Yeniyetme Sur’un, ailesi ve kız arkadaşı Norma’yla ilişkisini merkeze alarak 1950’ler Türkiyesinin röntgenini çeken keskin bir toplumsal eleştiri romanı Meteliksiz Âşıklar. Lise son sınıf öğrencisi Sur’un, başta anne ve babası, sonra İstanbul Ermeni toplumu ve nihayet çevresindeki her şeye karşı isyan duygusuyla dolmasına yol açan çelişkileri ve çatışmaları gözler önüne sererken, havada adeta asılı duran gerginliklere dikkat çeken Zaven Biberyan, 6-7 Eylül sonrası ve 27 Mayıs askeri darbesi öncesinde Türkiye toplumunun sinir uçlarında dolanıyor adeta. Yıllar yılı çabalayarak Ermeni cemaati içinde nihayet bir mevki sahibi olan taşra kökenli babası ve İstanbullu annesi, onların değerler dünyası, tutuculukları ve burjuva yaşam tarzları karşısında derin bir tiksinti duyan, kız arkadaşının kendisinden yaşça büyük ve üstelik çalışan bir kadın olması nedeniyle ailesinin baskısıyla karşılaşan Sur, gençlere özgü güven bunalımları ve erkeklik halleriyle çevresine ördüğü duvarın içinde, giderek yoğunlaşan bir öfke sarmalı içinde kavruluyor. Bugün artık tarih olmuş bir İstanbul’un arka planda salındığı Meteliksiz Âşıklar, kâh Adalar, kâh Eminönü, kâh Şişli sokaklarını adımlarken, bir ailenin hikâyesi etrafında geçmişten geleceğe devredilen travmaların sürekli sızlayan izlerine odaklanıyor. Adı artık 20. yüzyılın en önemli Ermeni yazarlarından biri olarak kabul edilen ve Türkçeye de çevrilen eserleriyle sadık bir okur kitlesine sahip olan Zaven Biberyan’ın bu çarpıcı romanı, ülkemizde ‘Edebiyat ve Felaket’ kitabıyla tanınan filozof Marc Nichanian’ın sunuşuyla yayımlanıyor.
1921'de İstanbul Kadıköy'de doğdu. Kadıköy Aramyan-Uncuyan ve Dibar Gırtaran (Sultanyan) Ermeni ilkokulları, Saint Joseph Lisesi ve İstanbul Ticari İlimler Akademisi'nde öğrenim gördü.
1941'de Yirmi Sınıf (Kura) asker toplanırken, o da askere alındı ve Nafıa hizmetine verildi. Akhisar'da kendisi gibi Nafıa askeri olan Jamanak [Zaman] gazetesi yöneticilerinden Ara Koçunyan'la tanıştı. Üç buçuk yıl süren askerlik dönüşü Jamanak gazetesinde yayınlanan "Krisdoneutyan Vağhcanı" [Hıristiyanlığın Sonu] adlı yazı dizisi büyük gürültü kopardı, dizinin yayını durduruldu. Nor Lur [Yeni Haber] ve Nor Or [Yeni Gün] gazetelerinde, daha sonra da Jamanak gazetesi yayın kurulunda görev aldı. Sosyalist düşüncelerinden dolayı gelen baskılar sonucu gazeteden ayrılmak zorunda kaldı. 1946'da Ermeni aleyhtarı bazı tutum ve yayınlara karşı Nor Lur gazetesindeki Al Gı Pave... [Artık Yeter] başlıklı yazısından dolayı kovuşturmaya uğrayıp hapis yatan, daha sonra bulduğu işlerden de baskılar sonucu ayrılmak zorunda kalan Biberyan, sonunda ülkeyi terk etmeye karar verip 1949'da Beyrut'a gitti. Orada gazetecilik mesleğini, Ermenice yayınlanan Zartonk [Uyanış] ve Ararat'ın yazı işlerinde görev alarak sürdürdü Halep ve Paris'teki bazı dergi ve gazetelerde de makaleleri yayınlandı. Siyasi durumun iyileştiğini düşünerek, yaşamını güç koşullarda sürdürdüğü Beyrut'tan ayrılıp 1953'te İstanbul'a döndü. Seta Hıdıryan ile evlendi, bir kız çocukları oldu. Bir süre Osmanlı Bankası'nda çalıştı. 27 Mayıs 1960 darbesini izleyen günlerde Marmara gazetesinde politika yazarı olarak görev yaptı. 1964'te yayınlamaya başladığı Nor Tar [Yeni Yüzyıl] adlı siyasi ve edebi dergi maddi sıkıntılar nedeniyle kapandı. 1960'lı yılların sonunda Meydan Larousse Büyük Lügat ve Ansiklopedi'nin redaksiyon kurulunda yer aldı. Türkiye İşçi Partisi'nden 1965 genel seçimlerinde İstanbul milletvekili adayı oldu ancak milletvekili seçilemedi.1968 yerel seçimlerinde ise aynı partiden İstanbul Belediye Meclisi üyeliğine seçildi ve meclis başkan yardımcılığı yaptı. Ülser hastalığına yakalanan Biberyan 4 Ekim 1984'te yaşama veda etti ve Şişli Ermeni Mezarlığı aydınlar bölümüne gömüldü.
1970'te Jamanak gazetesinde tefrika edilen ölümünden birkaç hafta önce ise kitap olarak yayınlanan romanı Mırçünneru Verçaluysı [Karıncaların Günbatımı] onun başyapıtı sayılır. Bu kitap Türkçe'ye Babam Aşkale'ye Gitmedi (1998) diğer bir romanı Yalnızlar (2000) adıyla kazandırılmıştır.
Ermenice Eserleri: Lıgırdadzı [Arsız] (Doğu Basımevi - 1959), Dzovı [Deniz] (Getronagan Okulundan Yetişenler Derneği Yayını - 1961) Angudi Siraharnerı [Meteliksiz Aşıklar] (To Yayınları - 1962) Mırçünneru Verçaluysı [Karıncaların Günbatımı] (Murat Ofset - 1984, Gözden geçirilmiş yeni baskı Ekim 2007 - Aras Yayıncılık)
Genç bir çiftin baş başa kalma isteği aracılığıyla dönemin İstanbul'unu, azınlıklara bakış açısını, toplumdaki ve ailedeki ikiyüzlülükleri, kadın erkek rollerini, ebeveynliği, bürokrasinin saçmalıklarını, yaşamın anlamsızlığını, insan var oluşunu sorguluyor Biberyan. Karakterlerine de, ülkede azınlık olmaya karşı da tarafsız bir tutumunun olması etkiliyor en çok. Akıcı ve yalın bir anlatıma birçok öğeyi sığdırması da saygı uyandırıyor. Sur'un ailesiyle ilişkisi Yalnızlar romanını, karakter olarak dünyaya bakışı açısı da Karıncaların Günbatımı'nı anımsatıyor. Çok iyi roman.
devlet politikası olarak yıllardır bizi birbirimize yabancılaştıran, bu yabancılaşma için elinden gelen her şeyi yapan iktidarlar yüzünden aynı olduğumuz her şeye ne kadar uzağız. kitap türkiye'de yaşayan sıradan 3 çocuklu bir ailenin büyük oğlunu merkeze alarak gündelik yaşamlarının birkaç gününü anlatıyor. ailedeki isimlerin ermenice olması dışında farklı göreceğimiz hiçbir şey yok. bırakın 50-60 yıl öncesini bugün istanbul'da küçük esnaf olan herhangi bir ailenin evine konuk olun birebir aynı şeylerin yaşandığını göreceksiniz. kendi normalimizin içinde olması gereken her şeye, tıpkı azınlıkların hayatında olduğu gibi, maalesef bir lütuf olarak arayıp bulup kavuşuyoruz. işin politik yanını bir kenara bırakırsak yazarın dili akıcı, karakterlerini tarif etme ve ayırma becerisi muazzam. sinirlenebildiğim karakterlerin olduğu kitaplara bayılıyorum. yazar o kadar iyi tarif edebiliyor ki karaktere sinirleniyorsunuz. en meşhur kitabı karıncaların günbatımı'nı da aldım, belki onu okuduktan sonra buraya ilavelerim olabilir. kitap ermenice'den türkçe'ye çeviri, hiçbir şekilde çeviri bariyerine takılmıyorsunuz, çünkü neden takılasınız zaten bu ülkenin hikayesini anlatıyor.
"Yarın.. Yarından sana ne? Yarın böyle Olur mu? Hava böyle güzel olur mu? Bir hafta sonra ne olur, belli mi? Yaşıyor olur muyuz? Gelecek ay İstanbul yerinde olur mu? Dünya yerinde olur mu? Yarın.. Hayatta yarın yok ki.. Ve bugünü elinden kaçırdığında, ne kalır geriye?"
Gerçekten çok şahane bir kalem.. Bunca zaman hiç okumamış olduğuma, hiç fırsatım olmamasına çok üzüldüm. O kadar net, o kadar naif bir şekilde davasına sahip çıkan bir anlatımki asla hakkı ödenmez.
Basit bir aşk hikayesine, bu denli ağır dünya meselesi ancak bu kadar naif giydirilebilirdi.
Öyle bir coğrafyada yaşıyoruz ki acıları nice hazineler doğurmuş.
Lütfen bir defa olsun okuyun Biberyan'ı, pişman olmazsınız.
Zaven Biberyan’ın ikinci romanı Meteliksiz Âşıklar Türkçeye ilk kez çevrilerek Aras Yayıncılık tarafından yayımlandı. İlk romanı Yalnızlar ve son romanı Babam Aşkale’ye Gitmedi arasındaki bu roman da yazarın bütün gözlem ve anlatım ustalığını sergiliyor. Hatta Marc Nichanian’ın sunuşundan öğrendiğimiz kadarıyla senaryo hâline getirdiği ve sansür kurulunun müdahalesiyle filme çekilemeyen Yalnızlar’daki sinematografik unsurlar Meteliksiz Âşıklar’da da fazlasıyla var... agos'ta yayımlanan yazımın devamı: http://tembelveyazar.blogspot.com.tr/...
Yıllar boyunca bir ülkede politik ve kültürel yaklaşımlar hiç mi gelişmez ve değişmez? Kitabın yazıldığı 60’lı yılları göz önüne alırsak ve şimdiyle karşılaştırırsak gelişmemiş diyebiliriz. Biberyan’da sevdiğim tutumlardan biri toplumsal eleştiriyi objektif bir şekilde sunması, kendini bir tarafa yaslamadan düşüncelerini yalın olarak açıklayabilmesi. Kitabın yazıldığı tarihlerdeki siyasi durumlar altında insanların birbirine güvensizliğinin ne kadar hassas olabileceğini anlatan Meteliksiz Aşıklar, sevişmek için yer arayan iki aşığın yaşadıkları olaylar üzerinden kurgulanan bir kitap. Elbette arka planda karakterlerin duygularını, düşüncelerini ve davranışlarını şekillendiren bir çok etmen var. Baş kahraman Sur’un Ermeni ailesine karşı yabancılaşırken takındığı kötülük Karıncaların Günbatımı’ndaki Baret’i hatırlattı. Sur, Baret öncesinde ortaya çıkan biri ve okudukça yazarın sonraki kitabını kurgulamasındaki temel noktaları görmek kolay oluyor. Toplumdan dışlanma, sürekli bir nefret ve aylaklık hali, mutsuzluk, kızgınlık durumlarının elbette iyi bir kişiliği oluşmasını bekleyemeyiz, Sur sevimsiz ve kötü biri ama Biberyan’ın kalemi anti kahramanı anlamamıza yardımcı olacak kadar başarılı. (İstanbul betimlemelerini ayrıca sevdiğimi söylemeliyim.)Karıncaların Günbatımı’yla sevdiğim yazarın (ki Yalnızlar kitabını da okumuş ama o kadar etkilenmemiştim) Meteliksiz Aşıklar kitabı da iyi ki okudum listemde yer aldı.
Bilmediğimiz, daha önce hiç karşılaşmadığımız bir hikaye okumuyoruz Meteliksiz Aşıklar’da ancak mis gibi,tertemiz bir anlatımı var Biberyan’ın. Aile içi sevgisizliğin, baskının ve beraberinde birbirine duyulan amansız öfkenin antıldığı bir metinde, meteliksiz Sur ve ondan beş yaş büyük Norman’ın aşkını da okuyoruz. Zamanının sosyal ve kültürel yapısı hakkında fikir verdiği gibi Biberyan’ın politik duruşunun da anlaşılabildiği bir kitap Meteliksiz Aşıklar. Ben iki gün gibi kısa bir sürede okudum kitabı, eminim ki okuyan herkesin de elinde bu kadar kalmıştır. İleri okuma becerisi gerektirmeyen, anlaşır bu kitabın okunması da şart gibi…
Zaven Biberyan, sen ne muhteşem bir yazarsın! Okuduğum üçüncü Biberyan romanı. Üçüncü de müthişti. Nedir onu bu denli güçlü bir yazar yapan? Her şeyden önce insanı anlama becerisi. İnsanın ruhundaki karmaşayı, çelişkileri, zayıflıkları çözümlemedeki ustalığı. Sonra bınları hiç gösterişsizce, son derece yalın, bir hikayenin içinde ince ince örebilmesi, kurgu ve karakterlerine, satır aralarına yedirebilmesi. Büyük laf etmeden, sakince. Bir de tabii politik olarak kendini konumlandırışı. Ait olduğu Ermeni toplumunun meselelerini irdelerken, zorbalık edenin zorbalığını açığa çıkarırken, mağduriyeti kalkan etmeyişi, mağdur bir toplumun insanının da zaaflara düşebileceğini göstermesi ve bu zaafların ne denli insani olduğunu gösterme becerisi. İnsanı bu yolla milliyetinden soyarak anlama çabasında oluşu. Ortaya nihayetinde insanı çıkartışı, arzuları, arayışları, naiflikleri, çelişki ve zaaflarıyla. Bu romanda da genç bir erkeğin, yetişkinliğe geçişinde yaşadığı çatışmalar (babayla, toplumla, büyümekle, erkek olarak Çar olabilmekle, oba öğretilen ve onu şimdi köşeye sıkıştıran tüm kodlarla) anlatılıyor. Aynı zamanda Türkiye’nin 60’lı yıllarında Ermeni olarak, gayrimüslim olarak sevgiyi yaşananın bile ne zorluklar içerdiğini... Meteliksiz Aşıkları da, Yalnızları da, Babam Aşkale’ye Gitmedi’sini de okuyun. Ben henüz okumadıklarımı zor zamanlar için saklıyorum şimdilik. İyi olduğu garantili bir romana ihtiyaç duyduğumda okumak üzere. #okudumbitti #okumaönerisi #bookstagram #kitap #kitapönerisi #kitapönerileri #inzivadayımokuyorum
Her karakteri hissedebildiğim, içselleştirebildiğim, sinirlendiren ve düşündüren, dönemin Türkiyesine bir ailenin gözünden bakmak çok güzeldi. Bitirir bitirmez yazarın diğer bir kitabına başlamak istedim. Güzel bir öneri ile keşfettiğim, geç kaldığım keşiflerden biri oldu Biberyan.
Kitap çok sürükleyici olmakla birlikte yer yer trajikomikti. Ya da kendimden bir şeyleri buldum daha doğrusu bu toplumda benim gibi olan çoğunluğun hikayesini okudum diyebilirim. Cebimizde olan üç kuruşun hesabını yaparak yaşamaya, sevmeye, sevgimizi doya doya yaşamaya çalışırken, bir de cebimizdeki üç kuruşu bizim üzerimizden geçinmeye çalışanlardan korumaya çalışıyoruz.
su gibi akan, eğlenceli de denenilecek, biraz modern lâkin mis gibi istanbul kokan bir roman. toplumsal bazı gerçeklere de güzelcene bir ışık tutuluvermiş.
Meteliksiz Aşıklar 1950'lerde, İstanbul'da geçiyor; lise son sınıfta okuyan Sur'un ailesi ve sevgilisi Norma ile ilişkilerini, hayat ile mücadelesini anlatıyor. Kendinden büyük, çalışan bir kızla arkadaşlık etmesine karşı çıkan ailesi ve büyümenin getirdiği yüklerle mücadele eden Sur, tek mutluluğu aşkta ve Norma'da bulur. Bu mutluluğun sürmesi mümkün müdür?
Zaven Biberyan'ı ilk defa okudum ve hayran kaldım. Hem bir delikanlının yetişkinliğe geçiş sancılarını, ailesi, toplum ve hayat ile hesaplaşmasını çok iyi anlatmış hem de arka planda mükemmel bir dönem ve ülke tablosu çizmiş. Kullandığı duru dili, anlatımını, aile bireylerinin her birinin aileye bakışlarını, Sur'un içinde kopan fırtınaları yansıtan satırlarını, yaptığı toplumsal eleştiriyi etkileyici buldum. Her bir olayı, duyguyu öyle bir anlatıyor ki kendimi hepsine bire bir şahit olmuş gibi hissettim. En çok da aşkı ve tutkuyu resmettiği bölümler beni benden aldı; insan Norma gibi sevmeli…
Öncelikle, beni bu yazarla tanıştırdığı için Aras Yayınevi’ne müteşekkirim. Babam Aşkale’ye Gitmedi de listemdeki bir sonraki kitap olarak yerini aldı. Son zamanlarda bana en çok hitap eden, en parlak bulduğum yazar Zaven Biberyan oldu; keşke daha önce okusaymışım. Bu kitaba 4 yıldız vermemin sebebi (ilk olarak 3 yıldız verip, sonra yazarı sevdiğim için 4 yükselttim), Yalnızlar’dan sonra çok yüksek bir beklentiyle okumuş olmam. Meteliksiz Âşıklar da karakterlerin dünyasının başarıyla ortaya koyulduğu, insana hem kahkahalar attıran hem de içini acıtan bir kitap ve insan ilişkilerini gözler önüne serme şekliyle yazarın yeni yeni aşinalık kazandığım dünyası burada da hoş bir şekilde oluşmuş. Sevmediğim yönlerini, karakterlere dair spoiler vermek istemediğim için buraya yazmıyorum ama en başta Yalnızlar ile olmak üzere bence mutlaka herkesin okuması gereken bir yazar.
Marc Nichanian 20. yüzyılda Ermenicenin en büyük yazarlarından demiş Biberyan için. Ama sanırım Biberyan 20. yüzyılın en büyük yazalarından... Romanlarında tekrar eden ahlakçılık ve ikiyüzlülük nefreti, burada büyük bir sevgi, dayanışma, kardeşlik arzusuyla (hayalini kurduğu dünyayla) elele gidiyor. İçim titredi okurken.
Bazı yazarları okumaya geç kalmışlık hissimiz vardır ya Biberyan okuyunca aynı his beni yine yokladı. Kitabı okumayı çok istiyor ama bir türlü stoklarda yakalayamıyordum. @arasyayincilik ,Mart 2022’de tekrardan baskıya gitmiş ve bizlere Biberyan eserlerine ulaşma fırsatı vermiş. Romanı okumaya başlamadan önce Biberyan hakkında araştırma yaptım ve en kapsamlı bilgileri @notoskitap ‘in 89. sayisinda buldum. Dergide Biberyan’in çocukluğu ,gençlik yılları,siyasi duruşu,Türkiye’de yaşayan Ermeni’lerin durumu,kitapları hakkında her şeyi okudum. @arasyayincilik ‘a ve @notoskitap ‘a teşekkür etmek az kalır.
Kitabın ana kahramanı Sur’un aşkı ve onun Aile bireyleri arasındaki çatışmalar ,o yıllarda Türkiye’de yaşayan gayrimüslimlerin durumu,vatanseverliğin ne demek oldugu, hatta asıl vatanseverin kim olduğunun anlatıldığı bir roman .
Severek okudum demek basit olur belkide… etkilenerek,cok düşünerek okudum. Çünkü Biberyan gayrimüslümlerin dertlerini öyle bir anlatmış ki….
•Herkesin vatanseverliği kendi vicdanındadır .•
•Yarın…Yarından sana ne ? Yarın böyle olur mu ?Hava böyle güzel olur mu ? Bir hafta sonra ne olur ,belli mi ? Yaşıyor olur muyuz ? Gelecek ay İstanbul yerinde olur mu ? Dünya yerınde olur mu ?Yarın…Hayatta yarın yok ki. Ve bugünü elinden kaçırdığında ,ne kalır geriye ?
bunu okuyali baya zaman oldu. yazarla tanismama vesile olan Ozgur arkadasa tesekkur ederim. yazarin okudugum ilk eseri cok etkilenip hemen Karincalarin Gunbatimina baslamistim. guzel bir istanbul romani. Benim gibi yazarla ilk tanisma icin guzel bir eser sanirim.
Karincalar kadar karanlik ve insanin icini daglayan bir eser degil en azindan
"Eğer hayat anlardan oluşan bir mozaikse, kaybolan her an onun güzelliğinden, mükemmelliğinden bir şeyler eksiltiyor. Hiçbir parçasını kaybetmemeli... Hiçbir anı da..."
Biberyan'ı bu kitapla tanımış oldum. Hem Ermeni, hem de orta sınıftan para endeksli bir babanın ailesinin bir parçası iseniz, hayat çok kolay olmuyor ve bunun hala değişmemiş olması toplumun değişiminin hiç de kolay olmadığını düşündürüyor umutsuzlukla.
Biberyan mahir bir yazar. Kendine ait bir roman evreni olan, başlar başlamaz onun evreninde olduğunuzu hissettiren yazarlardan. Meteliksiz Aşıklar bize eski İstanbulu, küçük burjuva bir ailede yaşanan geçim sıkıntılarını, erkekliği, gençlik aşkını yazarın dilinden harika bir biçimde anlatıyor. Bazen insanın bu gençlik yılları geçtikten sonra anlamakta zorlandığı aile ve toplum çatışmalarını, bunları ilk kez yaşamanın ağrısını okura hatırlatıyor. Karıncaların Günbatımı bir ustalık eseri, muhteşem bir roman. Meteliksiz Aşıklar`ı sonrasında okuduğum için şahsi bir hayal kırıklığı oldu hafiften ama bunun önemi yok.
Biberyan, ilk defa okuyorum. Küçük ama benim için önemli olan sevgiliyle daha fazla zaman için "yolu uzatma" mevzusunu burda da görmüş olduğum için mutluyum. İlk kez Fikret Adil'de görmüştüm.
Aslında Biberyan'dan başka bir kitap okumaya niyetim yoktu. Ama Notos dergisi 89. sayısını bu yazara ayırmıştı. Bizim kütüphaneden alıp okumaya başladım, 29 Aralık'ta Ankara'ya giderken geri iade ettim (herhâlde okumam diye) ama İstanbul dönüşünde, Şubat'ta, yine alıp okudum. Baya iyi bir kitap aslında. Her şeyden önce gençlik bunalımları yaşayan üç çocuğu olan bir aile var. Birçok aileye hitap edebilir. Bilmiyorum 50'lerin İstanbul'unda Müslüman aileler daha farklı mıydı ama bu Ermeni anne babanın çocukları karşısında yaşadıklarını bugün birçok aile tanıdık bulacaktır. Doğal olarak konu anne baba değil, Sur, lise sondaki en büyük oğlan. Onun içindeki sancıları da birçok genç anlayabilir. Biraz Catcher in the Rye'ın kahramanı gibiydi aslında. İstanbul romanı olması açısından daha çok okunmalı. O yıllarda diğer yazarlar köy romanı yazmakla meşguldüler sanki. Fenerbahçe, Bağdat Caddesi, adalar, Karaköy, vs anlatılıyor. Polisin, ceza kesen memurun siz diye konuşması, sevişen çiftleri röntgenleyen veya taşlayanlar, telefon kulübesi şu şarkı (https://www.youtube.com/watch?v=5xLjR...) baya bir şey öğrendim. 6-7 Eylül olaylarından sonrasını anlatmasına karşın çok kasvetli bir durum algılamadım ben. Yazarın başyapıtı Karıncaların Günbatımı'nı Notos'taki yorumlara göre çok anlamamışım. O Ermenilerin güvencesiz yaşamlarını daha çok anlatıyormuş. Oysa ben Türkiye'de yaşayan yabancılar gibi okumuştum çoğunlukla iletişimleri çok yokmuş gibi göründüğünden. Burada Türkiye'ye daha bağlı bir yaşam okuyoruz. O nedenle de aslında Türkiye'de daha çok okunabilir. Biberyan'ın kadınlara karşı, özellikle anneye vs neden o kadar saldırgan olduğunu Notos'taki bir kadın açıklamayı başkasına bırakmış. Burada anne ve baba bile zaman zaman sevimli bir ışık altında gösteriliyor. Ben yalnızca tek bir teknik sorun olduğunu düşündüm. Eğer Sur bu kadar baskın bir baş kahramansa her şey onun bakış açısı ve iç sesi olarak anlatılmalıydı. Sürekli onun iç dünyasını ve algısını okurken yazarın birden yanındaki diğer kişinin içi dünyasını bize açıklaması bence doğru değil.
Bu romanın içinde çok iyi birkaç tane kısa öykü ve 1950'lerde İstanbul'daki şehir yaşantısına ve yine aynı yıllarda İstanbul Ermeni toplumunun siyasi ve toplumsal durumuna dair bir-iki iyi deneme var, ama iyi bir roman var mı emin değilim. Biberyan bütün eserlerinde olduğu gibi karakterleri dolambaçlı ve iç ilişkileri son derece çarpık ve bozuk bir aileyi ortaya koymuş; keza romantik dünyası ve muhayyilesi hayli sorunlu genç erkek karakter de var; kutuları işaretliyoruz; ama belki de üç romanını kısa aralıklarla art arda okuduğum için, üçüncü romanın da karakterlere dair ilgi çekici ve özgün, ancak biraz sebepsiz bir fotoğraflar dizisi olması bana artık iyiden iyiye yetersiz geldi. Aslında üç buçuk yıldız verdim, belki ileride bir daha okur, başka şeyler bulurum. Hatta belki kitapların yayınlandığı kronolojik sırayı takip edip en son Karıncaların Günbatımı'nı okumak gerek...
Biberyan bu kitabi yazarken Turgenyev'den etkilendi mi acaba? Ya da ergen/genc isyankarligini ben mi iliskilendirdim bilmiyorum. Yazarin okudugum ikinci romani ve kesinlikle okunmasini tavsiye ettigim bir yazar. Ozellikle 1960lar Istanbulunu cok guzel betimliyor. Sur karakteri caddelerden/sokaklardan gecerken sizde onunla beraber geciyorsunuz yazarin tasviri ile bugunku resmi birlestiriyorsunuz kafanizda.
Ayrica, Sur'un Istanbulda amacsizca gezmesi bir yerde size Yusuf Atilgan'in Aylak Adam'ini da hatirlatabilir.
Kitaptan aklimda kalan bir diger seyse "Ti 'ne afto pou to lene agapi". Sur karakteri bir kac yerde bu sarkiyi mirildaniyor. O donemlerde radyolarda siklikla caliyormus. Sophie Loren ve Tonis Marudas'tan https://www.youtube.com/watch?v=KrxUN...
Biberyan’ın 19 yaşındaki Sur’un ağzından döktüğü sistem eleştirisi, Sur’un bir Camus romanı kahramanı ya da bir Truffaut filmi karakteri gibi iç sıkıntısı ve “sevilmekten çok sevmek” arzusuyla dolaştığı İstanbul muhitleri Meteliksiz Aşıkları okumaya değer bir roman kılıyor. Bu kadar geç keşfettiğim için kendime kızdım kitabı bitirdiğimde. “Bugünü elinden kaçırdığında, ne kalır geriye?” diyen yazara şapka çıkarıyorum. Okuyunca bu yorumumun kitabı anlatmak için ne kadar yavan kaldığını anlayacaksınız…
“ Mutlu insan yok, mutlu anlar var hayatta,” demişti Norma bir gün. O çift için mutlu bir andı. Kendisi için de olabilirdi. Ama tam aksine, mutsuz bir ana dönüşmüştü. Yani, hayattan bir an daha kaybolmuştu. Eğer hayat anlardan oluşan bir mozaikse, kaybolan her an onun güzelliğinden, mükemmelliğinden bir şeyler eksiltiyor. Hiçbir parçasını kaybetmemeli… Hiçbir anı da…
Zaven biberyan o kadar guzel anlatiyor ki, oyle dogal, basit ama mukemmel detaylarla , bu kitapta ergenligin tum o sacma gel gitleri, hepimiz in yasayip geri donup bakinca asla hatirlamadigi detaylarla