Jump to ratings and reviews
Rate this book

Cereyanlar

Rate this book
Cereyanlar, Türkiye’de siyasî ideolojilerin özelliklerini; birbirlerini etkileme ve birbirlerinden etkilenme süreçlerini; cereyanlar içindeki figürlerin ideolojik seyahatlerini; muarız bellediklerine dair kurguladıkları dili; ideolojileri popülerleştirme tekniklerini ve siyasî ideolojilerin gündelik hayatta nasıl karşımıza çıktıklarını ustalıkla işlenmiş bir biçimde gözler önüne seriyor.

Tanıl Bora, “cereyanlar”ı şu başlıklar altında tartışıyor: Geç Osmanlı Zihniyet Dünyası, Batıcılık, Kemalizm, Milliyetçilik, Türkçülük ve Ülkücülük, Muhafazakârlık, İslâmcılık, Liberalizm, Sol, Feminizm ve Kürt Siyasal Hareketi. Sadece başı sonu belli metinlere değil, sözlere ve jestlere de bakıyor, “kimin söylediği”ne değil “ne söylediği”ne odaklanıyor. Böylece, siyasî düşünceleri sarmalayan ideolojik muhtevayı ve “iklim”i de ortaya koyuyor.

Cereyanlar’ı bir siyasal düşünceler kitabı olmanın ötesine taşıyan ve Türkiye’nin düşünsel ethosunu anlamamızı sağlayan heyecanlı bir metin haline getiren de bu: Olayları anlatmak ve analiz etmekle yetinmeyip bunların arkasındaki düşünce oluşumlarını ele alması. Son derece zor bir işin altından başarıyla kalkan bu kitabı okurlarımıza sunmaktan kıvanç duyuyoruz.

926 pages, Hardcover

First published January 1, 2017

121 people are currently reading
1083 people want to read

About the author

Tanıl Bora

100 books148 followers
1963 Ankara doğumlu. İstanbul Erkek Lisesi’ni ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi. 1984-88 arasında haftalık haber dergisi Yeni Gündem’de gazetecilik yaptı. 1988’den beri İletişim Yayınları’nda araştırma-inceleme dizisi editörüdür. O zamandan beri kitap çevirmenliğiyle de meşguldür. 1993’ten 2014’e kadar üç aylık sosyal bilimler dergisi Toplum&Bilim dergisinin yayın yönetmenliğini yaptı. 1989’dan beri düzenli yazdığı aylık sosyalist kültür dergisi Birikim’in 2012’de yayın koordinatörlüğünü, 2016’da yayın yönetmenliğini üstlendi.

Ağırlıklı çalışma alanları, Türkiye’de siyasal düşünceler, özellikle sağ ideoloji ve milliyetçiliktir. Bu konularda yayımlanmış kitapları: Devlet Ocak Dergâh - 1980’lerde Ülkücü Hareket (Kemal Can’la birlikte - İletişim Yayınları, 1991), Milliyetçiliğin Kara Baharı (Birikim Yayınları, 1995), Türk Sağının Üç Hali (Birikim Yayınları, 1998), Devlet ve Kuzgun - 1990’lardan 2000’lere MHP (Kemal Can’la birlikte - İletişim Yayınları, 2004), Medeniyet Kaybı- Milliyetçilik ve Faşizm Üzerine Yazılar (Birikim Yayınları, 2006), Türkiye’nin Linç Rejimi (Birikim Yayınları, 2008), Sol, Sinizm, Pragmatizm (Birikim Yayınları, 2010), Cereyanlar - Türkiye’de Siyasî İdeolojiler (İletişim Yayınları, 2017).

Ratings & Reviews

What do you think?
Rate this book

Friends & Following

Create a free account to discover what your friends think of this book!

Community Reviews

5 stars
141 (67%)
4 stars
55 (26%)
3 stars
9 (4%)
2 stars
3 (1%)
1 star
2 (<1%)
Displaying 1 - 22 of 22 reviews
Profile Image for Özgür Tacer.
103 reviews11 followers
July 2, 2017
Her şey bir yana, çabasıyla beş yıldızı hak eden bir yapıt, Cereyanlar. Ülkenin yüz yıllık tarihinde filiz vermiş bütün fikir akımlarını bu kadar kapsayıcı bir biçimde tek kitapta toplamak, kolaylıkla altından kalkılabilecek bir iş değil. Özellikle bu tarz neşriyatın ifrat ve tefrit arasında savrulması, methiye ve yergi dışında bir pozisyon alınamayışı, hep bir kampın sözcüsü olma hali gibi arazlar göz önüne alındığında Tanıl Bora’nın nesnelliği ve olgusallığı çok daha değerli hale geliyor. Nitekim en başta Cereyanlar, konuşana değil konuşulana bakmayı başarmış bir kitap. Sözün ne kadar önemli olduğunu bilerek sadece blok cümle kalıplarını değil satır aralarını okuyor, ustalıkla söylem analizi yapıyor. Böylece sadece söyleneni değil kastedileni de anlama imkanı buluyoruz.

Kitapta bütün düşünce akımlarını bir arada görmenin bir getirisi, aralarındaki geçişliliği veya reaksiyonerliği bütünüyle izleyebilmek. Pek çok düşünce kalıbının nasıl karşıtıyla var olduğu veya neye dönüştüğü bütün berraklığıyla Cereyanlar’da görünür oluyor. Tanıl Bora’nın bakış açısı 360 derece görüntü alan bir kamera gibi, düşünce dünyamızdaki adacıkları panoramik bir biçimde gösterme imkanı veriyor.

Söylem analizindeki ustalığının yanı sıra Tanıl Bora’nın asıl becerisi, nesnel anlatısını kurgularken kendini yazar-özne olarak konumlandırmayı bilmesi: “o şunu demiş, bu bunu demiş” kolaycılığına kaçmadan, olgulara tepeden bakarak değil yakın, ama mesafeli bir tanıklıkla kendini ifade edebilmesinde. Bir tür “fikir vakanüvisliği” yapıyor yazar, imzasını ise o kendine has ifade tarzı ve kelime dağarcığıyla atıyor. Özellikle birincil yazarlık anlatısına geçtiği yerlerde göz alıcı çıkarımlara, sentezlemelere ulaşıyor.

Ne var ki Cereyanlar’ın bir hayli “yorucu” bir okuma vadettiğini de not etmek gerek. Özellikle bazı bölümlerde malumat içeriği hâlihazırda boğucuyken Tanıl Bora’nın selektif sözcük seçimleri ve yer yer ağdalı ifadeleri okuyucu için soluk almayı zorlaştırıyor. Gerçekten de Tanıl Bora’nın entelektüel birikiminden doğan kavram zenginliğini (Birikim’den aşina olmakla beraber bu kitapta iyice coştuğunu gözlemliyorum) hoyratça kullanması, bu literatürün dışından gelen okuyucu için bir bariyer halini alıyor. Bu tarz okuyucunun bu kitaptan azami biçimde istifade edecek olan profil olduğunu göz önüne alarak, yazarın gelecek baskılarda/ kitaplarda bu tercihini gözden geçirmesini önermek de boynumuzun borcu.

Yine de Cereyanlar Türkiye’nin düşünce atlasında gezinmek isteyenlerin mutlaka, en azından göz atması gereken bir seyrüsefer.
Profile Image for Mehmet Dönmez.
324 reviews36 followers
March 11, 2017
Okuduğum kitapların bende bıraktığı izleri buraya büyük bir hevesle yazıyorum. Bu sefer biraz tedirginim, ne yazsam eksik kalacak gibi sanki...

Tanıl Bora, benim için bu ülkenin en kıymetli entellektüellerinden biri, lise yıllarımdan itibaren radarıma girmiş olması hasebiyle benim dünya görüşümü şekillendirmede de hatrı sayılır bir emeği var, sadece açık, analitik ve muhakemesi kuvvetli bakış açısıyla değil, belâgatindeki yetkinlikten de en başından beri çok etkilenmiştim, ganyan kuponu yapsa alır okurum, öyle diyeyim ben size.

Yazarımız son bir buçuk asırda ülkede hüküm sürmüş siyasi ideolojilerin -röntgeni bile değil- mr'ını çeken, onların kronolojik evrimini sarih bir dille anlattığı "opus magnum"u ile biz hayranlarını sevindirdi.

Bora, memleketin düşünsel izleğinde bir referans kitabı olacak bu eserine "ansiklopedik" denmesinden pek hoşlanmıyor sanırım - kitabını ansiklopedinin ima ettiği kuru ve didaktik üslubundan arındırmaya çalıştığından olmalı herhalde- ama 900 küsur sayfalık bu eserin kapsamı ve referans niteliği bu iddiayı taşıyor ister istemez.

Osmanlı dönemindeki feminist hareketlerden, siyasal İslam geleneğinde kuvvetli bir damar olamamış sol ilahiyata, Behice Boranla Mehmet Ali Aybar arasındaki fraksiyon ayrılığından İkinci Yenilere yapılan siyasi suçlamalara kadar birçok ufuk açıcı detay ve ihtilafa temas eden bu eseri benim gibi sıradan okumasanız, kitapta başlıklaştırılan 11 siyasi akımdan sizi ilgilendirenlere dair kısımlara odaklansanız da benzer bir tad almanız mümkün kitaptan, her bir konu başlığı okuycunun entellektüel açlığını doyuracak kadar kapsamlı

Yazarın sol ve milliyetçilik üzerine vukufiyeti biz okurlarınca malum, beni özellikle şaşırtansa kitapta İslamcılık ve Osmanlının çöküş zamanında hayat bulmuş ideolojilerin anlatıldığı kısımlara gösterilen emekti, bu iki dönemi, harakete damgasını vurmuş yazar ve şairler üzerinden çözümlemiş, hâl böyleyken, gönül bir sonraki eserinde eli edebiyat tarihine, bu kitapta bize kıyısından gösterdiği büyük yazarlarımızın biyografilerine de değsin ister Tanıl Boranın
Profile Image for Benan.
229 reviews30 followers
December 6, 2018
Tanıl Bora’yı zaman zaman sosyal medyadan göz attığım Birikim dergisinden tanıdım. Sadece birkaç makalesini okumuşluğum vardır. Sosyal medyada tefrika şeklinde çıkan kısa bir öyküsünü de okumuştum.
Siyasi tarih okumalarım ise, sadece Cumhuriyet’in ilk yıllarından 80’e kadar olan süreyi kapsamıştır. Bunların çoğu bugün aramızda artık olmayan ya da şu anda yaşını başını oldukça almış olan akademisyenler ve gazetecilerden olmuştur. Benden sadece 5 yaş büyük bir yazarın/akademisyenin okumuş olduğum dönemi günümüzden baktığında nasıl gördüğünü, yaşananları nasıl değerlendirdiğini merak etmiştim. Cereyanlar’ın çıkışı tarih okumalarıma bir süreliğine ara verdiğim zamana denk geldi. İçeriğini biraz incelediğimde aradığım kitap olabileceğini düşündüm. Kitap, özellikle daha evvel okuduğum dönemin öncesinden günümüze kadar uzanan çok geniş bir zaman dilimini içerdiği için ilgimi çekti. Yaşı yaşıma uygun bu yazarın sadece şimdiye kadar okuduğum dönemi değil o dönemi doğuran öncesini ve günümüze olan uzantılarını da açıklıyor olması bana çok cazip geldi. İlk iki bölümü okurken bunun ilmek ilmek dokunmuş bir eser olduğunu düşündüm. Türkiye’nin düşünce hayatına ciddi anlamda katkısı olan herhangi bir düşünce insanının atlanmamasına özen gösterilerek, 5 sene gibi süren ciddi bir çalışma ile hazırlanmış kıymetli bir kitapla karşı karşıya olduğumu fark ettim. Bu anlamda, “Biricik ve Mülkiyeti” isimli eserden sonra karşılaştığım en değerli ikinci yapıt diyebilirim. Türkiye’nin düşünce hayatına katkı sunan isimlerin fikirleri sadece kısaca özetlenmekle kalmamış bu isimlerin birbirlerinin düşüncelerine olan etkileri, eleştirileri ve fikirlerinin günümüze olan uzantıları yazarın kendine has yorumlarıyla kitapta yer bulmuş. Kitabın kendisi zaten bir çeşit kaynakça, her bir bölümün sonundaki liste de kaynakçanın kaynakçası gibi geldi bana adeta. Böyle bakınca, sunuş yazısında yazarın da belirttiği gibi gerçekten yoğun bir bilgi birikiminin yüzeysel aktarımı gibi duruyor. Ama bence pek öyle değil. Yüzeysel gibi görünen aktarımlar aslında yazarın yer yer kullandığı metaforlar, düşünceler arası etkileşimi açıklamak üzere yaptığı yorumlarla belli bir derinlik kazanıyor. Derinlik meselesi biraz da okurun birikimine bağlı oluyor bence. Çok fazla birikimi olmayan bir okur olarak, örneğin Mavi Anadoluculuk düşüncesini biraz daha ayrıntılı okuma ihtiyacı ile google karıştırmak durumunda kaldım. Ya da örneğin modernitenin ve modernizmin tam olarak ne olduğunu bilmeyen biri batı ve batıcılıktaki yerini kavramakta zorlanabilir diye düşündüm. Bu bağlamda, bu kitabın hedeflediği okur kitlesini de merak ettim. Çok sağlam bir Birikim dergisi okuruysanız bu kitap hafıza tazeleyici olmaktan öte geçmeyen bir eser olabilir sizin için. Daha önce herhangi bir tarih okuması yapmamış, gündemi pek de iyi takip edemeyen biri için ise, sadece ham bilgiden ibaret olmaması sebebi ile içeriğin anlaşılması pek kolay olmayabilir diye düşündüm.
Kitabı örnekleme konusunda biraz zayıf buldum diyebilirim. Yetersiz örnekleme bazı kavramların bulanık kalmasına da sebep oluyor gibi geldi bana.
İlk iki bölüm sonunda gördüm ki, Batı ile bir olma isteği ile Batı hıncının oluşturduğu paradoksu çözecek düşünceler ne yazık ki hâlâ geliştirilememiş. Kendisinin de farklı etnik gruplar üzerinde emperyalist emelleri olan bir devletin ekstra batılılık gibi bir iddiası nasıl olabilmiş merak ettim.
Resmi tarihte kurtarıcı olarak vasıflandırılan ve yüceltilen Mustafa Kemal Atatürk’e bu vasıfların gökten zembille inmediğini gençliğimden beri aklımdan geçirmiş, fikirlerinin, kişiliğinin şekillendiği dönemin düşünce ortamını hep merak etmişimdir. Nihayet bu kitapla bu ortama katkı sunan pek çok isim hakkında genel de olsa bir izlenim edinebildim. Bu isimlerden ilk defa duyduklarım çok fazla olmasa da düşünceleri ile ilgili toparlayıcı bir değerlendirme benim için faydalı oldu diyebilirim. Biraz daha fazla ilgimi çekenleri ileride detaylı okumak üzere not aldım.
Kitapla ilgili beni en çok zorlayan konu yazarın, biraz da yapay kaçtığını düşündüğüm ağdalı dili oldu. Yaşı yaşıma uygun olan bu yazarın dili benim yaşıma hiç uymuyor doğrusu! :-) Sözlükten baktığınızda çoğu “eskimiştir” ibaresi ile verilen Arapça, Farsça kökenli sözcüklerle dolu bir dili olduğunu Birikim dergisindeki yazılarından az çok bildiğim yazarın bu kadar geniş kapsamlı bir kitabını okumaya başlamak da bu sebeple benim için pek kolay olmadı diyebilirim. Bu yüzden kitabı yakından bağlantılı olduğunu düşündüğüm bölümlere ayırarak ve araya edebi eserler koyarak okumaya karar verdim. Örneğin ilk iki bölümü okuduktan sonra bir roman okumanın iyi geleceğini düşündüm. Aslında bu kadar kalın bir kitabın cilt cilt yayınlanmış olmasını tercih ederdim bir okur olarak. Öte yandan yazarın ağdalı ve eski bir dil kullanmasının nedenini de gerçekten merak ettim. Sadece bir zevk meselesi mi? Latin Alfabesine geçişin geçmişimizle aramızdaki bağı kesip entelektüel hayatımızı sekteye uğrattığını düşünen yazarın bu bağı kendisinin bir şekilde kurduğunun göstergesi mi? Osmanlıcayı seçkinler kullanmıyor muydu? Halkın Latin alfabeyi daha kolay öğrenebileceği bilimsel bir bilgi mi? Öyleyse, bu, Cumhuriyetçilerin seçkinci olduğu söylemiyle çelişki yaratmıyor mu?
Kemalizm başlıklı üçüncü bölümü okurken, kitaptaki açıklamaların daha çok kavramlar düzeyinde olduğunu düşündüm. Kavramlarla boğuşurken acaba kavram hiyerarşisi diye bir şey var mıdır diye de sordum. İnternetten biraz araştırdım, meğer varmış.
Tanıl Bora bu bölümde, Atatürk inkılaplarını vesayetçi ve milatçı tutum ile gerçekleştirilmeleri itibari ile eleştiriyor. Benim en hoşuma giden tarafı, yazarın bu tutumu açıklarken insan psikolojisini de dikkate alan tavrı oldu. Psikolojik olduğunu düşündüğüm öğelere dokunurken, yazarın zaman zaman gösterdiği nükteli yaklaşım, ağdalı dili karşısında hissettiğim rahatsızlığı hafifletti diyebilirim.
Bu bölümü bitirirken şunları düşündüm: narsist bir devlet babanın yetiştirdiği evlatlar olarak kavramlar üzerine sağlıklı düşünemememiz çok anormal bir durum mudur? Sorunu çözmek isteyenler, belki de bir psikiyatristin, narsist ebeveyn kurbanı olan bir hastasına yaklaştığı gibi mi yaklaşmalıdır acaba bizlere?
Yazarın düşüncenin psikolojisini çok iyi okuduğunu “Milliyetçilik” başlıklı bölümü okurken de fark ettim. Yanlış anlamadıysam, Kemalizmin miladi söylemi, Ermeni meselesinde bir milletin sorumluluk üstlenerek yüzleşmesini engelleyen sebeplerden birisi olarak gösteriliyor bu bölümde. Yazar hiç de haksız değil bence. Sadece bu mesele değil, çözülememiş diğer sorunlarda da bir milletin sorumluluk alması bu söylemle engellenmiş olabilir diye düşündüm ben.
Cumhuriyet Tarihi boyunca Türk edebiyatında Türklüğü yüceltmek için yazılan mısralardan, metinlerden yapılan alıntıları ve planlı bir şekilde yürütülen algı operasyonlarını okuyup (mesela refah şovenizmi ile ilgili olanlar vs), düşününce kolektif kibrimiz şaşırtıcı gelmiyor bana. Kendi neslimiz dahil bu edebiyatla yetişmiş tüm nesillerin nesilden nesile aktarılmış olan ve halihazırda beslenmekte olan bu kibri fark etmelerini sağlamak ve en azından bireysel olarak bunu yenmek için çaba sarf etmek adına Cereyanlar gibi kitapları okumanın iyi bir ilk adım olabileceğini düşünüyorum.
Bazı sorularımın cevaplarını kitapta bulamadığımı da belirtmeliyim. Ancak, bu cevapları kitabı aralıklarla okuduğum için yakalayamamış olup olmadığımı da sorguladım. Dili biraz eski ve ağdalı olsa da bu kitabı yine de bir bütün olarak bir kerede okumanın daha faydalı olabileceğini düşündüm baştaki fikrimi değiştirerek.
Tanımları sözlükte basitçe okuruz ama o sözcüğün herkesin kafasında canlandırdığı imgeler ya da yarattığı algılar o kadar farklı olabilir ki, sağlıklı tartışabilmek için sarf ettiğimiz sözcüklerin kavramları hangi anlamda tam olarak yansıttığının farkında olmamız gerekir diye düşündüm. İşte bu tür kitapların bu anlamda özel bir işlevi olabileceğini düşündüm. Tabii ki belirli periyotlarla gözden geçirilip güncellenmesi koşulu ile. Çünkü anladığım kadarı ile, kavramlar da değişen koşullar, değişen aktörlerle birlikte değişikliğe uğrayabiliyor. Bu sebeple, tarihi okuyup, bir yandan da günceli yakalamak isteyen gençlere iyi bir başlangıç kitabı olabilir Cereyanlar, ancak bunun için formatının ve dilinin bir kere daha gözden geçirilmesi faydalı olurdu bence.
Yazar 6. bölüme güzel bir soru ile giriş yapmış: Muhafazakarlık, belki politik fikir olmaktan önce, insana ve topluma dair kötümser bir ruh hali değil midir? Bu bölümü okuduktan sonra “evet, neden olmasın?” dedim.
Yazarın Ahmet Hamdi Tanpınar’a, bir yere kadar, şefkatle sahip çıkması çok hoşuma gitti. İroni yaparken ünlem ve tırnak işaretlerini ustaca kullanan Bora beni zaman zaman gülümsetti de.
Bu bölümü şu hisle kapattım; meğer etrafımda ne çok muhafazakar varmış! Hatta olmayan var mı?! Bir tane tanıyorum galiba. ;-)
İslamcılık başlığı ile yazılmış 7. bölümü okurken modernizm, kültür ve medeniyet kavramlarının ne olduğunu aslında tam anlamıyla bilmediğimi fark ettim. ��zellikle kültür ve medeniyet arasındaki farklara odaklı ilave okuma yapma ihtiyacı hissettim.

Bu bölümü okurken, genellikle yüzeysel ve biçimsel yürütülen laik-şeriat düzen tartışmalarının etrafında nasıl takılıp kaldığımı, özellikle "içtihad" kavramının ana unsurunu oluşturduğunu düşündüğüm, İslamcılar aras��nda yapılan daha derin tartışmalara ne kadar uzak kaldığımı fark ettim. Siyaset ve din ilişkisi üzerine yapılan tartışmaları da zevkle okudum. Referans gösterilen kaynak kitapların bazıları ilgimi çekti. Bu konuda Ali Şeriati'nin bir kaç kitabı dışında kitap okumamış biri olarak bölüm sonundaki kaynak listesi oldukça önemli benim için. En çok eleştirel İslamcılar ilgimi çekti.

Liberalizm başlıklı 8. bölüm en merak ettiğim bölümdü. Çünkü yarım yamalak takip edebildiğim liberal-ulusalcı, liberal-sosyalist vs arasındaki tartışmaların esası ilgimi çekiyordu. Üzerine daha önce hiçbir şey okumadığım liberalizmin temel unsurlarını da anlatan bu bölüm sayesinde daha önce üstün körü okuduğum tartışmaları anlamlandırmak biraz daha mümkün oldu. Son birkaç sene öncesine kadar olaylara sadece ulusal-sol taraftan bakan yayınları takip ettiğimi fark ettim.

Tanıl Bora liberal-sol, liberal-demokrat, muhafazakar-demokrat gibi çok çeşitli ve değişik kombinasyonlu ideolojileri kavramsal olarak geniş perspektiften ancak özlü bir yaklaşım sergileyerek açıklamaya çalışmış bana göre. Esasen burada da, yazarın genellikle yaptığı derin sözcük açıklamalarından farklı bir şey yaptığını düşünmüyorum. Bu kitapta ele aldığı sözcükler, örneğin, liberalizm, demokratizm vs çok daha geniş, derin anlamlar taşıyabilen kavramlaşmış sözcükler. Sözcüklerin/kavramların sadece sözlük ya da ansiklopedik anlamları ile değil çok farklı kesimler tarafından algılanma biçimleri ile de incelenip ortaya konmasının iletişim ve dolayısıyla uzlaşma için önemli bir hizmet olduğunu düşünüyorum. Bu sebeple kitabı, yazarın toplum için önemli ve değerli bir hizmeti olarak görüyorum. Umarım kıymeti bilinir.

Bu bölüm sonundaki kaynak listesini incelediğimde daha önce olmasını dilediğim, kitabın cilt cilt yayınlanması işini yazarın zaten Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce başlıklı seri ile yaptığını fark ettim. Bu kitapta, anladığım kadarı ile siyasi düşüncelere belirli bir gelişim çizgisinde toplu olarak bakılıyor ki bana göre bölümler de az çok buna göre sıralanmış. Her bölümde olaylar kronolojik olarak açıklanmış.

Sol başlıklı 9. bölümün en ayrıntılı açıklamalar içeren bölüm olduğunu düşünüyorum. Yazarın ifade ettiği gibi soldaki mitoz bölünmeler yüzünden pek çok sol mezhebin varlığı böyle bir detaya yol açmış olabilir tabiî. Fraksiyon-mezhep benzetmesi hoşuma gitti ancak fraksiyonlar arasında başım döndü. Mücadele etmek için yüce sebepleri olduğunu ileri süren solun bu kadar çok bölünebilmiş olmasına şaşıyor insan.

Diğer bölümlerde açıklanan konuların psikolojik boyutları ele alınırken sol bölünmenin psikolojisine çok değinilmediğini düşündüm okurken. Ancak bölümün sonuna doğru, yazarın bölünmelerin ve fraksiyonlar arası tartışmaların ya da kavgaların psikolojik yönünü sinizm-kinizm kavramları üzerinden ele almaya çalıştığını gördüm. Aslında sözlük anlamları tam öyle olmasa da “sinmek” ve “kinlenmek” fiilleri ile de uyumlu geldi bana bu bölümde kullanılan sinizm ve kinizm kavramları. Diğer bölümlerde kullanılan anlamlarından farklı bir şekilde ele alındığı için olsa gerek yazar bu bölümde sinizm ve kinizm kavramlarını ayrı bir alt başlıkta açmak ihtiyacı hissetmiş sanırım. Yazar sinizm ve kinizmin yanlış bir şekilde eş anlamlı olarak kullanıldığını söylüyor ama bana göre aralarındaki tek fark temsil ettikleri duygular. Sinizm umutsuzluğu, kinizm öfkeyi temsil ediyor anlaşılan. Öfke, düşünceleri hayata geçirmede umutsuzluğa göre sadece bir adım önde gibi göründü bana. Aslında bir düşünceyi eyleme geçiremiyorsa, bunun adı kinizm ya da sinizm olmuş ne fark eder diye soruyor insan. Ama tabii birikmiş ve doğru kanalize edilmiş bir öfkenin eyleme dönüşme potansiyelini düşündüğümüzde kinizmi ayrı bir yere koymak gerekiyor sanırım. Öfke neden genelde yıkıcı bir kavga kaynağı olarak kalıyor ama yaratıcı eylemlerin itici gücü olamıyor anlamak isterdim. İtici gücün varoluşçuluktaki “istenç” kavramı ile alakalı olabileceği aklıma geldi. Yazarın belirttiği gibi Türk kibrinin bütün bu anlaşmazlıklarda rolü varsa, bu kibir nereden geliyor, onu da merak ettim. Kapitalizmin tahakküm mekanizmalarının çözümlenmesinde psikanalizin etkisi meselesini ele alan “Gündelik hayat ve teori” alt başlığında belirtilen iki psikiyatrist yazarın kolektif bilinç ve bilinçaltı ile ilgili yazdıklarını okuyacaklarım listesine ekledim. Böylece doğrudan tahakküm mekanizmaları yanında uzun zamandır merak ettiğim ırkçılık meselesinin psikolojik kökenlerine de belki dolaylı belki doğrudan bakma fırsatı bulabileceğimi umuyorum. Kim bilir kibir meselesi için de bir açıklama yakalamış olurum böylece. Daha önce ırkçılığın varoluşçu yaklaşımla irdelendiği bazı eserleri az çok okumuştum. Psikanalitik yöntemle getirilen açıklamaları da görmek faydalı olabilir diye düşünüyorum. İki yazar da kolektif bilinçaltını Deli Dumrul hikayesi (http://www.nkfu.com/dede-korkut-deli-...
) üzerinden psikanalitik yöntemlerle irdeliyor sanırım. Bu arada, bu yazarlardan birisinin adı kitapta yanlış yazılmış. Deli Dumrul’un Bilinci (“Türk-İslam Ruhu Üzerine” Bir Kültür Psikolojisi Denemesi) isimli kitap Bilgin Adalı’ya değil, M. Bilgin Saydam’a ait. Saffet Murat Tura ise, Deli Dumrul hikayesini kısmen kullanmış anladığım kadarıyla.

Daha önce konu ile ilgili neredeyse hiçbir şey okumadığım için bana en yeni gelen bölüm Feminizm başlıklı 10. bölümdü. Bir kadın ve yaşam bilimi olarak jineoloji isminde yepyeni bir bilim dalı oluşturan Kürt kadın hareketi ise, bu bölümde en fazla dikkatimi çeken alt başlığı oluşturuyordu. Kadın meselesine ulus, sınıf ve cinsiyetten bağımsız bakabilme ile ilgili somut ve yalın açıklamalar getirilmiş bu bölümde bana göre. Türk ve Kürt kadın hareketlerinden bahsedildiği için Atatürk ve Öcalan'ın bu hareketlere yaklaşımlarını da karşılaştırıyorsunuz doğal olarak. Türk kadınının Kürt kadını kadar uyanık ve dirençli olmadığını düşündüm. Atatürk bir lider olarak Türk kadınını yönlendirirken Kürt kadını tam tersi Öcalan'ı zorlamış gibi geldi bana. "Bir şey yapılacaksa biz yaparız" resmi anlayışına teslim olmuş Türk kadını vesayeti aşamamış ve erkek egemen devletin kendilerine layık gördüğü haklara razı gelmiş anlaşılan. Bir ulus yaratma telaşı kadınları eşitlik yolundaki davalarından geri bırakmış. Kürt kadını ise, okuduklarımdan, kendi meselesini ulus olma meselesine pek de feda edecekmiş gibi gelmedi bana. Kürt kadın hareketinde önemli bir yeri olan KAMER'in Türk kadınları ile iş birliği kurmuş olması kadın meselesinin diğer tüm akımlardan bağımsız ele alınması konusunda umut verici geldi bana.

Aileyi yeniden üretim alanı olarak daha önce hiç düşünmemiştim. Kadının bu alandaki rolü ve nesneleşmesi hakkında okura yeni bakış açıları kazandıracak açıklamalar hoşuma gitti. Ufuk genişletici bir yanı olduğu kesin bu kitabın.

Kadının örtünmesi ve özgürlüğü çelişkili gelse de aslında "kendi" örtünme isteğinin karşılanabilmesi açısından düşündüğümüzde, kadının özneleşme derdi laik düşüncenin gerçekten dikkatinden kaçmış olabilir mi diye soruyor insan. Belki de kadınlar arasındaki şimdiki kutuplaşmanın kök nedeni budur diye düşünüyor. Toplumdaki en kadim ayrışma olan kadın-erkek ayrışmasından sonra, kadınların örtünme üzerinden de siyaset nesnesi haline getirilerek, üstelik kendi arasında yepyeni bir ayrışmaya tabi tutulduğunu düşünüp kızıyorsunuz da.

Bu bölümde de daha önce duymadığım, bana yepyeni gelen o kadar çok kitap, dergi adı var ki, bu, Cereyanlar'ı, açıklamalar içeren çok kıymetli bir bibliyografi de yapıyor benim için.

Yazarın günümüze kadar uzanan gelişmeleri yansıtması sebebi ile yazdıklarının, hâlâ hayatta olan şahitleri tarafından eleştirilmesine ve düzeltilmesine de rastlamak mümkün. Bu eleştirilerden şimdiye kadar sadece bir tanesi gözüme çarptı. Feminizm bölümü ile ilgili olan ve bu bölümde adı geçen Handan Koç'a ait bu eleştiriyi aşağıdaki bağlantıdan okuyabilirsiniz: https://www.birgun.net/haber-detay/ce...

Bu bölümde, Cereyanlar’da kişilere ve olaylara genel anlamda nesnel yaklaştığını düşündüğüm Tanıl Bora'nın, özenle seçtiği sözcükler ve büyük bir maharetle kullandığı çeşitli tırnak işaretleri ile duygularını gayet iyi belli ettiğini belirtmeden geçemeyeceğim.
Kürt Ulusal Hareketi başlıklı 11. bölüm beni en çok heyecanlandıran bölümdü. Kürt meselesi ile ilgili daha önce okuduğum pek çok kitap 70’li yıllara kadar olan olayları kapsayan kitaplardı, özellikle 1970-1986 arası gelişmeler hakkında çok az şey biliyordum ve 1986 sonrası, gündemi çok da boşlayan biri olmadığım halde yine de bu meselede kaçırdığım pek çok nokta olduğunu düşünüyordum. Bu açık noktaları tamamlaması açısından bu bölüm benim için oldukça doyurucu oldu. Yazarın ağdalı diline alıştığımdan mıdır yoksa gerçekten biraz daha sade bir dil kullandığından mıdır bilemiyorum ama bu bölümde açıklananlar bana oldukça net geldi. Çok akıllıca özetlendiğini düşündüğüm Kürt meselesini okurken dördüncü bölümde okuduğum milliyetçilik ve ulusalcılık kavramlarını çok daha iyi anladığımı hissettim. Ayrıca, mesele o kadar iyi özetlenmiş ki, Kürt ulusal hareketinin stratejisini oldukça açık görebildiğimi düşündüm ve kendimce bir çıkarımda bulunabildim. Anladığım kadarı ile, HDP ulus-devlet ötesi, demokratik özerk bir Türkiye projesi peşindeyken, DBP, böyle bir Türkiye’nin mümkün olmadığı kesinleştiği zaman devreye girecek olan Öcalan’ın B planı çerçevesinde çalışmaktadır. A ve B planlarını okurken Türk hükümetini hangisinin daha çok ürküttüğünü düşündüm: bağımsız bir Kürdistan mı yoksa, demokratik özerk bir Türkiye mi? İkincinin daha ağır bastığı sonucuna vardım. Toplumu Kürtler ve Türkler diye bölmenin ancak bağımsız Kürdistan fikri üzerinden yürütülebileceğini ve zaten bu yüzden de tartışmaların demokratik özerklik kavramı üzerinden değil, daha çok, toprak bölünmesini gündeme getiren bağımsız Kürdistan fikri üzerinden yapılmakta olduğuna kanaat getirdim.
Çözüm noktasında gelinen nokta, nihayetinde bağımsız Kürdistan perspektifine geri dönen PKK’nin, demokratik özerk, ulus-devlet ötesi bir yapıya başından beri zaten çok hevesli yaklaşmadığını düşündürdü bana.
Kitabı bitirken, kısaca, “Tanıl Bora ideolojilerin psiko-politik dinamiklerini açıklamış” diyebilir miyiz diye düşündüm.
Author 2 books461 followers
Read
February 10, 2022
Yüksek Lisans dersim için ders kitabı olması vesilesiyle tanıştığım, Bora'nın bu kitabı klişe tabirle 'tuğla gibi' denebilecek cinsten! Günlerce, didik didik her bir satırının altını çizerek yaptığım bu okumadan çok şey öğrendim.

Bu kitap, her şeyden önce büyük bir emeğin eseri. Yüzlerce eserin tarandığı, titizlikle çalışıldığı her satırından belli. Olumsuz yönleri yok mu? Elbette var... Onları burada uzun uzun anlatmayacağım. Politik oldukları için olumsuz eleştirilerim bende kalsınlar.

İlerleyen zamanlarda eksiklerinin tamamlanacağını düşünüyorum.
Profile Image for Muhsin Dogan.
85 reviews9 followers
March 12, 2017
Uzun zamandır bu denli hacimli bir kitabı bir seferde okumamıştım. (Neredeyse 1000 sayfa) Hem not alıp hem okumak biraz zor olsa da genel olarak keyifli bir Türk siyasî tarihi okuması oldu diyebilirim. Tez yazma aşamasında biri olarak benim için "bir nefes alma" molası oldu ifade etmeliyim.

Önsözde yazarın da belirtmiş olduğu fakat burada tekrar vurgalamak istediğim noktalar var. Öncelikle Sosyalizm bölümü biraz "fazla" uzun olmuş, Liberalizm bölümü de bana daha tadımlık geldi. Bora'nın bir röportajında da ifade ettiği Feminizm bölümü ise güzel kurgulanmış ve aktarılmış. Muhafazakarlık ve İslamcılık bölümleri bir çok eksiğimi kapattı diyebilirim. Dizin kısmına bir eleştiri olarak şunu ifade etmek isterim. Bu denli hacimli bir eser için daha detaylı hazırlanabilir diye düşündüm, sebebi ise hacimli bir esere tekrar takrar dönmek isteyecek okuyucuların olma ihtimalidir.

Tanıl Bora'nın "ikincil yazarlık" diye ifade ettiği ve üstlendiği üslübunu ayrıca kitabın genel akışını da beğendiğimi ifade etmeliyim. Bu denli hacimli bir kitapta ufak da olsa bazı yerlerde anlam "boğulması" olmuş, olur, olabilir. Siyaset Bilimi ile ilgili olan kişiler için tek seferde okunabilecek ama genel okuyucu için "ara ara" açılıp, bölüm bölüm de okunabilecek bir kitap olmuş, ilgilenenlere okunmasını nacizane tavsiye ederim.
Profile Image for Burak Alparslan.
15 reviews
September 18, 2017
içerik, derleme, anlatım vb. her bakımdan puanını hakeden, sadece yazarın verdiği emek için bile beş yıldız verilebilecek -5 yıllık çalışmanın ürünüymüş. - ülkedeki her siyasi akımı hemen hiç yorum katmadan belli başlıklar içinde, genelde tarihsel bir sıralama ile anlatan tabiri caizse "tuğla" gibi bir kitap. tek eksisi bence dilinin eski kelimeler nedeniyle zaman zaman ağırlaşması. olsun yine de insan baya bir kelime öğreniyor sayesinde.

kütüphanelik beş yıldızlık bir çalışma
Profile Image for Onur.
3 reviews3 followers
January 12, 2017
evrenin en sevimli humorlu başlığa sahip ders kitabı.
Profile Image for Baris Ozyurt.
919 reviews31 followers
October 6, 2019
“Adaletin olmadığı yerde her sadakat sahte”(s.627)
Profile Image for ehk2.
369 reviews
July 28, 2017
Tanıl Bora'yı canıgönülden tebrik ediyorum. Türkiye siyaseti, genel olarak toplumsal yaşamı üzerine en kapsamlı, en derinlikli eserlerin birini ortaya çıkarmış. Emeğine yaraşacak şekilde, ileride uzun yıllar, geniş çevrelerce okunup tartışılacak, kalıcı ve etkili olacak bir kitap yazmış.

İdeolojileri, yalnız bir düşünce/doktrin tarihçiliğinden öte, girdikleri örgütsel yapılanmalarla, toplumsal hareketlerle ilişkileriyle, sembolik anlamda kültürel yönleriyle, basın-yayın-propaganda araçları, ritüelleri, söylemsel yapılarının analizleriyle, birbirleriyle karşılıklı etkileşimleriyle; yani mümkün olabilecek her yönden ele almış. Bunu yaparken, yeni baştan kronolojik bir sosyal/siyasal tarih yazma eğiliminden büyük ölçüde kaçınmış.

Başta belirttiği gibi, her konu, alanının uzmanı tarafından kısa geçiştirildiği/daha detaylandırılabileceği ithamıyla karşılaşabilir. Doğrudur da... Aslında Bora'yı 1000 sayfaya varan bu kitabı, bu kadar kısa ve öz tutabildiği için de kutlamalıyız. Bora, bilinegelen dil hüneriyle, tek bir kelime veya tabirle, hakkında ciltler yazılabilecek/yazılmış kişi/konular hakkında verdiği hükümlerle kafamızda aydınlanma şimşekleri çakabiliyor. Buna hayran kalmamak elde değil.

Dil hususunda, Bora ile ilgili bir sorunum yok; aksine, kullandığı kelime tercihlerini seviyor, meramını anlatmak için gayet uygun olduklarını düşünüyor, yeri geldiğinde ek bir şey öğrendiğimde seviniyorum. Ama misal ben de bir iki kelimeye takıldım: mahdut, tahdit etmek gibi... Bunlar sık kullanılmış ve ben olsam "sınırlı" tercihininden yana dururdum ama yazının iç tutarlılık amaçlarıyla bunlarda ısrarcı olduğunu düşünüyorum. Şunu da ekleyeyim: Genelde benzer minvalde olan bir konuyu sıradan bir yazar devamlı aynı kelimeleri kullanarak anlatmak, aktarmak, özetlemek durumunda kalırdı; bu da metni sıkıcılaştırır, yavanlaştırır, akademide sık gördüğümüz kuru dile yaklaştırırdı. Bora'da ise tam zıttı.

Konular arasında geçişler güzel ayarlanmış -çok az yerde ani atlayışlar göze çarpıyor. Kaynakça kullanımda ise, ben alıştığım klasik -akademik- tarzı tercih ederdim; ancak bunun metni çoğu kimse için okunmaz hale getireceğinden de eminim. Doğrudan alıntıların ya da ismi geçen eser/yazarların, bölüm sonralarında topluca listelenmesi özellikle yabancı yayınevlerinde, daha çok akademi-dışı, popüler kitaplar için kullanıldığını gördüğüm yöntem. Bu da olmuş.

İçerik olarak elbette, daha iyi bildiğim konuların daha uzun ele alınmasını ben de isterdim. Bunu geçiyorum. Yalnız, sol işin içine girince, Bora'nın ideolojiden biraz uzaklaşıp, örgütsel tarih yazımına kendini hasretmekten alıkoyamadığını düşündüm. Bunu da garip bulmuyorum -Bora'nın siyasal pozisyonunu düşünürsek. Ek olarak, DSİP'e gösterdiği müsamahakar ifadeleri biraz rahatsız edici de buldum, açıkçası. Kendisi onlara gösterilen tepkilerin kökenine değinse de, yaptıkları yenilir yutulur olmayan şeyler, pek kolay kolay hazmedilecek şeyler değil. Öte yanda, ulusalcılar içinde Nihat Genç'ten, yazılarından ve oldukça popüler olmuş TV programlarından bir iki -nüktedan- ifadeyle de olsa söz edilebilirdi. Yok sayılmış -bilmiyorum belki de aradaki husumettendir:))

Tanıl Bora, güncel aktüaliteye bu kadar çok girmeli miydi? Özellikle şu 2016'dan beri yaşadığımız şeyler... Almaması yakın tarihteki birçok olayın perde arkasını açıklamakta elbette sorun çıkarırdı; ama güncele fazla yer vermenin de riskleri var.


Entipüften bir not: Okumamda bir iki tarih yazım hatası gözüme çarptı -seçim tarihleri ile ilgili. Bunun dışında da tek bir cümlede hata gördüm: "Türkiye 2004'te AB'ye tam üyelik başvurusunda bulundu ve 2005 sonunda müzakereler resmen başlatıldı." (s.110) deniliyor ama 2004 AB'nin müzakereleri başlatma kararı aldığı tarih. Başvuru, Özal'dan bu yana bakiydi zaten, "berdevam"dı:)) Bu da gözden kaçmış, önemsiz bir nokta.
Profile Image for Gürkan.
83 reviews3 followers
July 18, 2018
Siyaset Bilimi adına konuşan herkesin kendi ideolojilerine hapsolmaktan kurtulamadığı bir ortamda, böylesi nesnel ve olgusal nitelikler taşıyan bu yapıt; rasyonaliteye hasret kalan bizler için hem engin bir okuma deneyimi sunuyor mamafih her sayfasında da yeni bilgiler katıyor.
Profile Image for Batuhan Uğur.
20 reviews5 followers
December 3, 2025
Geç Osmanlı ve Türkiye'nin (yazıldığı 2017 senesine kadarki) son 130-140 yılının siyasal düşünce tarihini anlatan, bu alanda yazılmış muhtemelen en kapsamlı ve başarılı kitap. Tanıl Bora, kitabını belli temel olayların çeşitli siyasi kanatlardaki görev ve etkileriyle genel bir Türkiye tarihi anlatmayı değil, bunun yerine her bölümde farklı bir siyasi kampın kabaca kronolojik iç hikayesinin anlatıldığı bir ideolojiler tarihi 'derlemesi' yazmayı tercih etmiş. Tabi bu yine de kitabın tek bir parçada okunması gerekliliğini değiştirmiyor çünkü tekrarlamalardan kaçınmak adına bazı parti ve isimler beklenen bölümlerde beklenenden az anlatılıp geçilebiliyor. Böylece mesela Turgut Özal'ı hem muhafazakarlık hem liberalizm bölümünde görüp aynı hikayeyi tekrar tekrar okumuyorsunuz.

Yazarın kendi yorumlarını nadir ve oldukça üstü kapalı vermesini de, metnin akademik tarafsızlık gayesi sebepli oldukça başarılı buldum. Kitabın anlatımı çoğunlukla kimin hangi siyasi kampta ne yazıp çizdiğinin veya söylediğinin kataloglanması şeklinde hazırlanmış. Tabi bu kısmi tarafsızlık pek çok okuyucunun, kendisine uymayan tüm siyasi görüşler fazla nazik anlatıldığı için sinirlenmesine de sebep olacaktır ki bu bence kitabı daha da başarılı yapan bir başka etmen.

Kitap oldukça uzun ve dili günlük kullanıma alışkın birisi için biraz ağır gelebilir ancak anlatım oldukça akıcı ve ilgi çekici. Zaman ayırmak gerekiyor ama bu zamana kesinlikle değiyor. Herkese okumasını tavsiye edeceğim ve her kitaplıkta bulunmayı hak eden, çok başarılı bir kitap.
Profile Image for Tuğba Bayar.
47 reviews2 followers
Read
May 30, 2021
Cereyanlar, klasik bir siyasi düşünceler tarihi kitabı değil. Alışılagelmiş anektotların hiçbiri burada yok. Eğer Türk siyasi tarihine aşinaysanız kesin okumalısınız. Eğer aşina değilseniz, başlamak için kötü bir seçenek. Kitabın lisanı için ne kadar methiye düzsem az. Kelime seçkisi alabildiğine geniş, beslenebildiği her yerden beslenmiş. Üslubu da samimi, didaktik değil.
Profile Image for Talha Güneş.
6 reviews10 followers
February 18, 2018
İletişim Yayınları'ndan daha önce de ciltler halinde çıkmış olan Türkiye'de siyasi akımlar serisinin tek kitapta özetlenip toplanmış hali. Haliyle cümleler daha yoğun. Günlük hayatta veya siyasi akımlar ve 'mücavir alan'ındaki kitaplarda pek karşımıza çıkmayan kelimeler de kullanılmış; fakat bunları öğrenmek de bir keyif oldu benim için.

Kitap objektif bir bakış açısı sunma vaadinde bulunmuyor. Dolayısıyla Tanıl Bey'in yorumları kitabın her noktasına sızmış; ama kitapta anlatılan olaylara dair daha önceden bir bilgi birikimi olan okur, yazarın yorumlarıyla kendi bilgisini harmanlayıp kendince bir sentez yaratmakta ve olayları doğru yorumlamakta zorlanmayacaktır.

Her şeyden öte böylesi bir kitap yazmak için sarfedilmesi gerekene emek, okunması gereken metinler, makaleler, kitaplar, kaynakçalar düşünüldüğünde saygı duyulması gereken bir eser. Ciltli haliyle basılmasının düşünülmüş olması da böyle kalın bir kitabın dağılmasını önlemek için ayrı bir güzellik olmuş.

Puntosu biraz küçük olan yazılarıyla ve 900 sayfayı geçen kalınlığıyla bu konuların meraklılarını bekleyen bir eser.
This entire review has been hidden because of spoilers.
33 reviews
June 4, 2025
Tanıl Bora’nın bu harika eserini okumam 4 ayımı almış. Yaklaşık 900 sayfalık kitap, ülkemizdeki mevcut ideolojilerin tarihlerini 2016’ya kadar özetliyor. Deli işi bir araştırma, okuma ve yazı söz konusu. Üstelik gayet akıcı bir üslubu var.
Bu kitap sayesinde çok şey öğrendim. Yan okumalar yaptım, yapmaya da devam edeceğim. Son bir asırlık tarihimizde öyle çok isim var ki ve bazıları o kadar nevi şahsına münhasır ki! Rıza Nur, Osman Serdengeçti, Kemal Burkay bunlardan sadece birkaçı. (Son günlerde Gülümse şarkısını çok dinliyorum mesela, Kürt Hareketi bölümünden bana miras)
Kitabı okurken üzerine en çok düşündüğüm iki konu, acelecilik ve diğerlerini dinlememe. Neredeyse tüm ideolojiler, güce ve/veya iktidara sahip olmak için beklemekten aşırı korkuyor. Hata yapabilmek, bunu itiraf edebilmek, özeleştiri yapabilmek ve durumu sindirmek ısrarla kaçınılan unsurlar.
İkincisi de tüm ideolojilerde bariz bir kişi kültü var ve o kişi, kendisine ters hiçbir şeyi dinlemiyor. Hatta karşıt düşünce sahiplerini bertaraf etmek için elinden geleni yapıyor.
Ülkücü, liberal, kapitalist, feminist, Kürt kökenli sosyalist, komünist fark etmiyor. Dediğim dedik ve sabırsız kişiler benzer tutumlarla çok zıt konuları savunuyorlar. Ama tartışma, irdeleme, okuma, araştırma neredeyse sıfır.
Ülkenin mevcut durumuna pek şaşmamak lazım çünkü biz, birkaç sene arayla aynı şeyleri keşfettiğimizi sanıyoruz ve sonra zaman kaybettik diye hayıflanıyoruz.
Profile Image for Polat.
1 review1 follower
April 13, 2023
Kitabın içeriğini değerlendirecek kadar bilgi ve donanıma sahip değilim. Bununla beraber üslubunu, dilini ve hafiften mizahlı tarzını çok sevdim. Tuğla gibi kitap ama sürükleyici bir romanmış gibi kolay akıyor. Kitabın ortalarına doğru ise anlatılanın kurmaca-roman filan değil bizim hikayemiz olduğu gerçeği insanın böğrüne taş gibi oturuyor. 900 küsür sayfa bitince de kitap sona ermiş olmuyor sanki.
M. Mahçupyan'ın o meşhur sözüyle '' Faşizm bu topraklarda en az bir kez yenilmeli''.
Profile Image for Faruk T Yalcin.
14 reviews
April 30, 2020
Olağanüstü derecede kapsamı bir çalışma. Pek çok "ideoloji analizinin" aksine soft ideolojilerin sınırlarını edebi eserler, konuşmalardan örnekler, sosyolojik çıkarımlar vs. kullanarak çizebilmiş ve bu sınırların içinde onları değerlendirebilmiş. Bunun yanı sıra, kitapta kullanılan dil yalnızca kolayca okunabilen bir dil değil, okuyucuya estetik anlamda haz veren bir biçimi var.

Okumaya değer.
Profile Image for Sencer Az.
75 reviews1 follower
June 24, 2021
Siyasi akımları , gelişimi, akım önderleri ve önde gelenlerinin fikirleri;kendi konusunda mükemmel bir ansiklopedik çalışma ...
Profile Image for Fırat.
8 reviews
April 17, 2022
Türkiye'deki siyasal ideolojileri tüm veçheleriyle tanımanızı sağlayacak bir başucu kitabı.
Profile Image for Hasan.
120 reviews4 followers
June 17, 2025
Gereksiz uzatılmış bir yazın. kısa öz anlatım, daha iyi olabilirdi.
Profile Image for Şenol Gündoğdu.
10 reviews4 followers
April 11, 2017
Araya duraklar girse de bitti. Böyle bir emeğin hakkında uzunca bir şeyler karalamak şart.
Displaying 1 - 22 of 22 reviews

Can't find what you're looking for?

Get help and learn more about the design.