Ayrıldıktan sonra, geçmiş zaman âşıkları gibi seni kalbime gömdüm Muazzez.
Altında yatır olan araziden farkı yok şimdi.
Yeni bir aşk inşa edemiyoruz; tam başlayacak oluyoruz, senin yattığın yere denk geliyor, dozerler çalışmıyor, kepçeler kırılıyor, gelen korkup kaçıyor.
Gelirsen diye terliklerini kapının ağzına bıraktım, iki senedir ayaklarını bekliyorlar. Ayna yüzünü, bardak dudağını, ellerim saçlarını, pencere gözlerini bekliyor.
Fakat hakkını teslim edeyim; çok muhterem zatmışsın Muazzez. Hani tabelanı yaptırıp göğsüme assam, desem ki, “Burada bir muhterem zat yatıyor” seni bekleyen kollarıma çaput bağlarlar, gözyaşlarıma dilek taşları atarlar...
Sana tahsis ettik yürek denilen arsayı; koy in cin top oynasın; koy anılar cirit atsın. Anladım, sensiz bana bu dünya dar...
Yeşilçam filmlerindekileri andıran, kalbimize dokunan karakterler... Bir köşede unutulmuşlar, yalnızlığıyla yoğrulmuşlar, kırık gönüller, bir yerlerde sessiz sedasız yaşayanlar, görmediklerimiz, görmezden geldiklerimiz... Dedemin Bakkalı, Ev Yapımı Sihirli Değnek, Oyuncu Anne, Çok Hayal Kuran Çocuk kitaplarının yazarı Şermin Yaşar’dan “kaybetmek bizim işimizdir” diyen insanların öyküleri... Bir solukta, derin iç çekişlerle okuyalım, başımızı kaldırıp onlara bakalım diye...
"Oyuncu Anne" lakabıyla bilinen ve yazdığı ebeveynlik kitaplarıyla büyük bir ilgi kazanan Şermin Çarkacı, 2017 yılında medeni durum değişikliği sebebiyle babasının soyadı olan Yaşar soyadını kullanmaya başlamıştır.
Yazarın, Şermin Yaşar ismiyle yayımladığı ilk kitap "Tarihi Hoşça Kal Lokantası"dır.
“Yıllardır devam eden bir alışkanlıkla, dışarda kitap okurken her sayfayı bitirdiğimde, kafamı kaldırıp etrafıma bakınırım. Kitaplar güzeldir ama gerçek hayatı kaçırmamak da güzeldir.”(Sayfa 140)
Bu güzel kitaptaki her güzel hikayeciği bitirdiğimde ben de kafamı kaldırıp hayata baktım. Yazarın anlattığı, her satırı “yaşanmışlık” kokan , hikayeciklerde önce gülmekten elimdeki kitabı yere düşürdüm sonra, güldüklerimden utandım , hüzüne boğuldum.
Mesela “Zarif’in Hikayesini” okurken,Zarif’in anlattıklarına deli gibi gülerken , bir yanda da o adamın zarif ruhunun nasıl da örselendiğini gördüm. Karısını üç kere öpen ,yalan söylemeyen , kuralları çiğnemeyen , kimseye zararı dokunmayan zarif adamın alnında taşıdığı ‘saf damgasını’ gördüm, üzüldüm...
Sonra “Kaybetmek bizim işimizdir.” diyen ve “Tarihi Hoşça Kal” lokantasını işleten adamın hikayesini dinledim. Sordu biri ona; “İşler pek iyi durmuyor, başarısızlığınızın sırrını öğrenebilir miyim?” O da başladı anlatmaya , “ Bizimkisi tam bir başarısızlık örneği...”
“Bekleme Salonu” hikayesinde bir kadın gördüm koltukta derin derin düşünen arada gülümseyen... Öyle şeyler anlattı ki , gülmekten karnıma ağrılar girdi. Söylediği son cümlesi ise yüreğimde geçmez yaralar bıraktı:(
“Hacıanne” hikayesini okurken, üşüdüğünü söyleyerek kat kat giyinen , bir de üzerine kilim örten Hacıanne ‘de kendi rahmetli anneannemi gördüm... Hacıanne de çok güldürdü ama sonra...
Neyse... gerisini siz okuyun. Küçük küçük birçok hikaye var kitapta... Okurken hem ağlayın hem gülün... Hayat da böyle değil mi, hem ağlatır hem güldürür insanı...
Şermin Hanım her zamanki gibi.. Şirin Anadolu hikayeleri.. Anadolu motifleri ve Anadolu kültürü ile bezenmiş kısa hikayeler.. Bir "Dedemin Bakkalı" olmasa da iyi bir kitap.. Yazarı sevenler zaten beğenecektir..
Bir süre öykü okumama kararı almışken sırf sevdiğim bir dostun hediyesidir diye başladım ama elimden bırakamadım. Hele bazı öyküler; Cıva, Hacanne, Anahtar, Boncuklu Sineklik, Bamya, kısa ama dolu dolu hikayelerdi. Tam sevdiğim gibi, sıradan insanların sıradışı halleri, gözden kaçmayan ayrıntılar ve cidden güzel bir anlatım. Uzun soluklu bir roman beklentisindeyim şimdi yazardan...
Hem güldüren, hem insanın içini acıtan hem düşündüren her biri birbirinden güzel yirmi dokuz hikaye. Şermin Yaşar'ın anlatım dili, kullandığı kelimeleri, yaptığı betimlemeleri çok beğeniyorum. Sıradan olayları öyle güzel anlatmış ki, her öykünün tadı damağınızda kalıyor. Hikayeler uzun olmadığı için sıkmıyor, dili sade ve akıcı. Tam bir yolculuk kitabı. Hikaye okumayı sevenlere veya kitap okuma alışkanlığı kazanmak isteyenlere tavsiye edebileceğim çok güzel bir kitap.
"Hani halının üzerine bir koltuk koyarsın, yıllar sonra o koltuğu kaldırdığında bir daha düzelmeyecek olan bir çukur kalır ya halıda. Ben o koltuktum onun hayatında. Kalkıp gittim ve onu yüreğindeki çukurla bıraktım."
Son zamanlarda okudugum en guzel oyku kitaplarindan birisi. Birbirinden ilginc, carpici, kimizi huzunlu, kimisi vurucu bircok oykuden olusan guzel bir kitap.
Beş dakika gecikince " Kusura bakma " dersin,birine kazara bir omuz geçirince dersin, üstüne yanlışlıkla çay dökünce dersin. Fakat insanın kalbini dağlayınca denir mi?
"Beden üşüse çaresi vardı işte, eyvah ki ruh üşüyorsa..."
"Bir de yanında yoldaşı olmayanlar, gidecek yeri, engebeli arazide elinden tutacak kimsesi olmayanlar var, benim gibi. Onlar işte kendi yürek yaralarında gezerler. Herkesten uzak bir dağ başında yaşamak kimilerinin emeklilik hayaliyken; bir ömür boyunca kalbinin ortasında koca bir dağ taşımak nasıldır sadece onlar bilirler. Anlatabilseydim, derdim ki: 'Ben bildim.' "
“Hani halının üzerine bir koltuk koyarsın , yıllar sonra o koltuğu kaldırdığında bir daha düzelmeyecek olan bir çukur kalır ya halıda.Ben o koltuktum onun hayatında.Kalkıp gittim ve onu yüreğindeki o çukurla bıraktım.”
"İnsanoğlunun ruhuna kötülüğün nasıl sızdığını kuşlar bile anlamıyor."
"Vurulmak can yakıyor. İnsan olsun, kuş olsun. Kanadına taş değmesin istiyorsun."
Hayattan çeşitli hikayelerden oluşan kitap içimizden insanları anlattığı için bazen tebessüm ettiren çoğu zaman düşündüren ama asla sıkmayan bir yapıda…
Ben özellikle kızının doğum gününde hislerini anlatan anne ile ilgili hikayede derinlere dalıp gittim. Bir de trafik ışıklarındaki mendilci abla ah…
Sözü uzatmadan, ruh halinizin “dalgalı” olmadığı bir zamanda okursanız daha çok verim alırsınız aksi halde zorlayabilir diyerek incelememe son vereyim.
Yazarın diğer eserlerini de en kısa zamansa okuyacağım. Bence bir şans vermelisiniz.
Öyle güzel hikayeler vardı ki Tarihi Hoşça Kal Lokantası’nda...Hangisinden söz etsem diğerlerinin boynu bükük kalacak gibi geliyor. Unutulmaya yüz tutmuş ya da günlük hayat telaşemiz içinde yavaş yavaş unutulan güzelliklerin detaylarında saklı bam telinizi titretecek bir sürü hikaye var bu kitapta. Eski bizi anlatıyorlar, gerçek olamayacak ama gerçek olmasını canı gönülden çok istediğim samimiyetin ışığında. Dünyadaki onca kötülüğüne ve karanlığa rağmen iyi ve doğru kalabilenlerin öykülerini yazmış Şermin Yaşar. Mutlu tebessümlerle başlayan her hikayenin sonunda şaşkınlık ve hüznü öylesine derinden hissettim ki bir sonraki hikayeye geçemedim hemen...Kaldım öyle, bekledim bir süre, hafızamda yer etmesini istedim o yoğun duyguların. Hele bir tanesi vardı ki adı Onuncu Yıl olan...Sonlara doğru gözyaşlarımı sessiz sessiz akıtmışım, okurken anlamadım. Yaşanmışlık dolu satırlardan yüreğime akan daha nice hislerin mimarı oldu Tarihi Hoşça Kal Lokantası... Mutlaka okuyun!
3.75 diyebilirim. Severek dinledim. Zaten Şermin Yaşar'ın kalemi insanı sıcacık sarmalıyor. Okurken bazen neşeli bazen hüzünlü bazen de ne hissedeceğini bilemez halde oluyorsun. En sevdiklerim ❤ Bamya Hacanne Kaya Bakkaliyesi Diyet Sıradan Anlar Fotoğrafçısı Onuncu yıl Gerisi Hikaye
Tam da ondan beklediğim gibi içten,yürek burkan ama bir o kadar da güzel hikayelerle dolu bir kitaptı.Kesinlikle tavsiye ediyorum.Okuyun,okutun efendim 🙋
Ne beklediğimi bilmemekle birlikte, beklentimin inanılmaz derecede altında kalan bir kitap oldu. Puanına ve yorumlara baktığımda “mutlak ki ben bir şeyi kaçırıyorum” dedim. Fakat henüz bulamadım kaçırdığım o şeyi.
Birbirinden özensiz, dili basit, karakterleri sığ kısa öykülerden oluşuyor kitap. Ne güldürüyor, ne ağlatıyor. Dudağımı kıvırırken kullandıklarım dışında yüzümde oynatabildiği başka bir kas grubu olmadı. Klişe yurdum dramlarının ağır kokusundan sayfaları çevirmek gelmiyor insanın içinden. Yapış yapış bir 90’lı yıllar ajitasyonunun içinde boğuluyorsunuz.
Yalnız hakkını vermek lazım, mükemmel bir adı var. Raftan kendini aldırtıp kasaya götürttü.
“Bazen suyun ısısı aniden düşünce kırgın olur, kendiliğinden kıyıya vurur balıklar. İnsanın kırgını da aynı, ilkönce onlar takılır oltana. Sonra daha büyük dertler, geçmiş seneler, kederler’’
Şermin Yaşar'ın diğer kitaplarıyla kıyasladığımda daha trajik hikayeler var. Kısa hayat hikayeleriyle dolu. Her bir hikayede ayrı bir dünya, o dünyada da ayrı bir parça buluyorsunuz kendinize hitap eden.
Şermin Yaşar Dedemin bakkalı kitabından farklı olarak büyüklere öyküler yazmış bu kitabında...Yalnız bırakılmış ve buna bi şekilde alışmış, alıştırılmış, kaybetmiş, kaybolmuş insanların öyküleri. Hepimizi anlatmış aslında. Ve yine anlatırken hem hüzünlendirmiş hem de gülümsetmiş.
Geneli güzel hikayelerdi, bi iki tanesini beğenmedim. Yeni Doğum yapmış ve doğuma giderken korkudan ağlaya ağlaya helak olmuş biri olarak en çok “onuncu yıl” öyküsünden etkilendim 😔
Birbirinden farklı bir çok hikayeyi barındıran, okurken zevk aldığım, gayet sade bir dille yazılmış güzel bir eser. Hikayeler biraz daha uzun olsaymış daha güzel olurdu diye düşünüyorum..
Kitabın tamamını bi çırpıda okuyabilirsiniz, yüreğiniz kaldırırsa tabii. Benim kaldırmadı. Parça parça almak bünye için daha iyi, sonra kalpte açılmış olan eski yaralar tekrar sarıp sarmalamalı.
Hüzünlü hikayelere de gülünebiliyormuş. "-Mönü sordum, mönü yok, sucuklu yumurta var dediniz. Gerçekten tüm mönü bu mu? Yani bu biraz anormal değil mi? -Geri kalan her şeyi normal buldunuz yani?" Tarihi Hoşçakal Lokantası
"... diyecektim, vazgeçtim. Hırgür bana göre değildi, içimden küfretmeyi tercih ediyordum. Dışımdan edebilsem, otobüs şoföründen daha öncelikli hısımlarım vardı." Nasip
"Tren saatine yanlış bakmışım. 08.40'mış, ben 08.20 sanıyordum, kırktan sonra da geriye yirmi kalıyor ya, karıştırıyorum ben o ikisini. Sağımı solumu da karıştırıyorum hep, çoğu zaman adres bulmakta, yol tarif etmekte güçlük çekerim. Bu yüzden, gittiğim yere hep bir yirmi dakika erken giderim, hani olur da karıştırırsam vakit kalsın. Yine öyle yaptım, bu sefer kırk dakika erken gelmiş oldum." 08.40
"Kalbim, tüm vücudum içerisinde, hassaten jeolojik bir öneme sahiptir. Şimdi şu çorak halini görünce insanın inanası gelmiyor tabii ama sizi temin ediyorum, buralar eskiden hep dutluktu. Öyle ki, bakmaya doyamazdınız. Üstü, sağ kapakçığından sol kapakçığına uzanan yemyeşil ağaçlar, güzide çiçekler ve eşi benzeri görülmemiş peyzajıyla taa aorta kadar seraser güllük gülistanlıkken; altı bildiğin cevher yatağıydı. Mal sahibi zamanında araziyi iş bilen bir müteahhite verseydi; o ağaçları yerinde bırakır, o cevrehin kadir kıymetini bilir, orayı öyle güzel imar ederdi ki, rahmetli Tanpınar altıncı şehir diye kalbimi yazardı..." Kusura Bakma Dağları
Kısa sayılabilecek öykülerden oluşan kitap, okuduğum ilk Şermin Yaşar kitabı. Son olmaz diye tahmin etsem de, hemen diğer kitaplarını okumalıyım hissi getirdi kalbime dersem de yalan olur. Bu eleştirel cümlelerim bir yana, kitapta öyle bir hikaye var ki; birşey okurken çok nadir gözleri dolan benim bile gözlerimden yaşlar süzüldü ılık ılık. Hikayenin ismi 'Onuncu Yıl'. Ömür boyu unutamayacağım muhtemelen üzerimdeki etkisini. Hacıanne başta olmak üzere üç beş beğendiğim öykü daha var ancak hiçbiri Onuncu Yıl kadar etkileyici değil. Yıldızım o yüzden 4 olsun. Mutlaka okuyun diyemem ama Onuncu Yıl'ı mutlaka okuyun demekten de kendimi alamıyorum.
Her hikaye müthiş değil, gelirken ekmek alın hikayelerini daha çok sevmiştim, sesli gülmüş bazen ağlamıştım, burada duygu geçişi eksik sanki bir de hikayelerin çoğunda neden bilmem yarıda kalmışlık hissi.
Özellikle 6 harfli şehir, ikinci harfi ve son harfi a derken, hangi şehir merak içinde kaldım, yalova mı manisa mı 🙄
Şermin Yaşar’ın anlatım dilini be kadar çok sevsem ve aktif olarak kendisini takip etsem de benim sıkıntım hikayeşerden okuşuyor olması.Kitap okumak aynı zamanda bir zevk ve zevkler tartışılmaz.Kişisel zevklerim arasında kısa hikayelerin kitap derlemelerinden çok hoşlanmıyorum.
📌 Beden üşüse çaresi vardı işte, eyvah ki ruh üşüyorsa... (Hacanne) . . 📚📝✒️ İlksöz: Yüreğim mi ısındı ne...
Şermin Yaşar'dan kısa kısa ama sıcaklıkları çokça, okuma keyfi bolca öyküler. Yüzde gülücükler açtırırken, ara sıra kahkahalar artırırken, bazen de cümleler içine gizlenmiş kederle hüzünlendiren hikâyeler.
Öykülerin neredeyse hepsini de sevdim. Ama bazılarını daha çok sevdim. Nasip, Zarif, Bekleme Salonu, Kuşbakışı, Sıradan Anlar Fotoğrafçısı, Çay Bahçesi, Onuncu Yıl ve Kendi Geçmişinin Gündelikçisi öykülerine bayıldım.
Öyküler zaten kısa olduğu için beğendiklerimle ilgili bir şeyler söylersem tat kaçar diye sustum. Ama Bekleme Salonu'ndan, kendisinden bahsetmesem de bende bıraktıklarından birkaç cümle etmezsem olmaz. Normal sıradan bir ev kadını hikâyesi gibi başlayan, okudukça tebessümler oluşturan ama sonunda o "Betül" ile beni benden alan Bekleme Salonu. Şimdi yazarken nasıl içim bir tuhaf olduysa yine, o son satırları okuduğumda da ağzımdan çıkan o "ayyyy" ifadesi yüreğimden de bir şeyler alıp götürdü sanki...
Yalan değil, bunca yıllık okuma sürecinde bilip de yeni tanıştığım bir yazardı Şermin Yaşar. Tarzını, kalemini ve tabii ki öykülerini çok sevdim. Geç tanıştık diye hayıflanmak yerine arayı hızlı şekilde kapatma niyetindeyim. Benim gibi kitabı okumayanlara Tarihi Hoşça Kal Lokantası'nı tavsiye ederken başka Şermin Yaşar önerilerinizi de beklerim. Kitapla. Sağlıcakla. . . . Sonsöz(ler): 📌 Evimizin kapısını kim o demeden açmayacak kadar temkinli ama her “benim” diyene kapıyı açacak kadar da saf bir milletin evlatlarıydık. (Sıradan Anlar Fotoğrafçısı) . 📌 Ahhh, dostların çokluğu ile yalnızlığın mevcudiye ti arasında hiçbir alaka olmadığını zamanla anlayacaksınız. Ne diyordu şair, ne zaman bir dosta gitsem evde yoklar... (Gerisi Hikâye) . 📌 O kalp, esaslı bir temizlik ister. Dip köşe temizleyeceksin ki, daha evvel neler olup bittiği bilinmesin. ... ... ... aşk, kalpte demlenir; içini temizlemezsen; içemezsin... ... ... .... banş geçmişinle her gün yeniden, yeterince uğraşırsan eser kalmıyor kirden... (Kendi Geçmişinin Gündelikçisi) . . .
“Bu gölün kuşuyum. Kuşlar gibi özgür olmaktan bahsediyor insanlar. Her zaman öyle olamıyorsun. Bak bu gördüğün sakarmekeler, gölün sazlıklarında açtıkları gözlerini, yine bu gölün sularında kapatacaklar. Özgürlükleri suyun üstünden havalanmak, gölün bir ucundan diğerine süzülmek, insanların attığı ekmekleri ya da buldukları böceği yemek arasında gidip gelmek, kafalarını göle daldırıp çıkartmakla sınırlı. Her yerli kuşun çırptığı kadar kanat çırpıyor, yüzdükleri yerden kuşlara özenen insanları izliyorlar. “Kuşlara özenme, kuşlara özenme, kuşlara özenmeeee” diye bağırmak istiyorum. Çekip gitmeyi özgürlük sanıyorsunuz, gidenlerin arkasından kahır çekiyorlar, kuşlara özenme demek, birini yolundan çevirmek istiyorum. Öyle ki, bu gelen bir daha yalnız gelmesin... Göz göze geldiğini unutmak insana mahsus, bir kuş gördüğü yüzü asla unutmaz. İnsanlar bütün kuşları aynı bilir oysa, kanadı mı var, uçuyor, konuyor, ötüyor mu? Kuş olmak için yeterli onlara göre. Bitti. Biz insana öyle bakmayız. İnsan hep hikâye... Gelip gidiyorlar, sanıyorlar ki onlar gölü izliyorlar, göldeki kuşları, kuğuları, güneşin sudaki izini, suyun köpüğünü, taştaki yosunu, karşı dağları izliyorlar. Bütün bakışları tepetaklak edecek soruyu göz ardı ediyorlar: Ya onlar da seni izliyorsa? O zaman ne olacak? Çocuklar geliyorlar bak. Kollarının altına kıstırdıkları ekmekten bir lokma kendi ağızlarına atıyorlar, bir lokma göle... Bazen çocuklar gelip, göle taş atıyorum diye çaktırmadan bizi nişan alıyorlar. İnsanoğlunun ruhuna kötülüğün nasıl sızdığını kuşlar bile anlamıyor. Taş kanada değdiği anda, bir acı ses yükseliyor. O sesi duyduğumda, başka bir canlının canını yaktığında insanların yüzlerinde gördüğüm o zafer izini görmemek için başımı halka halka açılan suya daldırıyorum. Vurulmak can yakıyor. İnsan olsun, kuş olsun. Kanadına taş değmesin istiyorsun.”
Şermin Yaşar oldukça başarılı hikaye yazarlığını anlatıcı edasıyla birleştirerek çok güzel, öz ve derin hikayeler paylaşmış bu kitabında. Dili, seçtiği kelimeler son derece sade ve bunlarla o kadar güzel aktarıyor ki okuyucuya hikayelerini... Çevremizde görmezden geldiğimiz kahramanların, bazen bizim, bazense dinleyicisi olmakla yetindiğimiz hayatlarını buruk bir gülümsemeyle bazen de gözlerim dolarak okudum. Bazı hikayeler kendi anılarımı tazelememe ve silkelememe vesile oldu.
Kitabın sonundan ufak bir alıntı: "Kabul asla eski ışıltısında olmuyor hayat; ama yine de, yıllarını anılarını temizlemeye vermiş ağır bir işçi kelamı bırakabilirim şuraya; barış geçmişinle her gün yeniden, yeterince uğraşırsan eser kalmıyor kirden..."
3 buçuktan 4. Sebebi ilk olarak Göçüp Gidenler Koleksiyoncusu kitabını okumuş olmam. Ve iki kitabın arasında ki dil o kadar kendini belli etmis ki okurken keske ilk bunu okusaydim da yazarına bu kadar eleştirel yaklasmasaydim diye düşündüm. Anladihim kadarıyla yazar hep hüzünlü ya da seçtiği hikayeler huzunlu bazen okurken insana ağır gelebiliyor hep görüp ama her seferinde gormezden geldiğimiz gerçekler. Çok akici, her oyku kendi içinde başlayıp bitiyor belki butunluk arayanlar için öykü okuması zor olabilir. Ben severek okudum ama hüzün yoruyor. Kestanenin arkasından insanin aklından bütün çocukluğu, gencligi geçiyor.