Şeyh Galib (1757-1799): Sadece 23 yaşında “tertib ettiği” Dîvan’ının (1780) yanı sıra iki yıl sonra yazdığı Hüsn ü Aşk (İyilik ve Aşk) adlı mesnevisiyle de Dîvan Edebiyatı’nın son büyük ustası olarak adlandırılan 18. yüzyıl şairidir. Galib’in, yaklaşımıyla Dîvan Edebiyatı’nın daralan ufkunu açtığı kabul edilen Hüsn ü Aşk’ı, Gölpınarlı’nın çeviri, günümüz diline aktarım, açımlama ve Galib’in el yazısı ile zenginleştirdiği çalışmasının (1968) ilk yayımlanışından 38 yıl sonra, Galib’in doğumunun 250. Yılı arifesinde nihayet yeniden okur önünde.
Abdülbâki Gölpınarlı (1900-1982); 20. yüzyılda ülkemizin yetiştirdiği en önemli edebiyat tarihçilerinden ve (şarkiyat) doğubilimcilerindendir. Hasan Âli Yücel’in Bakanlık Klasiklerinden 1980’lere, dîvan, tasavvuf ve halk edebiyatımızdan ve Farsçadan yaptığı temel yapıt çevirileri ve incelemeleriyle de kültür hayatımızda unutulmaz bir iz bırakan Gölpınarlı’nın sayısız eseri arasında, Mevlâna Külliyatı, Fuzulî, Nedim ve Yunus Emre dîvanları da vardır.
Seyh Galib, also known as Galib Dede, was born in Istanbul. His father was a government official with some connection to the Mevlevi Sufi order, the order of "whirling dervishes" founded by Rumi.
Galib attempted to combine a government career with the interior life of a Sufi, but he eventually turned his focus wholeheartedly to the spiritual life, becoming the sheikh of the Mevlevi order in the Galata district of Istanbul.
By this time he was already famous for his poetry, known even to Sultan Selim III, who was a patron of poets. Galib composed a divan (collection) of his poetry and a poetic allegory called "Beauty and Love." He is considered to be the last of the great classical Ottoman poets.
Hüsn ü Aşk'ın bahsini zaman zaman bazı yerlerde görüyor; ama boyumu fazlaca aşacağını düşündüğüm bir eser olduğu için okumaya yanaşamıyordum. Ama sonra denk geldik bu kitapla bir vesileyle. Bir şekilde okurum deyip aldım o gün. Aylar sonra da, koronavirüs salgınından dolayı eve kapanmışken, sırasıdır şimdi dedim, otur masa başına, oku bakalım. Bu incelemede yazacaklarım elbette sınırlı bakış açımdan görebildiklerim itibariyledir; bu kitap okuduğum ilk divan edebiyatı eseri olmasının yanı sıra, bu eseri hakkıyla okuyabilecek düzeyde bir dil bilgisine de sahip olmadığımı da ekleyeyim. Bu incelemeyi daha çok günümüz Türkçesine hapsolmuş çağdaş bir okurun bu "aşk" hikâyesine bakışı olarak düşünün.
Öncelikle bu kitabı yukarıdaki tariflere uygun bir insan nasıl okumalı öyle başlayalım. Elbette, eğer mümkünse, eser hakkında bir ön araştırma yapmak faydalı olacaktır. İş Bankası Kültür Yayınları'ndan çıkan baskısında Abdülbaki Gölpınarlı'nın kapsamlı bir önsözü var; ama önsözdeki çoğu husus divan edebiyatı hakkında kapsamlı bir bilgi birikimine sahip olanlara hitap edecek düzeyde. Yine de bu önsözde eserin yazıldığı zamandaki şartlara ilişkin anlaşılır bilgiler de verilmiş. Bununla beraber önsözde veya yapacağınız araştırmada olay örgüsünü öğreneceğim diye çekinmeyin; zira bu eserin olay örgüsünü bilmenin zarardan çok faydası dokunacak.
Eseri okumaya gelince... Öncelikle ben günümüz Türkçesi ile okuyayım sadece bana yeter gibi düşünmeyin. Her ne kadar tamamıyla idrak ettiğimi iddia edemesem de, asıl metindeki güzel söyleyiş ve kelime oyunlarından bihaber okuyuş çok yavan kalabilir. Dilin büyüsü diye bir şey varsa, Hüsn ü Aşk'ta bunu açık bir şekilde görmeniz mümkün. Bir tavsiye olarak, o güzel ahengi hissedebilmek için, 5'erli gruplara ayrılmış beyitleri tek tek okuyup anlamına baktıktan sonra bir de sırf asıl metinden art arda okumanızı öneririm. Günümüzden bakıldığında oldukça farklı gelecek ama farklılığına rağmen biz günümüz insanını dahi mest etmeyi başaran bir estetikle karşılaşacaksınız. Bizim uzun ve yavan cümlelerle ifade ettiğimiz şeyleri Şeyh Galib zinet gibi dizmiş. Keşke okuduğum baskıda Latin harfli asıl metin ve günümüz Türkçesine çeviri yan yana konsaydı ama ayrı bölümlere konmuş. Bunlara bir de ara ara bakmanız gereken lügat kısmını ve sonrasında gelen açıklamalar kısmını ekleyince, kitabı birkaç yerinden açık tutarak yapmanız gereken, rahatsızlık verici bir okuma tecrübesiyle karşı karşıya kaldığınızı da not düşelim.
İçeriğe bakacak olursak, günümüz yaklaşımından farklı olarak uzun bir giriş kısmından söz edebiliriz. Allah'a hamd, peygambere övgü, miraç hadisesi, peygamber mucizeleri, Hz. Mevlânâ ve yanlış hatırlamıyorsam şairin kendi babasına övgüleriyle kayda değer miktarda yol alıyoruz. Bu kısımları divan edebiyatının estetiğini kavrama ve anlatıma ısınma açısından önemli görüyorum. Sonra şairimiz sebeb-i telifini anlatıp bizi o günlerin edebiyat gündemine de buyur ediyor. Bu kısımdan sonra hikâyeye yavaşça başlıyoruz denebilir. Sevgioğulları kabilesinde Hüsn (kız) ve Aşk (erkek) isimli iki çocuk dünyaya gelir. Bunlar bebeklikten nişanlanır kabile büyükleri tarafından. Sonrasında ise onların büyüyüp gelişimlerini takip ederiz, Mulla-yı Cünûn'dan (Delilik Mollası) Mânâ okulunda eğitim alırlar. Diğer Divan eserlerinden farklı olarak, burada kız erkeğe âşık olur ilkin. Aşk'ın Hüsn'e âşık olması sonra olacaktır. Kabile büyükleri Aşk'ın Hüsn'e kavuşması için tehlikeli yerlerden geçerek kimyâyı alması gerektiğini şart koşarlar. Bu vesileyle Aşk'ın yolculuğu başlar.
Yukarıdaki paragraftaki isimlerden de görüleceği üzere bu eserin sembolik değeri yüksek. Özellikle de Aşk'ı tüm belalardan Suhan'ın (Söz) kurtarması hoşuma giden bir ayrıntı oldu. Eser dünyevi bir aşk hikâyesini anlattığı gibi, tasavvufi açıdan ilahi aşkı da anlatıyor. Eseri bu açıdan anlayabilmek için ek açıklamalara başvurmak gerekiyor, benim okuduğum baskıda açıklamalar kısmı bulunsa da bunlar eserin sembolik okumasına yönelik değil. Okumayı derinleştirmek için bu tarz açıklayıcı çalışmalara da başvurulması elzem. Her ne kadar ilahi aşkı da anlattığı malumsa da, özellikle de günümüzden baktığımızda İslami açıdan uygunsuz bulduğum bazı tasvirleri ise nereye koymalı bilmiyorum. Bu da neyin dinen uygun, neyin dinen uygun olmadığına dair değişen algılarımızın sonucudur diyelim.
Sonuç olarak Hüsn ü Aşk biraz vaktimi alan ve uğraştıran bir eser oldu. Bir noktadan sonra eseri bitirme amacıyla biraz daha hızlıca okumaya başladım bu zorluklar sebebiyle. Okuduğum diğer kitaplara baktığımda biraz alakasız oldu; ama yine de iyi ki oldu. Eseri estetik kavrayışımızın ne kadar değişebilir bir şey olduğunu görme açısından kıymetli buluyorum. Ama aynı zamanda divan edebiyatına yapıştırılan "halktan kopukluk", "hep aynı şeyi anlatma", "hep aynı motifleri kullanma" gibi yaftaların ötesine geçmek gerektiğini de görmüş oldum. Belki bir gün buradaki yüksek estetiği ve derin mânâları da idrak edebilecek düzeye geliriz, kim bilir?
Ek: Hüsn ü Aşk'ı okuduktan sonra Edebiyat Söyleşileri programında Dursun Ali Tökel söyleşisine denk geldim. Divan edebiyatı hakkında güzel bir çerçeve çizilen söyleşiyi tavsiye ederim. Ayrıca hocanın söyleşide geçen divan edebiyatı ile ilgili kitabı da bu okumaya katkıda bulunabilir:
Okuyunca mitlerin birbirine benzer bir şablonda mono olduğuna daha da kani oldum. Sonlara doğru da “yahu bunlar da postmodern” işte diyesim geldi. Yazar çıkıp konuşuyor laf arasına giriyor, kitabı yazınca arkadaşlarının yorumu noldu anlatıyo falan. Metinlerarasılık desen çaldımsa miri malı çaldım diyor. Yeni bir şey söyleme olayı bitti diyor. Kara kitaba selam olsun
Divan edebiyatından tam metin olarak okuduğum ilk eser oldu galiba. Yazıldığı dönemde Avrupa'da operalar nasıl yaygınsa Anadolu'da işte bu eserler yaygındı diye düşünüyorum:) Bugünse maalesef bunlardan çok operaları konuşuyoruz. Coğrafya kader mi dersiniz?
Bugünün diliyle yazılmış bir basım bulmak zor oldu benim için, sorunum sadece bununla değil; diğer birçok divan edebiyatı eserini de okumak istedim fakat onlarıysa hiç bulamadım. O dönem dilini anlamak birçoğumuz için bir sorun ama o edebiyat ürünlerinin günümüz diline uyarlanması ve kaliteli basımların yapılmaması da bir sorun.
Gelelim bu basım hakkındaki düşüncelerime. Bugünün diliyle çok rahat anlaşılıyor. Mutlaka okuyun derim. Ön sözü ve kitabın son kısmındaki açıklama bölümü kitabın hazırlanma amacını ve bu amaçla ilgili yazarın (manzum yorumu yapan kişinin) neler düşündüğünü, nasıl yol izlediğini öğreniyoruz. Kitabın sayfalarının bir yüzünde orijinal metin, diğerinde de bugünün diliyle yorumlanmasını beyit beyit karşılaştırabiliyorsunuz. Konu akıcı, sizi kâh gerçek alemde kâh hayal aleminde gezdiriyor. Bazen yeryüzünde bazen gökyüzünde dolaşıyorsunuz. Kelime oyunları ve söz sanatlarıysa edebî zevk veriyor her sayfada ve tüm bunlara günümüz diliyle ulaşabiliyorsunuz:)
“Elimdeki kalem her zaman bana şöyle der: Halkın beğenisi benim için bir felakettir. (Adamın) işi gücü insanların zihinlerini yormamaya çalışmak ve herkesin anlayabileceği sözler söylemek olunca, elbette hayali kısırlaşır ve dili de manaca fakirleşir. […] Hiç, şairlikte üstün kabiliyeti olan ve manadan anlayan biri hırsızı padişaha eş tutar mı?”
1800’lu yillarda yazildigini dusunmek, ilk gunden bu yana hala beni bir tuhaf hissettirir. Zaten Mesnevilere ilgim buyuk oldugundan kitaba baslama karari almam cok zor olmadi. Nitekim Divan’da hemen hemen alistigimiz kaliplardan sonra kokene bagliligini yitirmeksizin Sebkihindi’ye de boyle selam veren bir eser okumak nefisti. Son zamanlarda beni en cok etkileyen eser oldugunu soylesem yalan olmaz sanirim.
Benim okuduğum Ayrıntı Yayınlarından çıkmış bir kitap ve çeviri olarak İş Bankası Yayınlarına göre biraz daha yavan olmuş. Divan edebiyatın önemli yapıtlarından olan Hüsn-ü Aşk her ne kadar tamamıyla idrak ettiğimi iddia edemesem de, günümüz türkçesi ile asıl metindeki güzel söyleyiş ve kelime oyunlarından bihaber okuyuş çok yavan, kelimelerin ahenk ve fonetik tınısını günümüz Türkçe'sine çevrilmiş halinde bulmak zor.
love in the time of corona "erzaklari bela-yi nagah / ates yagar uzerlerine her gah" (riziklari ansizin gelen bela idi / ustlerine her an ates yagardi) "ektikleri dane-i sirare / bictikleri kalb-i pare pare" (ektikleri kivilcim taneleriydi / bictikleri paramparca olmus kalpler) ekşiden yürüttüm ama güzeldi
"Bir sözle açıldı gonce-î dil Bir şem' ile rûşen oldı mahfil" Bir sözle Aşk goncesi açıldı; bir mumla bütün meclis aydınlandı. O mumun ışığında bir süre oturup Galip'e kulak vermek çok huzurluydu. Baharı benimle kalacak.
Fascinating story in verse. A well-written introduction really paved the way for me at a least grasping the edges of Ottoman poetic tradition, although this is definitely something that would require a few read through for me to fully appreciate.
This is another book of poetry and symbolism. Beauty (a girl) and Love (a boy) are born and betrothed to others. But, contrary to tribal custom, Beauty falls for Love and then he for her and he must go through trials to "win" her. Other characters in the story are also symbols for things in the "real" world. In reality, the story is a religious journey towards oneness with God.
It is up for debate as to whether the boy or the girl represents God (and the other, Man) but a case can be made either way and the story remains just as powerful. In this version of the familiar Islamic journey, we are seeing the progress of literature through the ages and struggle and reason begin to fully emerge.