Ayrıntı Yayınları’nın 1000. kitabı: Zamanın İzinde. Son yüz yılın Türkiyesini fotoğraflar ve yazılar eşliğinde sunan bu kitap, yayın dünyamızda daha önce örneği bulunmayan bir eser.
Zamanın İzinde, geçmişin izleri ile geleceğin düşleri arasında mekik dokuyan bir çalışma. Enis Rıza’nın seçtiği ve uzun bir yüzyıldan parçalar yansıtan fotoğraflara Ercan Kesal kendi hayatından esinlerle metinler yazdı, sıradan insanların hayallerini toplumun aynasına yerleştirdi.
Dün geçmişte kalırken, yarına yeni yüzler ve yeni sözlerle varılır. Ama her yüz dünün acılarını kırışıklarla taşır ve her sözün bağrında da yarım kalmış hayaller saklıdır. Geçmiş bitmemiştir, şarkıların, resimlerin ve umutların içinde sonsuz bir nehir gibi yenilenerek akar. Zamanın İzinde, bizi o nehrin sert kıvrımlarına götürür ve ışığın suda parladığı kısa anlara daldırıp çıkarır.
1959'da doğan Ercan Kesal, hekim ve sinema oyuncusudur.
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden 1984 yılında mezun oldu. Keskin Devlet Hastanesi, Bala ve köylerinde Sağlık Ocağı hekimliği yaptı. Daha sonra özel hastane sektörüne girdi. Nuri Bilge Ceylan'ın Uzak filmiyle oyunculuğa adım attı. Bir Zamanlar Anadolu'da filminde Ebru ve Nuri Bilge Ceylan'la birlikte yazdığı senaryo; 2011 yılında Asia Pacific Screen Ödülleri'nde "En İyi Senaryo" dalında ödüle aday gösterildi. Peri Gazozu (2013) ve Nasipse Adayız (2015) kitapları İletişim Yayınları tarafından basılmıştır.
Hayatımın çok önemli bir kırılma anında, tam da o anda bu kitabı okuyordum. O zaman yazdığım bir mesajda da bunu belirtmiştim. Sonrasında neden bunu özellikle not etme gereği duyduğumu düşündüm. Çünkü ilk bakışta saçma bir detay gibi gözükebilirdi. Sonra anladım ki, tıpkı kitap boyunca Türk siyasal ve toplumsal tarihinin çok önemli noktalarına Enis Rıza'nın seçtiği fotograflardan kerteriz alan ve Ercan Kesal'ın serbest ve zaman zaman doğrudan hedef alan metinleri üzerinden duygu kazandıran bu kitabı okuma anım benim şahsi zamanım içinde de bir ize rastgelmişti. Genel tarih açısından küçük bir an, benim için hayati bir kırılmaya tekabül ediyordu. Sonraki telaşeli dönemde geri dönemediğim kitaba tekrar başladığımda sadece geçmişin bir izine değil, geleceğime yönelik yolun izlerini de buldum. O zaman daha bir anlam kazandı kitabın yoldaşlığı. Çünkü Tarkovski 325. sayfada sanki beni karşısına almış: "Modern insanın büyüklüğü, karşı çıkmasında yatar. Şimdi zaman, olağanüstü bireysel cesaret, bireysel fedakarlık gösterme zamanı: Veba illeti kol gezerken ziyafet verme zamanı yani. Ancak kendini kurtarabildiğinde diğerlerini de kurtarabilirsin..." diyordu. Tüm karşı çıkış, fedakarlık, ziyafet hazırlama döneminde hissettiğim ama bir türlü adını koyamadığım duygunun karşılığı da meğerse Çekçe bir kelimede mevcutmuş: Litoost: "hasret, keder, öfke, ümitsizlik, ümit ve coşku, hepsi birden! Derin bir iç çekiş yani. O kadar..." (s. 297). Siz de tam da benim gibi, Kesal gibi dünü yarına bağlamak için uğraşıyor, çok istediğimiz için iyi bir geleceğe doğru gidebileceğimize inanıyorsanız (s. 333), alın koyun başucunuza, kaybolduğunuzda zamanın izini tekrar bulun. Tavsiye ederim...
“Emil Zatopek Çekoslovak bir maden işçisi. 1942 yılında Almanların işgalini ve Nazizmi yaşıyor. Hayatını sıradan bir işçi gibi sürdürmeye çalışırken, tesadüfen başladığı atletizmdeki yolu Olimpiyatlara kadar uzanıyor. Zatopek, 5 bin metreyi, 10 bin metreyi ve maratonu aynı olimpiyatta koşup altın madalya alan tek koşucu. Lakabı ‘Çek Lokomotifi.’
Bütün atletlerin koşma stilleri konusunda çok fazla araştırma var. Emil Zatopek’in koşması bu standartların hiçbirine uymuyor, bu yüzden onu ayrıca sınıflandırmışlar. Atletler koşarken yorulduklarında, arkadakini kollayarak tempoyu düşürür, enerji toplarlar. Zatopek ise enerjisinin bittiğini hissedince depar atmaya başlıyor. Özellikle bu hareketi rakiplerini deliye çeviriyor.Bu enerji nereden çıkıyor, tam da enerjisi bitmek üzereyken?
Elini kolunu sallıyor, yüzü acıyla kasılıyor, bekliyor, yeniden koşuyor,duruyor, tekrar koşuyor. Yorulduğu yerde bütün enerjisiyle yeniden koşan bir adam.
Emil Zatopek'in koşusu Türkiye'deki devrimcilerin koşusuna benziyor. En yorulduğu anda bütün gücüyle tekrar depara kalkan bir koşuculuk. Bunların tekniği yazılmıyor, yazılamıyor. Bu bizim kendi Zatopek koşumuz.”(s.227)
Zamanın izinde, geçmişin izlerini fotoğraflarla ve metinlerle günümüze taşıyan arşivlik bir kitap. Enis Rıza’nın seçtiği fotoğraflara, Ercan Kesal kalemini konuşturarak harika metinler yazmış. Kitap, döneme iz bırakmış kişiler, olaylar, yazılardan oluşuyor. Her fotoğrafı ve detaylarını anlatmaya bir kitap yazılır. Kitapseverlerin mutlaka kütüphanesinde olması gereken bir kitap olmuş.
Geçmiş hiçbir zaman bitmemiştir, sonsuzluk içerisinde yansıyıp durur.
"Evet; iyi fotoğraf, fotoğrafta olmayanı akla getirendir." (s.287).
Genel olarak hoş bir anlatıma sahip olan "Zamanın İzinde", hüzünlü ve anlamlı bir deneyim sunarken öznellikten kurtulamaması ve bittiğinde "peki ya akla gelmeyen fotoğraflar..." şeklinde bir his bırakması nedeniyle potansiyeline erişemeyen, "kısmen" dolu bir çalışma.
"İyi kitap, kitapta olmayanı akla getirendir." diye bir çıkarım yapılabilir mi? Bilemedim.
Fotoğraflar eşliğinde Türkiye'nin yakın tarihine ışık tutan bir çalışma olmuş. Ercan Kesal'ın masalsı anlatımı çoğu zaman hüzünlendiriyor. Fotoğraflar olaylarla birebir çakıssa (mesela ben de kapak fotoğrafına firaklı bir hikaye beklemiştim) daha hoş olacakmış ama o kadar kusur kadı kızında da olur diyelim...
"İlk kez karşılaştığınız insanın melek mi şeytan mı olduğunu merak ediyorsanız, o ayrıldıktan sonra içinizde bıraktığı duyguya bakın,kendinizi çok iyi hissediyorsanız, o insan melektir, sıkıntıyla kalakalmışsanız işte o giden şeytandır!"
Hoş, içten bir kitap ama hem bütünlük hem de fotoğraf- metin ilişkileri biraz dağınık geldi. Bir de her fotoğrafın en sondaki açıklaması kullanışsızdı.
Ayrıntı Yayınları'nın 1000. kitabı olarak hazırlanmış, koleksiyonluk bir eser. Sertifikalı ve numaralandırılmış bir baskısına sahip olabildiğim için bende yeri her zaman ayrı olacak ancak içerik beklentilerimi pek karşılamadı. Kapaktakine benzer, sanat yönü ağırlıklı fotoğraflar bekliyordum. Aksine daha çok tarihi ve siyasi fotoğraflar seçilmiş (yazılar da bu yönde, haliyle). Çoğu siyah beyaz. Açıklamaların kitabın sonunda toplanmış olması da yorucu olmuş. Ercan Kesal'ın akıcı üslubuna rağmen 1 ayda bitirebildim.
Tarihe tanıklık eden, zamanı donduran fotoğraflara Ercan Kesal'in vicdan, merhamet dolu, aşina olduğumuz üslubuyla eşlik eden yazıları. Zamanın İzinde, tam olarak ne istediğimizi hatırlatan bir kitap.
Daha çok vicdan istiyoruz, daha çok merhamet. Daha çok "iyi ki varsın" diyebileceğimiz insanlar istiyoruz. Ve kitaplar... Ruhumuza iyi gelen, bizi sakinleştiren kitaplar.
Türkiye üzerine bir fikir edinmek isteyen, özellikle insanların neler çektiğini anlamak isteyenler çok önemli bir kaynak. Resimler zaten kendini anlatıyor. Tebrikler.
Belgesel sinemacı Enis Rıza'nın seçtiği, en eskisi 1896, en yenisi 2016 yıllarına ait, bu topraklardaki mücadelenin, kederin, azmin, sevmenin... kronolojik fotoğraflarını hissederek, düşünerek biraz da kendi hayat hikayesiyle yorumlamış yazar Ercan Kesal.
Kelimelere dökemediği fotoğraflar da var, onları da alıntı yaptığı J. Berger'den ilhamla okuyalım:
"İyi fotoğrafın gösterdiği şey gösterilmemiş olanı akla getirir. Buz güneşi, keder trajediyi, tebessüm hazzı, beden aşkı, yarışı kazanan at katıldığı koşuyu çağrıştırır."
İlk olarak bu kitabın etiket fiyatının 80 TL olduğunu (sonradan ciltsiz olarak 45 tl etiketle basıldı), ve piyasadaki kitapçılarda satılanlardan farklı olarak yayınevinin kendi depolarından sertifikaları ile beraber numaralı baskılarının satıldığını belirteyim. (1000 adet)
Şimdi gelelim kitabın içeriğine. Fotoğrafların büyük bir kısmı -stock photography- kaynaklı ve internet kullanan herkes kolayca erişebilir. Böyle izi sürülmüş, edinilmeye çalışılmış bir şeyler yok.
Metinleri okuyunca, ilk aklıma gelen şey acaba Ercan Kesal'ı yayınevi mi zorladı, yoksa durup dururken, 'Dur ambalajı güzel, içeriği kötü bir kitap yazayım' mı dedi, bilemiyorum. (Umarım yayınevi zorlamıştır.)
Önemli konuların üzerinden suya sabuna dokunmadan gayet güzel geçilmiş ve kitap ne yazık ki heba edilmiş.
Zamanın izinde, gözün irağında; belki belki albümlerin içinde, ama zinhar kitaplığın dışında...
Neden ve nasıl olduğunu anlamadığımız bir sayfa düzeni tercihi. Fotografları göstermek isterken, arka plana bir de aynı fotografın yansısını ekleyerek algıda sorunlar yaratmak niye? Sonra kitaba sadece kapak fotografı olarak son ânda eklendiği çok belli ve içerikte ve yerleştiği yerde herhangi bir açıklama eklenmemiş bir Anadolu Lokantası sahnesi ile Ercan Kesal'e ciddi bir pas ve gol atma imkanı verilmişken, bu fırsatın kullanılmak istenmemesi?! Bu da fotografın son ânda eklendiği düşüncesini güçlendiriliyor. Aceleye getirilmiş bir iş. Yoksa kitabın tamam�� için de mi öyle demeliydik?
Ercan Kesal'in fotograflar için söylediği, "Bir kere fotoğrafa baktığımda hakikaten beni şaşırtmalı. Duygularımı, hafızamı harekete geçirmeli." sözü aslında bu kitap için tam olarak karşılık bulmuş değil. Bazı kareler için söylenebilir belki, fakat çoğu ve sayfalar ilerledikçe hemen hepsi için, artık daha sıradan, tansiyonu düşük kareler ve hakkında yazılanların, fotograflardan ziyade Ercan Kesal marifeti ile yukarı çekildiğini görüyoruz. Bu durum kitabın kendi içinde bir ikilem doğuruyor. Üstesinden gelinmek istenmeyen bir ikilem. Öylece sona geliyoruz ve elde avuçta bir iki iyi kare ve bir fotograf kitabından ziyade Ercan Kesal metinlerinin samimiyeti ile başbaşayız. Kitabı bana aldıracak ya da önerebileceğim zaman hissettiğim, adını koyamadığım büyüsünün olup olmamasıdır aslolan şey. Buna karşın elimizde bir seri içinden hızlıca ve laletayn seçilmiş bir çok kare vardı. Fotografik olarak bunların beni tatmin etmiyor olması, onların hızlıca ve yineliyorum laletayn seçilmiş oldukları hissiyatını değiştirmiyor.
Kitabın bende kalan tek şeyi şu sözdür; "Bu fotoğrafa birazdan yağmur yağacak... "
Keşke bu kadar aceleye gelmeseymiş. Belki yıl sonuna yetiştirilse, belki kapak fotografı için de bir Ercan Kesal metni olsa daha bir alımlı olabilirmiş.