Kitab-ı Duvduvani'nin yazarı Y. Hakan Erdem, Unomastica alla Turca'da sadece Beyaz Türklerin değil, Aktürklerin, Köktürklerin, Kalın Oğuz elinin, Tengerelilerin, Selçukluların büyük sırrını kaleme aldı...
"İçimizdeki düşmanlar"ı ve "bizi yönetenler"i deşifre etmeye kendilerini adamış olan Unomastik Holding'in iki yöneticisine, Tengere Tardu Tigin'in serüvenlerini anlatır babacan bir albız: Dede Korkut'un kurmaya çalıştığı "bozkır dengesi" bozulmaya yüz tutmuşken, Hangay Dağları'ndan gelen bu yiğit, Hazar İmparatorluğu'nun yazgısını nasıl olup da değiştirebilmiştir?
Tengere Tardu, gerçekten de bir Köktürk tigini midir, yoksa gündüz düşleri gören bir mezar uğrusu rnu? Beklenen Maşiah mıdır, yoksa yalnızca sıradan bir kağan mı? Din değiştirmek, Tengere'nin düşündüğü kadar kolay mıdır? Tengerelilerin tarih sahnesine çıkamayışı Selçuk yüzünden midir?
Hem günümüzde hem de X. yüzyılın uçsuz bucaksız bozkırlarında gezinen roman, tarihsel olaylarla iç içe geçen eğlenceli bir kurmaca: Hicvettiği araştırma ve tezlerden bile daha kurmaca!
Y. HAKAN ERDEM, 1962’de Oltu’da doğdu. Altı yaşında iken ailesiyle birlikte Yalova’ya taşındı. Boğaziçi ve Oxford üniversitelerinde öğrenim gördü. 1993-2002 yılları arasında Boğaziçi Üniversitesinde öğretim üyeliği yapan Erdem, akademik yaşamını halen Sabancı Üniversitesinde sürdürüyor. 1996’da İngiltere ve ABD’de yayımlanan Slavery in the Ottoman Empire and its Demise adlı çalışması, Osmanlıda Köleliğin Sonu, 1800-1909 adıyla Kitap Yayınevi tarafından 2004 yılında Türkiye’de de yayımlandı. 2002’de Israel Gershoni ve Ursula Woköck ile Histories of the Modern Middle East adlı çalışmayı yayımlayan Erdem, şu sıralar Yunan Bağımsızlık Savaşı’nın Osmanlı İmparatorluğu’nda algılanışı ve Osmanlı siyasi dilinin dönüşümü gibi konularla ilgileniyor. Kanat Kitap’tan üç romanı yayımlandı: Kitab-ı Duvduvani; Unomastica alla Turca; Zaman Çöktü.
Beğenemedim çünkü gereğinden fazla uzatılmış ve karmaşık olaylar örgüsü sonunda bir yere bağlanmamış. Başta çok şey vadeden bir anlatı varken, sonrasında yazar ortalarda yolunu kaybedip duvara toslamış.
Harika bir kitap. Oldukça eğlenceli, herkese ve her yaşa tavsiye ederim.
Yazarın çıkış noktası, o çağlarda Altaylardan Anadolu'ya kanıtlanmış hiçbir göç hareketinin olmayışı ve Anadolu'nun Türkleşmesinin muhtemelen Hazar Türkleri tarafından gerçekleştirildiğini söylemek. Bu düşüncesini kitapta da bizzat veriyor. Yazar, hakkında çok az şey bildiğimiz Hazar Türklerinin ve Tuğrul ve Çağrı Bey'e kadar neredeyse hiçbir şey bilmediğimiz Selçukluların en az resmi tarih kadar tutarlı alternatif bir versiyonunu bize sunuyor. Komplo teorici yaklaşımlara ve aptallaştırıcı medyaya da yaptığı akılcı göndermeler de kitabın okunurluğunu arttırıyor.
Her türlü alternatif tarihin hatta dörtbir yana suçlama gibi atılan Yahudi ithamının Türklere de pek âlâ uygulanabileceğini gösteren bir kurgu var karşımızda. Aralarında bin yıl bulunan iç içe geçmiş iki hikaye üzerinden yürüyor. Albızlar, portallar, zaman geçişleri gibi fantastik ögeler mevcut. Roman, yazarın bir kısım gazetecilere yönelik eleştirisi için bir araç olarak kullanılmış. Gayet de keyifli ve yerli yerinde bir üslup ile iş kotarılmış. Tarihi roman ve eleştiri türleri bir arada kullanılmış. Daha önce yazarın Tarihlenk kitabını okumuştum. İronik ve nükteli eleştiri konusunda üslubu oldukça eğlenceli.
Mesele Y.K ve onun öğrencisi konumunda olan S.Y.'nin patolojik boyuta varan jeneoloji ve sabetay "araştırma"ları. Bu iki şahıs kitapta Argun Afaki ve Tankut Argun karakterleriyle canlandırılmış. Karakter gelişiminin yahut analizinin çok da derinlikli olduğunu söyleyemeyiz ama zaten kitap bir tez kitabı. Rahatsız etmiyor. Kitap kötü etimolojiyle çok güzel dalga geçiyor. Bu ilmin amatör ellerde ne hale gelip ne sonuçlar doğurabileceğine işaret ediyor. Tora-töre, kağan-kohen, kayzer-kaz/er, Yer uş alayım-Jerusalem kitap içindeki akla gelen örnekler.
Yazarın tezini kanıtlamak için ortaya koyduğu alternatif tarih oldukça tutarlı. Adeta karşı tarafa "işte sizin yaptığınız işin dört dörtlük hali budur" der gibi bir meydan okuma var. Kurguya göre 900'lü yıllarda Köktürklerin son kalan Tigini, Aktürkleri bulmaya batıya at sürüyor. Burada Musevi dinine mensup Hazarları buluyor. Bir demet tesadüf eseri Maşiah(mesih) olarak karşılanıyor. Bu sebepten Han tarafından 13 yıl bir kulede tutsak kalıyor. Neticede kurtulup buduna kağan oluyor ve Hazarları Doğuya Cend şehrine göçürüp oturuyor. Burada siyasi sebepler ile İslama geçtiğini açıklıyor ve ailesi ile birlikte halkını da İslama döndürüyor. Aralarda ise Selcük'ün (Selçuk Bey) aslında kadın olduğunu, Selçuklu Beyi Musa İnanç'ın Selçuk soyundan değil Musevi Hazar soyundan geldiği gibi gayet tutarlı ama delilsiz açıklamaları olan bir alternatif tarih motifleri sergiliyor.
İşte bu motiflerin içinde: Türeyiş destanını, Yahudilerin vadedilmiş topraklardan sürülme, ergenekona sığınma ve batı Türklerinin Ergenekondan çıkışı anlatısıyla birleştirme, Tevrat yani Tora metnini, Türklerin yazılı ve kayıp Töre'siyle özdeşleştirme gibi unsurlar da var.
Fakat anlamadığım motifler var. Tengerenin tutsak kaldığı kuleye neden "güç kulesi" deniyor. Tengerenin kulede yaptığı yay ve üç okun anlamı ne idi. Bayındır Han zamanında Hazarların Oğuzlara "bozkır hazarı" deyip kimlik varlıklarını reddetmeleri, oğuzların bu sürtüşme sırasında kızıl börk takmaları kürtlük ve aleviliğe işaret, evet, ama hikayenin genel temasıyla bir bağlantısı var mı, yoksa alelade satır arası eleştirisi mi? Tengerenin Bayındır Han önündeki müsabakada "varlık kayası"nı yerinden kaldırması maşiahlık menkıbeleriyle ilgili bir referans mı?
Tengerenin hikayesi bittiğinde yazar şunu söyler. "Biz Türkler ibaresini nasıl yorumlayacağına Albız bir süre karar verememişti. Kendisi Yaradılıştan başlayarak anlatabilirdi de karşısındaki ölümlü canları düşünmüştü. <>" Burada sanırım yalnızca yönetici sınıfın göçtüğü, boyların kitlesel olarak göçmediği; aslında Anadolu Türklerinin de bir nevi dönme olduğunu söylüyor gibi.
Zaten yazarın tezi "37. Ölüm Günü" bölümünde, -tuhaftır ki- Argun’un ağzından söyleniyor. Der ki: “Ancak Şamanistler mi iyi Müslüman olur? Yahudilik gibi başka bir semavi dinden gelen adamın içten bir Müslüman olamayacağından mı korkuluyor ki işin bu tarafı yuvarlanıp geçiştiriliyor? Başka bir deyişle, bir defa Yahudi olan hep Yahudi mi kalıyor?” Bu, Sabetayist tezlere bir eleştiri elbette ve kitabın özü kişilerin, yönetici sınıfın veya toplulukların çeşitli sebeplerden din değiştirebilecekleri, bunun tek sebebinin hidayete ermek “olmayabileceği” lakin bir veya birkaç nesil sonra bu sebebin ve “gizli dinin” kaçınılmaz olarak unutulacağı meselesi. Tengere’nin Yahudiliğe geçişi de, Müslüman oluşu da o anki çıkar sebebiyle. Hakeza rakibi olan boyun da öyle. Hazarlar kendilerini ezelden Yahudi sayarlar, hiçbir zaman Şaman dinine mensup olmadıklarını düşünürler. Selcük Müslüman olurken gizli din taşıdıklarını sanır. Bunun gerçekten güzel bir örneği HKNÖ filminde Köse Mihal'in kızının ve Orhan’ın eşinin gizli din taşımaları idi. Ne oldu, ne kaldı? Toplulukların din değiştirmesi esnasında; bütün bir topluluğun bir anda hidayete ermesi akıldan uzaktır. Çıkar öyle gerektirdiği için topluca din değiştirilir ve gizli din taşıyan çok olur. Fakat birkaç nesilde unutulur. Tehcir esnasında dönen Ermeniler, Pontuslu Rumlar... Bilinen ama çok söylenmeyen gerçeklerimiz.
Bu bağlamda yazar, beş yüz yıl önce bir sebepten din değiştiren veya değiştirmiş görünen, -ki kişinin kalbini açıp görmediğimizden bilemeyiz- Sabetay Sevi ve cemaatinden gelen Selaniklilerin beş yüz yıldır hala ve hala gizli dinlerini korudukları, hatta bu şekilde Türkiye'yi yönettikleri safsatasına yapısal bir eleştiri sunuyor. Yine kurgu içerisindeki örneğin: Tengerenin tutsak kaldığı kuledeki iki nöbetçinin de Köktürk olup her ikisi de birbirinin sırrını bilmesine rağmen yine de gizlenmeye devam etmek için Tengereye dayak atmaları; saklanma gizlenme meselesinde abartının absürtlüğünü ortaya koyuyor. Herkes aynı şeyi gizliyorsa o zaman işler tersine döner. Nitekim kitabın sonunda Argun'un kendisi dahil herkesin Yahudi olduğunu keşfetmesi gibi.
merhaba goodreads cemiyetinin elit insanları. evet siz ki 1001 kitap vs gibi yerlerde like, mahbub kovalamayıp buralarda sadece kitap aşkına buradasınız. sizinle iki hasbihal edeceğim. kitap nedir? ilk kitap nasıl yazıldı. haha şaka yaptım şaka.
çok kitap okuyorum. bunu size matematiksel olarak ispat edebilirim. ama iyi bir okuyucu değilim. aynı sinemada yaptığım gibi salt olaylar örgüsüne ve sinemada görselliğe, kitapta ise hayalgücü hassalarımı ne kadar gıdıkladığına bakıyorum bir kitabın. eğer alegori alt metin falan ekliyorsanız metine kusura bakmayın ben algılamıyorum. dümdük öküz gibi takip ediyorum tevali eden olaylar silsilesini. bu yüzden şiir okuyamıyorum mesela. kitabın yarısının neden boş olduğuna üzülüyorum. siz ismet özeller, edip canseverler falan okurken mal mal bakıyorum bazen de gülesim geliyor. ben hızlı da okuyorum Allah vergisi, hemen bitiyor şiir kitapları. gülesim geliyor. divan edebiyatını biraz sevebiliyorum on da dilin giriftliğini çözmek hoşuma gidiyor.
metin eloğlu'nun şu dörtlüğünü seviyorum ama.
Kahve köşelerinde güzel laf ettiler Şiirlerimi benden iyi saydılar Tam yüz kişinin ortasında Anama avradıma sövdüler
unomastica alla turca hakan erdem'in okuduğum 2. romanı. kitabı duvduvani hakkında da yazmıştım. orda da boş boş yazmış sizi biraz olsun tebessüm ettirmeye çalışmıştım. insanları tebessüm ettirme çabam da sanırım geçirdiğim problemli çocukluktan desem çok havalı olabilirdi ama çok da güzel bir çocukluk geçirdim. sorunlar büyüdükçe başladı desem havalı olur mu?
hakan erdem muhtemelen renkli bir kişilik. birebir muhabbette eminim sıkılmassınız. o her konuda konuşup da sizi bir şeyler söylemek zorunda bırakmayan insanlardandır sanırım. otur dinle, keyif al ayrıl tarzı bir insandır diye düşünüyorum.
kendisinin iyi bir araştırmacı, kalifiye bir metin okuyucusu olduğunu da tahmin ediyorum yazdıklarından. yalnız iyi bir roman okuyucusu değil bence. kurgudaki aksaklıklar, cliffhanger, punchline diye ecnebicesini yazmanın daha kolay olduğu mefhumlardan uzak. bu da yazdığı metini okumayı zorlaştırıyor.
ve romanın ana derdini anlamış değilim. evet sabatayist avları, soner yalçınlar, yalçın küçükler falan boş işler. roman bize bunu mu vermek istiyordu bilmiyorum. sayın yazar bir tarihçi olarak bu görevi uhde edinmiş olabilir tabi.
ben her romanında ihsan oktay anar tadları alıyorum ve neil gaiman beklerken sukutu hayale uğruyorum.