Vladimir Dudintsev Ekim Devrimi’nden bir yıl sonra dünyaya gelen ve 1998 yılında yaşama veda eden bir Sovyet yazarı. “Yalnız Ekmekle Yaşanmaz” romanı, yalnız ülkesinde değil, batıda da büyük ilgi yaratmış, hararetli tartışmalara yol açmıştı. Kimilerine göre Stalin sonrası Sovyetler Birliği’ni en iyi anlatan romanlardan biriydi, kimileri ise romanı otoriter rejime cesur bir başkaldırı olarak değerlendiriyordu.
Dudintsev uzun süre “Yalnız Ekmekle Yaşanmaz”ın yükünü taşıdı, farklı yorumlar karşısında bocaladı, zaman zaman “ben Sovyetler Birliği’ne sadık bir edebiyatçıyım” diyerek isyan etti.
Bir Yılbaşı öyküsü’nü yazdığında bu öykünün Türkiye’de bu kadar sevileceğini tahmin edemezdi. İnsanlığın derin aclarını dindirmek için uğraş verilen bir araştırma laboratuarında “zaman öğretmen”in bilim insanlarına baykuş kılığında musallat oluşunun büyüleyici öyküsüdür bu.
Bir yılbaşı öyküsüdür, 2008 yılıyla yüz yüze gelmek isteyenler için bire birdir:
“Ben bir peri masalı dünyasında yaşıyorum. Bir peri masalı ülkesinde, imgemde canlandırdığım bir kentte. Orada olağandışı yaşamları vardır insanların; ben de bu olağandışılıktan kendi payıma düşeni aldım.”
Vladimir Dimitrievich Dudintsev was a Ukrainian-born Russian writer who gained fame for his 1956 novel, Not by Bread Alone, published at the time of the Khruschev Thaw.
Dudintsev, the son of a member of the gentry, attended law school in Moscow and fought during the second world war. After the war, he became a reporter and writer.
Inspired by Soviet apparatchiks refusing to credit a report of a deposit of nickel because Soviet dogma said it was impossible, Dudintsev wrote Not by Bread Alone, the tale of an engineer who is frustrated by bureaucrats when he attempts to bring forth his invention. The novel sparked wild enthusiasm among the Soviet population. Official reaction soon turned against the book, and Dudintsev suffered years of poverty, and was only able to publish occasional works. As the USSR tottered, in 1987, Dudintsev published a novel, The White Robes, for which he was awarded a State Prize the following year. He died in 1998.
Durmadan geriye doğru akan kurulu bir saat mi yoksa alelade gördüğümüz boyumuz kadar büyük bir baykuş mu zihnimizi canlandırabilir? İnsan yaşamını sıra dışı bir zamana kurgulayan bu öyküde yazarın "zaman her yerdedir" teması dikkat çekiyor. Herkesin hayatının sona ermesi için beklenen bir süreç var ve bu süreç hiç de sandığımız kadar uzun değil. Sadece hayatının kendisine kazandıracak bir şeyi olmadığını düşünenler için uzun bir süreç. Onların da zaten ne görecek bir baykuşu ne de kurulu saatleri var yanı başlarında. Öyküde bunu "farkında olanlar" arasında da sezgisel bir temas olması dikkat çekiyor. Herkes herkesin zamanının değerli olduğunu bilir. Ölüme yakın olan uzak olana doğru cisimleşir... Bir baykuş görünümünde algı boyutları gözlerini hiç kapatmadan insanları izlemeye gelir. Zaman sonsuzluğunda yaşamaya teşvike gelen bir baykuş, bir saat, sizi yaşadığınız hayatın uyarıcı öyküsü olmaya aday "bir yılbaşı öyküsü" adlı öyküyle yanı başınızda. Okuyun ve zamanı hissedin derim.
"Zaman durabilir! İki bin yıl taş altında kalmış lotus tohumlarını bulan, sonra onları ekip çiçek açtıran bilgilerin öyküsünü duymuşsunuzdur. O tohumlar için, taşın altında kaldıkları sürece zaman durmuştu. Söylüyorum size, zaman bazen geçmek istemez, bazen de ileri doğru fırlar."
Yaşamıma başlamak için ayaklarımın ucunda parıldayan zaman okyanusunun kıyısında duruyordum. Geleceğin köpüklü dalgaları bir biri ardından ayaklarıma vuruyor, beni ileri gitmeye zorluyordu.Yarın bu ufkun öbür yanına doğru yelken açacağım. Ama biraz ürküyordum. Bir yıldır baykuşumun benim yanımda olmasına alışmıştım. Onun uyarması olmadan yaşayabilir miydim ? Bu olağanüstü okyanus, ben onun üzerinden uçarken ayrımına varılamayacak, küçük bir akarsuya dönüşür müydü ?
Un cuento hermoso. Acabo de compartir, tras terminar de leerlo, el momento final en contraste con un poema de Jaime Gil de Biedma en mi Facebook: forma perfecta y juguetona, a mí parecer, de compartir tal momento. Me costó transcribir porque parece que no se haya se este autor en internet más que algo de wikipedia. Terminé el cuento hoy, cerca a esta hora (como dije, tras terminar de leerlo, me levanté del sillón para transcribirlo [o buscar en internet, para ser más rápidos, el fragmeto, pero no encontré]), tras leerlo de trozo en trozo. Mal hábito mío. Sin duda, tengo ya marcado, de manera dudosa (mala memoria) que cosas debo memorizar, que talvez me ayuden. Pero sin duda lo marcaré cuando lo relea, y creo que sí o sí, a pesar de ser un 'joven lector', lo releeré algo pronto (en unos meses pienso; no debe pasar más tiempo).
La verdad, no planeaba volver a poner "leído" a cuentos, solo a novelas en sí o libros de cuentos, pero este vale la pena y recomiendo muchísimo.
Sovyet yazar Vladmir Dudintsev’in 1950lerin sonunda yazdığı 40 sayfalık bir öykü kitabı. Özetle zamanın önemini, bir saniyesinin bile boşa harcanmaması gerektiğini vurguluyor. Yeni yıla girdiğimiz bugünlerde hoş ve kısa bir okuma.
“-dokuz yüz yıl diyorsunuz. biliyor musunuz ki zaman durabilir ya da hızla akabilir? hiç birini beklediğiniz oldu mu? -evet zaman çok yavaş geçebilir. -zaman durabilir! iki bin yıl taş altında kalmış lotus tohumlarını bulan, sonra onları ekip çiçek açtıran bilginlerin öyküsünü duymuşsunuzdur. o tohumlar için, taşın altında kaldıkları sürece zaman durmuştu. söylüyorum size, zaman bazen geçmek istemez, bazen de ileri doğru fırlar”
Kitap oğluma bir öğretmeni tarafından armağan edilmiş. Bana gösterdiğinde yılbaşı, zaman, baykuş imgeleri hemen dikkatimi çekti ve ondan önce elime aldım. Bu kitabı okumak için yılbaşını beklemeye gerek yok. Ama yeni umutlara yelken açtığımız, yeni kararlar aldığımız, başlangıçlar yaptığımız, duvara yeni bir takvim asıp saatlerimizi ayarladığımız bu günlere yakışan bir kitap. Kırk sayfalık alegori yüklü öyküyü fazla bekletmeden bulup okuyun, derim. Zaman ve ömür kavramları üzerine harika bir fantazya, masal tadında, tümüyle gerçek... Sorularla başlıyor ve sorularla bitiyor.
Kısa bir kitap ama takip etmrsi biraz zorlayıcı. Hayat kısa diye güzel bir uyarıda bulunuyor ama gene de onladar da tavsiye edebileceğim bir kitap değil
I really liked this book. I think that original Russian dialogue breaks down in translation. There seems to be some confusing pieces to it but that's what makes it so unique. Dudintsev puts together a portion of Soviet reality that is not yet confirmed to us. It's an old book. You always hear about the gulags and the sadness, and yes there is that and its the majority, ok. But -- Dudintsev puts sunlight -- no pun intended, into this reality. He lights up the world with hope. A short story era from 1890-1950 is filled with death and drunks. I've read an overwhelming majority of them, but don't take my word for it go read them. Dudintsev puts a beautiful parable together that tells us that no matter what, your hard work isn't going to be wasted. Push on. There is brightness and purpose to your life, every second. I think that Plato once pointed out that bad people don't exist, it's their intentions that take us down dark roads. Don't take this to far but something I think that fell through the cracks in this translation was that Dudintsev was pointing out the concept, theory or dream of Soviet Bolshevism. To work hard and bring in a new era. This may seem like to much for such a short book but I don't think it was an accident that this book was so widely dispersed and fell into the hands of so many young people. I'm not saying its a conspiracy, on the surface its a very nice story. If you read it and really think about it though, its not just a sweet story, its very Russian....very old world. It has meaning between the lines and though that ideal never worked out, which ones to their full extent ever do? So the purpose I pulled from this book was work hard, pour your life into your moments not moments into your life and no matter where you are you will fill the context of your moments beyond what you ever thought possible.