SAKINCALI - Efendim, bir zamanlar ülkemizde oynanan oyuna, Sakıncalı Piyade oyununa hoş geldiniz. Bu akşam, izniniz olursa Sakıncalı Piyade’yi ben oynayacağım. Bu ismi ben takmadım. Onlar taktılar. Bizlere, üniversite bitirmişlere yedeksubay olma hakkını çok gören etkililer ve yetkililer... Yedeksubay okulundan başarıyla er olarak çıktıktan sonra adımız, hakkımızdaki yazışmalarda Sakıncalı Piyade Eri olarak geçiyordu. Ben de bu adı oradan aldım...
Yapıt, Sakıncalı Piyade’nin oyunlaştırılmış biçimi. Ankara Sanat Tiyatrosu tarafından, başta Ankara olmak üzere yurdun birçok yerinde 700 kez sahnelenmiştir.
Uğur Mumcu was an intrepid Turkish Kemalist intellectual, investigative journalist and columnist for the leading Kemalist broadsheet, Cumhuriyet who was known for indicating that Kemalism and Socialism aren't different ideologies and that imperialist nations had corrupted the Turkish state and army. He was killed by a bomb placed in his car, outside his home. Uğur Mumcu was born as the third of four siblings in Kırşehir, where his father was working. He went to school in Ankara and in 1961 attended School of Law at Ankara University. After graduation in 1965, he practiced law for a while. He then visited England to learn English and upon his return to Turkey worked as a teaching assistant at Ankara University from 1969 to 1972.
On the morning of 24 January 1993, he left his home and was killed by a C-4 plastic bomb as he started his car; a Renault 12, license numbered 06 YR 245.
There are numerous hypotheses over who was responsible for his murder.
"Savcı Mustafa Akın ile aylarca, karşı karşıya durduk. 'Duruşma' sözcüğü buradan geliyor herhalde. O durdu. Ben durdum. Öteki sanıklar durdu. Böylece duruşmuş olduk."
Aslında kimse, beni bu kitabın seneler önce yazıldığına inandıramaz, bana içindeki olayların çok eski olduklarını anlatamaz. Günümüzle karşıt bir kefeye konduğunda hangisi ağır basıyor, söyleyemez.
Ayrıca, trajikomik birçok olaya dair hep gülme isteği de doğdu içimde okurken, ancak güzel isimli bu güzel adamın, daha sonra hunharca katledildiğini hatırladıkça o gülümseme dudaklarımdan yitti gitti.
Kitap, yazarın 1980 döneminde yaşadığı bazı ilginç olayları anlatan kısa yazılardan oluşuyor. Güzel ülkemde ne tuhaflıkların normal sayıldığı ve hangi filmlerin sürekli yeniden yeniden çevrildiğini gösteren güzel bir kara mizah kitabı.
Tarihi kısmen eski siyasi kitapları okurken çok üzülüyorum; çünkü bir arpa boyu kadar yol alamadığımızı, aksine geriye doğru savrulduğumuzu görüyorum. 12 Mart'taki sıkı yönetim uygulamalarıyla günümüzdeki OHAL'in arasındaki tek farkın idam cezası olduğu açık, onu da eşitlemek için küçücük çocukların ellerine ipler tutuşturup, onları hayalî tankların önüne atıyoruz. Hatta bununla kalmayıp kız çocuklarının müsamerelerde bellerine kırmızı kuşaklar bağlıyor, sonra da ellerinde idam ipi tutan erkek çocuklarıyla sembolik olarak evlendiriyoruz. Bunları yazınca farkediyorum ki belki daha da kötü bir durumdayız. Haksızlık, hukuksuzluk, güç kimin elindeyse ona yaranmacılık, ne arasanız günümüzde var hâlâ. "Eskiden şarkıdan türküden, kitaptan gazeten insanlar nasıl terörist ilan edilmiş" demekle kalmak isterdim ama bu cümleyi günümüz tarihi için de kurabiliyoruz.
Bir hukukçu, bir aydın, bir gazeteci gözüyle askerimizin 12 Mart tutumuna dair fikir edinmek isteyenlere.. Bu hastalıklı ruhlar sayesinde ülkemizin nasıl belini bir türlü doğrultamadığını, tarihimizde nasıl kara bir leke bıraktıklarını ve bugün askere karşı neden böyle bir tutum olduğunu anlamak için çok yerinde kayıtlar var. Uğur Mumcu gösteriyor ki insanı insan yapan en temel özelliği düşünmek, ülkemizde hiç bir zaman yasal olamamış. Okumanın, müzik dinlemenin bile suç olduğu bir dönem.. Yanlış yapılan, yapılmaması gereken tonlarca şey olmuş. Bu yanlışlar yüzünden hayatları harcanan güzel insanlardan biri Uğur Mumcu ve hala bizlere ışık tutuyor.
Gerçeğin sunumunda mizahın kullanılması ile sıkmadan okunan, tabiri caizse "güldürürken düşündüren" uğur Mumcu kitabı.
İçinden geçtiği dönemi anlatırken yaşadıklarını gülümsetecek bir üslup ile sunsa da o zaman yaşadıklarını düşündüğümde içim acıdı sıksık. Okurken empati yapılması gereken bir dönem analizi.
Ne güzel yazmış Mumcu. Gerçekten güler misin ağlar mısın durumları yazmış. Kara mizah yönünü sunuş kısmında yer verilen Aziz Nesin’in düşünceleri gayet güzel anlatıyor. Tüm trajikomik olaylara ve durumlara rağmen Mumcu’nun kitabın sonunda ‘bu ordu hepimizin’ şeklinde sahiplenici ve halktan yana bir tavır sergilemesi ise karakterinin ve dik duruşunun simgesi olmuş.
Efendim; biz köylüyüz. Ne anlayız anayasadan. İhlal edilmişse şehirliler etmiştir. Hem gül hem düşün. İnanılmaz bir kitap. Okuyalım ve kesinlikle okutalım.
Nedir bu yüz kırk altıncı madde ? Anayasa'yı silah yoluyla değiştirmek.. Yani yasadaki tanımla, Anayasa'yı "tağyir, tebdil ve ilga " etmek.
Cezaevinde özellikle köylü sanıkların, yasanın bu sözlerine hiç dilleri dönmezdi. Bu maddeden tutuklanıp cezaevine atılanlar, içerde önüne gelene sorarlardı:
-Anayasa'yı tangır tungur etmişiz, bastılar sopayı, nedir bunun cezası ?...
Bizler de anlatırdık, Anayasa'nın nasıl tangur tungur edildiğini. Bir gün, Güney illerimizin birinden, Şeho Bildik adlı bir köylü yurttaşımızı getirip tutuklamışlardı. Şeho Bildik'in suçu, devrimci öğrencilere yataklık etmekti. Mahkemeye çıkınca yargıç sormuş :
- Anayasa'yı tağyir, tedbil ve ilga ettin mi ? - Efendim ? - Oğlum, yani savcı diyor ki, Anayasa'yı tağyir, tedbil ve ilga etmişsin, ne diyorsun ? - O dediğinizden hiç yapmadım komutanım...
Yargıç dayanamayıp suçun niteliğini açıklamış:
- Oğlum, Anayasa'yı ihlal ettin mi ?.. Yanıt şöyle gelmiş : - Efendim, biz köylüyüz. Ne anlarız Anayasa'dan. İhlal edilmişse şehirliler etmiştir ...
BU ülkede yaşayan her insanın okuması gereken bir kitap Sakıncalı Piyade. Oğuz Atay absürdlüğünü aratmayacak derecede gerçek olaylar ve karakterler dolu. Bu ülkede "Sakıncalı" nasıl olunabilir? "Sakıncalı" olmak için akan suyla beraber akmamanın yeterli. O an güç kimdeyse hoşuna gitmeyen bir şeyler söyleyin, yapın; hooop gözaltı. Kalemine sağlık Uğur Mumcu. Huzur içinde yat.
Uğur Mumcu'nun Sakıncalı Piyade kitabı bitti. Okuduğum ilk Uğur Mumcu kitabı oldu. Kitapta 12 Mart Muhtırası'ndan sonra Mumcu'nun askerlikte, mahkemede ve cezaevinde başına gelen trajikomik olayları konu alıyor. Yazarın üslubu çok iyiydi ve kitap zaten otobiyografik bir eser olduğu için merakla kendini okuttu. Kitapta Mumcu'nun geçmişi dışında 12 Mart Muhtırası dönemine dair de fazlasıyla bilgi edindiğim için bu kitabı sevdim.
...O günlerde aramalarda ilginç olaylar geçiyordu. Bir sıkı yönetim görevlisi,"V.İ. Lenin" biçiminde yazılan Lenin'in adını taşınyan bir kitabı görünce: "Yaz oğlum Altınci Lenin..." demişti.
Suç da büyüktü hani ... "Ordu'ya hakaret!.." Devir 12 Mart devri. Adamın hiç gözünün yaşına bakmazlar. Savcı Zekai Turan, Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Yılmaz Günal'ı, bilirkişi seçmiş. Yılmaz Günal da raporunu vermiş: "Sanık, yazısında ordu uyanık olmalı demiş; orduya uyanık ol demek, ordunun uyanık olmadığını kabul etmek de-mektir. Oysa 'Türk Ordusu uyanıktır" gibisinden bir rapor.
Savcı tutuklanmamı istiyor. Sorgu yargıcı tutuklama istemini yerinde görmeyince, dosya, nöbetçi mahkemeye geliyor. Yargıç da kim, biliyor musunuz? Lütfü Erdemir. Yani boraks madeninin devletleştirilmesini isteyen TRT programcısını "emperyalizmi kötü gösteriyor" gerekçesiyle mahkum eden yargıç.
Suç da büyüktü. Bir halk türküsünü yazıda anarak, komünist-lik yapılmıştı. Kaçırır mıydı bunu, koskoca savcı? "Soldan sağa salla bayrağı düşman üstüne ... " işte dehşetengiz yazı bu. Savcı, uzun araştırmalardan sonra bu sözde komünizm propagandası olduğunu saptayıp, imzayı basmıştı. Evet yakalamıştı komünisti. Hem de kıskıvrak!
Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı'nın dehşetengiz bildirilerinden biri daha okunuyordu. Bütün koğuş, kulak kesilmiş dinliyorduk. Bir "illegal örgüt", bütün suç kanıtları ile yakalanıp, adaletin pençesine teslim edilmişti! "illegal örgüt" Türk Hava Yolları'nın bir uçağının Sofya'ya kaçırılması dolayısıyla ortaya çıkarılmıştı. "illegal uçak kaçırma örgütü" neyin nesiydi acaba?. Spiker örgüt üyelerinin adlarını okumaya başlayınca, davanın sonunu kestirmek benim için hiç de güç olmadı. Çünkü, adları sıralananların birçoğunu yakından tanıyordum: Altan Öymen, Emil Galip Sandalcı, Erdal Öz, Abdi Yazgan, ilhan Kalaylıoğlu. Sonradan olayı öğrendim. Sofya'ya uçak kaçıranlardan biri, Ankara'da fotoğrafçılık yapan Abdi Yazgan'ın (Foto Abdi) yanında bir süre çalışmış. Önce Abdi gözaltına alınarak işkence masasına yatırılmış, sonra, Abdi Yazgan'ın arkadaşı ilhan Kalaylıoğlu. İlhan Kalaylıoğlu, o sıralar, Emil Galip Sandalcı'nın evinde kalıyor. Sıkıyönetim Sandalcı'ya diş bileyip duruyor. Sandalcı'nın suçu büyük. Hem de ��ok büyük; bağışlanacak türden değil. (...) İlhan Kalaylıoğlu, Emil Galip Sandalcı'nın evinde kalmaktaydı. Kalaycıoğlu Abdi Yazgan'ın arkadaşıydı. Oldu mu, illegal örgüt?! .. Oldu. Altan Öymen'in ne ilgisi var, diyeceksiniz. Var. Olmaz olur mu?! .. Kalaylıoğlu'na ağır işkenceler sonunda bir "itirafname" imzalatırlar. Bu itirafnamede, Altan Öymen'in ismet inönü ile ilişki kurup, hükümet üzerine baskı sağlamaktan, bir zamanlar röportaj yaptığı bir silah kaçakçısından silah bulmaya kadar bir sürü suçu yer almış. Altan Öymen'in bunlardan hiç mi hiç, haberi yok. Bir silah kaçakçısıyla, röportaj da yapmış değil. Fakat ismet Paşa'ya gitmiş. iddia böyle ... işte yakalandı sonunda ... "Neden gitlin ismet Paşa'ya?.. O günlerde Ali Elverdi başkanlığındaki Sıkıyönetim Mahkemesi, Deniz Gezmiş ve arkadaşları için ölüm cezasını vermek üzeredir. Ankara'da, istanbul'da, bazı ilerici yazarlar ölüm cezasına karşı bildiri topluyorlar. Altan Öymen ve Erdal Öz, ismet Paşa'ya bu konuyu görüşmek için gidiyorlar. Sen misin giden?! .. (...) Ölüm cezası kampanyasını neden başlattınız? ... İşte bütün iş burada ya .... Öymen, neden gözaltına alındığını, neden tutuklanmak istendiğini bir türlü öğrenemez. Üç numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi'ne çıktığında, Başkan Piyade Albay İzzettin Avlar, Yargıç Tahsin Özer ve Fuat Kaylan'ın oylarıyla tutuklanır. Tutuklanma nedenleri arasında ve diğer sebepler" biçiminde bir gerekçe de kullanılır. Savcı Muhteşem Savaşan'a sorar: - Nedir, bu ve diğer sebepler? ... Sıkıyönetim komutanının emridir. "Ve diğer sebepler" bir türlü açıklanmaz amma, anlayan anlar Ölüm cezası kampanyasını yürütmekten büyük suç mu olur?. Altan Öymen ile cezaevinde birkaç kez karşılaştık. Selamlaşmak, el sıkışmak yasaktı. Sadece kaş göz işaretleriyle birbirimizin hatırını sorabildik. Emil Galip Sandalcı, Abdi Yazgan, İlhan Kalaylıoğlu, uçak kaçırmak suçundan tutuklanıp, tuvaletin yanındaki penceresiz bir odaya kapatıldılar. Kendileriyle konuşmak yasaktı. Bizler de, kağıttan uçak yapar koğuşlarına atardık.
Cezaevi bahçesinde toplanan kitaplara bakarken, ne düşünüyordum biliyor musunuz? Başbakan Nihat Erim, 12 Mart'tan önce sık sık "Devrim" Dergisinin Ankara'da Adakale Sokak'taki bürosuna gelir, Devrim'in başyazarı Doğan Avcıoğlu ile görüşürdü. 12 Mart Muhtırası ile Süleyman Demirel Hükümeti devrildiğinde, Nihat Erim'in Devrim Dergisi kitaplığında üç kitabı vardı. Erim bunları Avcıoğlu'na vermişti. Erim başbakan olduktan sonra, sık sık, özel kalem müdürü Güner Öztek aracılığı ile Devrim Dergisi'ni arar ve kitaplarını isterdi. Ben kitapları Erim'e verilmemesi görüşündeydim. Çünkü nasıl olsa, Devrim Dergisi, Erim'in emrindeki Sıkıyönetim tarafından aranacak ve kitaplara el konacaktı. Sıkıyönetim, kitaplara el koyduğunda üzerinde Nihat Erim adı yazan kitapları bulur, kitaplar, Sıkıyönetim aracılığı ile nasıl olsa Erim'i bulurdul Fakat özel kalem müdürü her gün telefon ediyordu: - Sayın başbakanımızın kitapları ... Sonunda kitaplar Erim'e yollandı. Kitaplar yollandıktan birkaç gün sonra Sıkıyönetim görevlileri Devrim Dergısi'ni arayarak, ne kadar kitap, dergi ve dosya varsa alıp götürdüler. Ah bir de Erim'in kitaplarını götürselerdi! Ah, olmadı işte! Olmadı! "Bir kahvenin kırk yıllık hatırı vardır" derler ya, inanmayın sakın. Bu Nihat Erim, kaç kez gelip, Devrim Dergisi'nin acı kahvesini içmiştir amma, Başbakan olunca, emrindeki Sıkıyönetim ile Devrim Dergisini basmış, derginin sahibi Cemal Reşit Eyüboğlu'nu, başyazarı Doğan Avcıoğlu'nu, Yazıişleri Müdürü Uluç Gürkan'ı gözaltına aldırmıştı. Gel zaman git zaman, Nihat Erim, bütün kitaplarını Meclis kitaplığına bağışladı. 12 Mart dönemini yaşadıktan sonra, belki de "ne olur, ne olmaz, günün birinde benim evimi de basıp, yasaklanmış sol yayın bulurlar" diye düşünerek evinde tek kitap bırakmadı. Şimdi kitapsızdır.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Merhum saygıdeğer Uğur Mumcu’nun bizzat yaşamış olduğu birtakım hadiselerin yine kendi kaleminden nüktedan dokunuşlarla anlatıldığı bir kitap. Aziz Nesin ön sözde aslında çok da güzel değinmiş. Ağlar mısınız, güler misiniz bu hadiselere? Modern dünyada, insan hakları ve adaletin ne olduğunu biliyorsanız “kurgu olmalı bunlar, yaşanmış olmamalı” diyeceğiniz ancak günümüzde yaşananları da göz önünde tutarsak, tarihin 50 sene sonra dahi tekerrür ettiğini ve aslında devlette işlerin birileri için hep nasıl yürüdüğünü görüp, şaşıp kaldığınız bir kitap. Ülkemizin tarihi ile, yönetimlerin nasıl işlediğini görmek için acıklı durumlarla dolu, ancak yeniden belirtmeliyim, gerçekten yaşanmış durumların anlatıldığı bir kitap. Elbette ki her vatandaşın okumasını tavsiye ediyorum. Aydınlık günlere...
Mutlaka okunmalı. ilk kez lisede okumuştum. Hala aynı etkileyicikte. Mizah sanılarak okunabilir, ama ne acı ki gerçek acı hikayeler. Tarihleri değiştirip hikayeleri günümüze de uyarlasak bir çok saçmalık ve adaletsizlik aynı. Hiçbir şey değişmemiş. Uğur Mumcu'nun cenazesinde de Kızılay Meydanı'ndaydım. Ulus'tan Güven Park'a Tandoğan'dan Kurtuluş'a her yer tıklım tıkıştı. Herkes onu anmak ve cinayeti protesto etmek için oradaydı. Belki de benim aklımda öyle kalmıştır. Ama güzel insandı.
Utanarak söylemeliyim ki okuduğum ilk uğur mumcu kitabıydı ve çok büyük bir hata etmişim. Kitap gerçekten çok keyifli idi. 72 darbesinde neler olduğunu çok trajikomik biçimde anlatıyor. aslında o dönemde olanlara bakınca bu dönemden çok da bir farklı olmadığını görüyorum. Biz sanki her şey AKP ile kötüye gitti zannediyoruz ancak bu kitap 72'den beri bu düzenin böyle olduğunun bir ispatı oluyor.
Uğur Mumcu'nun en etkileyici kitaplarından biri.. Uğur Mumcu askerliğini yedek subay olarak yapacakken "sakıncalı piyade" unvanıyla nasıl er olarak en ağır işlerde çalıştırıldığını anlattığı ve 71 muhtırası zamanında yaşanan hukuksuzlukları anlattığı kısa ama doyurucu bir eser.