Hasan Ali Toptas exquisitely weaves an enigmatic, mystical tale of memory and identity, displacement and belonging 'I'm a barber, ' he said. 'I come from afar. Across lands already forgotten...'
In an Anatolian village forgotten both by God and the government, the muhtar has been elected leader for the sixteenth successive year. When he staggers to bed that night, drunk on raki and his own well-deserved success, the village is prosperous. But when he is woken by his wife the next evening he discovers that Nuri, the barber, has disappeared without a trace in the dead of night, and the community begins to fracture.
In a nameless town far, far away, Nuri walks into a barbershop as if from a dream, not knowing how he has arrived. Try as he might, he cannot grasp the strands of his memory. The facts of his past life shift and evade him, and as other customers come and go, they too struggle to recall how they got there...
Blurring the lines of reality to terrific effect, Shadowless is both a compelling mystery and an enduring evocation of displacement from one of the finest, most exciting voices in Turkish literature today.
Hasan Ali Toptaş, a truck driver’s son, was born in Baklan, southwest Anatolia, in 1958. After completing his military service, he survived by doing odd jobs until he found a position at the Office of Inland Revenue. He worked in various small towns as a bailiff and treasurer, and finally as a tax officer. Following the publication of a few short stories in journals and anthologies, he paid for the printing of his first volume of stories Bir Gülüşün Kimliği in 1987. He submitted his second novel Gölgesizler (1995) to the Yunus Nadi Prize jury, and won. This novel was later adapted into a feature film (2007). Toptaş has received many other awards, including the Cevdet Kudret Liteary Award for his novel Bin Hüzünlü Haz (1999) and the Orhan Kemal Award for Best Novel for Uykuların Doğusu (2005). Yalnızlıklar (1990), poetic texts he constructed as a series of encyclopedia entries, has been successfully adapted to the stage. Toptaş retired in 2005, and since then has dedicated himself fulltime to his writing. His most recent book, the novel Heba (2013), will be published in English by Bloomsbury in 2015, and is to be followed by the English translation of Gölgesizler. Toptaş’s work has been published in many languages, including Dutch, French, German and Korean.
* Kanser, diyabet, tansiyon, kalp-damar, obezite ve psikiyatrik - psikolojik hastalıkları bu yüzyılın revaçta olan hastalıkları; nerdeyse 3 milyara yakın insan, bu hastalıklardan en az biriyle mücadele ediyor. Haliyle bu hastalıklara deva olsun diye üretilen ilaçlar için milyarlarca potansiyel müşteri hazır ve nazır beklemektedir ne yazık ki. Bunların yanında, görülme sıklığı yüzbinde bir - milyonda bir gibi çok düşük olan hastalıklar da vardır; toplam hasta sayısı birkaç binden birkaç yüzbine kadar değiştiği için ilaç şirketleri tarafından araştırma yapmaya ve tedavi yöntemi bulunmaya değer görülmeyen bu hastalıklara öksüz (orphan) hastalıklar denir. Ne de olsa, tedavi bulunsa bile, ilaçları satacak potansiyel müşteri sayısı azdır; yani düşük kar marjı nedeniyle ekonomik değildir.
** Popüler kültürün tavan yaptığı, bilim-kurgu ve fantastik romanların revaçta olduğu bir dönemde yaşıyoruz; okunması kolay, sürükleyici, olay akışı ve takip edilmesi çok yormayan kitaplardır. Betimleme, mecaz (metafor), benzetme ve çağrışım gibi dil oyunları yok denecek kadar azdır. Hastalanırken bile popüler bir hastalık kapmamız istenen bir çağdayız artık. Kendini ilaçlarla ardından şarkılarla ve filmlerle gösteren popüler kültürün girdabına şimdi de kitaplar girmiş görünüyor. Öksüz ilaçlarla birlikte dilimize öksüz kitaplar tamlamasının girmesi de an meselesi sanırım, belki de girmiştir.
*** Bu kitap da öksüz kitaplardan biri. Çok fazla kimse tarafından okunmamış olması sizi yanıltmasın. Çok güzel bir kitap; benzetmeler, tasvirler, kahramanların iç dünyaları, çağrışımlar havada uçuşuyor. Düşle gerçeğin birbirine girdiği bir dünya yaratılmış, gerçeküstü ve fantastik öğeler yoğun bir şekilde kullanılmış. Bu haliyle yazım dili ve anlatımı Gabriel Garcia Marquez'i andırıyor. Varsa zamanınız bu kitabı da okuyun lütfen, öksüz koymayın. İyi okumalar...
Nesirde sürrealizmi, şiirdeyse sembolizmi sevmem. Duruluk, akıcılık beni cezbeder. Madalyonun öbür yüzünde ise geniş bir fikir dünyasından fışkıran afilli cümleler yer alır. Murat Menteş'in Ruhi Mücerret'i böyledir sözgelimi. Süslü olmasına süslüdür ama öyle ustalıklı kotarılmıştır, altında öyle harikulade fikirler yatar ki okumaya doyamazsınız. Gölgesizler'in sorunu sürrealist bir kitap olması değil, sürekli kendini tekrar eden bir yazım tekniğiyle ve temalarla dolu olması. Mesela, şu satırları birlikte okuyalım:
''Fatma'nın gözyaşları saçlarından süzüldü, yere damlamadan önce binlerce küçük parçaya bölündü. Damlalar toprağı kararttı, küçük gölgelere dönüştü sonra. O gölgelere basarak binlerce çocuk geldi, gelenler çocuk değildi belki, gölgeler geliyordu, çocuklar gölgenin gölgesiydiler. İmam bir an vücudundan ayrıldı, pirinç çuvallarının ve çocuk cesetlerinin arasında kayboldu. İçinde arabaların, şehir ışıklarının parıldadığı köyü dolandı. Kuşların saçlarını okşadı. Bu kaybolmuşlukta kendini buldu.''
Bu muazzam satırlar Hasan Ali Toptaş'a ait değil, az önce ben uydurdum. Çünkü aynı paragrafın binlercesini okudum geçtiğimiz iki günde. Tekniği bir kere kavrarsanız zor olmuyor: O, o değildi; bu aslında bunun gölgesiydi. Şu buna dönüştü, sonra öbürünü de içine alıp bir anda bütün insanlıkla kavuştu. Beriki bedeninden ayrılıp şöyle bir tur attıktan sonra geri geldi vesaire...
Bu ve benzeri kitaplara olumsuz eleştiri yapmanın zorluğunu anlıyorum. Biraz Kral Çıplak masalına benziyor hadise: Beğenmediğinizi söylerseniz omuz silkip ''eh, anlamamışsındır'' diyecektir insanlar. Yine de bu zorluğu göğüslemek niyetindeyim.
Çok uygunsuz bir benzetme olacak ama Gölgesizler, biraz Doğuş kliplerine benziyor. Hepiniz az çok aşinasınızdır, hatta bazı stand-up gösterilerinde esprisi de yapılmıştı. O kliplerde konu yoktur, Doğuş size kaslarını göstersin diye birkaç özensiz mizansen hazırlanmıştır. Gölgesizler'in de öyle dişe dokunur bir konusu yok, yazar bize kaleminin ustalığını ve zekasını sergilemek için peşpeşe cümleler döktürmüş yalnızca. Hasan Ali Toptaş müthiş bir zeka, kitabı okurken pekçok kez bunu takdir ettim, bununla birlikte müthiş bir kalem değil. Dolayısıyla bu gösteri, iyi bir dramatik kurgu da olmayınca, acemi bir bıçak fırlatıcıyı izlemeye benziyor. Bıçak fırlatıcı her ne kadar fiyakasından taviz vermese de, siz kızcağızı ha biçti ha biçecek diye yüreğiniz ağzınızda izliyorsunuz.
Okurken müthiş sıkıldım, hiç adetim olmamasına rağmen defalarca telefonuma baktım, yattığım yerde döndüm, devindim... Bir an önce bitsin diye sayfaları saydığımı itiraf etmeliyim. Bütün bu sıkıntı duvarını aştıktan sonra geriye ne kaldı? Birkaç güzel cümle? Ne yazık ki. İyi bir öykü? Uzaktan yakından ilgisi yok. Taze bir fikir? Çok aradım ama bulamadım.
Bu kadar çok övülen bir yazardan daha iyisini beklerdim, bile diyemeyeceğim. Bambaşka bir şey beklerdim doğrusu.
Aldırmayın, muhtemelen ben anlamamışımdır. Belki ben, ben bile değilimdir. Ben biraz kitap, biraz mendil bahçesi olmuşumdur sözgelimi.
okumamış olmaktan utandığım bir kitaptı gölgesizler. hasan ali toptaş'ın mırıl mırıl akan dili, dönemine göre inanılmaz kurgusu bu romanın bu denli ünlü olmasının en önemli sebepleri. şimdi yazılmıyor böylesi romanlar, kolaycılığa kaçan, popülerliğe sırtını dayayan bir kaybedenler kulübü oldu çıktı yeni türk edebiyatı. yazık. 90'larda bile ne ustaca örnekler varmış oysa...
Her cümlesi ama her cümlesi özenle kaleme alınmış nadide bir eser. Böyle olunca her an onun karşılığını da istiyor tabii. Biraz dikkatinizi vermeseniz, hemen küsüyor sanki. Konuşmayı kesiyor sizinle, kapıyor kendini. Kapamadığında da gıdım gıdım paylaşıyor elindekini. :) Neredeyse şiir temposunda okudum çoğu bölümünü. Bir daha, bir daha üzerinden geçtiğim çok yeri oldu. Hasan Ali Toptaş usul usul anlatıyor. O anlatırken zaman yavaşlıyor. Direnemiyorsunuz da “Ben tez canlıyımdır.” diyerek. :)
Varoldukça hafifleyen hayatlar var bu hikayede. Gittikçe ağırlıklarını kaybediyorlar, kaybediyorlar… Bir süre sonra tamamen yok oluyorlar. (Belki de hiç yoktular?) Gölgesizlikleri de bundan, kayboluşları da. Adeta bir düş olan hayatlar…
İsminin hakkını nasıl da veriyor?
Hayranlığım içgüdüsel olarak şu şekil kendini gösterdi: Kitabın ortasından itibaren açıp açıp girişteki Hasan Ali Toptaş’ın geçmişine göz atmaya başladım, bir yandan neden bu zamana kadar okumadım diye hayıflanırken. (4 yıldız tamamen benim zevksizliğimden)
Kitabi Farscaya cevire cevire okudum. Aslinda yillar once Yalnizliklari okurken, Hasan Ali Toptasin yaratdigi ilginc dunyayla tanismistim. Boyle buyuk bir ustayi ana dilinde okumak onurverici bir sey. Herkese tevsiye ederim.
بالاخره ترجمهی «بیسایهگان» تموم شد. سالها پیش شانس این رو داشتم که موقع ترجمهی کتاب «تنهاییها»ی توپتاش باهاش نامهنگاری کنم و به بهانهی پرسیدن مسایل و مشکلات مربوط به ترجمه با دنیای عجیب این نویسندهی بزرگ ترک که به حق لقب «کافکای ترک» رو گرفته بیشتر آشنا بشم. توپتاش باز هم مثل دفعهی قبل لطف کرد و به همهی سوالام توضیحات مبسوط داد که ترجمه تا حد امکان به اصل کتاب نزدیکتر بشه. وقتی با خجالت براش نوشتم که متاسفانه ایران هنوز به کنوانسیون حق نشر نپیوسته با خوشرویی گفت که خیالت نباشه. حق و حقوق من خوشحالی خونده شدن کتابم به زبون مادری سعدی و صادق هدایت هست . خوشحالم که این کتاب شد اولین کتاب لیست سال 2015ام
Türk Edebiyatı'nın en önemli romanlarından bir tanesiyle karşısınızdayım efendim! Dilim döndüğünce Hasan Ali Toptaş'ın edebiyatımız için de önemli bir mihenk taşı olan bu eserinden biraz bahsedeceğim.
Hasan Ali Toptaş'ın yazarlığı edebiyatımızda herkesten ayrı, biricik bir yere sahiptir. Bu dediklerimden hayranı olduğum sanılmasın. Aksine beni biraz iten bir edebiyatı olduğunu söylemek isterim. Seneler sonra bir okuma grubu ile konuşmak için 'Gölgesizler'e tekrar yolum düşünce anladım ki ben Toptaş edebiyatının yoğunluğuna mesafeliyim. Hele bir de geçenlerde ilk kez okuduğum 'Bin Hüzünlü Haz' ile, tam da sevmediğim bu okuma tecrübesini doruklarına kadar yaşamışken biraz ürkek başladım bu yeniden okumaya. Fakat 'Gölgesizler'de diğer Toptaş eserlerinde dahi olmayan, edebiyatımızda da bir mücevher gibi parlayan çok özel bir denge bulunmakta; nesnel değerlendirirsem 'hayran olmadım' demek haksızlık olur.
'Gölgesizler' Anadolu'nun ücra bir köyünde yaşanagelen bir takım olayları konu almakta. Bir tür kayıplar geçidi yaşanıyor. Burada insanlar kayboluyor, eşyalar kayboluyor, zaman ve mekan kayboluyor... Bu kaybolanların hikayesini özel yapan aslında o köyde yaşananlar değil. Zira bunlar bizim tanık olmadığımız gerçekler değil. Bunu özel kılan şey Hasan Ali Toptaş'ın eserini oturttuğu satıhı son derece kaygan kurmuş olması. Üslubu ve romanı kurgulama biçimi alışılmışın oldukça dışında, biraz bundan bahsedelim.
Türk romancılığında Oğuz Atay ile başladığına tanıklık ettiğimiz, Ferid Edgü, Orhan Pamuk, Bilge Karasu, İhsan Oktay Anar, Şule Gürbüz gibi yazarların eserlerinde izleyebildiğimiz postmodern yaklaşım son derece baskın bir şekilde kendini gösteriyor 'Gölgesizler'de. Neredeyse kusursuz bir postmodern dengeden bahsedebiliriz, şaşırtıcı. Hele ki yazarlığının en başlarında böyle bir eser kaleme alabilmiş olması alkışlanası. Zaman-mekan-karakter denklemini alaşağı eden akışı, içiçe geçmiş bütüncül yapısı, gerçekle hayalin sentezinden doğan akışı, yazarın kendisinin de romanın göbeğine oturduğu 'üstkurmaca' kimliği, çok seslilikten beslenen çok boyutluluğu olağanüstü kotarılmış.
'Gölgesizler'den bahsedip romanın kurgusundan ve anlatım stilinden bahsetmemek imkansız. Bunları biraz didiklemek lazım. Roman kendi içerisinde bir olay kronolojisine sahip şekilde kurgulanmış olmakla birlikte, tamamen kendine has; geleneksel okuru metnin dışına iterek yabancılaştıran bir karmaşaya da sahip aynı zamanda. Sık sık kesintiye uğrayan olayların akışı, Toptaş'ın kendini de romana dahil ettiği ve bir çember gibi ara ara metnin içinde küçük başa sarmalara giden bölümleriyle üstkurmacanın karmaşık bir biçim örneğini veriyor. Nedensellik üzerinden değil de, duyumsallık üzerinden inşa edilmiş bir hikaye var elimizde. Özellikle romanın iki mekanda seyrediyor olması anlatıyı en çok kaydıran ayrıntı. Köy ve şehir üzerinden, ikili kurulan mekansallık; hikayenin bütün olarak kafada oturtulmasını hayli zorlaştırıyor. Fakat romancının, romana attığı kesikler de tam bu ikilikler esnasında yaşanıyor.
Romanın soyutlaşan ve düşselleşen tüm bölümlerinde Hasan Ali Toptaş eline en iyi silahını alıp bir tutkal gibi anlatıyı birbirine yapıştırıyor: O da güçlü dili. Türkçe okumayı keyifli hale getiren, ağdalamadığı ama zengin bir şiirsellik yakaladığı özel bir anlatım tarzı var. Böylelikle kurmaca evrenin, gerçek evrenden kat be kat önemsendiği, edebiyatın ham maddesinin de hayli ustalıkla kullanıldığı bir edebi evren kurulma başarısı yakalanıyor. Çoğulculuk, Hasan Ali Toptaş romanlarının temel yapı taşlarından bir tanesidir. Bütün eserlerinde buna rastlamak mümkün. Özellikle 'Bin Hüzünlü Haz' bunun pik noktası olarak görülebilir. Burada da çoğulculuk anlatıyı ele geçiren etken. Fakat 'Gölgesizler'deki ana hikayeyi, kaybolanları daha görünür kılmaya yarıyor bu. Yok olanların daha hissedilebilir hale gelmesi, romanda ağır ağır büyüyen bir gerilime sebep oluyor.
Diğer yandan gerçeklerden ziyade, gerçeklerin sureti götürüyor romanı. Eser süresince devam eden hayali atmosfer son sayfaya kadar ortadan kaybolmuyor. Sanki bir aynadan, yaşananların zamandan bağımsız bir yansımasını izliyor gibiyiz. Aralarda kalan tüm kör noktalar okuyucunun hakkaniyetine bırakılıyor. Roman, okuyucunun algısıyla beraber, her okurda bambaşka bir gerçeklik olarak kendini yeniden var ediyor. Anlatının içine serilmiş eksiklikler, romanının varlıklarını oluşturuyor. Roman kendi düşsel evreninde, sürekli deviniyor ama bir yere de varamıyor. Zira romandaki mekan da, olaylar da, karakterler de hatta ve hatta yazarın kendisi de bir kısır döngüsellik içine sıkışmış durumda.
Diğer yandan bu bizi Nuri Bilge Ceylan sinemasından da aşina olduğumuz 'taşra sıkıntısı'nın içine atıyor. Taşra değişmiyor, kendi içinde kendine doğru ve kendinden dışarı devinip duruyor. Zaman algısı da, insan yargısı da farklı bir çizgide seyrediyor. Bir varoluşsal krizin patlamasını görüyoruz. Sessiz ve içe doğru bir patlamadan bahsediyorum. Bu varoluş sancısı kendi küçük dünyasında insanlıklarını kaybetmiş bir grup varlığın seramonisine dönüşüyor. Kobo Abe'nin 'Kumların Kadını' kitabında kurguladığı Kafkavari dünyayı anımsattı bana. Fakat buradaki insanlar, o kitaptaki insanları değil, kumlardan başkasını temsil etmiyor. Birbiri üzerine yığılan, savrulan, gömülen zerrecikler. Anlam bulma arayışları anlamsızlaşmadan ötesine varamıyor. Zira bir böcek kadar bile iradeye sahip değiller. Sanki akıllarından azat edilmiş, nasıl davranmaları gerektiği konusunda zalim bir ilahi elin hain oyununa maruz kalmışlar gibi.
Neyse çok uzattım, 'Gölgesizler' önemli bir roman. Edebiyatımızda durduğu yer çok önemli, mutlaka bir ara yolunuzu düşürün derim.
Marquez'in Yüzyıllık Yalnızlık'ındaki topluluk, içlerindeki karmaşa ve kısır döngünün Anar'ın Puslu Kıtalar Atlası'ndaki gizem ve mistiklik ile birleştiğini gördüm bu kitapta. Hikaye ise tüm bu bileşenlerin ortasında bir Anadolu köyünde tasvir edilmiş.
Bir solukta bitirdiğim, dilinin güzelliği ve sadeliği ile etkilendiğim kitapların arasında girdi. Yazarın okuduğum ilk kitabı idi, diğer kitaplarını da uzun vadede okumak istiyorum.
Marquez's One Hundred Year Solitude's society, confusion and vicious circle and Anar's Puslu Kıtalar Atlası's mystery and mystic elements are combined in this book. By combining all these elements, story is take place in and Anatolian village.
Postmodern Türk edebiyatında taşıdığı önemi bir tarafa koyarak, özellikle puan vermeyi tercih etmedim. Zaman- mekan unsurlarının birbirine geçtiği ve anlam kargaşı yarattığı romanlar bana çok haz vermiyor. Kitabın yarısına kadar ne anlatılmak istendiğini anlamaya çalışmakla geçirdim. Hatta bitiminden sonra, okuduğum eleştirilerle kavrayabildim. Sürekli kimin kim, neyin ne olduğunu anlamaya çalışmaktansa kendimi anlatıma teslim etmeyi daha çok önemsiyorum.
böyle kıymetli bir kitabı, benim salaklığım gibi işiniz, gücünüz, okulunuz varken okumayın. oturun, okuyun, bitirin, beyniniz çalışsın. çünkü insanın zihnini öyle bir açıyor ki, aptallaşıyorsunuz.
Çok 'güzel' bir kitap. Her şey iç içe geçmiş durumda. Var olan yok, yok olan var, hayal gücünün kurgulanması ve gerçekle masalın birleşmesi şahane. Biraz geç kalmışım okumak için. Duyduğuma göre filmi de güzelmiş, ona da bir bakmak lazım.
Düşle gerçeğin birbirine karıştığı, şiirsel bir tarzda yazılmış, kayıp hayatların öyküsü Gölgesizler... Bir köyde herkes gibi sıradan bir hayatı yaşayan insanlar, birden kendilerini ve diğer kendilerini aramaya başlarlar. Bu kitabı okurken , bir köy meydanına bir o berber dükkanına gittim geldim, çok garip bir ruh haline girdim, gerildim adeta, hatta bir ara " ben gerçekten var mıyım? Yoksa bu hayatım bir düş mü" dedim. Bir an düşündüm ben bir gün kendi varlığıma karışarak , sadece ruhen kaybolsam, kimler benim yokluğumu fark eder? Fark etseler bile, beni aramayı ne kadar süre sonra bırakırlar?
Hasan Ali Toptaş'ın kalemi bence çok farklı, kitaptaki hikaye ise öyle garip ve ilgi çekici ki, kurgu içinde kurgu, düş içinde düş var...
Kesinlikle bir kez okumanin yetmeyecegi kitaplardan. Hasan Ali Toptas su an yasayan yazarlar icinde ben en cok heyecanlandiran uc bes yazardan birisidir.
Daha once okudugum kitaplari gibi bu kitap da buyulu bir Turkce ve esrarli bir anlatim ile kendine cekiyor. Yer yer ifadelerin gucu ile insan urperiyor, yer yer sarsiliyor.
Değişik. Bu kitabı okumamış biri bana sorsa "abi nası bi kitap bu?" die değişik derim. Farklı. Biraz Dede Korkut hikayeleri gibi. Efsaneler hikayeler yılanlar ayılar köyde kaybolanlar geri dönenler yolculuk yapanlar açıklanamayan bissürü oyunlar. Anlatmaya çalışayım bakalım becerebilecek miyim? Bir köy var. Köyün beriberi Cıngıl Nuri. Bir gün kayboluyor. Heryerleri günlerce arıyorlar ama adamı bulamıyorlar. Adam bir kaç sene bulunamıyor ve bir gün köye çıkageliyor. Ki tam da o gün köyün güzeller güzeli kızı "Güvercin" kayboluyor. Zalim muhtar bekçiyle birlikte seferber olup Güvercin'i aramaya koyuluyorlar. Bulamasalarda köyün delikanlısı ve berber Cıngıl Nuri'nin (hani şu aylar sonar köye dönen) ve Cennet'in oğlunu "olağan şüpheli" olarak yakalayıp ona işkence etmeye başlıyorlar ki oğlan sonunda fıttırıyor. Güvercin'i ise gene bu deli buluyor. Yediği onca dyaaktan sonra dağa çıkan deli oğlan dağdan sırtında Güvercin'le dönüyor. Tabi cahil köylü hemen oğlanı yakalıyor ve işkence etmeye başlıyor. "Sen kaçırdın şimdide geri getiriyosun" diye. Ne de olsa deli. Aaa bide kız hamile!!! Haydaaaa.
Sanırım anlatmayi çok beceremedim ama kitabın finali çok enteresan. Yazar final ile ilgili büyük risk almış. Çok çok saçma bir final olarakta nitelendirilebilir. Çok efsane bir final olarakta. Okuyanlar karar versin efenim.
Post-modern edebiyatın izlerini taşıdığı eser çift mekan arasında mekik dokuyor. Bu mekan arasında ustaca kurgulanmış olaylarla ahenkle dans eden kelimelerle süsleniyor. Romanın sonunda iyice afallıyorsunuz.
Sebebini bilmediğim bir şekilde ürkütücüydü kitap. Genel konsept ya da karakterler sebebiyle değil ama yazımda bir ürkütücülük vardı. Çok da güzeldi. Diğer romanlarını da okuyacağım Hasan Ali Toptaş'ın.
ilgincligi her sayfada artacagi yerde azalan, tekrar eden metaforlari bir sure sonra bayan, karakterlerin karakterlerden ziyade tiplere benzedikleri, kan ve cinselligin, kufrun ve hayvanligin siradanlastirildigi bir kitap. dahil oldugu turde iyi denebilir, ama ben o turu de sevmiyorum.
butun kitap, cok ilginc hikayelerle dolu. sonra bu hikayeleri layigiyla nasil bitirecegini bilemiyor sevgili hasan ali toptas. taa lise yillarimda basvurdugum oyku bitirme kisayoluna basvuruyor bu sebeple. Icinden cikilmaz gizemlere dalan butun karakterler bir sekilde oluveriyor. Aman tanrim ne hazin son.
Hayatimda okudugum ilk roman bu olsa epey etkilenirdim, oyle bir gizemi derinligi, dugumleri cozmeden birakmasiyla oyle bir kutsal metinmis gibi aralarda cok manali duran bosluklar birakmasi var. ama yillar gecti. bir suru kitap okudum. artik bir insanin kirmizi isikta gecmesi bana cesaret gibi degil de aptallik gibi gozukuyor. bunun gibi bir sey.
dile hakimiyet ve olaydaki ilginclik kusursuz. ama ben bunun icin roman okumam. yani sadece bunun icin okumam. belki siz sadece bunun icin okuyorsunuzdur. oyleyse alin okuyun bu kitabi. kitabin ana fikri basliginda mundemic. otesine dair ne kaygisi var ne altmetni benim gordugum ne felsefesi ne cozum umudu, ne gelecek dusu. niteliksiz degil, ama bence iceriksiz. allah muhafaza.
romanim ciktigindan beri bi simariklikla, ben boyle bir kitap yazsaydim gurur duyar miydim diye yaklasiyorum. Bu kadari da benim kusurum olsun.
Kendinize iyi bakin Allaha emanet olun. Annenize babaniza selam soyleyin. Insallah hicbir yazar sizin olumunuzu, kaybolmanizi yahut delirmenizi ana babanizin kederi uzerinden sirf okuyanin ici acisin diye kolay yoldan destansiymis gibi duran metin olustururum diye kullanmaz.
Yıllar yıllar önce okumuştum. Bir yabancı gibi başladım tekrar okumaya. Sayfalar ilerledikçe ve iyice yol aldığımı fark ettiğimde aradan geçen onca yılın aklımda kitapla ilgili pek fazla bir şey bırakmamış olduğundan iyice hemfikir oldum ve nihayet sona geldiğimde zihnimden silinmeyen sahnenin kahramanı olan gözleri kalaylı iki tas gibi olan at tekrar tekrar canlanır oldu gözümde. Neydi o öfke öyle! Tekrar tekrar canlandırdım durdum bu sahneyi köy ahalisinin şaşkın ve korku dolu gözleri önünde. Tıpkı anlatıcının dönüp dolaşıp aynı olayları yaşadığı hissine kapılması gibi... Köyde yaşanan pek çok olayı ben zaten duymuştum başka dillerden, pek çok karakteri de tanıyordum bir vesileyle önceden. Asker Hamdi ve ailesi, Aynalı Fatma, Güvercin, Cennet, Cıngıl Nuri, Reşit, İmam, Bekçi, Berber, Muhtar ve burnuna nohut kaçan Gıcır Hamza'nın hikayesi çok tanıdık geldiler. Ama bunların hiçbiri ilk okumamın etkisiyle gelişmemişti. Hiç kimseye yazılmış mektuplardan birinde geçen aşk yüklü iki hamaldan, aşkın saksısından, gölgesinden, kır çiçeklerinin nereye yürüdüğünden, aşkların ölümü ölümlerinden çok sonra kabullenişlerinden ve bu nedenle insanların ölü aşk hamalı olduğundan, yok'lara karışanlardan, pencerenin karşı tarafına geçmiş bulunmakla beraber öteki olduğuna inanmayanlardan hem içim ürperdi hem de okumaktan büyük zevk aldım. Bazı kitapların kapakları değişirmiş sadece yayınevleri değiştikçe, bir de her yeni basımla birlikte üzerlerinden geçen zaman olgunlaştırırmış kitapları durdukları yerde. Moda'sız'mış onlar. Öyle biline, böyle de hatırlana...
Zaman ve mekanı ters yüz eden, yenilikçi ve “ayrıksı” bir kurguyu yöresel detaylarla işleyen Gölgesizler’de, kentteki bir berber dükkanında başlayan hikaye, Anadolu’nun ortasındaki bir köye gidiş gelişlerle devam eder. Paralel evren kuramına benzer şekilde iki evren ve iki mekan arasında “kaybolan” ve “beliren” karakterlerle beraber okuyucu da kurguda savrulup dururken, romanın gerilimi bir an olsun gevşetmeyen havasına kapılır, düşle gerçeği birbirine karıştırır.
Klasik çizgisel akışlı olay örgüsüne bir balyoz vuran yazar, köyde yaşanan belirsizliği, sıkışmışlık ve bunalım duygularını incelikle işlenmiş, mahalli karakterler aracılığıyla aktarır. Kaybolan insanların peşine düştükçe daha fazla kaybolan köy ahalisi mi daha gerçektir yoksa berber dükkanında bekleyişini sürdüren anlatıcı mı? İşte bu gerçeklik karmaşasının içinden doğar romanın olay örgüsü.
Roman boyunca hikayenin akışına dahil olan tüm bu olaylar varoluşsal bir sorgulamanın tezahürleridir aslında.
Kitabı bitirdiğinizde bulduğunuz cevapların tekrar sorulara dönüşmesi karşısında yeniden bu romanı okurken bulabilirsiniz kendinizi benden söylemesi. Madem bu kayboluşu göze aldınız, o zaman kitabın en ünlü cümlesini tekrarlayıp, sorayım:
Gölsesizler nasıl bir kitap diye sorarsanız ? Okuması çok zor ama aynı zamanda çok kolay olan bir kitap, derim!!! Öncelikle okurken bir sonraki sayfa da ne olacak diye merak ederken, şimdi ne olacak acaba diye merakla bekledim. Kitap ağır olmasına karşın çok akıcıydı. Ama anlamak açısından zor ve kafa karıştırıcı. Yoklar... Bugün var olup, yarın olmayan insanlar. Anlamadan dinlemeden yitip giden hayatlar, Cennet'in oğlu ve niceleri. Ramazan'ın başına gelen. Ve Güvercin. Hayal ve gerçek bir arada olan bir kitap, çok tarzım olmamasına karşın sevdim. Son sayfaya kadar ne olduğunu, kim olduğunu pek anlayamayabilirsiniz. Ama son sayfa da her şey açıklığa kavuşuyor.... Bu arada kitapta en çok sevdiğim karakter Bekçi idi. “Geldiğinde şaşıracak ama,” diye içini çekti bekçi, “hem de çok şaşıracak... Daha Ramazan’ın öldüğünü bile bilmiyor o. Bu yüzden Ramazan onun gözünde hâlâ yaşıyor... Hâlâ ata biniyor yani, hâlâ yiyip içiyor, yürüyor, koşuyor, gülüyor, ya da ne bileyim, düğünlerde keşkek dövüp halay çekiyor... Kimi zaman bunu düşündükçe, artık muhtar dönmese, diyorum içimden; dönmese de Ramazan hiç değilse onun gözünde yaşayıp dursa... "
Tanışmakta geç kaldığım bir yazarmış Hasan Ali Toptaş, küçük bir pişmanlık yaşadım ilk sayfaları okurken. Çok iyi işlenmiş ve örülmüş bir kurgusu olması, zaman-mekan geçişlerinin yumuşaklığı, büyülü gerçekçiliğin tam ayarında kullanılması kitabı adeta kusursuz kılıyor. Beni rahatsız eden ve bir yıldızı kırmama sebep olan şey, tüm karakterlerin, ağız birliği etmişçesine yokluğu sorgulamaları oldu. Tüm kişiler ana karakter olabilecek güçte aslında, ama bazıları daha "ideal" olanı yaşasa da bazıları yokluğun peşine düşse daha güçlü bir varoluşçu duruşu olurdu kitabın. Çaktırmadan, satır aralarında yazarın duruşunu görmek beni daha çok etkiliyor. Bu haliyle biraz "ben varoluşçuyum ya hani?" diye bağırıyor Hasan Ali, ben de kitabı okurken yazarı gözümde canlandırmayı hiç sevmiyorum. Bu, Camus'de ya da Beckett'ta hiçbir zaman göremediğimiz bir şey mesela. Daha fazla kitabını okuyup, bu konuda kendini hangi kitapta daha çok geliştirmiş, görmek istiyorum. Kitabın son cümlesi, o büyülü anlatımı, güzel örgüyü baltalayıp, olayı yatakhanelerde anlatılan "gizemli ve sürprizli" hikayelere döndürmemiş mi ama ya?
"Düşünce insanın içine düşünce, yolun yarısı tamam. Yani varılır bir yere, önceki noktada değilsindir artık ve dönemezsin. Dönsen de eksik." Syf 67 "Şunu da unutma ki yeryüzünde gecikmişliğin ilacı yoktur " "Belki de hayal gördün... İnsan cama uzun süre bakınca hep böyle olur, mutlaka bir yüz görür. Daha doğrusu herkesin, asla göremeyeceği halde görmek istediği kayıp bir yüzü vardır."
Bu kitabın yorumuna alıntılarla başlamak istedim. Hasan Ali Toptaş'ın okuduğum 6. Kitabı. Evlatlarını birbirinden ayıramayan bi anne gibiyim onun kitaplarını okurken. Hepsinin de ayrı bir yönü çekiyor kendine hepsini de ayrı seviyorum. Bu kitabı tekrar okumayı düşünüyorum ama iki üç yıl sonra. Kitap hakkında ayrıntı vermek istemiyorum ama şunu söyleyebilirim ki sırf dili ne kadar ustaca kullandığını görmek ve kurgunun gücünü hissetmek için bile okunur. İyi ki varsın Hasan Ali Toptaş iyi ki.
Hahahah kitap bitti ben de bittim :D Hikaye o kadar şaşırtıcı ve kafa karıştırıcıydı ki, düşünmek ve şaşırmak için ara vermek zorunda kaldım okurken. Bence Hasan Ali Toptaş'ı merak edenler için ilk kitap olarak okunabilir. Herkese tavsiye ederim.
Kentin kalabalık bir caddesine bakan küçük bir berber dükkanından, Anadolu'nun isimsiz bir köyüne büyülü sözcüklerden sarmal desenli bir halı dokumuş Hasan Ali Toptaş. Karakterler kimi cümlenin ucunda kentli, kimi cümlenin sonunda köylü. Ha ordalar, ha burda. Ha varlar ha yoklar. Okur olarak bu desende kaybolmak güzel, bir sonraki, sonra bir sonraki cümlede kendimizi buluruz nasıl olsa.
A perfectly fine and enjoyable novel. It won't blow your top. But you'll be glad you spent the time with it. Certainly not quite up there with the Kafka=adjective, but what the hell.
Kitap, ilk sayfasından itibaren beni aldı içine. Her kelimesi özenle işlenmiş, yıllar verilmiş üzerine çok fazla kafa yorulmuş. Hasan Ali Topbaş'ın okuduğum ilk kitabı ama sanırım şimdiden en sevdiğim yazarlardan biri oldu bile. Okuduğum en etkileyici kitaplardan biriydi kesinlikle.
Gerçek üstü ve masalsı hava köye sis gibi çökmüş. Yazar hem anlatıyor hem yazıyor hem oynuyor. Bazı noktalarda kuantum hadiseler oluyor. Cidden sıra dışı bir anlatım ve bakış açısı hakim kitapta. sıradan olabileceğini düşündüğüm her şeyi yazar akıl almaz şekilde olağanüstüleştirmiş.
Karakterlerin kendileri bile emin değil gerçek mi düş mü olduklarına. Sürekli bir sorgulama var kitapta, var oluş sürekli elden ve gözden geçiriliyor.Bazı ana karakterler, o kadar gerçekten kopmaya hazırlar ki isimleri bile yok.
Hasan Ali Toptaş böylesine güzel bir kurguyu nasıl yazıyor inanılmaz. Karakterler ve kurgu, kitap içindeki geçişler inanılmaz güzeldi... Mutlaka okuyunuz...