“Önümde belki bir dakika var, belki bin dakika.Belki bir gün var, belki bin gün... Geride ise yüzlerce hatayla, çok eksiklerle, dile gelmemiş suçlarla, telafi edilmemiş ihmallerle dolu bir hayat. Hangisini, ne ara düzelteceğim? Nereden başlayacağım kendi cennetimin yolunu döşemeye? Zamanla yarıştan galip çıkan var mıdır? Kader, insanın başına gelen değil midir? Bu sonsuz ihtimalli dünyada, Allah katında mükemmel bir düzenek kurmak mümkün müdür?Çok zor... İşim çok zor. En iyisi, çekyatta derin bir uyku.”
Kıpırtılar, yanılgılar, yalanlar. Haliç'te olmayan dalgalar. Tek tek düşen harfler. Döke saça, döne döne dağılan Hilmi Aydın. İnsan dediğin... Yaralı bir hayvandır zaten.
Dünyadan Aşağı, babalar ve oğulları, sesleri ve susuşları, riyakârlığı, şimdiyi ve geçmişi, parantezin içini anlatıyor.
Kaç yalan bir cehennem eder?
Gaye Boralıoğlu, su gibi akan berrak bir dille, seneler sonra dahi konuşulacak yeni bir roman karakteri resmediyor, sıradışı ve yanıbaşımızda
İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde sistematik felsefe ve mantık okudu, aynı bölümde yüksek lisans yaptı. Gazeteci, reklam yazarı ve senaryo yazarı olarak çalıştı. Atıf Yılmaz’ın yönettiği “Eylül Fırtınası” filminin senaryosunu yazdı. İlk kitabı Hepsi Hikâye 2001’de, fotoğraflar üzerinden kurguladığı romanı Meçhul 2004’te, Aksak Ritim 2009’da, Mübarek Kadınlar 2014’te İletişim Yayınları tarafından yayımlandı. Bir gençlik romanı olan İçimdeki Ses, Günışığı Kitaplığı’ndan 2013’te çıktı. Kitapları ve öyküleri çeşitli dillere çevrildi. “Mi Hatice” adlı öyküsü kısa film olarak çekildi ve çeşitli festivallerde ödüller aldı. Aksak Ritim ile 2011 Notre Dame de Sion Edebiyat Ödülü Mansiyonu’nu, Mübarek Kadınlar ile 2015 Yunus Nadi Öykü Ödülü’nü kazandı. Almanca’da Der Fall Ibrahim adıyla yayınlanan Meçhul romanı 2017 Frankfurt Kitap Fuarı’nın “Satırlar Arasında” programına seçildi.
valla iki yıldız ve üç yıldız arasında kaldım. dilinin akıcılığına ve doğallığına verdim üç yıldız. farklı bir şey denemiş boralıoğlu ama bana çok havada kalmış geldi. karakter derinliği hiç yok, nihan'ı hiç tanımıyoruz, anlatıcı gerekli gereksiz lafa karışıyor, üstelik tüm bu hataları son bölümde -şaşırtıcı son- söylüyor. ama biz niye bu romanı okuyoruz? baba-oğul ilişkisi hatta trajedisi olması isteniyor ama yok, olmamış. karikatür gibi bir karakter var elimizde.
eksiksiz, basiyla-sonuyla noktasindan virgulune, ilk cumleden son cumleye, etkileyici baslangicindan ters koseli sonuna kadar herseyine bayildim bayildim doyamadim.
hangi birini saysam bilemedim. 2 tane yer cucesine ragmen bir bucuk gunde elimden ve zihnimden birakamayarak bayilarak bayilarak ve yine bayilarak okudum . gaye boralioglu ilk kez okudugum bir isim hem ayipladim kendimi hem de kendi adima cok uzuldum ne kdr gec kalmisim dedim. gaye boralioglu ve dunyadan asagi uzun bir sure aklimdan cikaramayacagim tarzi uslubu ve kurgusuyla favori yazarlarim ve favori kitaplarim arasina hizla giris yapti, ne de guzel yapti.
“herkesin agiz tadina uygun yemek diye bir sey yoktur. o zaman tatsiz tuzsuz seyler cikar ortaya. haslanmis patates mesel, herkesin damak tadina uygundur ama kabak kalyayi herkes sevmez, kisnisli beyin salatasından cogu kisi hoslanmaz. iyi bir mutfakta, anlayana yemek yapilir. iyi bir restorana, insanlar karin doyurmaya degil, yasama sevinci duymaya gelirler”
bence kitaplar da biraz boyle. ben bu kitapta hem doydum, hem de buyuk bi yasama sevinci duydum. iyi ki dedim, yasiyorum, boylesine zengin hayalgucu boyle kivrak zekasi ve boyle guclu kalemi olan insanlarin, muthis leziz ikramlar yaptigi ‘kitap lokantalarina’ misafir olabilme sansina “sirlar*ina” nail oluyoruz. kelimenin tam anlamiyla mest olmus bir sekilde okudum.
Başından sonuna akıcılığını kaybetmeden ve ters köşe yaparak bitti. İnsanoğlu mu diyeyim ah be Hilmi Aydın mı diyeyim bilemedim. Yazarın okuduğum ilk kitabı, iyi ki Ahtapotokur var, yazarla tanıştım ❤️
Kitabın ana karakteri Hilmi Aydın benim için Türk romanında hayranı olduğum Aylak Adam ile Zebercet’in hemen yanı başındaki yerini aldı. Kendisi günümüzde iliklerimize kadar işleyen vasatlığın tanımı neredeyse . Kolay başarı elde etmek üzerine kurulu bakış açısı, her şeyi kendi çıkarına göre yontan, kusuru hep başkalarında arayan, çıkarcı ama kendini hiç de öyle görmeyen, vurdumduymaz, bana dokunmayan bin yıl yaşasın düsturunun vücut bulmuş hali. Aslında her insanın kendinde görmek istemediği, görse kendine bile dillendirmek istemediği kötü yanı Hilmi Aydın. Tam da günün adamı. Gaye Boralıoğlu ikili ilişkilere ataerkil gözden bakan ana karakteri sade ve akıcı diliyle çok başarılı bir şekilde anlatmış. Erkeklerin genel olarak düştüğü aciz durumları, yanlış ve mantıksız tercihlerini, pişmanlıklarını çok iyi yansıtmış. Genel itibariyle baba-oğul açmazı gibi gözükse de çok daha büyük bir resmi önümüze seren günümüz vasatlığının romanı. Arka planda Sur'da yaşananlar, Ankara Gar patlamaları, süregelen terör olayları gibi bir çok felaketi de televizyondan duyan ve hızlıca unutan Hilmi Aydın zamanın ruhunu çok iyi yansıtan bir karakter. Dünyadan Aşağı son zamanlarda okurken bana en çok keyif veren romanlardan biri oldu.
Herkes Hilmi Aydin karakterini cok sevmis, ama benim hic sevmedigim bir karakter oldu. Acik ara en sevmedigim 10 kitap karakteri arasina girebilir. Kitabin bir kadin yazar tarafindan yazilmasina ragmen tamamen eril bir dile sahip olmasi ise benim icin sasirticiydi.
Baba-ogul iliskisi, ayrilik, evlilik, inanc konulari islenmis ama hep boluk porcuk. Kitabin kadin karakterlerinin ici tamamen bos. Kadinin adi yok kitap boyunca. Ozellikle Nihan karakteri icin basta cok heyecanlanmistim, ama sonrasinda hayalkirikligi oldu.
Kitap akici sekilde ilerliyor evet, ama ben ne dilinden, ne de yarim yamalak anlatilan karakterlerden keyif alamadim. Biraz da Nermin Yildirim'in unutmadan'ini hatirlatti. Tek farkla, orda bir kadinin dilinden yasadiklarini daha derin dinliyorduk. Ve diger karakterlerle biraz daha icsellestirebiliyorduk kendimizi, burda ise Hilmi'nin bencilligi kitabin diline de yansiyor. Ve onun disindaki her sey golgeli ve eksik kaliyor, bu da kitabi keyifsiz kiliyor.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Gaye Boralıoğlu, bir çoğumuzu anlatmış aslında; hikaye bu yüzden de o kadar hayatın içinde ve akıcı. Kendinden başka kimseyi düşünmeyen, hayatı kendinden başka herkeste arayan, yaptığı yanlışları yokmuş gibi hayatına devam eden günümüz bireyi karakterimiz Hilmi... Daha fazlasını anlatırsam, okurken alacağınız keyfi etkilemiş olacağımdan şimdilik burada bırakayım ben... Okurken sıkılmayacağınız bir kitap diyebilirim...
Kitap Hilmi Aydın ve babasından ona kalan, bir zamanlar çok güzel günler görmüş ama şimdilerde Hilmi Aydın'ın elinde çöküş devrini yaşayan Kapelika lokantası hakkında.
Hilmi Aydın toplumda benzer örnekleri çokça olan, büyüyememiş, sorumluluk alamayan, yalancı, her daim haklı, teflon tava misali üstüne hiç bir şeyin yapışmadığı bir er kişidir. Başına gelen beklenmedik bir kaza sonucunda ölümden dönünce, hem hayatıyla hem de ahretiyle ilgili kaygılara kapılır. Olduğu kişiden memnun değildir ama olmak istediği kişiye giden yol da gereğinden fazla meşakkatlidir. Kitap boyunca Hilmi Aydın'ın bu yolda nasıl yürüyemediğine tanıklık ederiz. Hilmi'nim hayatındaki kadınlarla yürümeyen ilişkileri, vefat eden babasıyla bitmeyen hesaplaşması, Kapelika'yla, hatta yemek tarifleriyle kavgasını okuruz.
Yazar Gaye Boralıoğlu'nun çok akıcı ve mizah dolu bir dili var. Hilmi Aydın'ı bize öyle bir anlatıyor ki, sanki ruhunun röntgenini çekiyor, ona dair gizli saklı hiç bir sır kalmıyor, onu avucumuzun içi gibi tanıyoruz. Tanıyoruz ama sevmiyoruz. Yani en azından ben sevmiyorum. Çünkü pek de sevilecek birisi değil. Evlat olda sevilmez denilen cinsten. Bu durumu babası Selim Aydın da şöyle açıklıyor.
Çok başarılı bir aşçı olan Selim Aydın "Fakat itiraf edeyim, kendi evimin mutfağında bu kadar becerikli olamadım. Münevver ile hayatımızın tek meyvesi, oğlumuz Hilmi'den işe yarar bir tarif çıkartmayı başaramadım. Şüphesiz ki lezzetini bulamamış bir yemeğin baş müsebbibi aşçının kendisidir. Onu yetiştirirken kendimce bildiğim doğruları hayata geçirmeye, ahlaklı, çalışkan, hayırlı bir evlat olması için elimden geleni yapmaya çalıştıysam da belli ki yeterince başarılı olamamışım. Bu noktada bana düşen sorumluluğu ziyadesiyle üstlenmeye hazırım." Doğru söze ne denir.
Yazar zaman zaman kendi yarattığı karakterin davranışlarına katlanamayarak, araya girip doğrudan okuyucuyla iletişime geçiyor. Bu alışılmadık durum okuma lezzetini arttırıyor.
Kitabın sonuna yaklaştıkça, kendimce Hilmi Aydın için, ona uygun çeşitli son tahminlerinde bulunarak sayfaları çevirdim. Kimisi beter ol Hilmi şiddetinde, kimisi hafifletici sebeplerin göz önüne alındığı, daha ılımlı sonlar. Ama yazar ters bir köşe yaparak, çok sürpriz bir sonla bağladı kitabı. Öyle bir son ki, okuduklarıma farklı bir yerden yeniden bakmak zorunda kaldım.
Keyifle okudum Dünyadan Aşağı kitabını. Gaye Boralıoğlu'nun diğer kitaplarını da okuma listeme aldım.
Hilmi Aydın alnının ortasına yediği kurşundan sonra kendini yerde bulur. Kısa bir süre sonra ise ölmek hiç planları arasında olmasa da kendini cehennemin kapısında bulur. Zebaniler onu çoktan ait olduğu yere, cehennemin dibine götürmektedirler.
Hilmi Aydın gözlerini açtığında kendini hastanede bulur. Yerinin cehennem olduğunu öğrenen Hilmi Aydın geçmiş günahları ile yüzleşir. Babasına, eşine, dokunduğu her hayata ihanet etmiştir. Iyileştikten sonra ne yapıp edip cennete gitmenin bir yolunu bulmalıdır!
Dünyadan Aşağı su gibi akıp giden bir roman. Cennetin kapısını aralamanın yolunu arayan Hilmi Aydın huyundan vazgeçmeyip her sayfada kendisine sövdürmeyi başarıyor ama biz yine de bir şekilde keyifli bir okuma deneyimi yaşıyoruz. Tepetaklak eden final bölümü ise gerçekten takdire şayandı.
Aslında sevdim mi sevmedim mi çok emin değil gibi hissetmiştim kitap bittiğinde. Şimdi bir iki gün sonra fikrim netleşti. İçimizdeki gel gitleri, karar verip verip o kararları yerine getirmeyişimizi, bencilliğimizi, tembelliğimizi, kolaya kaçışımızı yani hepimizin içinden geçenleri anlatıyor. Üstelik bu sefer bir erkek kahramandan okumak bu kendine itirafları, kendine bile yalan söylemeleri çok da ilginçti. Sevdim.
Çok edebi değeri olmasa da benim çok eğlendiğim keyif aldığım bir kitap oldu. Konuşmalar, iç hesaplaşmalar, olaylar hepsi gerçekle ilişkili tespitler içerirken aynı zamanda güldürdü. Baba-oğul ilişkisini güzel yansıtmış bence. Sevdim. Yazarın diğer kitapları için merak uyandırdı.
"Daddy issues" genelde kadınla ilişkilendirilir lakin erkekler bundan muaf değil. Bu kitapta da üç kuşak erkek ilişkilerinden (dede/baba/torun) yola çıkılarak oluşturulmuş vasat, karikatürize bir karakter var ortada. Yani akıcı bir dille yazılmış, kendini okutan çerez bir kitap ancak edebi anlamda doyurmadı açıkçası. Karakterler havada kalmış, son kuşak baba-oğul arasındaki sorunları bir temele oturtsaydı bari. Bir de herkes niye erkekleri yazmak zorunda yahu! Erkek yazarlar da kadın yazarlar da hep erkekleri yazıyor ve hep de eril bir dille yapıyor bunu. Takip edeceğim yazarlar arasında yer almıyor Gaye Boralioglu.
Gaye Boralıoğlu'nun 2018'de yayımlanan ve Duygu Asena Roman Ödülünü kazanan romanı bize hiç unutmayacağımız Hilmi Aydın karakterini kazandırmış. Hilmi Aydın pek de sevimli biri değil. Yazarın deyimiyle 'vasat' bir karakter. Bana göre ise kendi hayatının sorumluluğunu bile üstlenmeyecek kadar bencil biri. Romanı baba-oğul çatışması ya da otorite-birey çatışması ekseninde okuduğumuzda karşımıza otoritenin her temsili çıkıyor. Ve Hilmi Aydın ne otoritenin kendisi olarak ne de otorite altındaki birey olarak vasatlığından / bencilliğinden vazgeçmiyor. Bir mekan ve üç erkeğin birbirine dolanmış hikâyeleri sürükleyici bir okuma vaat ediyor bize. Psikanalitik eleştiri bağlamında okunduğunda üzerine konuşacak çok şey bulabileceğiniz bir metin. Evet bu kez kadınlar görünür değil ama yine de hikâyenin içinde varlar ve Hilmi Aydın'ın hayatında pusulanın ibaresi hep onlardan tarafa dönüyor. Son söz. Gaye Boralıoğlu'nun eserleriyle (aslında onu yazdığı senaryolarla zaten tanıyorsunuz) ve Hilmi Aydın ile tanışmanızı öneririm.
Baba oğul, kaybedilen iktidar, biten evlilikler, hayırlı evlat olamama, ne tam inançlı ne Allahsız olma üzerine bir kitap. Gaye Boralıoğlu'nun kalemi kıvrak, okurken ferahlatıyor ama kitabın karakterlerini fazla köşeye sıkıştırması iç daraltıcı. Temeli sarsılan Hilmi Aydın mutlu olabilir ya da hayatı bu kadar çıkmaza girmeden karakteri mutasyona uğrayabilirdi. Geçmiş ve gelecek tarafından bu kadar köşeye sıkıştırılmasına gerek var mıydı? Bu bitik karakterlere de bir yerde çıkış sağlamak, yol göstermek yazarın yaratıcılığı, kabiliyeti olmalı. Yaratıcılık, kitabın sonunda sayfaları yırtar gibi ''plot twist'' olarak geliyor sadece. Özellikle 2018'de üst üste erkeklik halleri, orta yaş krizi üstüne kitap okuyunca daha okumasam iyi olur diyorum ama iyiydi yine de.
Öneriler sonucu okuduğum ama hayalkırıklığına uğratan bir kitap oldu. Hilmi Aydın'ın bencilliğini anlatıyor belki ama bunu niye anlattığını, nelerin sonucunda böyle bir adam olduğunu anlayamadım. Anlatılanlar altını doldurmuyor hikayenin, hiçbir karaktere hak veremedim, kimseyi tanıdık biri gibi hissetmek mümkün olmadı. Neredeyse haksızlık mı ediyoruz adama diye düşündürdü. 2 yıldız da cümlelerin düzgün ve anlaşılabilir oluşuna.
Ana karakter Hilmi’nin, anlatıcının ve yazarın dilinden olmak üzere üç ayrı anlatıcıdan aktarılan yapıyı sevdim. Yalan tanrısınn katman katman inşasını bazen gülerek bazen şişerek okudum. Sondaki sürprizli ‘twist’ hareketi güzeldi.
Dünyadan Aşağı, Kitap Ağacı Adana grubumuzun eylül ayı kitabıydı.
Kitabın başında kahramanımız Hilmi Aydın’ın başından vurulduğunu okuyoruz. Ölümle yaşam arasında gidip gelirken cehenneme gideceğini gördüğü bir düşten(?) sonra Hilmi Aydın hayatını ve yaptıklarını gözden geçirmeye karar veriyor.
Hani bir erkek yazardan başkarakteri kadın olan bir roman okuruz ve eğer o kadın karakter iyi yazılmışsa “Bir erkek bir kadının düşüncelerini, hislerini nasıl bu kadar iyi bilebilir, bu kadar iyi anlatabilir?” deriz ya, bu kitabı okuduktan sonra bir kadın yazarın bir erkek karakteri bu kadar başarılı şekilde yansıtmasından etkileneceksiniz. Hilmi Aydın son zamanlarda okuduğum en gerçekçi karakterlerden biri. Her gün yolda karşılaştığınız, karşınıza çıkan, akrabanız, komşunuz olabilecek kadar gerçek. Hatta kitabı okurken size birilerini anımsatabilir.
Kitapta hoşuma giden bir detay da kimsenin tamamen haklı ya da tamamen haksız olmamasıydı. Hangi karakter konuşursa ona hak verir gibi oluyorsunuz. Herkes kendi bakış açısına göre mağdur, kurban.
Kitap genel olarak iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde Hilmi Aydın’ın eşiyle olan ilişkisine, ikinci bölümde ise babasıyla olan ilişkisine odaklanıyoruz. Bu bölümlerin sonunda ise bizi bir sürpriz bekliyor. Ben kitabın sonunda bir şeyler olacağını hissetmiştim ama sonunu doğru tahmin edememişim.
Gaye Boralıoğlu okuduğum ilk romanıyla beni etkilemeyi başardı ve takip edeceğim yazarlar arasına girdi. Size de kitabı “hararetle” tavsiye ediyorum :-)
Dünyadan Aşağı öncelikle oldukça kolay okunur bir kitap. Öyle ki tempolu geçirdiğim haftada iki günde bitirdim. Ana karakterimiz Hilmi Aydın. Kitap boyunca Hilmi Aydın’ın içsel çatışmalarını, sorgulamalarını, korkularını, heyecanlarını ve temel olarak kötülüğünü görüyoruz. Bölümler hem Hilmi’nin hem de dış gözlemcinin/anlatıcının bakışından yazılmış. Ana karakter günlük hayatta karşılaşabileceğimiz eril, içten pazarlıklı, fırsatçı, tembel, yalancı, başkalarına karşı duygusuz kısaca rezil birisi. Yaşanan olayların anlatımında bu özellikler sıklıkla vurgulanıyor/ortaya çıkıyor. Karakterin hataları, dengesizliği, her anlamda başarısızlığı ise baba-oğul ilişkisine bağlanmaya çalışılıyor. Bu bağlama çabasını yetersiz buldum. Babası Hilmi’ye sıcak davranmıyor ve küçük düşürücü davranıyor ancak karakterin altını bu açıdan doldurmaya çalışmak havada kalmışlık hissi veriyor. Dış anlatıcı yerine bazı bölümlerin eşi Nihan’ın gözünden anlatılması daha etkileyici olabilirdi. Nihan da epey zorluk yaşıyor ama kendisinden duymak onu daha iyi tanıyıp anlamamızı sağlayabilirdi. Ülke gündemindeki siyasi olaylara, baskılara yer verilmesini güncellik açısından güzel buldum. Kitabı yarısına kadar bir hareket olacak sabrıyla okudum. Nitekim bir şeyler oldu da ancak umduğum şekilde değildi. Akışta temel de dört, beş olay oluyor ancak geriye kalanlar geçmiş anlatımları, duygu durumları ve ayrıntılı betimlemeler şeklinde veriliyor. Hilmi’nin nasıl biri olduğu ilk bölümlerde yeterince verilmiş, sonrasında benzer süreklilikle verilmesine gerek yoktu bence. Sürprizli son da sürpriz oldu ancak bu ne alaka dedirtti. Farklı bir şey denemiş yazar ancak beni etkilemedi bu kısmı. Akıcılığına bir yıldız, güncelliğine bir yıldız, sonuna kadar okutmasına bir yıldız.
Bu kez cok saglam bır uslup ve kurguyla harmanlanmıs bır roman okudum:Dünyadan Aşağı/Gaye Boralıoğlu.Dunyadan asagı dusurdu benı hakıkaten.Aıle-çocuk,kadın-erkek,evlilik-cinsellik,din-adalet konularının iç içe gecıp örüntülenmesi, okuyana bu kadar net mesajlar vermesı ,aynı zamanda hem karakterı konusturup hem yazarın karakterı yorumlaması cok ılgımı cektı.Aslında kafamdakı o bır turlu anlamlandıramadıgım kotu ınsan olgusunu netlestırdı.Aıle bagları,yapılan hatalar,korku ıle buyuyup bır turlu o kabugu kıramayan insanların (özellıkle erkeklerın) ne denlı sahtelesıp hıc aıt olmadıgı hayatları bır sekılde yasamak zorunda kalmalarını,bu kadar dinle bütünleşip cehennem korkusu ıle yasayıp aynı zamanda neden bu denlı sahtekar olduklarını anlayamazken bır ısık yaktı kafamda roman ve beklenmedık sekılde ılgınc sonla tamamlandı hıkaye.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Kitabın ana karakteri Hilmi Aydın'dan tiksindim adeta. Her insanın zaafları, zayıflıkları, hataları var, biliyorum ama özellikle kadınlar hakkındaki düşünceleri çileden çıkardı. Sondaki twisti de etkileyici bulmadım ve sevemedim. Ama kitapta bir depocular, vur çatlasıncılar ve naftalinler tespiti var ki bayıldım, hayata dair birçok yerinde tespitin içinde en sevdiğim bu oldu. Çok akıcı, bir kadın yazarın erkeklerin iç dünyasını aktarabilmesi ve baba oğul ilişkisini böyle anlatabilmesi de etkileyici.
‘işten gelince evde birisinin olması güzel, çok güzelmiş, bilmiyordum. dönüyorsun ve bazı küçük şeyler yerinden oynamış evin içinde, mesela bir koku değişmiş, bir şey temizlenmiş, bir yerde bir iz var, yani bir hayat var, sen o hayatın içine giriyorsun halbuki yalnız olunca her şey olduğu gibi duruyor, giriyorsun çıkıyorsun, duruyor, pisse pis, oradaysa orada, bir milim bile değişmemiş hiçbir şey, ölü gibi hayat.’
çok iyi kitap.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Hayatın zorlukları karşısında giderek yalnızlaşan ve çaresiz kalan Hilmi Aydın’ın hikayesi. Kitap adının hakkını kesinlikle veriyor, inişli çıkışlı değil sadece inişlerden oluşan bir hayat. Sonundaki hesaplaşma için bile okumaya değer...
Keyifle okudum, öyle hayatınızı değiştirecek bir kitap değil ama iyi vakit geçirmenizi sağlıyor. Kitabın dili gayet akıcı, hikayedeki merak unsurunu hiç azalmıyor.
Sadece sonunu çok sevemediğim için 4 yıldız verdim.
kurgusu güzel, anlatım akıcı, beklenen sona giderken beklenmedik bir son. Bir trauma kaç nesil aktarılır , konuşmak bu kadar zor mu? kibir nelere kadir? Ebeveynin onayı hayatımızda, ne kadar önemli bir ömür hikayesi ile paylaşılıyor. çok güzel çok özel arada çıkan yemek tarifleri de supriz
Hızlı okunan, karakterinin sığlığını iyi yansıtabilmiş, çarpıcı paragraflar içeren bir roman... Çarpıcı fikirler, çok sayıda hikaye olsa da, bütün olarak bir bitmemişlik, eksiklik duygusu bıraktı...
Hayattaki bazı acımasız görünen intikam arzularımız, bazen sadece sevgi ve ilgi açlığı talebinden başka bir şey olmuyor a güzel bir örnek oluşturan bir kitap.
Beklentimin altında kalması elbette benimle ilgili. Ama söylemeden geçilmeyecek şeyler de var. Anlatıcının kullandığı ağızda, kulağa acemice gelen değişmelerin sonunda bir “şaşırtmacaya” bağlanması en azından ufak bir “ohh” dedirtti. Fakat daha fazlası değildi.
Kitapta olan şey, derinlemesine bir karakter analizinden daha çok karikatürize edilmişliğe benziyor. Bu kadar uzadıkça sayfalar, zekice kurulmuş katmanlar vardır heralde, burada bir yerdedir diyorsun. Birazdan açılır mı diye bekliyorsun. Maalesef yoklar. Zaman zaman alkışladığım tek şey şu oldu: Kendini kandıran insanın bahanelerini, yalandan şaşkınlıklarını ve eserekli hallerini bu detayda kağıda dökebilmek. O çaresizliği ve çırpınışları okudukça insan, ben bunları nereden biliyorum diyor. Kendimden mi, gözlediklerimden mi?