"Katılmacı Demokrasi" günümüzde artık herkesin üzerinde birleştiği ortak bir istem. Ancak bunun somutta ne anlama geldiği çok açık değil. Oysa, demokrasinin dört beş yılda bir yapılan seçimlerle sınırlı kalmasını istemiyorsak, katılmacılığın uygulamada nasıl gerçekleşebileceğini öğrenmemiz şart.Katılmanın ortaya çıkabilmesi için gerekli koşullar nelerdir? Kimler, nereye, nasıl katılabilirler? En önemli katılma yolları nelerdir? Katılmaya ilgisizlik nasıl açıklanabilir? Düzeni reddeden bir katılma nasıl olur?Bu kitapta, bu ve bunun gibi sorulara yanıt aranıyor. Bu amaçla "Cem Eroğul", önceki çalışmalarıyla tutarlı bir kuramsal çerçeve içinde, hem geçmişin hem de günümüzün verilerini inceliyor. Gerektikçe yabancı uygulamalara da bakıyor. Ancak ilgisinin odak noktası, hepimizin "ortak kaderi" olan bugünün Türkiyesi.
1960 yılında İstanbul, Saint Joseph Lisesi’nden mezun oldu. 1964 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi. Yüksek lisansını 1965 yılında Diplôme d’Etudes supérieures (DES), Faculté de Droit et de Science économique (Paris), doktorasını ise 1969 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde tamamladı. 1966 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Anayasa Hukuku asistanı olarak çalışmaya başlayan Eroğul, 1973 yılında aynı fakültede Anayasa Hukuku doçenti oldu. 1982 yılında yine aynı bölümde profesör unvanını aldı. 1983 yılında Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı’nın emriyle üniversiteden uzaklaştırıldı. 1990 yılında Danıştay’ın aldığı içtihadı birleştirme kararı uyarınca A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki Anayasa Hukuku profesörlüğüne geri döndü. 2010 yılının başında emekli oldu.
Konu ile alakasız not (Okuduğum ilk Cem Eroğul kitabı olduğu için, beklenileceği gibi dil konusu):
Cem Eroğul'un dil konusunda neyi, niçin savunduğunu bilmediğimden, okurken yadırgadım. Fakat, "Hımm, özdeksel yazmış, ne demek ki şimdi bu?" şeklinde değil. Kullanılan birçok kelime zaten önceden önerilmiş kelimeler; çok yadırgatıcı şeyler değiller. Takıldığım nokta, şu cümle niye böyle?
"İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 20. maddesine göre: "Her şahıs muslihane toplanma ve dernek kurma ve derneğe katılma serbestisine maliktir" (s.94).
Muslihanenin ne olduğunu ilk başta çıkaramadım. Sonra araştırınca, bunun barışçıl, yani slh yani sulh'ten türetme hukuki bir terim olduğu görülüyor. 'Barışçıl' dururken, buna ne gerek var şimdi, ya da maliktir/sahiptir, şahıs, serbesti? Nasıl bir Öz Türkçecilik bu? Diğer bir kitabının girişinde, dile yöneliminin sonraki bir safhada değiştiğini söylüyor. Belki yayına hazırlarken, önceki yıllarda yazdıklarını gözden geçirdiği sırada göz ardı edilmiştir, bilemiyorum.
Anlıyorum ki, "ben zaten bu kelimeleri biliyorum, sorun değil" şeklinde bir yaklaşım pek olmuyor. Hepimizin az çok uzlaştığı kelimelerde yazmak iletişim açısından daha sağlıklı (anlam kaybı olacak özel terminolojiler dışında -ki, burada pek yok). Uzlaşı dediğimiz şeyin muallakta olduğu zamanlarda bu tür kullanım bir işe yarayabilir. Öbür türlü, akıntıya kürek çekmek olur. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi gibi herkesin anlayabileceği şekilde ortaya konması elzem bir metni, anlaşılmaz kelimelerle çevirmek biraz ironik oluyor... Yok eğer başka bir çeviriden alındıysa niye düzeltilmemiş?
Bir de şu var: Eroğul'un sık sık Sol'da, Birgün'de yazıları, söyleşileri çıkıyor; Marksist hoca payesi veriliyor. Ancak, bu son husus kısmında benim diyeceğim Eroğul, ancak bir anayasa hukuku profesörü ne kadar radikal olabilrse o kadar Marksist! Hocanın "olumsuz" katılma konusundaki fikirlerini bir okuyun. Bütün kitap çok değerli. Buna bir sözüm yok. Ama bu Marksist bir siyaset teorisi değil! Sola açık bir cumhuriyetçilik diyelim. Mülkiye geleneği diyelim, daha kolay zihinde canlanır...