En başta söylemek istediğim şu ki: kitabı bitirdiğimde aklıma Hüseyin Nihal Atsız'ın Topal Asker şiiri geldi. O şiir savaşta gazi olup topal kalmış bir askerin memleketine döndüğünde şehirli kadınların küçümseyici bakışlarına maruz kalması sonucu şairin kinini ve öfkesini döktüğü bir manzumedir. Nitekim şiir kinimizin şiddetiyle gebereceksin dizesiyle biter. Bütün bu laflar sırf bir kadın bir gaziye "topal" nazarıyla baktı diyedir. O dönemde bir çok şeyin değeri varmış. Askerler için, savaş için, gaza için şiirler, destanlar, romanlar yazılırmış. Lakin çok değil 70-80 yıl sonra günümüzde 40 yıldır verilen bir vatan savunması mücadelesi için dillere pelesenk olmuş, duygularımıza tercüman olmuş tek bir beyitin dahi yazılmamış, tek bir romanın dahi kaleme alınmamış olması; hepimizin utancı olmalıdır...
Kitaba geçersek,
Çoğunlukla Güneydoğu gazileri birkaç tane de Kıbrıs gazisi ile yapılan mülakatların birleştirildiği bir kitap. Gaziler önce kısaca doğumlarından askere gitmeleri arasında geçen 20 senelik süreci özetliyor, ardından askere gidişlerinden yaralanmalarına kadar olan süreci anlatıyor ve nihayetinde yaralanma anlarını tasvir ediyorlar. En sonunda da gazilere Devletin ve halkın kendilerine karşı takındıkları tavırdan memnun olup olmadıkları, devam eden güneydoğu politikalarına karşı görüşleri soruluyor.
Bütün bu yürek yaralayan sarsacak kadar gerçek hikayelerin ardından insanın kafasında belli düşünceler oluşuyor. İlki: gazilerin de genel olarak işaret ettikleri ve kendi hayatlarından da belli olduğu gibi bütün gaziler oldukça fakir, yiyecek ekmeğe muhtaç, güçsüz ailelerin çocukları. Aralarında ne bir zengin ne de bir bürokrat çocuğu var. Hepsi hayatının baharında ailelerinin gelecek umudu olan insanlar. Sağlam gidip yarım dönüyorlar.
İkincisi hiçbirinin Devletin ve halkın kendilerine hakettikleri gibi davranmadıklarını düşünmemesi. Kendilerinin gazi olarak değil engelli olarak görüldüklerini söylüyor ve bu durumdan şikayet ediyorlar. Özellikle SGK'yla yaşadıkları sıkıntılar utandırıcı. Protez için fark parasını ödeyemeyen gazinin maaşına haciz gelmesi gerçekten çok utandırıcı. Biz Devlet için bacaklarımızın canlısını verdik Devlet bize sahtesini çok görüyor diyorlar.
Yine hepsinin söyledikleri ortak vaziyet şu: Oradaki halk pkk'nın etki alanına girmek zorunda. Canıyla tehdit ediliyor. Dolayısıyla askere iyi davranmıyorlar. İki geçim kaynakları var, askerlerin çarşı izinleri ve kaçakçılık. Sokakta rastladıkları askerlere birliklerinin kaç kişi olduğu ne zaman nereye operasyon yapılacağı gibi sorular soruyorlar. Bu sorular iyi niyetli değil.
Bence en büyük problem aralarında sadece bir gazinin belirttiği şu husus: gazi; "gaziyim" dediğimde "Kıbrıs mı" diye soruyorlar diyor. Türk halkı Güneydoğu'da 40 yıldır yaşanan mücadeleyi savaş olarak görmüyor. Savaş olarak görmediği için de orada savaşan ve yaralanan kahramanları gazi olarak benimsemiyor. Halbuki orada yaşanan şeyin adı tam olarak savaş. Destanlaştırarak anlattığımız Çanakkale müdafaasından ne biçim olarak ne kıymet olarak bir farkı var. Lakin bu ciddiyetin farkında değiliz.
Gazilik gerçeğinin farkında olmama sebeplerimizden bir diğeri haberlerde şehit haberlerinde "filan sayıda yaralı" olarak geçilmesi. Yaralı dendiği zaman hastaneye gidecek, iyileşecek ve hayatına devam edecek sanıyoruz. Halbuki bir uzuv kaybediliyor. Yıllarca hastanede yatılıyor, onlarca ameliyata giriliyor, yine de psikolojik sorunlar bir tarafa bırakılsa dahi ki bırakılamaz, o "yaralı" hiçbir zaman bir daha askere gelmeden önceki hayatına sahip olamayacak. Biz bunu bilmiyoruz. Televizyon bize bunu göstermiyor.
Herkesin okuması gereken bir kitap. Bu vatan gazilerin ve şehitlerin sayesinde ayakta duruyor. Onlara olan borcumuzu asla ödeyemeyiz. Haklarını asla ödeyemeyiz.
Çok etkilendim. Son sayfalarda gelen gözyaşları.. Hiç bir şey şehit ve gazilerin gerçeğini değerini değiştiremez,değiştirmemeli. Hepsi birbirinden anlamlı hayatlar. Bu kitabı mutlaka okuyun, okutun.
Kitabın 282. sayfasında, gazi, her şeyi gayet güzel özetlemiş:
"20 yıldır acı çekiyorum. Saniye sekmeyen ağrılarım var ve bunun bir çaresi yok. 20 yıldır bir gün bile acısız uyuyamadım. Devlet büyükleri bize basın karşısında 'Size ne yapılsa azdır!' diyorlar. Ben de buradan soruyorum: 'Peki ne yaptınız?' Madem PKK ile anlaşacaktınız, madem Apo sonunda 'barış elçisi' olacaktı, neden bizi kurbanlık koyun gibi ateşe gönderdiniz? Neden ben tekerlekli sandalyeye mahkum oldum? Garip oldu bu ülke. Biraz sesimiz çıksa, 'Sana iş veriyoruz, maaş veriyoruz, daha ne istiyorsun!' diyorlar. Ben de diyorum ki: Bu saatten sonra bana dünyayı verseniz ne olur!"