Ахмед Юмит (р. 1960 г.) е сред най-именитите съвременни турски белетристи и поети, изявяващ се и в областта на литературната критика. Той е единственият турски автор на трилъри, преведен на чужди езици. Тиражите на произведенията му се измерват със стотици хиляди, някои от тях са филмирани.
След радушния прием, който историко-детективският роман „Паметта на Истанбул“ (ИК „Колибри“, 2014) срещна сред българската публика, „Марионетка“ ще разкрие едно по-различно лице на известния писател, открояващ се със своята пристрастеност към използване на криминалния жанр за описание и тълкуване на значими явления. Този път във вихъра на трилъра Юмит пресъздава остри политически кризи и кървави сблъсъци, проследява сриването на медиите до нивото на сензационното и примитивно-зрелищното и изтъква ролята на онези, които влияят върху общественото мнение, на чувството им за отговорност и морал.
В центъра на повествованието са драматичните житейски истории на разследващия журналист Аднан и неговия доведен брат Доан, активист на националистическа групировка, превърнал се от идеалист в оръжие на убийства, насилие, терор. Чрез непрестанно преплитане на двете сюжетни линии – социалната и личностната, посредством изкусно построена интрига и тънък психологизъм Ахмед Юмит рисува правдива и ярка картина на неподозирани аспекти от днешната турска реалност. А накрая читателят трябва да си отговори кой е марионетката – Доан, употребен за тъмни цели, или Аднан, загубил журналистическата си тръпка, и дали всъщност машината на системата не си играе с индивидите като с кукли на конци.
Ahmet Ümit was born in 1960 in the city of Gaziantep in southern Turkey. He moved to Istanbul in 1978 to attend university. In 1983 he both graduated from the Public Administration Faculty of Marmara University and wrote his very first story. An active member of the Turkish Communist Party from 1974 until 1989 Ümit took part in the underground movement for democracy while Turkey was under the rule of a military dictatorship between 1980-1990. In 1985-86 he illegally attended the Academy for Social Sciences in Moscow. Ümit worked in the advertising sector from 1989-1998 and is currently employed as cultural advisor at the Goethe Foundation in Istanbul. He has one daughter Gül. Since 1989 Ümit has published one volume of poetry three volumes of short stories a book of fairytales one novella and six novels. One of Turkey’s most renowned contemporary authors Ümit is especially well-known for his mastery of the mystery genre as reflected in many of his bestselling novels and short story volumes. Drawing upon the unique political and historical background of his home country Ümit delves into the psyches of his well-wrought characters as he weaves enthralling tales of murder and political intrigue.
Bazıları fıkrayı anlatır, sonra da zaten çok aşikar olan espriyi daha biz gülemeden izah eder ya, bu kitapta, kahramanın ağzından olay akışı ile ilgili olasılıkların ve çıkarımların paylaşmasını da buna benzettim. Sonuçta biraz önce okuduğumuz satırları hızla proses edip ulaştığımız çıkarımların hemen hemen aynılarını, sonraki satırlarda kahramanın ağzından/zihninden okuyoruz devamlı. Bilemiyorum belki bazıları “bak yazar da benim gibi düşünmüş” diyip memnun oluyordur ancak bana çok yorucu bir süreç gibi geldi açıkçası. Zaten hikayede çok öyle bir gizem ve süpriz de yokken, bari bırak da bir kısmını biz düşünmüş olalım. Benim elime kitabın 680 sayfalık cep(!) boyu geçti, yöntemi değiştirse sayfa sayısı en az 500’e inerdi sanırım. Kitap akıcı, bir şekilde kendisini okutuyor ancak Ergenekon ve derin devlet tespitleri pek güdük kalmış sanki.
Ahmet Ümit’in kurgularının hepsi birbirinden güzel. Kar kokusu kitabında da olduğu gibi siyasi çalkantıların nasıl kullanıldığını, ülkenin enerjisinin nerelere harcandığını gözler önüne seriyor. Ve sonunda bütün ideolojilerin yolunun da paraya çıktığını görmek çok üzüntü verici. Kahramanlıkla başlayıp, haydutlukla biten yaşamlar. Sürükleyici, yakın tarihte yaşanmış veya şu anda bile yaşanıyor olabileceğinden hiç kuşku duymayacağınız bir roman. Siyasi polisiye türünden hoşlanıyorsanız tavsiye ederim.
Şaşırtıcı şekilde beğendim bunu. Evet, öyle çok beğenmedim. Yine uzattıkça uzattı lafı, ayrıca karakterin iç çatışmaları abartılı bir anlatımla sunulduğundan "yeter artık, tamam anladık" da dedirtti. Ama bir Usual Suspect havası var hikayede. Okunur, fena değil.
Tabii, bir önceki kitapta beni sürüklediği zan bu kitapla zann-ı gâlib mertebesine çıktı. Adam 2002 yılında “Temiz Eller” benzeri bir operasyonun romanını yazmış. Bunlar elbette o yıllarda konuşulan şeylerdi ancak Ergenekon gibi yapıların üzerine gidilebileceğinden kimse emin değildi. Bu da bizi Rasim Ozan’ın “ABD Ergenekon’dan rahatsızdı” beyanına götürüyor. Ben o operasyonda Avrupa’nın da en az ABD kadar etkin olduğunu düşünüyorum. Nitekim yapmak istediklerini yine kültür komiserliği polisiye şube müdürüne fısıldamışlar. O da yazmış. Büyük dönüşümlerin öncesinde toplum her alandan bu dönüşüme hazırlanır. Sanat alanı da bundan istisna edilemez elbette. Puanımızı da yazalım: 6/10
“Tatlı sözlere inanmayın; yalansız söz olmaz. Şarkılara, şiirlere, romanlara, oyunlara, filmlere kulak asmayın; onlar olanları değil, olması gerekenleri söyler. Çiçeklerin narin güzelliği, günbatımının lezzetli kederi, gökyüzünde usulca kayan ak bulutlar, denizlerin menevişli kıpırtısı, toprağı yemyeşil bir buğu gibi kaplayan ağaçların sevinç veren görüntüsü yüreğinizi yumuşatmasın, onlar volkan, deprem, fırtına, sel gibi büyük felaketleri gizlemek için yaratılmıştır.”
Ahmet Ümit'in polisiyelerini her zaman beğenmişimdir. Kukla romanında aslında Susurluk kazasıyla ortaya çıkan ve devletin içinde örgütlenmiş olan çeteleri ele alıyor. Gerçi kitabın içeriğinde Susurluk'a nazaran çok büyük bir değişiklik olmasa da romanın polisiye kurgusu onu son derece ilginç kılıyor. Eski solcu şimdiki bıkkın gazeteci Adnan ile üvey kardeşi, ülkücü ve çete üyesi Doğan'ın hikayesi bir anlamda Türkiye'de oluşan tarafların da bir özeti.
Hikaye ilerledikçe okuyucu beklentilerinde yanıldığını anlıyor ve ne olacak merakıyla okumaya devam ediyor. Yine kolay okunur, tamin edici bir Ahmet Ümit kitabı.
yakın tarihi anlatıyor demişlerdi daha detaylı şeyler bekliyordum, öyle olmaması biraz hayal kırıklığı yarattı.. Anlatılanlar hep bildiğimiz şeylerdi.. ama akıcı, kolay ilerleyen bir kitaptı. Klasik Ahmet Ümit kitabı.. Karakterin alkol sorunu biraz abartılı geldi sadece bana.. belki hiç içmediğimden bilmiyorum adamın bir yudum rakı da bile kendine gelmesi tuhaf geldi..sonu başından tahmin edilse de yine de sıkılmadan okunulabilir bir kitaptı..
Ahmet Ümit bu romanında Susurluk olayını işlemeye çalışmış.Çoğu bildiğimiz şeyler olmasına rağmen roman gayet akıcıydı ve 4 yıldızı haketti.Tavsiye ederim.
Adnan beyin uzayip giden ic hesaplasmalari yuzunden biraz siksa da, akici bir kitapti. Sonucta bana “katil katildir” ifadesini tekrar tekrar hatirlatti.
TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu Sonuç Raporundan;
Susurluk Belgeleri II. Cilt Sayfa 380
Bilgisi ve görüşüne başvurulan bir kısım kişiler komisyonumuza; olayların 1970’li yıllarda başladığını ve o dönemde devlette bazı güçlerin, sağ-sol kavgasını başlattıklarını, bundan devletin içindeki bazı kurumların haberdar olduğunu ve yönlendirdiğini, sabah sol görüşlü kişilere sıkılan silahın akşam sağ görüşlü kişilere sıkıldığını söylemişlerdir. Bu olaylar 12 Eylül 1980’e kadar devam etmiştir. 12 Eylül’den sonra da bir kısım ülkücü olarak bilinen ve aranılan şahıslardan olan bazılarının devlet tarafında yurt içinde ve yurt dışında bazı operasyonlarda kullanıldığı, Komisyonumuza verilen beyanlar ve bir takım bilgilerden anlaşılmıştır.
Bir gece ansızın kırmızı bir kamyonun beyaz bir Mercedese Susurluk’ta çarpmasıyla başlayan macera aslında yukarıdaki raporla sonlanmıştı. Türkiye günlerce bu olayla yattı, bu olayla kalktı. Halk devlet içindeki çetelerden, devlet için adam öldürmekten haberdar oldu. Ya da önce devlet için sonra da kendileri için adam öldürenlerden. Ama gazetelerde okuduğumuz kadarından bu mekanizmaların nasıl işlediği, kimlerin hangi koşullarda neler yaptığı çoğumuzun gözünde tam olarak canlanamadı. Karanlıkta duran iri bir kütle vardı. Büyüktü, herkes bir tarafına dokunabiliyor, dokunduğu yeri anlatmaya çalışıyordu, ama hiçbirimizin gözünde – ya da benim gözümde- karanlıkta odada duran o kütlenin tam olarak ne olduğu canlanmıyordu. Kukla kitabında Ahmet Ümit o karanlık odaya fener tutmuş. Devlet içindeki çetelerin nasıl çalıştığına dair bize bir yol haritası çıkarmış. Kendi öyküsünü anlatırken, yaşanabilecek nice öyküye giden düşünce yollarını da açmış.
Adnan ellili yaşlarının başında bir gazetecidir. Ya da gazeteci eskidir. Meslek hayatında çok ses getiren haberlere imza atmış, dürüstlüğünü hiç kaybetmemiş bir gazeteci olmasına rağmen, son iki yıldır, iyice artırdığı içkinin de etkisiyle, mesleğe olan inancını yitirmiş, mazinin hatırına kendisine verilen köşede suya sabuna dokunmayan günlük yazılar yazmaktadır. O sabah işe geldiğinde, personel kartının turnikelerde okunmadığını görünce, her şeyin sona erdiğini anlar.
Aynı gün bir markette, 20 yıldır görmediği, hiç bir zaman iyi geçinemediği üvey kardeşi Doğan’la karşılaşır. Doğan biraz karanlık bir adamdır. Adnan’ın sol görüşe eğilim gösterdiği ilk gençlik yıllarında, Doğan –belki de üvey kardeşine ve üvey babasına inat olsun diye- ülkücü harekete katılmış, iki arkadaşıyla birlikte adının karıştığı solcu bir gencin öldürülmesi davasından hüküm giymiş, ardından nasıl olduysa yanlışlıkla hapisten salıverilmiştir. Adnan, Doğan’ın yurt dışına kaçtığını ve bir takım karanlık işlere bulaştığını duymuştur.
Doğan, Adnan’ın karşısına çok ilginç bir teklifle gelmişti. Devlet, vatan için tüm yaptıklarına rağmen artık onu istemiyordu. Gözden çıkarmıştı. Bu durumdan kurtuluşu olmadığını biliyordu, ama giderken, onu gözden çıkaranları da arkasından sürüklemek istiyordu. Eğer Adnan kabul ederse ona bomba gibi bir haber yapma imkanı verecek, bildiği her şeyi ve tüm belgeleri Adnan’a teslim edecekti.
Adnan konuyla ilgilenmediğini söyleyerek, Doğan’ı, itiraflarını ve belgelerini arkasında bırakarak marketi terk etti. Fakat gelişmeler hiç de umduğu gibi olmadı ve Adnan kendisini ne olduğunu tam anlayamadığı bir temizlik ya da hesaplaşma operasyonun ortasında buldu. Olayın her bir ucunu bir başkası tutuyordu; emniyet görevlileri, aşiret reisleri, milletvekilleri, daha üst düzey güvenlik birimleri. Adnan istemeye istemeye de olsa bu işin bir parçası haline gelmişti. Kimlerin dost kimlerin düşman olduğunu bilmiyor, karşısına çıkan her yeni ipucundan yola çıkarak, olayları tekrar tekrar mantık süzgecinden geçiriyor, sorguluyor ve çıkış için bir yol bulmaya çalışıyordu.
Kukla, Ahmet Ümit’in en sevdiğim kitabı oldu. Okumaya başladıktan sonra elimden bırakamadım. Tüm hikaye boyunca Adnan’ın yaptığı mantık yürütmelerinin peşinde ben de oradan oraya savruldum, merakımı bir an olsun kaybetmedim. En önemlisi de Türkçe kitap okumanın keyfini çıkardım. Ahmet Ümit ana konuyu anlatırken, aralara açtığı küçük konu pencerelerinde bize başka başka lezzetler sunmuş, anlatımı zenginleştirmiş. Mutlaka okumanızı öneririm.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Ahmet Ümit kitap çıkmadan hemen önce Ahmet Tulgar'ın Milliyet gazetesi için sorduğu soruları yanıtlarken "Susurluk'u çözdüm, her şeyi para için yapmışlar" demişti. Hatta kitabı cezaevindeki Susurlukçular okurlarsa 'biz ne bok yedik la' diyeceklerini de düşünüyordu yazarımız.
Ancak Ahmet Ümit'in bu yüksekten uçan, yazarı tanrısallaştıran tavrına rağmen kitap çok büyük yankı yaratmadı. Ahmet Ümit'in kendi okur kitlesi tarafından okundu ve "E Nevzat neden yok bu romanda" denilip geçildi.
Aslında Başkomser Nevzat buna benzer konuları çözümlemeye çalışmıştı daha önce [mesela Kavim'e...] bu da rahatlıkla Başkomser Nevzat romanı olabilirdi. Halbuki biri solcu ve gazeteci; diğeri ülkücü ve devletin karanlık tetikçisi olan iki kardeşin üzerinden gidiyordu roman. Anıştırmalar vardı ama bunları çözmek yorucuydu. Zaten 1996 sonunda meydana gelen trafik kazası ve ardından ortalığa dökülen çamur deryası içinde isimler, insanlar, işler, eylemler, cinayetler, ölenler, öldürenler o kadar çoktu ve toplum bunları anlamak için o kadar az çaba harcıyordu ki, kitabı okuyanlar romandaki o karakter kime benziyor, bu lafı diyen kimdi filan diye aradan geçen o kadar yıldan sonra hiç uğraşamazdı.
Yaşama anlamını yitiren bitik alkolik Adnan ve hayatına renk katacak yıllar sonra ortaya çıkan üvey kardeşi Doğan... Adnan ve Doğanı farklılaştıran benimsedikleri ideolojinin anlamını yitirmesiyle hayatlarına verdikleri yön. Adnanı benimsediği ideolojinin kuklası yapmaktan kurtaran şey kişilik olarak eylemlere şiddete yatkın olmaması. Bana göre ikinci bir neden sahip olduğu bir baba figürü. Zaten yıllar sonra babasına dönüşüyor. Ama Doğan öyle değil üvey babasının evinde kendisini bir fazlalık olarak görüyor üstünde herhangi bir otorite yok. Genç yaşına gelince bir yere ait olmak için ülkücü insanların yanına gidip onları benimsiyor. Hayatında başka bir amaç yok,sürekli birilerinin kuklası oluyor. Bu durumdan sıkılınca artık benimsediği görüşe de inanmayınca elinde bir şey kalmıyor ve asıl olan bencilliği devreye giriyor.
Konu işlenişi, üslupsal çizgiler bakımından bu eseri çıraklık eseri; İstanbul Hatırası kalfalık eseri ve de Sultanı Öldürmek ustalık eseri diyebilirim, bu üç kitap orijininde. Keza, rakının bu kadar mevzubahis olduğu, rakıya bu kadar kıymetiharbiye yükleyen başka bir eser görmedim. İstanbul Hatırası'nda da çok geçer ama yazar bu kitabı, kahramana rakı içirebilmek yazmış desek mübalağa olmaz. Hantal bir işleyiş, iç monologlar ile iyice baskınlaştırılmış. Ahmet Ümit kaleminden taviz vermeyen, belli estetik değere sahip olduğunu da söylemeliyim.
Beklentiyi çok üstte tutmadan okunması gereken bir kitap. Yakın tarihe ışık tutmuyor, yakın tarihten ilham alıyor. Bazı kısımlar gerçekten atlansa, bir şey kaybettirmeyecek değerde. Anlatıcının kendi içinde dönüp dolaşan iç sesi bir süreden sonra bunaltıyor. Kitabı okuyorsunuz ama sizi içine almıyor. Sonunda "tamam, bitti" diyip kapatıyorsunuz ve hikaye sizin için de kapanıyor. Kapağı kapattıktan sonra bir süre vedalaşamadığı hikayeleri seven "ben" için bu sebeple ortalama bir kitap.
Öncelikle kitabı aşırı çok beğendiğimi söylemeliyim. Herkes mutlaka okumalı ve dinlemeli bence . Ama bir ülkücü olarak ülkücülerin sadece var olma çabası içinde ki kaybolmuş gençlerden oluştuğu vurgusu beni üzdü. Sanki ülkücülük bir düşünce fikri değil de ortada kalmış gençlerin büyükler tarafından avlanarak kendine çekilme tarzı gibi anlatılmış. Ben ve ailem iyi yetişmiş sevgi dolu bir ailede büyümüş ülkücüleriz bilinsin
Okurken sabır isteyen bir eser. Çok sayıda karakter ve ilişki var. Ana karakterin iç konuşmaları ve çelişkileri yoğunlukta. Konuya daha iyi konsantre olabilmek, hikayenin içine girmek için birkaç yüz sayfa beklemek gerekiyor. Ancak sonunda hikaye haraketleniyor, ve gerçekten heyecanlı ve pek de unutulmayacak kadar zekice bir kurgu ile karşılaşıyor insan. Derin devletle ilişkili bir kurgu içeren gerçekten ilginç bir eser.
Ahmet Ümit dönemin havasını güzel bir biçimde romanda yaşatıyor. Hayatı karışık gazeteci Adnan ın hayatına sokmak istemediği üvey kardeşi Doğan ile ilişkileri kendisi ile hesaplaşmaları , Susurluk kazası sonrası ortaya çıkan devletin bazı şahısları kullanması ekseninde güzel bir roman. Sürpriz sonuna hazırlıklı olun.
Ahmet beyin okudugum 10. kitapi. Bana gore diger romanlarina kiyasta bir az zayif kalmis ama yine de okumaya deger bir eser. Kitapta kahramanin dushunce ve hatiralari bazi konularda baya uzatilmis. PS: Bana Ergenekon olaylariyla ilgili tarafsiz bir yazarin kitapini tavsiye ederseniz cok sevinirim. Saygilarla
Polisiyenin gözünü seveyim ki, 680 küsur sayfalık anayasa hukuku gibi görünen kitabı bitirdim. Tutarlı bir merakla son 20, 30 sayfa kalana kadar da sonunu fazla tahmin edemeden okudum. Gururluyum. Ümit'in başka kitabı da elime geçerse okurum. "Hayat kaybetmeyi öğretiyor" kitabın vurucu cümlelerinden...
Kukla sizi hiç beklemediğiniz yerlerden vuracak, bazen hayat dersi verirken babalığın, kardeşliğin, eski eşliğin, işini sevmenin / sevmemenin, yılmışlığın üzerine düşünmenizi sağlayacak bir kitap. Bunları yaparken üstüne bir de Türkiye siyasi tarihine, sağ/sol çatışmalarına çok derin bir dalış yapacak ama bunu bir tarih dersi dinliyormuş gibi değil de olayların içinde bizzat yaşıyormuş gibi hissedeceksiniz.
Adnan’ın ailesiyle, iş arkadaşıyla, üvey kardeşiyle olan ilişkilerinin yanısıra kendi içerisinde yaptığı hesaplaşmalar ve kendine karşı yaptığı eleştiriler ona bazen acımanıza bazen kızmanıza bazense kendinizi onun yerine koymanıza neden olacak.
Psikopat’tan sonra okuduğum ilk polisiye kitap oldu Kukla. Ahmet Ümit’ten ise ilk... diğerlerine başlamak için çok güzel bir başlangıç yaptığımı özellikle kitabın son kısımlarında anladım.
Aslinda kurgusu guzel olan bu kitabi durgunlastiran ana karakterin ic sesini cok fazla dinliyor olusumuzdu. Uzadikca insani bir "ehh yeter" basiyordu. Sonu oldukta tahmin edilebilirdi. Yazar okuru baya bir oyaladi. Yani aslinda 300 sayfalik bir kitap olabilecekken cok daha uzun bir kitap olmus.
İçinde bulundugumuz durumu çok güzel bir şekilde anlatıyor.Hatta sanki ileriyi görüp yazmiş yazar, iki üvey kardesin hikayesi ama bu hikayede ne ararsan var. Çok güzel bir bakış acısıyla roman resmedilmiş