Türk edebiyatının usta hikâyecilerinden Mustafa Kutlu’nun yeni kitabı Tarla Kuşunun Sesi, okurlarıyla buluşuyor…
Kutlu, “halk destanı” tarzında kurduğu hikâyede, bir ailenin kuşaklar boyu yaşadıklarını anlatıyor. Kalabalık bir ailenin hayatını merkeze alan Kutlu, diğer hikâyelerinde de olduğu gibi hikâyeyi günlük hayatın unsurlarıyla zenginleştiriyor. İnsana, aileye, topluma “gerçekçi” ve “merhametli” bir gözle bakan anlatıcı, hikâyeye tarihi bir arka plan da çiziyor.
“Böyledir. Her şeyin aynı şekilde sürüp gideceğini sanırız. Kâinata ve hayata akıl erdirmeye çalışmak boş. Akıl dediğin bir yere kadar. Nasıl gayba inanıyoruz, olup bitenler için şöyledir böyledir demenin bir mânası yok. Teslim olmalı. (…)
İşte su üzerine bir yazı yazdık, geldik gidiyoruz. Şu gölgede bir miktar dinlendik. Hepsi bu. İdare edin. Hoşça kalın.”
1947'de Erzincan'da doğdu. Erzincan Lisesi'ni (1963), Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi (1968). Tunceli ve İstanbul'da edebiyat öğretmenliği yaptı. Öğretmenlikten ayrılarak (1974) Dergâh Yayınları'nda idareci olarak çalışmaya başladı. Hareket ve Dergâh dergileriyle, Türk Dili Edebiyatı Ansiklopedisi'nin yayın faaliyetlerini yürüttü. Senaryolar yazdı. Televizyonda sohbet programları yaptı.
Mustafa Kutlu Eserleri Hikaye Ortadaki Adam (1970), Gönül İşi (1974), Yokuşa Akan Sular (1979), Yoksulluk İçimizde (1981), Ya Tahammül Ya Sefer (1983), Bu Böyledir (1990), Sır (1990), Arkakapak Yazıları (1995), Hüzün ve Tesadüf (1998) Uzun Hikâye (2000), Beyhude Ömrüm (2001), Mavi Kuş (Hikaye 2002).
Deneme: Akasya ve Mandolin (1999)
İnceleme Sabahattin Ali (1972) Sait Faik'in Hikaye Dünyası (1968)
Bir ara kitabın kendisi de Mustafa Kutlu'ya soru soruyordu; meselâ bence, -neden roman değil de hikaye diye adlandırdın beni diye de sormasını beklerdim. Yoksa sordu da, ben mi göremedim, emin değilim şu an. Velhasıl, bir kayboluşlar kitabı.
"Ben kalkıyorum, artık dayanamayacağım." • "Ancak sevdanın açtığı yaraya hangi öğüt merhem olmuş ki?" •
Uzun zamandır okumak istediğim bir kitaptı Tarla Kuşunun Sesi. Beklentim bir hayli yüksekti, çoğu yönden de aradığımı buldum ama bir yanımın buruk kaldığını itiraf etmeliyim.
Kitabımızın ilk kısmında Osmanlı Devleti'nin dağılma dönemlerindeyiz; Yörük Türklerinden Molla Murat isimli birinin anlattığı anılarla o döneme, özellikle o yöreye ait izlere rastlıyoruz. Kitabın bu kısmında karakterlerin İslama, dünyaya, toprağa, aileye ve daha nice değere yaklaşımın nahifliği insanı büyülüyor. Okurken yer yer gülümsedim, yer yer gözyaşları ile cebelleştim.
Bu kısmın aralarında yazarın şahsi fikrini beyan ettiği ve alakasız bir şekilde araya girip okura da birkaç taş gönderdiği yerler vardı. Bunları sevmedim, beğenmedim.
Derken kitabımız ani bir şekilde ikinci kısma geçiyor. Yeni düzen ve yeni bir nesil üzerinden farkları, kaybedilen değerleri, yitirilen özeni ve nahifliğin naiflik olarak görüleceği bir toplumu izliyoruz. Bu düşüş, yere kapaklanmak kadar ağır oluyor.
Genel olarak kitabı, vermek istediği mesajları ve iki dönem arasındaki farkın karakterlere ve üsluba yansıma şeklini sevdim. Mükemmel olduğunu düşünemesem de çok iyi bir kitap olduğunu söyleyebilirim. Mutlaka yazarın kalemi ile tanışın derim.
Uzun zamandır böyle büyük bir hayal kırıklığına uğratmamıştı kimse beni. Tarla Kuşunun Sesi, iki bölümden oluşan ve ilk bölümde yaşananların Osmanlının son demlerini yaşadığı, Cumhuriyet’in ilan edildiği, devrimlerin yapıldığı bir döneme denk geldiği bir kitap. Kutlu’nun hikayeyi anlatırken Atatürk’ün yaptığı harf ve şapka devrimi hakkında yazdıklarını kabul edemiyorum. Neymiş harf inkilabı çok can yakmış, neymiş halk bir gecede cahil kalmış. Üstelik ilk bölümde Cumhuriyet ve sonrası dönemde kalkınma adına alınan kararların halkı İslam’dan uzaklaştırdığından dem vururken ana karakter Molla Murat’ın torunu ve torununun çocuklarının para hırsı ve dünyevi şeylere olan düşkünlüğü neydi? Buna da mı batılılaşma sebep oldu? Hep mi böyle düşünüyordu Mustafa Kutlu? Eğer öyleyse niye şimdiye kadar kitaplarında yazmadı? Eğer değilse niye son kitabında böyle alttan alttan siyasete oynadı? Bundan bir önceki kitabı İyiler Ölmez’i yazan Kutlu ile bu kitabı yazan aynı kişi olamaz gibi geliyor. Kitap, tam bir hayal kırıklığı oldu bende
Mustafa Kutlu bu konuşur gibi yazma işinden vazgeçmeyecek, "hikaye söyleme" -roman yazma değil- gibi bir teknik kullanmaya devam edecek onu anladım. kabullendim de. bu kitabı sevdim de üstelik, kurtuluş savaşı öncesinden başlayarak bugüne kadar tarihimizin ve insanımızın eriyişi ama böyle iddialı şekilde değil- işte biz Mustafa Kutlu'dan bunun iddialısını istediğimiz için kızıyoruz bu arada,- yaşlı bir dede anılarını anlatıyormuş gibi bölüklü pörçüklü. tamam, güzel. gene de kitapla ilgili tepemin tasını attıran bir şey var, bir ara kahramanlardan birinin adı Yunus oluyor, halbuki adamın adı Yusuf. Bu duruma bir keramet uyduramadığım için okur olarak ciddiye alınmadığım hissine kapıldım, dergah yayınlarına editör lazım haberleri olsun. "Canım hikaye düzüyoruz, elbet bir kısmı uydurma olacak." (kitaptan...)
Mustafa Kutlu üslubunu gördüğümüz bir eser. Anadolu insanının duruşuna dikkat çekiyor. Bu eserinde mesaj verme kaygısı biraz daha fazla hissediliyor. Kitapta karakterler kendi yazgısına gidiyor, yazarın futbol sevgisini, sinema sevgisini (birkaç cümle ile de olsa) ve toprak sevgisini anlattığı Anadolu gerçekçiliğini ön planda tutan ve bizi Miyazaki gibi özüme çağıran (hemen hemen her kitabında hasbelkader olduğu gibi) bir kitap olmuş.
Halk destanı tarzında, Molla Murat'ın ağzından mahallenin kahvesinde dinlediğimiz, hikaye diye geçiyor ama roman tarzında yazılmış çok güzel bir kitap. Kitap iki bölümden oluşuyor. İlk bölüm Molla Murat anlatıyor. İlk bölüm baya hüzünlü geçiyor. İnsana, aileye, toprağa, sevgiye, huzura değiniyor. Murat yörükoğlu. Köyüne tarımı katıyor ve Murat'ın soyu için toprak altın değerinde. Bu bölüm Osmanlı'nın son zamanlarında geçiyor. Murat Cennetmekan Abdülhamid Han' ı çok seviyor. Zaten savaş için elinden geleni yapıyor. İkinci bölümde de Murat'ın torunu ve onun çocukları ile olan bölümü. Murat'ın torununun adı Hamit. Hamit de toprağa bağlı ve kızı Ayşe'nin oğlunu da toprakla yaşatıyor. Hamit'in çocuklarının adı: Yusuf, Ziya, Ayşe, Sefa. Yusuf, marangoz. En akıllı oğul o. Ziya'nın gözü parada, hep daha yükseği olsun istiyor. Ayşe babasının "altun kızı". Ayşeyi babası çok sever ve bir nevi gözünün çiçeğidir. Sefa da futbolcu. Daha sonra babası sayesinde de farklı işlere yöneliyor. Ailenin serserisidir Sefa. Ziya da evden kovulmuştur. Hikaye genel olarak hüzünlü. Bir nevi kaybolanların hikayesi de diyebiliriz.
Dönemin hükümetinin politikaları, dört beş kuşağın yaşantısı, akıp giden toplumsal hayatın değişimi yahut bazı şeylerin hep aynı kalışı hikaye içinde bir sohbet havasında kaleme alınmış.
Türkiye'nin yıllardır konuşulagelen o klişe tarihsel konuları karakterler arasındaki atışmalarla sevimli bir hale bürünmüş. Dönemdeki bazı politikalar ve zulümler böyle olmak zorunda mıydı dedirtirken bazı durumlar da sahibi olduğum at gözlüğümü beni irite etmeden çıkarttırdı ve bir kez daha tarihin göreceliğini farkettirdi.
Duygular da özene bezene betimlenmiş kitapta. Mesela Binnazın elini ayağını titreten şey. Salihanın çocuk sevinci. Ya da Gülhanımın yüreğinin harbiliği...
Sonuç olarak iyi ki okumuşum dediklerimden oldu bu kitap. Yazarın kalemine kuvvet.