“Eşim Almanya’ya gidiyorum dediğinde hiç ses etmedim. Adını ilk defa duyuyordum. Yolculuk trenle üç gün sürüyor dediği o an anladım. Demek benden bu kadar uzağa gidiyordu.”
“Eşimden bant gelmiş, bütün ev teybin başındayız. Eşim bantta ‘iyisiniz inşallah’ diyor bütün ev ‘iyiyiz iyiyiz’ diyor, ‘köye kar inmiştir’ diyor, herkes ‘indi indi’ diyor. En son anasını, babasını herkesi andı, kalanlara da hasretle selam ederim dedi. İşte o kalan bendim.”
“Bazı aileler vardı hani, çok önemsenmezdi. Ama her bayram kapınızı çalar, az oturup giderdi. Biz işte o aileydik.”
“18 yıl Essen'de çalıştık ama adres sormadan bir yeri bulamıyorduk. Biz hep şehrin altını gördük, üstünü görmedik ki bilelim."
"O zamanlar tek firma vardı, o götürüyordu cenazemizi memlekete. Ama hafta sonu kapalıydı. Biz de ne yapalım, inşallah hafta içi ölürüz diyorduk."
Her ailede ya da çevrenizde mutlaka bir “Alamancı” vardır.Almanya,Belçika,Hollanda,İngiltere,Avusturya ya da Fransa’da da olsalar;biz Türkiye’de yaşayanlar için hepsi “Alamancı”dır.1980 doğumlu biri olarak,biz küçükken ailesinde yaz tatilleri oralardan yakınları gelenler şanslı olanlardı çünkü mutlaka enfes çikolatalar,hazır kahveler,oyuncaklar,giysiler başta olmak üzere çeşit çeşit hediyeler gelirdi evlerine.Büyüdükçe anladık ki;onlar yaşadıkları şehirlerin,ülkelerin yerlilerinin yapmak istemedikleri en kötü işlerde çalışıyorlar,en zor işleri yapıyorlar.Sürekli horlanarak ve ne yaşadıkları ülkeye ne de artık Türkiye’ye memleketlerine ait hissetmeyerek tam bir arafta yaşıyorlar...Bütün bu duyguları,orada bu saydıklarımı yaşamış insanların ağzından anlatarak öyle güzel hissettirilmiş ki;herkese tavsiye edebileceğim bir kitap olmuş.
“Eşim Almanya’ya gidiyorum dediğinde hiç ses etmedim. Adını ilk defa duyuyordum. Yolculuk trenle üç gün sürüyor dediği o an anladım. Demek benden bu kadar uzağa gidiyordu.”
“Eşimden bant gelmiş, bütün ev teybin başındayız. Eşim bantta ‘iyisiniz inşallah’ diyor bütün ev ‘iyiyiz iyiyiz’ diyor, ‘köye kar inmiştir’ diyor, herkes ‘indi indi’ diyor. En son anasını, babasını herkesi andı, kalanlara da hasretle selam ederim dedi. İşte o kalan bendim.”
“Bazı aileler vardı hani, çok önemsenmezdi. Ama her bayram kapınızı çalar, az oturup giderdi. Biz işte o aileydik.”
“18 yıl Essen'de çalıştık ama adres sormadan bir yeri bulamıyorduk. Biz hep şehrin altını gördük, üstünü görmedik ki bilelim."
"O zamanlar tek firma vardı, o götürüyordu cenazemizi memlekete. Ama hafta sonu kapalıydı. Biz de ne yapalım, inşallah hafta içi ölürüz diyorduk."
Boğazıma bir düğüm attım, başladım okumaya. Okudukça devam ettim düğüm atmaya, tuttuğum gözyaşlarını içime akıtmaya, aynen sayısını yalnızca Allah'ın bildiği 'gastarbeiter' Türk'ün Alamanyalarda uykusuz gecelerinde yaptığı gibi...
Hiç etrafımda olmamıştı bu insanlar, sadece sağdan soldan duyduğum üstünkörü birkaç hikâyeden ibaretlerdi. Ama tuhaf biçimde içten içe biliyordum bu insanların hiçbir yere sığamadığını, arafta mülteci hayatlar yaşadıklarını, vatanlarına olan tutkularını, gurbette eğreti duruşlarını ve ne oraya ne buraya yaranamadıklarını. Ne zaman ki Berlin'i, Kreuzberg'i, Schaerbeek'i gözlerimle gördüm; sanki elimle koymuş gibi buldum o duyguları, buruk sevinçleri, hayalleri ve hayatları ve acıları... Tastamam tasdik ettim hepsini.
Allah'ım peki ben neden bu kadar etkileniyorum bu yaşanmışlıklardan? Keşke birisi bu sorunun yanıtını benim yerime bulup bana da verebilse...
Bu kitabı okurken annemi, babamı, dedemi ve dayımıgöz önüne getirdim. Onların yaşadıkları ve türkiyedeki nankör akrabalar. Boğazım düğümlendi, gözlerim doldu...
duygulanarak okudum çünkü benim rahmetli dedemde o ilk gidenlerdendi. her yaşanan zorlukta onu da bunları yaşadığı bilinci ile okuduğum için çok etkilendim. herşeyden biraz biz, biraz gurbet, birazda memleket vardı sanki.
en çok ağlatan: “o zaman tek firma vardı, o götürüyordu cenazemizi memlekete. ama hafta sonu kapalıydı. biz de ne yapalım, inşallah hafta içi ölürüz diyorduk.”
“bir gün nasıl olduysa trt’yi denk getirdik. bir daha bulamayız diye radyonun düğmesini tutkalla yapıştırdık. sonra da o çaldı biz ağladık.”
“ibrahim kurmalı saatini almanya saatine göre ayarlayıp, sabah 6’ya kuruyor. yastığının altına yetiştiriyor. kolundaki saate hiç dokunmuyor. o hep türkiye saatini gösterecek. koluna her baktığında memleketinin, eşi zeliha’nın saatini görecek. onlarla aynı vakti yaşadığını düşleyecek.”
Hani her fakültede çok tutulan bir hoca vardır. Dersi çok iyi anlatır ama ders gibi gelmez insana, hem öğrenirsin hem de su gibi akar zaman. Öyle bir anlatımı var kitabın. Göç sürecini çok titiz, kronolojik bir çalışmayla anlatırken insanların duygularını sımsıcak yansıtıyor.
"...O kadar yorgunumdur gene de uyku tutmaz tam. Aklımda her şey dolup durur. İnce ince dalar giderim. İşte bu yaşamak değil. Hep dönmek için yaşıyoruz zaten. Bunları günden saymıyoruz. Buradaki olmuşluğumuzu olmaktan saymıyoruz. Artık kocadım. Hevessiz kaldım." 30-35 yaşlarında gencecik bir adam, maden işçisi Nevzat söylüyor bunları...
Keske 208 degil 508 sayfa olsaydi dedim bitirdigimde. Huzunlu gocmen hikayeleri cok akici kaleme alinmis. Sadece Almanya hikayelerinden olusuyor, umarim ileride yazarin Hollanda ‘gastarbeiter’ hikayelerini de okuyabiliriz
Bu sıra Almanya'ya göçen Türklerin hikayeleri beni çok ilgilendiriyor. Sanırım denk gelişlerin bu denli çok oluşundan ötürü ilgimi çekiyor. Bu kitabı da yine Almanya'ya giden konuk işçileri okuyacağımı bilmeden aldım. Biri, göçmenlerle alakalı ya, demişti ve almıştım. Çok çok çok sevdim. Dom Katedrali'nde kılınan bayram namazı, dayanamayıp intihar eden Semra'mız, çok zeki Hasan'ımız, çok çalışkan İbrahim'imiz ve ona aşık Zeliha'mız ve niceleri aslında, çokça karakter var. Bakmayın isimler sayabildiğime aslında bunlar herkesin hikâyesi. Kitap da genel anlamda dışarıdan bir bakış sağlıyor. Ben daha çok göçmenlerin hissettiklerini okumak istiyorum. Sanırım o yüzden 4/5 verdim. Yoksa fotoğraflar, yazılar, gazete küpürleri, olayların aktarılışı...Gerçekten insanı etkiliyor. Ellerine sağlık emeği geçenlerin. Bir belgesel tadında, en başından alıyor meseleyi kitap. O sebeple kitaptan kopmak çok mümkün olmuyor. Yaşanmış şeyler, gerçekler gün yüzüne çok güzel çıkmış. Kadın işçilerin eylemi, Erkek işçilerin eylemi.. bir hak arayışı ki!
"Die ich rief die Geister, werd’ ich nun nicht los’’ (Çağırdığım hayaletlerden şimdi kurtulamıyorum.)
Şu an bu insanlar ve çocukları çok başka şekillerde ve çok başka amaçlarla yaşıyorlar, dilerim onları da dinleriz. Onlar da büyük merak konum şu sıra. sevgiler:)
“eşim Almanya’ya gidiyorum dediğinde hiç ses etmedim. adını ilk defa duyuyordum. yolculuk trenle üç gün sürüyor dediği o an anladım. demek benden bu kadar uzağa gidiyordu.” bu ve bunun gibi birçok cümlesiyle aklıma kazınan bir kitap oldu. özellikle dom katedrali'nde kılınan cuma namazı ve almanların tepkisi en hoşuma giden kısmıydı. kitap genel olara almanya'ya giden ''konuk işçileri'' ve çocuklukları depremlerle geçen evlatlarını, dört duvarla bir başına bıraktıkları eşlerini, annelerini ve babalarını, bir de orada onları karşılayan alman halkını anlatıyor. radyoda trt'yi duyduklarında düğmeyi tutkallayacak kadar, saatlerini türkiye saatinde bırakacak kadar türkiye özlemini içlerinde taşırken bir yandan insancıl bir disiplinin öteside oldukça ağır koşullarda çalışıyorlar. bu olayları çoğunlukla gazete küpürleriyle, anı yazılarıyla destekliyor gökhan duman. gerçekten özenle hazırlanmış çok değerli bir kitap, etkileyici bir kitap.
Çok etkileyici bir dönemi, süreci, çok güzel, çok olağan, doğal, duygu yüklü anlatmış Gökhan Duman. Çarptı beni... 24 saatte bitirdim, ayrılamadım... Bildiğim, kısmen şahit olduğum (yakın akrabalarım bu yolculuğun parçasıydılar), küçüklüğüm bu hikayelere yakın geçtiğinden midir, bilemiyorum ama, çok çok iyi bir çalışma, ama kitabı bitirdiğimde, olanca burukluk yanında, içimde bir eksiklik hissi kaldı: daha anlatacak çoook şey var Gökhan, ciltler dolusu... Umarım devamı gelir, umarım bu pek yazılmamışları yayınlamaya devam eder (instagram'da @diasporaturk adresini izleyin), bu yaşanmışlıkların en azından kaydı olur bizlere...
Gurbetçiler konusunda bir fikrimin olduğunu düşündüğüm, ancak okuduktan sonra pek de bir şey bilmediğimi anlatan bir kitap oldu. Bazı sayfalarda çok sarsıldım. Dili çok akıcı, bir çırpıda okunuyor.
Almanya’ya 1950’lerin ortasından itibaren başlayan emek göçünün Almanya’da yol açacağı toplumsal çatışmaları belki de en iyi özetleyen cümle yukarıdaki sözdür. Başta geri dönecekleri ve dönmeleri gerektiği düşünülmüştü. Fakat ucuz emek ihtiyacını karşıladıkları için “Gastarbeiter”ler Almanya’da ve Avrupa’nın birçok ülkesinde kalıcı hale gelip işçi sınıfının önemli bir kısmını oluşturmaya başladılar. Hem gönderen hem de alıcı ülkeler tarafından rakamlardan ve ülkeye kattıkları ekonomik değerden ibaret görüldüler. Fakat onlar sadece emekçiler değil aynı zamanda özlemleri, umutları, hayalleri ve gururları olan insanlardı. Kitap Almanya’ya göçün başladığı 1961 yılından işçi alımının durdurulduğu 1973 yılına kadarki sürece arşivden alıntılar ve resimlerle ışık tutuyor. Dolayısıyla Avrupa’nın farklı bölgelerine işgücü olarak giden göçmen işçi sınıfları epey tanıtıcı ve betimleyici bir nitelik taşıyor.
Uzaktan veya yakından hayatlarına şahit olduğumuz “Alamancıların” hikayelerini sürükleyici bir şekilde ele almış kitabında Gökhan Duman. Akıcı bir üslup ve hayal gücünü harekete geçiren tasvirleriyle okuyucuyu adeta göçmenlerle birlikte Sirkeci’den trene bindirip, Almanya’da indiriyor. İbrahim’in hikayesi özelinde göçmenlerin geride kalan aileleri ve günün siyasi ve sosyal durumuna dair pek çok şeyi eşzamanlı olarak aktarıyor. Yazarın, göçmenlerin içinde bulundukları sosyo-kültürel duruma yer vermesinin yanında tüm bu olan bitenin bireylerin psikolojisine olan etkisini oldukça etkileyici bir şekilde sunması ise kitabı bir kat daha ilgi çekici kılıyor. Kuru kuru tarih okumayı sevmeyenler için siyaset, sosyoloji ve psikolojinin harmanlanarak bir kurgu etrafında sunulduğu bu eser okunacaklar listesinde yer almalı.
Yurt dışında çalışan işçi yurttaşlarımızın umurumda yolculukları süresince yaşadıkları badireler gerçekler abartmadan olduğu gibi anlatılmış çok beğendim. İnsanın kendi vatanı ana kucağı gibi sarıp sarmalayıp iyi bir refah sağlarken yurt dışında üç kuruşun köleleştirdiği hayatlar içler acısı. Kahrolsun sömürü düzeni.
Beklediğimden çok daha iyiydi. Yazar hem kaliteli bir belgesel gibi Türkiye-Almanya göçünü anlatmış, hem de insanların ruh hallerinden, "gurbet"in hissettirdiklerinden öyle güzel bahsetmiş ki, özellikle şu an askerde olduğum için belki de, her bir kelimesi içime işleyerek okudum.
Boğazda bir düğümle okunur mu koca bir kitap ? Okunurmuş.
Her insana dokunan bir sürecin öyküsü bu. İlk başta o neslin göçmen işçilerine tabii ama sadece onlara değil. Türkiye’de doğmuş büyümüş Alamancı bir akrabası olan birine de dokunur, gurbetçi çocuğuna da dokunur. Sınıfında ismini zor telafuz ettiği bir sıra arkadaşı olan Avrupalı bir çocuğa da dokunur, işçi hakları savunucusuna da dokunur.
Tüm Avrupa’ya kalıcı ekonomik, sosyal ve kültürel etkiler bırakan bu göç hikayesinin tarihini de okumak ayrıca güzel.
Ülkemizden Almanya'ya giden vatandaşlarımızın tüm bu süreçlerini, yaşadıklarını ve göçmen işçi statüsünü yaşanmışlıklar ile anlatan güzel bir çalışma olmuş. Bu konu hakkında birçok kitap yazılması, tez çalışması, film, belgesel olması gerekirken maalesef bu konu hakkında bile kaynaklarımız kısıtlı. Hem ülkemiz, hem Almanya tarihi açısından çok önemli bir konu. Günümüzde ülkemizde yaşanılan göçmen sorunları her ne kadar başlangıç sebepleri aynı olmasa da ilerleyiş kısımları karşılaştırılabilecek nitelikte. Kısa sürede okuyup düşüncelere sevk eden bir kaynak, emeği geçenlere teşekkürler.
İbrahim'in hayatı etrafında Almanya'daki Türklerin yaşamı anlatılmış. Çok güzel bir eser çıkmış ortaya.
Yine de keşke bu kitap sadece Almanya'daki değil, Avrupa'daki tüm Türkleri kapsasaydı. Belçika, Hollanda, Fransa, İsviçre ve İskandinav ülkelerinde yaşayan Türklerin yaşadıkları da daha fazla kaleme alınmalı.
Ayrıca yazar sadece fabrika işçilerine odaklanmış ama Avrupalı Türklerin çoğu kömür madenlerinde (dedem dahil) zor şartlar altında çalıştı.
Cem Karaca’nın Almancılar şarkısını dinlerken olduğu gibi içim acıyarak okudum bu kitabı. Çok da beğendim. Merkezinde İbrahim, karısı Zeliha ve oğulları Hasan’ın olduğu hikayenin çevresinde 1961-1983 yılları arasındaki Türk diasporası ve bu döneme damgasını vuran olaylar anlatılıyor. Fotoğraflarla bezenmiş, anlatımı akıcı, sayfaları ferah, güzel bir belgesel roman. Tavsiye ederim.
Almanya'ya 1961 yılında işçi olarak çalışmaya giden vatandaşlarımızın Almanya'da geçirdikleri zaman diliminde yaşadıklarını çok güzel anlatan bir kitap. Yazım dilinin sade ve akıcı olması ve yaşanan hikayelerin içtenliği o kadar iyi ki adeta mükemmel bir kitap literatüre kazandırılmış.
Bütün göç sürecini anlamak için çok güzel bir kaynak. Kitabı okurken yeni göç eden Türklerle eskiden gelmiş olanlar arasında bugün olan ayrımı ve bugün kendi içlerinde bile birbirini nasıl anlamadıklarını bol bol düşünüyorsunuz. Kitabın akışında hem bir hikayeyi hem de aradaki kaynak röportajları okumak bazı yerlerde takibi zorlaştırıyor, yine de tarihin bir bölümüne mükemmel ışık tutmuş.