Dilin kalbin inanmadığı laflar etmesi ne kolay. Elbette aşkım, ben de seni, sonsuza kadar. Onlar da bir zamanlar gerçekti (daha geçen hafta gerçekti, daha dün gerçekti), ama insanın yüreği bir anda rüzgârların uğuldadığı bir vadi.
Alışılmış bıkkınlıklar, küçük ve sıradan kıyıcılıklar, avuntular, fısıltılara kananlar… Kıymetli Şeylerin Tanzimi, bir aile tarihi, soluk ve pırpır eden bir ışığın altında geçen hayat muhasebesi…
Sezen Ünlüönen duman gibi hafif, merakla ve sessizce geziniyor evin içinde...
kapağına, adına bayılarak okumaya başladım. geçenlerde yazdığım zeynep kaçar'ın kabuk'u gibi aileyi didik didik ederek başladı sezen ünlüönen. detaylar, olaylar, aile denen garip kurum tüm garipliğiyle gözler önüne seriliyordu. sonra ortalara doğru karakterler doğal gelişimlerini tamamladı, kendini tekrar etmeye başladı, yazar ahmet mithat efendi gibi araya girmeye, kendi fikirlerini parantez içlerinde filan vermeye başladı. yani kitabın sonuna doğru aslında ben kitabın çoktan bittiği ve gereksizce uzadığı fikrine kapıldım. yoksa fikir, bölümler, adlandırmalarla oldukça yaratıcı başlamıştı. yazar çok genç, bir ilk roman, ona lafım yok ama editör uyarmaz mı yol göstermez mi, onu merak ediyorum doğrusu. bunların dışında bence sezen ünlüönen'in dili, sezgisi ve gözü çok iyi. umarım yolu açık olur.
memleketin ahvalini en iyi kadinlar anliyor, hissiyatimizi en iyi onlar ifade edebilyor kanimca. kiymetli seylerin tanzimi, bir donemin resmini cok iyi ciziyor. tipki yenisehir'de bir ogle vakti'nin, olmeye yatmak'in, kirk yedililer'in biraktigi etkiyi birakiyor ustunuzde. mizahini da esirgemiyor, istihza tohumlarini usulca ekiyor. iyi ki yazilmis dedirten, yazarin bir sonraki eserini gozleten, incelikli bir ilk roman.
Aslında sıradan bir ailenin kendileri gibi hayatını, çok farklı bakış açılarından gayet merak uyandıracı bir akışta takip ediyorsunuz. Ancak bir noktadan sonra “acaba daha öncesinde bitse miydi” hissi uyanıyor. Bazı fikirler tekrar tekrar önünüze geliyor. Ama yine de diğer kitabıyla okumaya devam etmek istiyorum zira gözlemlerini ve aktarım şeklini çok sevdim.
Göğsümün ortasından bir traktör geçti sanki. Öyle izler bıraktı ki bende. Bir şey var tutundum ben. Karakterlere tutundum en çok da.
Sanki bir psikolojik epikriz okur gibiydi. Tam olarak bu ne eksik ne fazla. Bölümlerin karakter gelişimiyle ilerlemesi de kolaylaştırdı bunu. Havada kalan son, gölge düşürmedi bu yüzden kitaba. Çünkü hayat da havada kalır gibi biter. Bunu biliriz. İnsan kitaplardan fal bakıp bundan medet umar. Bunu biliriz. Bazen babanıza kızıp bir zürafanın karnını bir kalemle deşmek istersiniz. Bunu biliriz. Bazen bir balıksınızdır akvaryumda siz öldükçe yerinize yenisini alırlar. Bunu biliriz.
üslubu sade diye övmek istiyorum ama bazen aşırı sade. bazı cümleler de dengesiz bir biçimde fazla uzun, bir de parantez içleri var... denge tam oturmamış gibi. bir de çok tekrara düşmüş yazar. belki bu tekrarlar yüzünden karakterleri bir yere kadar tanıyoruz, bir yerden sonra yüzeysel kalıyor. hani modern sanat için, "bunu ben de yapabilirdim" "ama yapmadın" diyalogu vardır ya, bende o hissi uyandırdı kitap. tabi yine de iyi gözlemleri var yazarın, müthiş bir introvert olduğu her halinden belli ama biraz daha derinlere dalması lazım gibime geldi.
“Her nesil, bir öncekinin yaraları, hüsranları ve yetersizlikleriyle malul, birtakım kırık dökük şeyleri devralıyor, çoğu zaman bunları biraz daha kırıp aşındırıp, bir sonrakine miras bırakıyordu.”
Bir ilk kitap. İlginç bir kurgusu ve tarzı var. Hepimize tanıdık gelecek karakterler ayrı bölümlerde kendi hikayelerini anlatıyor. Hepsinde ilginç ve bence çok başarılı psikolojik irdelemeler var. İlgiyle ve sonuna kadar merakla okudum.
Sanırım yeni kitabını da okuyacağım.
“Sevgi, zamanın kesintisiz bir bütün oluşuna duyulan saf bir inancın katılaşıp aramıza çökmesi değildir de nedir?”, sf; 214.
"Kıymetli Şeylerin Tanzimi çok güzel gidiyor. Ama arkadaşlar, niye bilmiyorum (aslında biliyorum), içime dev bir hüzün ve de korku düşünüyor. Karakterlere, karakterlerin benim hayatımdaki temsil ettikleri kişilere çok ama çok üzülüyorum. Gözlerim doluyor sık sık. Öte yandan dev korkuyorum. Mesela Sevim olmaktan, Demir olmaktan aşırı korkuyorum. Gülendam olmaktan da. Gülendam’ı çok seviyorum gerçi. O daha onurlu bir hüzne yol açıyor benim için, en azından. Mükemmel bir kitap. Bitince neler hissedeceğim acaba."
Bitti. Huşu içindeyim.
Kitap boyunca sayısız şekillerde kendimden parçalar bulduğum, sırf bu yüzden korkmama, üzülmeme, endişe etmeme sebep olan karakterle derinden bir gönül bağı kurup, onlarla ilerleyip, sonunda umutlanarak bindikleri uçaklara el salladım. Sonrasında da neden bilinmez esintiye benzer bir ferahlıkla kendi uçağımı beklemeye başladım. Bu kendimce sarsıcı ve müthiş bir deneyim.
İmtiyaz'da da aynısı olmuştu gerçi. İki müthiş deneyimi de bu yıl, yani tam da yaşamam gereken zamanda yaşadığım için aşırı mutluyum.
Karakterlerle yaşadım her bunalımı, can sıkıntısını, yalnız yalnız pencereden dışarı bakmayı. Konuk değildim bizzat bendim her biri. Daha ilk kitabından bu kadar samimi, ama adabımuaşeret hürmetine mesafeli bir üslup müthiş etkiledi beni. Durdurup da çıkasım gelmedi kitabın evlerinden, okuduğum müddetçe, sıkıldığım yine de alışkanlıktan vazgeçemediğim yuvalarda ben de yaşadım, hissettim, gülümsedim. Bu sene kendime yeni yazarları tanımaya söz vermiştim, birden ve zorlanmadan tutmuş oldum sözümü.
bir ilk kitap olarak çok çok başarılı buldum. yazarın yazmaya yatkın olduğu çok belli ama yazmakla ilgili bir güven problemi var, kitap boyunca ara ara ben kimim ki, ben o kadar da matah değilimi buna benzer cümlelerle ifade etme ihtiyacı hissetmiş. Sevgi Soysal'ın Ayfer Tunç'un Sabahattin Ali'nin yolundan gitme gayretinde olduğunu düşünüyorum. Arkadaşlarımızla kendi hayatımız ve toplumu konuşurken sohbete konu olan düşüncelerin neredeyse tamamını gördüm kitapta. sorduğu soruları ve verdiği cevapları çok beğendim. yolu açık olsun, böyle kitaplar yazmaya devam etsin biz de okuyalım.
uzun zamandır okuduğum en güzel, en sıcak, en gerçek ve en kalbe dokunan kitap oldu. gülendam, demir, nazlı, ezgi... adeta bendiler, bendendiler.
"dilin kalbin inanmadığı laflar etmesi ne kolay. onlar da bir zamanlar gerçekti (daha geçen hafta gerçekti, daha dün gerçekti) ama insanın yüreği bir anda rüzgarların uğuldadığı bir vadi."
Bir evden yola çıkıp, o evin insanları üzerinde çatırdayarak ayrılan bir buzula varan; mütevazi ama bir o kadar mahir bir dille, en sahici ve tanıdık duygulara göz kırpan çok leziz bir ilk roman. Bir evliliğin bitimine tanık olan bitmeyen evlilikler, onlara komşu evlenemeyen ilişkiler ve bunlara eşlik eden üçüncü tekil şahıslar. Hepsi okuması çok keyifli ve kolay özgün bir formatta, adeta ekşisözlüğe madde girişinin basitliğini, hayran olunacak bir ifade gücü ve minik çizimleri ile harmanlamış Ünlüönen. Çok iddialı bir başlangıç, yeni tanzimleri sabırsızlıkla bekliyorum.
Müthiş karakterler, harika tahliller, şahane tespitler… Sevim ile Demir’İn yeri ayrı kaldı bende ❤️ Yazarın okuduğum ikinci kitabı ama kronolojik olarak ilk kitabı. Önce bunu okumuş olsaydım ikinciyi sanırım beğenmezdim çünkü bu fevkaladenin fevkinde olmuş!
“Bu bilgileri aylemle paylaşmaya çalışıyorum, o işlere senin aklın ermez, sen küçüksün boş ver diyorlar. Balık bu nedenle de önemli. Aklımın ermesi lazım. Herkese erik akıl lazım.”
“Gülendam, kendi yoksunluk, gediklik hissinin dibini deşip de bir seyler söyleyebilseydi bu konuda, muhtemelen bu yaldızlı başarısızlığın arkasında kendisine dünya ve ay ve güneş ve kozmos sunulan insanların, bu kadar çok alıp, böyle löp löp yutup geriye bu kadar az vermesinin kaçınılmaz sönüklügü hakkında bir iki kelam etmeye çalışırdı. Ancak bu çocukların analı babalı evlerinde-dışarda iştahla izleyen gözlere rağmen yemedikleri hep arkalarında-,kurslarda, özel okullarda, yurtdışı seyahatlerinde, babalarının ayarladığı stajlarda, parasini ödeyip iki ders gidip sıkılıp düşünmeden yarm bıraktıkları dil okullarında, alıp giymedikleri kıyafetlerinde, tatillerde, yazlıklarda, senede iki kere tımbırdatılıp yerine kaldırılan gitarlarında, varoluşlarının her sahasında iliğini kemiğini emdikleri bu dünyaya; kendileri nadide çiçekler gibi yeşerip serpilsin diye bütün imkanları önlerine serilmiş bu hayata, bunca yatirim, onca emek, bu kadar para, böyle ilgi, bu denli destegin ardından birer instagram hesabi ve dinledikleri müziklerin seçkinliğinden başka bir şey sunamıyor olmaları, kendi kabahatleri değildi elbette.”
Gündelik hayatın dramı, hepimiz farklı şekilde de olsa yaşadığımız için, ayna tutuluyormuşcasına karşımıza konduğunda görmezden gelinecek, sıkıcı ve elinin tersiyle bir kenara itilerek reddedilen, inkar edilen bir gerçek oluyor çoğu zaman. bu yüzden "sıradan insanların hayatı"nı anlatan iyi romanlar -bana göre- abartısız, sade, sakin fakat ince ince ruhuna işleyip seni sarıp sarmalayan bir şekilde yazılmış olanlar. Edebiyat dünyamıza yeni giriş yapan Sezen Ünlüönen tam da bunu başarıyor. En küçüğünden en yetişkinine 3 kuşağın hayatından bir kesit sunarken hepsinin ömürlük sıkıntılarını, hayal kırıklıklarını, olduramadıklarını ve yetinmek zorunda kaldıklarını "bakın bu bir dramdır!" diye bağırmadan, gözümüze gözümüze sokmadan anlatırken okuyucuya aynı hisleri alttan alta hissettirmeyi başararak tüm karakterlerle empati kurmamızı beceriyor. Bazen kendini, bazen anneni, babanı; teyzeni, dayını görüyorsun sayfalarda ama kitabı bitirdiğinde anlıyorsun ki hepsi aslında sendin, sensin ve er ya da geç sen olacaksın.
İnsanın ruhuna ince ince işleyen, "nazik ve müşfik" bir kitap. Zaman zaman mekân tasvirleri ve karakter tahlilleri 19. yy. realizmine öykünüyor gibi gözükse de, (üçüncü "kişileştirilmiş" bir) bilinç akışı tekniğinin belirli belirsiz ama ustalıkla kullanımıyla bir Robert Altman filmini izletircesine, sizi ağır ağır havada yüzer-gezermişçesine asılı bırakıyor. Mahremiyet kurgusunu birçok açıdan "Masumiyet Müzesi"ndeki Nebahat Hala sofralarına benzettim; ama Sezen'in kurgusu, "grand narratıve" oluşturma kaygısı hiç yokmuşçasına, tüy gibi hafif ama bir o kadar da çevik. Heyecanla devamını bekliyorum, ellerine sağlık Sezen!
"...kişinin farklıyı, hakikiyi ararken tekrara, taklide düşmesi ne masum, ne kaçınılmazdı." (s. 235)
Hayalkırıklığı. Genel olarak yazarı, yazdığı metne mesafesiz buldum. Bu da karakterlerini sevmenin aksine onlara üstten bakmasına neden olmuş. Yazdığı şeyler, karakter tahlili ya da tasvir olmaktan çok, tanıdığı bildiği durumlara ya da etrafındaki insanlara duyduğu öfkenin karakterlerde hayat bulması haline gelmiş. Samimi olacağım derken yapay ama öfkeli olmuş. Karakterlerini acımasızca eleştirmesini hiç sevmedim. Tam da bu yüzden derinliksiz olduklarını düşünüyorum. Kitabı da bu nedenle pek beğenemedim.
sezen unluonen’in yasadiklarimizi, insani ve insana dair buyuk kucuk bir cok detayi cok guzel tanimladigini dusunuyorum. baktiginda gordugu detaylari kendine has uslubuyla aktarmasini ve benim de bunlari okuyarak onun baktigi yerden bakmaya bir parca daha yaklasmami cok seviyorum.
kiymeti seylerin tanzimi klasik anlamda oludugumuz roman turunden biraz farkli bence. bu denli farkli bir uslupla nasil bu kadar yogun sekilde duygulari gecirdi, nasil karakterler bu kadar kanli canli hale burundu ben anlayamadim! :) bir tarafta kelime oyunlari ve bazi sahane tespitlerle gulumseyip sanki bir sitcom izler gibi eglenirken, bir tarafta da ozunde acayip huzunlu bir kitap okudugumu hissettim ben tum kalbimle. okuyunuz.
Kitap konusunda yorum ve düşüncelerine güvendiğim herkes okuyunca "Sezen hanım, Sezen Hanım, kimmiş bu Sezen hanım" diye hevesle alıp okudum ilk kitabını. Söz konusu herkese olan güvenim daha da arttı tabii ki. Okuduğum son iki kitap genç Türk yazarların ilk kitaplarıydı ve böylece içten içe kadın ve erkek yazarlar olarak kıyaslarken buldum kendimi. Kusura bakmayın Fatih Gezer beyciim ancak Sezen hanımın anlatımını, karakterinin iç dünyasını bize yansıtmasını daha iyi buldum. Bu kitap daha derli toplu ve tekrara düşmeden yazılabilir miydi? Tabii ki evet ancak ilk kitap sonuçta. Gelecek vadeden güzel bir kalem.
Oldukça severek okuduğum bir kitap oldu. Daha iyi olabilirdi dediğim yerler oldu kitabı okurken. Ama genel olarak şuanki bana iyi gelen bir hikayeydi Kıymetli Şeylerin Tanzimi. Puanım 3,5’tan 4!
Sonunda 'ee ne oldu yani şimdi' hissiyle kalıveren arkadaşlarım olmuş. Bende öyle olmadı, bence sonu da gayet güzel bağlanmış ve ben çok sevdim. Her bir karakter ayrı ayrı çok gerçekçi ve her birini hayatımız boyunca bir yerlerde mutlaka görmüşüzdür. Yazarın dili oldukça akıcı ve sade. Bana 'ev, mahalle, eski komşular sıcaklığı' verdi.
İstediği, aradığı, özlediği insanlarla ancak kitaplarda tanışabilmiş birinin edebiyata sığınması şaşırtıcı değil elbette.
İyi insanlar da bize anlamsız, acımasız, vicdansızca gelen şeyler yapabilirlerdi. Bu onların kendilerince haklı nedenleri olmadığı anlamına gelmezdi. Bir an’dan, bir durumdan, bir davranıştan bir kural çıkarmak, herkesi yaptığı en kötü şeyle değerlendirip yargılamak yanlıştı muhakkak. Onları anlamaya gayret etmek, neden öyle yaptıklarını kendimize (kızmadan, kolaycı cevaplar peşinde haklı çıkma gayesiyle değil ama) en azından bir kere sormak hem onlara hem de kendimize karşı bir görevdi belki de.
Bu hayatta katıksız, saf, bedeli başkasının üzerinden ödenmemiş mutluluklar da var muhakkak.
Dilin kalbin inanmadığı laflar etmesi ne kolay. Elbette aşkım, ben de seni, sonsuza kadar. Onlar da bir zamanlar gerçekti (daha geçen hafta gerçekti, daha dün gerçekti) ama insanın yüreği bir anda rüzgarların uğuldadığı bir vadi.
Sevgi, zamanın kesintisiz bir bütün oluşuna duyulan saf bir inancın katılaşıp aramıza çökmesi değildir de nedir?
Uzun zaman önce aldığım ve kitaplığımda bekleyen bir kitaptı. Geçtiğimiz gün gözüme ilişince okuyayım dedim, bu kadar zaman bekletmeseymişim keşke :) Kitap geniş bir aile özelinde kahramanların iç dünyalarına iniyor. Hızlı bir okuma süreci oldu benim için. En çok Nazlı karakterini sevdim. Kitabın sonu biraz ucu açık bitti, kahramanlara ne olduğunu şahsen biraz daha öğrenmek isterdim. Son demişken Gülendam için yazılan son çok memnun etti beni inşallah bir yerlerde mutlu,tamamlanmış ve ayakları üstünde duran güçlü bir kadın olarak yaşıyorsundur Gülendam :)
Ben de bir solukla okudum. Orta sınıf Türk ailesinin özelliklerini iyi tespit etmiş. Daha sonra,bizim neslin (90'larda çocuk olmak) tüketim alışkanlıklarının sosyal ilişkilerine yansımasına dair örnekleri iyi yakalamış. Fakat kitapta bundan fazlasını bulamadım, üzerimde herhangi bir iz bırakmadı. İzlerken iyi vakit geçirilen tv dizilerine benzer bir his verdi, o kadar...