyordu. Buradan sonrasını kitabı okumadıysanız bence okumayın. Çünkü spoiler içeriyor. Ömer karakterinin değişim süreci o kadar ani oldu ki neye uğradığımı şaşırdım. Yani o kadar keskin bir ‘herkesleş’ti ki... Keşke daha yumuşak bir evreyi kapsasaydı. Ömer birden bambaşka bir insana dönüştü. Ömer hayatını sonlandırmaya karar vermiştiir. Onu bu kararı almaya iten sebepleri okuyoruz. Sonra günümüze dönüyoruz. Zeyneb’e yazdığı mektubun özellikle çok hoşuma gittiğini belirtmeliyim. Kitabın son sayfalarına kadar Ömer’in Zeyneb’e duyduğu aşkı okumak çok güzeldi. Ama işte o son yüzünden bu aşkı okuduğum tüm sayfalar silinmiş gibi hissediyorum. Aslında o sonu hiç sevemedim ben. İki aşığın kavuşamadığı sonları sevmediğimden değil, böyle bir sonun altyapılarının yetersiz kalmasından dolayı. Ama her şeye rağmen resmin bütününe bakıyorum ve düşünüyorum. Ben bu kitabı sevdim mi sevmedim mi? Evet sevdim. Kusurlarıyla bile sevdiğiniz bir şeyler olur ya hani. İşte Herkesleşme’de benim için öyle. Okumaktan zevk aldığım bir kitap olmayı başardı.
This book has an unusual story. When you read it you can feel curious and you'll try to predict what will be in the end. Unfortunately, you can't know the true end. Impressive!