Başka bir yüzyıldanmış gibi konuşan, zarafet timsali bir İstanbul beyefendisi, Yasef. “Ömrümde becerebildiğim tek şey, bir kadını sevmekti,” diyor. Çocukluğundan beri sevdiği kadın, Nur, Filistin savaşının ortasına doğmuş, sevdiği herkesi bu savaşta kaybetmiş, köklü bir ailenin tek oğlu olan Yasef gibi sevgi, ihtimam, eğitim göremeden büyümüş, yabani huylu bir aktivist. Değer verdikleri her şey, birbirine ters.
Roman ve Gerçek başlıklı bölümlerle ilerleyen Buğu, kurgu ilerledikçe romanın gerçeğe, gerçeğin romana, Bakırköy Akıl Hastanesi'ndeki hastaların doktora, doktorların hastalara dönüştüğü, gerçekliğe, psikiyatri bilimine, roman tekniğine dair yerleşik inançlarımızı sorgulayan, anti-psikiyatrik bir anti-roman.
Karadan ayrılmak için denize çıkmak gerekir; ama denizde olduğumuzun tadına varabilmek için de denizden karaya bakmak esastır.Öldüğümüz için mi hayata bakıp duruyoruz yoksa? Yaşasak ölüme bakardık.
Okuduğum en farklı kitaplardan biriydi. Gerçek ve hayali iç içe geçtiği, neyin gerçek neyin hayal olduğunun karıştığı ilginç bir kitap. Gerçek, bize empoze edilenler mi yoksa hayal olduğu iddia edilenler mi? Romanlar mı gerçek, gerçekler mi roman? Yine de bir eleştirim var: Virgüller. Biliyorum bu konuda takıntılıyım ama yine öyle böyle değildi. Ama, ve, veya, ya da öncesi dahil olmak üzere yanlış yerde kullanılan bir sürü gereksiz virgül. Okumayı nasıl zorluyor anlatamam. Bir yazar bu hatayı nasıl yapar, diye düşünmedim değil. Sonundaki 'Yazarın Notu' bölümünü okuyunca kafama dank etti. Kitabın hazırlık aşamasında notları İngilizce almış, o virgüller de İngilizce kullanımdan miras kalmış.
Bayıldığım bir bölümü paylaşmak isterim: "Halbuki ben, toprağı kadın sanırdım. Meğer hikâye yanlışmış: aslında deniz kadın, kara erkekmiş: Kara sağlam, ciddi, ağırbaşlı dururmuş, deniz her gece kendisini gider karaya vururmuş. Kara da hep öyle sessiz, sakin görünürmüş ama gece gündüz denizin yanında durur, tek başına, mağrur duruyor gibi görünse de aslında denizin dibinden bir an bile ayrılamazmış. Deniz gidip gidip gelir karaya vurur veya her yeri dolaşıp sonunda su halinde toprağa geri dönermiş. Fakat tabloya yukarıdan bakıldığında yerle bir olan aslında deniz değilmiş, hep karaymış. Kara, zelzeleyle yerinden oynarmış, sakin görünse de midesinde lavlar kaynayıp durur, kara her daim mide kramplarıyla kıvranır, bazen de kusarmış. azen elden ayaktan düşermiş.Bazen açlıktan susuzluktan iflahı kesilir yine de erkekliğine yediremediğinden ses etmezmiş. Deniz ise, bazen karanın bu kaypaklığının etkisiyle, bazen de sırf kendi istediği için dalgalanır, taşar, gezer dolaşır, gider gelir ama sonunda hep döner yine kendisini bulurmuş. İnip çıksa bile seviyesi aslında hep aynı kalırmış. Halbuki kara bir dahaki sarsıntıya, bulantıya kadar kaskatı kesilir, yerinden oynamazmış; acısı içine otururmuş; o, değişemez, hareket edemezmiş Karaya 'ayak basmak' diyenler, zemin diyenler, sağlam diyenler aslında hep aldanırmış. Ama aldandıklarını karanın bir sonraki ihanetine kadar hep unutur; karaya sığınmayı denize sığınmaktan daha güvenilir zannederlermiş.
su gibi akti. ask catisinin altinda insanliga, savaslara, kayiplara, cocukluga ve daha bir cok beseri detaya dair, bir cok nuans barindiriyor icinde. okurken hayati, hayata ve dunyaya bakisinizi sorgulatiyor. ve her nihan kaya kitabi gibi size daha fazla nihan kaya okuma istegi vaadediyor.
Nihan Kaya'ya ait okuduğum ilk kitap, beni gerçekten şaşırttı. Ne beklediğimi bilmeyerek başladığımı itiraf etmekten gocunmayacağım. Standart üstü bir roman okuyacağımı tahmin etsem de bunca çarpılacağımı düşünmemiştim. Okuma sırasında farklılıklardan doğan çatışmaları yaşamak sandığımızı fark ettim. Aynı derde saç uzatan kimselerin bakışlarında başka türlü bir buluşma olabilirmiş dedim. Derdin her kisvede farklı durduğunu gördüm yine yeniden. Gerçeğin ve kurgunun esnek sınırları arasında raks eden yazarın peşinde düğümlerle, delilikle, görmek istediğim gerçeklerin kabuklarının altında gizlenenlerle boğuştum. Düşününce bir kere daha fark ediyor insan; roman ve gerçek çoğu zaman garip bir kesişimi paylaşmakta. Pencerenizin nereye baktığından çok ne görmek istediğinizle alakalı tüm mevzu.
Nihan Kaya, kurgusu güzel bir yazar. Okuduğum ilk kitabı olmasına rağmen, romanın gerçekle, gerçeğin de kurgu ile harmanlanıp okuyucuya sunulması, kitabın sonuna kadar okuyanı diri tutmayı başarıyor.
kitap Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde tedavi gören Yasef ve tezi için bir hastanın hikayesini irdelemek isteyen Nihan Kaya'nın diyaloglarıyla ilerliyor. Gerçek ve roman olarak iki kısma ayrılan kitapta bir yerden sonra gerçek ve roman ayrımını yitiriyorsunuz. Bu iki kavram birbirine karışıyor. Kitabın sonundaki röportajdan da anlaşılacağı üzere yazarın da tam olarak yapmak istediği bu. Delilikle insanın arasında duran o ipince çizgide dolaşıyor roman. Psikolojik olarak bir parça yüzeysel bulsam da genel olarak akıcı ve kolay ilerleyen bir metindi. Geri plandaki Filistin vurgusu ve Nur etrafında dönen 'vatan' 'vatansızlık' vurgusu çok yerindeydi. Yine de Buğu yazarı okumaya başlamak için doğru kitap mıydı emin değilim. Kırgınlık'ı da okumadan yazar ve kalemi hakkında beylik cümleler kurmak istemiyorum
Gerçeğin romana, romanın gerçeğe karıştığı; tabir-i caizse şizofrenik bir roman. O kadar özgün ve bence o kadar güzel bir kitap ki nasıl yorumlayacağımı bile şaşırmış durumdayım. Kitapla ilgili tek sıkıntım sonunun birden bire gelivermesi. Ben olayları ha çözdüm ha çözeceğim derken bir baktım kitabın sonuna gelmişim🙄
Nihan Kaya’nın kalemine zaten diyecek tek bir sözüm yok, öyle güzel! Alın size bir kuple de kanıt bırakayım buraya...
“Uzun bir yolculuktan sonra eve dönmek gibisin. ‘Eve geri dönmek’ gibisin… Düştükten sonra tekrar kalkmak gibisin. Kitabın kapağını ilk kez açmak gibisin. Uykuya dalmak, bir anda dalıvermek gibisin.”
Kurgusu ve akıcılığı ile çok kısa sürede bitirdim Buğu’yu. Okuduğum ilk Nihan Kaya kitabı ve oldukça beğendim. Gerçek-Roman- Aralık gibi kavramlarla ayırdığı romanını; aslında hepsinin bir bütün olduğunu, gerçek olduklarını düşündüğümüz şeylerin belki de gerçek olmadığını ya da kurgu sandıklarımızın gerçeklerin ta kendisi olduğunu aklımdan geçirerek, bir süre sonra hepsi birbiriyle kucaklaşmış şekilde soluksuz okudum. Her şeyin ötesinde; Yasef’in çaresiz aşkını, vatansız kalmış bir kadının çırpınışlarını ve geride bıraktıklarına, yaşadıklarına duyduğu acıyı hissettim. “Senin gibi kaybolmayı göze alıyorum; eğer sonunda kendime varabilmek varsa.” “İnsanlar ekseriyetle böyledir; zihinlerinde bir şeye karar verir, sonra ona, doğru olup olmadığını sorgulamadan inanırlar.” “Çünkü insan ölünce gömüleceği bir toprağı olsun ister. Toprağını bilmek ister. Annemin bildiği gibi, ve onun annesinin, ve onun da annesinin. Atalarının gömülü olduğunu bildiğin yer, seni uykunda bile çağırır.” Ve dahası olan birçok not alınmış satır. Keyifli bir okumaydı.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Everest baskısının sonunda yazarın kitapla ilgili notu ve kitap yayınlandıktan bir süre sonra yazarla yapılmış bir söyleşi var, bunu sevdim. Kitabın Dergah baskısıyla Everest baskısı arasında ciddi farklar var mı diye şüphelendim, söyleşideki bazı ifadeler yüzünden. Güzel hikaye, Nihan Kaya evrenini seviyorsanız tavsiye olunur. Gizli Özne'ye göre çok daha kolay okunuyor, daha buğulu ama. Gizli Özne gibi taş gibi oturmuyor insanın içine. Bana Elif Şafak kitaplarını hatırlattı neden bilmem, böyle sanki mesela Filistin'den bahsediyor kitap ama bi yabancı gözlemci havası var. "Bireysel acılar devletlerin, savaşların oluşturduğu acılarla yarışabilir" demiş gibi geldi, bu da hoşuma gitmedi. Nur'u daha yüceltsin istedim yazar, yani ben Nur'u tuttum, yazar Yasef'i tutuyor gibi hissettim. Bu da kitabı buğulu kılıyor işte. Nihan Hanım buraları okuduğu için biraz da tedirgin yazıyorum : )) Mis gibi yazar bulmuşuz kitaplarına laf ediyormuşuz gibi olmasın. Nihan hanıma sevgiler, çiçekler; bana diğer kitaplarının yolları...
Elimden bırakamadan, bir sürü yerin altını çizerek, üzerine uzun uzun düşünerek okudum. Bir günde su gibi aktı elimde kitap. Nihan Kaya’dan okuduğum ilk kitaptı ve son olarak kalmayacak, külliyatına dadanacağımdan emin olduğum bir yazar oldu benim için.
Okuduğum en değişik,tahmin edilemez tekinsiz tabir edilebilecek kitaptı.Konusu çok farklı bi kere.Nihan Kaya psikanaliz üzerine yüksek lisans yaptığı için bu kitapta o tekinsizliği biraz da deliliği bize güzel yansıtmış.Yasef karakterini çok sevdim.Çok naif,iyi çok iyi bi karakterdi.Ama Nur karakterinden nefret ettim.Empati duygusundan yoksun bi karakterdi ve bence bencil bi karakterdi.Yasef’i haketmediğini düşünüyorum.Bu arada Roman bi Gerçek bi Roman şeklinde bölümlerden oluşuyo bu tekniğe bayıldım.Hem okur için kitabı daha anlaşılır kılıyo hem de sayfayı çevirip okumaya büyük bi heyecanla devam etmenize sebep oluyo.Nihan Kaya çok değerli bi yazar😍en sevdiklerimden
Nihan Kaya’nın kalemine yine hayran kaldım önünde saygıyla eğiliyorum. Kitabın nasıl bittiğini anlamadım , bittiği zamanda daha fazlasını istedim. Kitabın konusu ise benim şu ana kadar okuduğum kitaplarda olmayan gayet özgün ve okudukça bence yeni katmanları olan bir kitaptı Nihan Kaya’ya çok teşekkür ediyorum böyle bir konu üzerine yazdığı ve beni düşündürdüğü için. Gönül rahatlığıla öneriyorum kitabı
Filistinli musluman bir kadin; Nur. İsrailli yahudi bir adam; Yasef Abravanel Evlenio Istanbul’a yerlesirler. Bir imkansiz ask hikayesi. Adam tam bir melek. Tertemiz bir kalbi var. Nur’u ilk gordugu andan itibaren, 8 yasindan beri asik. Nur, o bir Filistinli. Ask onun icin buyuk luks. Hayatinda aska yer yok. O vatanini kirtarmanin pesinde. Filistinli ailelere yardim etme pesinde. Tam bir aktivist. Yasefle de sadece vatandaslij alabilmek icin evlenmis. Aralarinda bir nikah cuzdani var ama o sadece bir kagit. Baska nikaha ait hic bir sey yok. Ve Nur vatani ugruna can veriyor. Yasef ise cinayetle suclaniyor. Afamcagiz uzuntuden aklini kaciriyor. Ve Bakirkoy ruh ve sinir hastaliklari hastanesine tikiliyor. Ve yillar sonra Ingiltere’de okuyan psikoloji son sinif ogrencisi bir kiz cikageliyor hastaneye. Adi Nihan Kaya. Bitirme tezi icin hastalarla gorusuyor. Ilgisini ceken hikaye zavalli Yasef’in ki oluyor. Ve bize tum bu hikayeyi anlatan da Nihan Kaya.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Okuduğum ikinci Nihan Kaya kitabı oldu. Kırgınlıktan sonra anlatılmak istenenin biraz basit anlatıldığını düşünsem de yazarın tarzını ve kelimelerle oynayışını seviyorum. Yalnız sonu çok hızlı oldu. Açıkcası yetersiz de buldum sonunu. Biraz daha sürecek sanıyorum. Yine de İyi ki okudum dediklerimden.
Hani bir dizinin en heyecanlı yerinde elektrik kesilir de hep bir ağızdan aaa deriz ya, kitabın sonuna geldiğimde aynen bu tepkiyi verdim. Biraz daha olsaydı dedim. Yetmedi bana. Soru işaretleri kaldı kafamda. Çok akıcı olmasından mı bilmem bir çırpıda bitti kitap ama ben biraz daha içine girmek istedim Nur ve Yasef’in hatta Şermin’in hayatlarının. Derinlerde yüzmek daha çok ayrıntı öğrenmek istedim onlarla ilgili. Nur’un duygularını hissetmek istedim. Şermin’e ne oldu bilmek istedim mesela. Belki de tadı böyle olmasındadır bilemiyorum... Kitap teknik olarak roman, gerçek ve aralık olarak bölümlendirilmiş. Ancak bölümler bir yerden sonra birbirine giriyor ve kitabı tamamen roman ya da tamamen gerçek olarak algılamaya başlıyorsunuz. Anlatılanlar kurgu mu gerçek mi kitabın ne kadarı yazarın gerçek hayatından ne kadarı değil okuyucunun algısına bırakılmış. Hatta gerçek ne roman ne kim deli kim akıllı sorguluyorsunuz. Bu nüansları sevdim. Diğer taraftan kitabın sonuna eklenen yazarın röportajı taşları yerine daha iyi oturtmamızı sağlıyor. Nihan Kaya’nın yapmak istediğinin benim beklentilerimden başka şeyler olduğunu, kullandığı cümlelerde ve kitabın kurgusunda aslında neler kastedip nerelere göndermeler yaptığını görüyoruz. Dolayısıyla bu kısım bence mühim. Normalde kitapların başında yazarın notu bölümleri oldugunda pek hoşlanmam ama burada bu röportajın başta da yer alabileceğini düşünüyorum. Sonda olunca kitabı bir daha mı okusam fikrini uyandırmadı değil :) Sonuç olarak bayıla bayıla mı okudum? Hayır. Ama bende merak uyandırdı açıkçası. Altını çizdiğim kalbime dokunan cümleler vardı. Diğer kitaplarına da şans verilebilir diye düşünüyorum.
Nihan Kaya'nın Gizli Özne ve Kırgınlıktan sonra Buğu kitabini da okumuş oldum. Nihan Kaya kitapları okurken hem icinize isleyen tatlar birakır hem de dili akıcı oldugu icin bir bakmissiniz kitap biter. Buğu adlı kitabını da hemencecik bitirdim. Konusu oldukça yoğundu,iki imkansız karı-kocanın hikayesine -zira birbirine aşik diyemem- roman ve gerçek diye 2 kısımdan bize yansıttı. Bana gerçeği,aşkı , vatan sevgisini sorgulattı. Çokca altını çizdiğim bir kitap oldu. Nihan Kaya'nın kalemini herkese tavsiye etmiyorum çunku farklı öyle herkesin seveceği bir kalem değil. Eğer psikoloji konularında okumayı seviyorsanız,kesinlikle Nihan Kaya'ya bir şans verin.
Kitabın olay örgüsünün güzel olmasıyla birlikte , çok güzel bir gerçek- roman çizgisi oluşturulmuş. Tek beğenmediğim; daha doğrusu eksik gördüğüm nokta ise, kitabın biraz daha mistikleştirilmiş bir anlatıma büründürülebileceği idi. Okumanızı tavsiye ederim.
Nihan Kaya, Buğu romanında gerçek ve kurguyu postmodern bir zeminde buluşturuyor ancak arka plana yığdığı hikayeleri sağlam bir temele ne yazık ki oturamıyor. Bu da romanı bir miktar aşağıya çekiyor.