Artık düzeni değiştirmemizin zamanı geldi! Özel mülkiyetin bir “doğal hak” sayıldığı, doğal kaynakların yeryüzünde yaşayan tüm canlıların müşterek varlığı olması gerekirken yağmalanıp sömürüldüğü bu düzen daha fazla devam edemez. Tartışmanın odağını Batı’nın bilim ve hukuk geleneğine oturtan "Hukukun Ekolojisi", bugün küresel çapta yaşadığımız çevresel, sosyal ve ekonomik krizin dünyayı bir “makine” olarak gören ve insanları da onun sahibi ilan eden mekanikçi görüşten kaynaklandığını savunuyor. Bilim insanı Fritjof Capra ile hukukçu Ugo Mattei, doğa bilimleri ile hukukun antikçağdan beri paralel ilerlediği ve bu iki disiplinin birbiri üzerinde büyük bir etkiye sahip olduğu kanısında. Onlara göre değişimin yolu, toplumun yaşayış biçimiyle devletlerin ve şirketlerin gücünü belirleyen yasaların mevcut, mekanikçi görüşün ürünleri olmaktan çıkıp ekolojik ilkeler ışığında yeniden ve bizzat topluluklar tarafından oluşturulmasından geçiyor.
Fritjof Capra (born February 1, 1939) is an Austrian-born American physicist. He is a founding director of the Center for Ecoliteracy in Berkeley, California, and is on the faculty of Schumacher College. Capra is the author of several books, including The Tao of Physics (1975), The Turning Point (1982), Uncommon Wisdom (1988), The Web of Life (1996) and The Hidden Connections (2002).
In short, I agree with all the ideas put forward by the authors. However, as many good ideas as they had, they also have little to no depth. But keep in mind that these ideas are not new to me as a jurist specializing in public law. Actually the target audience for this book cannot possibly be jurists. I could criticize this book more than I did now, but I will refrain, especially since I fully support the ideas of the authors.
This was definitely one of the most interesting books that I have read. The Ecology Of Law brings about an important point that we as humans need to examine in order to ensure our long-term survival. As the authors point out, there have been many movements, large and small, that are helping to bring us closer to an ecoliterate society. I believe that this revolution is bound to happen, however, at this current pace, it may be too late by the time it actually does. Therefore, we must all do our part in order to increase awareness of our unsustainable, extractive society; moving forward into a generative society in which we can all live in tune with nature.
İsmi çok ilgi çekiciydi, hukuk da ekoloji de benim kişisel olarak ilgilendiğim alanlardı ve iki yazar bu disiplinlerin birleştirilebileceğini iddia ediyorlardı. Kitabın başında bilim ve hukuk arasındaki ilişkiyi anlatacaklarını ve sürdürülebilir bir yaşam için, ekolojinin korunması için hukukta ekolojik bir devrim yapılması gerektiği ve hukuk anlayışının baştan aşağı değişmesi gerektiğini ve eko-hukuk denen bir kavramın hayata geçmesi gerektiğini ve bunun nasıl olacağını anlatacaklarını belirtiyorlardı. Başlangıçta yazarların ilk argümanları pozitif bilimlerle hukukun evrilmeleri sürecinde birbirlerini çok ciddi bir biçimde etkiledikleri, hatta bir arada geliştiklerini savunuyordu. Ve kitabın ilk 3 bölümü boyunca bunu anlattılar. Açıkçası kitapta en çok beğendiğim bölüm bu oldu. Bilim tarihiyle çok sayıda eser okuduğumdan bilimin her perspektiften nasıl geliştiğini biliyordum ama hukukun evrimi ile ilgili bir şey okumamıştım. Ayrıca bunu bilim tarihiyle örnekleriyle açıklayarak nasıl beraber geliştiklerini anlatmak ve daha önce tanımadığım bazı büyük hukukçulardan verdikleri örnekler bana çok şey öğretti. Tabii yazarların iddiası Newton mekaniğinin ortaya konması ve dünyada Newton'cu görüşün egemen olmasına kadar geçen sürede bu birlikteliğin devam ettiğini, ardından bilimde Newton'cu mekanik dünya görüşünün terk edilmesine rağmen hukukta bunun yaşanmadığını ve bunun birçok sorunun temelinde yattığını savunuyorlardı. Bugünkü hukuk (ve özellikle mülkiyet) anlayışının dünyadaki ekolojik sorunların temelinde olduğunu iddia ediyorlardı. Bunun için kitapta yine en dikkat çekici düşünce olan müşterek varlık kavramını ve bunun ne şekilde hukukun temelinde yer alması gerektiğini anlatmaya koyuldular. Bu noktadan sonra artık kendi hayal ettikleri hukuk sistemini açıklamalarını ve bir temel oluşturmalarını bekliyordum. Maalesef bu konuda yeterince başarılı bir plan ortaya koyduklarını söylemek pek mümkün değil. Şikayetleri, sermayenin açgözlülüğünün tasviri, tüzel kişiliklerin kamu yararı gözetmek zorunda olmamaları gibi temel kavramların, toprak mülkiyetinin zararlarının tespiti konusunda söyledikleri ne kadar doğru ise, ortaya somut bir şey koymamaları bir o kadar üzücüydü. Mülkiyete toptan karşı çıktıklarını beyan ederek bir sosyalizm savunusu da yapmadılar, kapitalizm eleştirisi yapsalar da yeni bekledikleri devrimin temelleri hakkında -iddia etmelerine rağmen- bir taslak sunamadılar. Hatta verdikleri iyi örneklerin hepsi eleştirdikleri hukuki sistemin ve kapitalist ekonominin bulunduğu ülkelerdi. Dolayısıyla kitabın 10. bölümüne kadar çok haklı şikayetleri ve sorunlar görmeme rağmen, tatmin edici bir çözüm bulduğumu söyleyemeyeceğim. Müşterek varlıklar konusu ise en çok üzerinde yazılmış ve düşünülmüş konuydu. Bu da daha önce hiç üzerine kafa yormadığım bir konuydu. Daha çok müşterek varlık olması gerektiği konusundaki taleplerine katılıyorum. Ama bunun için bir anlayış farkı yeterli, hukuksal bir devrime ihtiyaç duyulduğunu hiç zannetmiyorum. Anayasalarda yapılacak ufak değişikliklerle. Mülkiyet ve sermaye biriktirme hakkının, dünyada şu anda yaşayan ve henüz doğmamış canlıların haklarından üstün olamayacağı anlayışını getirmek yeterli olacaktır. Ayrıca yasalarda ne yazdığı her zaman bunun uygulamada istenilen düzeyde karşılık bulacağı anlamına da gelmez. İsveç krallığı bir monarşi, İran islam cumhuriyeti ise bir cumhuriyettir. Hangisinin daha demokratik olduğunu tartışmak herhalde komik olur : ). Ayrıca anayasa yapmanın, yasaları düzgünce yapmanın anlayışı kökten değiştireceğini düşünmek de doğru değil. Yazılı bir anayasası olmayan İngiltere'de hukukun üstünlüğü çok yüksek seviyededir. İsteyen açık kuzey kore anayasasına bakabilir (https://www.wikiwand.com/en/Constitut...). Bu anayasada yazan onlarca demokratik hakkın uygulamada kuzey kore'de hiçbir şekilde olmadığını net bir şekilde görebilirsiniz. Dolayısıyla hukuki metinler değil, toplumun anlayışıyla ilgili devrimlerle sonuca ulaşabilir. Türkiye'de demokratik sandığımız partiler, dernekler veya örgütlerde bile hukukun üstünlüğü olduğunu sanmıyorum. Yasalarımızın yetersizliğinin bunun nedeni olduğunu asla düşünmüyorum. Türkiye'de de sorun hukukun adliye duvarları arasında olduğunu sanmamız, sanki o yasalarda yazan metinler günlük hayatta bizi bağlamıyor sanışımızdır. Aksine kişisel haklar ve hürriyetler ailede'de iş yerinde de okulda da bizi bağlar ve bunları içselleştirmek zorundayız. Müşterek varlıklar kavramını yüceltirken genelde işgal edilmiş ve kamun yararına kullanılan yerlerden örnekler verdiler. Halbuki kooperatifler de müşterek varlıklardır ve şimdiki hukuki düzende de yerleri olabilmektedir. Hollanda'nın büyük tarım başarısı kooperatifler ve üniversitelerin işbirliğinden doğmuştur, ve Hollanda halkının büyük bir zenginlik ve rfah içerisinde yaşamasını sağlamaktadır. Bu ülkenin yasaları da yazarların dediği gibi Uluslar arası güncel hukukla uyumludur. Hukuksal bir devrim yaşamadan da müşterek varlıkları artırmak ve sermayeden tüm halkın yararlanmasını sağlamak mümkündür kanımca. Son olarak kitaptaki sürdürülebilirlik ve ekolojiyi gelecek kuşaklara bozmadan teslim etmek ile ilgili çözümün hukuksal değil, anlayış temelli bir devrimle geleceğini düşünüyorum. Bu anlayışı da yine dünyadaki en hakiki yol gösterici sağlayacaktır: Bilim! Bilimsel düşüncenin egemen olduğu toplumlar, bir noktada anlayış değişikliklerine giderek, bilimsel (şüpheci ve sorgulayan) yaklaşımla gelecek kuşakları ve dünyayı kurtaracaktır. Bilim ve Hukukun üstünlüğünün olduğu ülkeler refah içinde yaşarken, şark kültürünün egemen olduğu saydamlığa değil güvene ve ahbaplığa dayanan, hukuku kişisel dünyasında uygulayamayan toplumlar ise fakirlik ve geri kalmışlık içinde yaşayacaktır.
Bir bilimci ile bir hukukçunun bir araya gelerek doğa, toplum ve hukuk hakkında bir kitap yazabileceğini çoğumuz aklımıza bile getirmeyiz. Ancak Fritjof Capra ve Ugo Mattei'nin Hukukun Ekolojisi ile yaptıkları tam olarak bu. Yazarlar, kitapta ilk olarak, şu an bizim yan yana getirmekte zorlandığımız iki alanın, bilim ile hukukun, aslında çok yakın geçmişe kadar birbirine paralel ilerlediğini, bilimsel düşünce ile hukuk düşüncesinin sürekli etkileşim hâlinde olduğunu, tarihteki meşhur bilimci-hukukçulardan örnekler vererek ortaya koyuyorlar. Ardından bugün yaşadığımız çevre felaketlerinin sorumlusu olan ve insanı doğanın bir parçası değil de hâkimi olarak gören anlayışın (mekanikçi paradigmanın) bilim ve hukuk alanında nasıl oraya çıktığını ve geliştiğini, bu anlayışın her iki alandaki farklı tezahür biçimlerini okuyoruz. Yazarlar son olarak bilim alanında Darwin ile birlikte terk edilen mekanikçi paradigmanın, ekonominin her şeyin belirleyicisi olduğu hukuk alanında süregeldiğini ve en kısa sürede paradigma değişikliğine gitmediğimiz takdirde kendi türümüzle birlikte bütün dünyayı hızla yok oluşa sürükleyeceğimizi belirterek mevcut durumu değiştirmek adına birtakım çözüm önerileri sunuyorlar.
Interesting history of the philosophy of law from an ecological perspective, with prescriptions for how to alter the legal system to blunt the human impact on the Earth.
It suffers from the normal weaknesses in the genre, namely a dearth of new ways to affect the change recommended, and limited specificity when talking about goals.
One big flaw in my mind was the repetition in various forms that humans had previously lived in harmony with their surroundings. While this may have been the case in prehistory, there is ample documentation of human-driven degradation of ecosystems from Phoenicia through today. Maybe rather than "harmony" they meant "not catastrophically poisoning," but they could've just said this if that's what they meant too..
I found it fascinating to read about the philosophy of modern law, consider what it is founded upon (protection of oneself and one's property), and imagine a new legal system based on radically different principles (e.g. sustainability and the welfare of the whole). The authors explore the possibility of a society dominated by neither capitalism nor big government, but rather by the commons, and they provide numerous examples and analogies to explain it.
Although these concepts felt somewhat distant and foreign to me, the authors make a compelling argument for the pursuit of this legal and societal shift, which synthesizes both a return to old wisdom and a more pragmatic application of modern science and technology.
Although large chunks of this book were difficult for me to understand, what with all the legal jargon used, I still enjoyed what I could understand, and appreciated the frequent appeals to modern science and what we can learn from it.
If you enjoyed this book or its concepts or the science-y parts at all, I'd highly recommend Capra's other works, especially The Systems View of Life. I'd say this book could almost have been published as a prologue to The Systems View of Life.
Agreed with the overarching argument, but ultimately the book provided limited originality and lacked depth. There is nothing new in here and I would've expected more engagement, and attribution to radical scholarship which paved the way for this kind of work, such as scholars writing on decoloniality, environmental justice etc. I also felt that they overplayed the extent to which the natural sciences have actually moved beyond cartesian dualism, especially it's wholehearted failure to embrace deep inter-disciplinarity and epistemic, ontological diversity. Although happening within some pockets of these disciplines (and when done thoroughly, also done beautifully), within environmental politics/governance in particular this is a huge gap still needing to be bridged. A shame as I was really expecting more from this.
La mirada sistémica de la vida de Capra se empaña acá con un toque socialistongo de Ugo. El énfasis en la comunidad sobre el individuo, es por lo menos problemático. Un individuo es también una comunidad, un sistema vivo, único, con su esencia; con su intención de progresar. Esta individualidad y la diversidad de individuos, es la que da lugar a las propiedades emergentes de las comunidades que forma, el ‘orden espontáneo de la vida’
Good, quick, easy read, but too superficial to recommend wholeheartedly. The science history portions outlined the emergence of the Cartesian/Newtonian mechanistic worldview, and it's overturn by 20th century advances in quantum theory, relativity, and chaos/complexity. This material is a much watered-down version of Capra's excellent 'Systems View of Life' which I would recommend instead.
Some tenuous parallels are drawn to the history of law, which was new to me but left me wanting more depth. There were a few interesting examples of how global capitalism has gone awry, like the Bayh-Dole act, anti-Kelo laws, and George Soros' 1992 tanking of currencies. All were quickly glossed and the last one was not even given a cursory exposition. At times there's a hint of regressive yearning for days when everyone grows their own food and viisits the neighborhood cobbler. But overall they offer an urgent and idealistic view of the future of political economy and law, and have inspired the future direction of my research.