Annem de görmüş babamı. Ağlayıp gözlerini perdeye silmiş. O leke kaldı orada. Ortası koyu, kenarlara gittikçe duman gibi açılıyor. Bilmiyorlar bunu. Acıdan leke çıkmaz. Acı zaten yerinden kalkmaz. Taş ve dağdır. Taşları üst üste dizip üzerine toprak, toprağa da ağaç ve zeytin, ot, böcek koyarsan dağ olur. Perdeden yayıldı bütün eve leke. Duvarlara kirli damar attı. Çatallarının ucu parçalanıp dağıldı. Tavan doldu, damlayıp halıların üzerinde birikti. Katı kuleler oldu odalarda. Divan örtüsüne bulaştı. İçi saman dolu kalıp gibi sert duran yastıklarımız kirlendi. Koştum, gördüm.
Ahmet Büke edebiyat dünyasının beğenisini kazanmış, kendi sesini, çizgisini oturtmuş, önemli ödüller almış bir öykücü. Yapıtlarında kendine özgü, akıcı, şiirli, esprilerle dolu bir dil kullanıyor; yakından tanıdığı, iyi bildiği çevrelerin hikâyelerini anlatıyor. Bu güzel öyküleri okurken samimi, kendi halinde yaşayan insanların sesini duyacaksınız.
1997 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat bölümünden mezun oldu. Ölümsüz Öyküler Yayınevi'nin düzenlediği 'Xasiork 2002 Kısa Öykü Yarışması'nda Kayıp Dua Kitabı isimli hikâyesi birincilik ödülüne layık görüldü. 2008'de Alnı Mavide ile Oğuz Atay Öykü Ödülü'nü, 2011'de Kumrunun Gördüğü adlı kitabı ile Sait Faik Hikâye Armağanı'nı aldı. Öyküleri, e edebiyat, AdamÖykü, Özgür Edebiyat ve Patika dergilerinde yayımlandı. Sosyal Ayrıntılar Ansiklopedisi ve Derkenar isimli internet dergilerinde kısa öyküler yazmaya devam ediyor.
Bu yıl beni en çok etkileyen, en çok sarsan kitaplardan ve okuduğum ilk Ahmet Büke kitabı. Büyülü gerçekçilikle yazılmış, ülkemin yakın geçmişinden bahseden birbirinden güzel öykülerden oluşuyor bu kitap. Yazarın diğer kitaplarını okumak için sabırsızlanıyorum.
Yazar bu kitabı ile 2021 Sait Faik Öykü Ödülü’nü almış.
Yazarın, 2022 yılı Vedat Türkali Roman Ödülü’ne layık görülen ‘Deli İbram Divanı’ adlı romanından sonra okuduğum ikinci kitabı, ilk öykü kitabı.
Bazıları uzun, bazıları kısa ve bazıları birbirine bağlı, bazıları daha etkileyici öykülerden oluşan kitap, romanı kadar güzel, dili romanı kadar özgün.
Öyküleri anlayabilmek için, farklı bir öykü gibi gelen takip eden bölümleri okumayı gerektiriyor ve öyküler şaşırtıcı sonlarla tamamlanıyor.
Ahmet Buke son yillarda adini cokca duydugum ve merak ettigim yazarlardan birisiydi. Birkac oyku kitabini siparis etmistim ve ilk olarak bu kitaptan basladim. Oncelike sunu soylemeliyim ki yazarin kendine has bir uslubu ve oturmus bir tonu var. Kesinlikle uzun yillar sonra bile hatirlanacak okunacak yazarlardan birisi olacagini dusunuyorum.
Bu kitap ozelinde konusacak olursam... Genc yasta hayatina son veren iki degerli isme (Nilgun Marmara ve Dicle Kogacioglu) atifta bulunarak baslayan kitap "ne cok aci var" temasini isleyeceginin sinyallerini vermisti. Genelde sehrin ve yasamin kiyisinda yasayan insanlarin hayatlarini etkileyici bir uslupla oykulerine tasiyan yazar, ara sira vurucu ve irkiltici cumleleri ile okuyucuyu hep canli tutuyor.
Bu kitap 2 bolum ve 20 oykuden olussa da gercekten bircok hikaye sanki bir butunun parcalariymis imaji veriyor. Oykulerde yol aldikca kulagimiza hep su dizeler fisildaniyor: "yalniz huznu vardir/kalbi olanin)
Bazi oykuleri yapisiyla bazisi da konusuyla akilda kaliyor. Mesela Mahur Beste bir haftalik bir gunluk gibi ince islenmisken kimin gunlugunu okudugumuzu ilerledikce anliyoruz. Mesela Vesikaliklar da Izmir kenar mahallelerini anlatirken Izmir'i bilenleri bu dilin ve ifadelerin sicakligi ile kullanilan yerek sozcuklerin ozlemi de alir goturur.
Hulasa bu hos kitap yazarin diger kitaplarini da okuma istegi uyandirdi bende...
"Yorgunum, deyiverdim kendime. Oysa yorgunluk aniden gelmez. Bunu herkes bilir. Damlayarak birikir o. Tıpkı musluktan maşrapaya sakince düşenler gibi. Tıp tıp. Önce duyulmaz, biraz birikti mi evin içinde trampet çalar."
"Bütün ölülerimi size oturup anlatamam. Bunun yerine sonsuz şimdiyi bırakıyorum. Yeniden başlayabilmek için buna mecburum."
Büke’nin etkileyici dili, kurgulardaki sürprizleri okuyucuyu sarıp sarmalıyor. Kolay okunan bir kitap değil ama her bir öykü okuyucuyu içindeki olaya çekiyor. 2011 Sait Faik Hikaye Armağanı sahibi bu kitabı tüm edebiyat severlere şiddetle tavsiye ederim. Büke tartışmasız Türk edebiyatının en önemli öykücülerinden.
"Sarı rüya defteri" etkileyiciydi. Peşi sıra gelen öykülerden sonra "Devlet katil değil seri katil" diyenlere hak vermemek elde değil. Niye 3 verdim çünkü okuması kolay değildi. ( İşlediği konuları kastetmiyorum )
"Kumrunun Gördüğü" hedefine insanı alan bir öykü kitabı. Farklı karakterlerin farklı mücadeleleri ele alınsa da bir kuş misali üzerinden geçiyoruz sırayla. Bir öykü bittiğinde diğerine tamamen uyum sağlamak için biraz çaba göstermek gerekiyor. Ancak bu durum okunabilirliği zorlaştırmıyor. Cümlelerin akışını hissedip, edebiyat içeren bir kitap okuduğunuzu anlayacaksınız mutlaka. Hikayelerde geçen durumlarda sürekli bir rüya-gerçek misali rahatsızlıklar silsilesi var. Sinematik bir şekilde okunursa keyfiniz katlanabilir, kısa kısa görüntülerden oluşan gerilimli bir dizi bölümleri gibi bağlanıyor birbirine. Farklı gözüken öyküler bir süre sonra aynı amaca hizmet ettiğini görüyorsunuz ve yapboz parçaları gibi kendiliğinden resmi ortaya çıkarıyor. Ezilen ve işkenceye uğrayan kişilerin psikolojileri ile alakalı güzel tespitler edinebiliyorsunuz. Okuması bir nebze zor olsa da farklı bir eser tatmak isterseniz göz atın derim. Benim ilk okuduğum Ahmet Büke kitabıydı, sanırım yanlış kitaptan başladım. Fakat dilini sevdim, diğer kitaplarını da merak etmekteyim.
Goodreads'ten bir okurun tavsiyesiyle başladığım kitaptaki ilk öyküleri sevdim. Beklenmedik yerden vuran, başka bir açıdan gösteren ve siyasi boyutları olan öyküler. Geri kalan öyküler beni çok içine almadı.
Sanıyorum ben daha acımasız, uzun soluklu, kalabalık ve geniş mekanlı kurguları seviyorum. Gönül adamlığı, küçük dünyalar, enstantaneler bana yazarın kendini çok zorlamadığı, elindekiyle yetindiği izlenimini veriyor.
Son dönemin başarılı öykü yazanlarından Ahmet Büke 'Kumrunun Gördüğü' adlı eserinde çok başarılı bir üslup kullanmış. Yalın diline anlam zenginliğini başarıyla eklemlemiş. 2011 Sait Faik ödülünü kazanan bu kitabında yazar yatay geçişlerle anlatımı zenginleştirirken, farklı gibi gözüken hikayelerden oluşan üstkurgu ise zihinlerde düşünce ufkunu zorluyor.
s.113'e kadar "bakın ne zekiyim"den öte geçemeyen cümleler, konular, diyaloglar, yerini s.113'ten sonraki bir edebiyatçının kaleminden çıktığı her haliyle belli olan üç parçalı öyküye bırakıyor. ben de ortalamasını aldım.
daha çok yerin altını çizdim, daha edebi öykülerdi...
kütüphaneden bulduklarımla başladığım için sıralı okumadım öykü kitaplarını, biraz pişman oldum, gelişimi izleyemediğim için, Toplu Öyküler'i çıktığında bir kere daha alıp baştan okuyacağım ki bu bir Türk yazar için çok ender söylediğim bir şeydir...
acıtan öyküler. öyle ki, hikayenin başında kötü sandığın karakterin asıl hikayesini öğrenince insan kendine kızıyor. hiçkimse göründüğü kadar kötü değil aslında. herkesin bir hikayesi var. hiçkimse kötü dogmuyor.
İlk hikayede vuruldum. Kurgusunu, ana olayı çok farklı ve etkileyici buldum. Ama sonrasında yavaş yavaş dikkatim dağıldı çünkü arka arkaya gelen ayrılık ve acı öyküleri beni yoruyor. Aynını Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde'de de yaşamıştım. Dili, hikayeleri sevdim ancak arka arkaya gelince kitaptan uzaklaştım doğrusu.