"Buenos Aires varoşlarında bir mahallede, Trajik Gazete ile Kör Pilot'u, kötü bir İspanyolca çevirisinden okuduğumda on bir-on iki yaşlarında olmalıyım.
Ne olursa olsun, kişisel bir yaşantıya gönderme yapmak istiyorum. Şimdi, öylesine uzak olan o sayfaları hayranlıkla, gönül borcuyla yeniden okurken, kendi bulduğuma inandığım, kendi biçemimce uzamla zamanın başka noktalarında yeniden işlediğim masallar buluyorum onlarda.
Papini'nin hak etmediği bir biçimde unutulmuş olduğundan kuşku duyuyorum. Bu kitaptaki öyküler, insanın melankoliye ve alacakaranlığa eğilimli olduğu bir çağın ürünleridir, ama günümüzde sanat onları değişik kılıklara bürüse de, melankoli ile alacakaranlık yitip gitmiş değildir." -Jorge Luis Borges- (Tanıtım Bülteninden)
J. L. Borges’in Babil Kitaplığı serisinden bir öykü kitabı. On kısa öyküden oluşan bir kitap. Aslında birkaçı öykü değil deneme bence. Varlığını devamlı sorgulayan, geçmişle hesaplaşarak ondan kopmak isteyen, hep olumsuz enerjiyle dolu, sevgisini bile sevgisiz davranışlarıyla anlatan, adeta Kafka’nın rahle-i tedrisatından geçmiş bir yazar Papini. Çok basit yazıyor, cümleler kısa ve gösterişsiz, ancak etki gücü çok yüksek. Bazen yürek yakıcı bazen iç kanatıcı. Düşlerle, imgelerle, hayallerle çok barışık, düşlerini gerçek yaşamına çok yakışır şekilde yansıtıyor. Geleceğe çok önem veriyor ama ondan çekiniyor da. Depressif ve melankolik ruhu kendisinden nefret eden, intihar etmeyi de en az yaşam isteği kadar arzulayan bir bilmece bence Gıovanni Papini. Kitabı özetlemek için hikayelerden birisinin adını seçtim: Kimsin Sen ? Ama en çok beğendiğim öykü ise Ruh Dilencisi oldu, Ben çok keyif alarak okudum ve etkileyici buldum. Bir de aklıma takıldı; Mussolini’yi destekleyen yani faşist düşüncedeki bir insan bu kadar nahif olabilir mi? Sonra düşündüm Mişima da böyle değil mi? Şadan Karadeniz’in çevirisi de pürüzsüz, çok iyi.
Papini... Her kitabını, öyküsünü okudukça daha da sevdiğim son dönemde kazandığım çok büyük bir yazar. Poe gibi bir karanlık üstadı, Nietzsche kadar iyi bir dekadan filozof... Okurken içimden "inanamıyorum bunu nasıl böyle açıklamış, bu nasıl tarif, yazım/düşünce gücü!" demeden duramadım. Üzücü olan okumadığım tek kitabı "Gog" kaldı. En sevdiğim ve bence Papini'nin manifestosu "Bitik Adam"dan önce ilk okuyacaklar için "Kaçan Ayna"yı muhakkak öneririm. Sonra "Bitik Adam" ve ardından "Düşsel Konçerto 1. Cilt.
Babil Kitaplığı içerisinde şimdiye kadar okuduklarım arasında en beğendiğim kitap olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Papini'nin Kaçan Ayna kitabı ölüm, yaşam ve gelecek gibi varoluşsal konuların işlendiği kısa hikayelerden oluşuyor..
Kısa hikayeler olmasına rağmen derinlikli ve oldukça kaliteli olduklarını söyleyebilirim. Kitaba başlarken bu kadar beğeneceğimi düşünmüyordum. Yazarın gözlem gücünün ve farkındalık seviyesinin üst düzey olduğu bir hakikat. Yazarın benzer konuları işlediği bir roman okumayı çok isterdim.
Papini’nin anlatıcısı, tuhaf, gerçeküstü hikâyeleri okuyucuyu sarsmadan anlatırken alt metinlerdeki felsefi problemleri sorgulatan bir dost. Varlık, ötekilik, zaman gibi derin kavramlar akışkan bir “ben dili” ile işleniyor. Anlatım tarzında Stefan Zweig’ın sadeliğini, lezzetini yakaladım. Ama Papini’nin artısı var. O çok iyi bir öykücü. Çünkü gerçeküstünün çekici karanlığını o sadelikte eritebiliyor. Çağının en naif, hümanist entelektüellerinden biri olarak Zweig ise kişisel ve toplumsal meselesini öyküleme konusunda anı, biyografi türü eserlerinde olduğu kadar başarılı değil.
Kaçan Ayna’daki öyküler bir çırpıda okunabilen ama izleri kolaylıkla silinmeyecek türden. Hep elimin altında olacaklar.
Uzun zamandır beni böyle etkileyen, düşündüren, sorgulatan, kendimi yoklatan bir kitaba denk gelmemiştim. Harikaydı…
Çok fazla Babil Kitaplığı’ndan okumadım. Okuduklarımın hepsini çok beğenmiştim ama Papini’nin kitabı açık ara birinci. Böyle bir kitap beklemiyordum aslında. Daha çok diğerleri gibi olacağını düşünmüştüm.
Neresinden başlamalı bilemiyorum. Eleştirilecek bir şey bulamadım. İlla bir şey bulacaksam evet, virgüller can sıkıcıydı. Yine de her öyküde o kadar güzel değinilmişti ki konulara bunu önemsemedim.
Ben bütün öykülerini çok beğendim. Her birinde kendimden parçalar buldum. Bazıları neredeyse benim içine düştüğüm, kendimle savaş verdiğim günlere götürdü beni. Bazı öykülere ufak ufak değinmek istiyorum.
Havuzda iki Yansı:
Çarpıcıydı. Günümüzde hep şikayet ettiğimiz, kızdığımız kendimize dönüp bakmamıza ve nerede yanlış yaptığımıza değinen, farkındalığımızı daha da arttırmaya yarayan bir öyküydü. Zaman zaman açıp okuyarak, anımsayarak üstüne düşneceğim bir öykü.
Saçma Sapan Bir Öykü:
İnsanın kendisine itiraf etmek istemediği şeylerle yüzleşmesine kendi penceresinden yaklaşmış Papini. Ben bu öyküde çok fazla şey buldum. Kendimi, yaşantımı, eylemlerimi sorgulamama neden öykülerden birisi oldu.
Zihinsel Bir Ölüm:
Bazen bazılarımız ölümü fazlasıyla düşünürüz. Ölümdeki mantığı anlamaya, ölümün hayattaki ve insanlardaki yerini kavramaya çalışırız. Ölmenin ne demek olduğunu ve öldükten sonraki o belirsizliği düşünürüz. Ben bu öyküde aynı zamanda insan beyninin kişinin kabullenişlerine olan tepkisini de buldum. Bu açıdan da çok hoşuma gitti.
Hasta Beyfendinin Son Ziyareti:
Tek kelimeyle “Mükemmel”
Neysem O Olmak İstemiyorum Artık:
Kendisi olmaktan sıkılan bir adamın anlattıkları gerçekten çok etkiliyici bir öykü. Bazen kendimizi duyumsarız ve bu duyumsadığımız kendimiz hiç hoşumuza gitmez, ondan uzaklaşmak kaçmak hatta kendimiz olmaktan vazgeçmek isteriz. Maalesef bu mümkün değildir.
Sen Kimsin?
Bir sabah uyandığınızda etrafınızdaki herkes sizi tanımasaydı ne yapardınız? Aileniz, arkadaşlarınız, dostlarınız, sıradan mahalleli insanları… Hepsi için artık önemsiz, yabancı bir insan haline gelseydiniz nasıl hissederdiniz? Onlar için bir hiç olduğunuzu acılı birkaç günün ardından kabul ettiğinizde ne yapardınız? Korkar mıydınız yoksa rahatlık mı hissederdiniz? Tüm bunları ve daha fazlasını sorgulatıp farkındalık kazandıracak öykülerden birisiydi bana göre.
Ödenmeyen Gün:
Beni en çok etkileyen öykülerden biri oldu. Hayat da böyle değil mi sizce de? O kadar bekler, bir şeyin hayalini kurar, sonun sonunu tasarlarsınız ama hayatın kendi planları içinizden geçer.
Okuduğum güzel kitaplardan birisiydi. Ben okumayanlara tavsiye ederim. Bir gün mutlaka okumanız dileği ile.
Açık ara en sevdiğim Babil kitabı bu oldu. Her bir öyküde ortaya konan benlik sorunu, geçmişten kurtulma derdi, geleceği düşünmeme isteği, ölüm ve kalıma yakın gezen karakterler. Borges de demiş zaten, Papini haketmemiş bir biçimde unutulmuş. Hatta ben ilk kez duydum. İyi ki de duymuşum.
"İnsanlar; yaşamı ölüm için yitiriyoruz, gerçek olanı, imgelemsel olan için tüketiyoruz, günlere, salt bizi onlara benzer başka günlere taşımaktan başka bir değeri olmayan günlere götürdükleri için değer veriyoruz... İnsanlar; yaşamınızın tümü, sizin kendi kendinizi lanetlemek için tasarladığınız korkunç bir oyundur; sizin bu kaçan aynaya doğru koşuşunuza yalnızca şeytanlar güler!"
Sanatın altın çağında yaşamış, gizemli, garip, biraz da ters bir adam Papini. Aslında Gog isimli eseri ile meşhur ülkemizde. Mussolini'ye bir miktar sempati duymuş olması nedeniyle sırt dönülen yazarlardan birisi. Benim de kendisiyle tanışmam ilk defa bu eseriyle oldu.
Papini'nin tarzının Babil serisindeki diğer yazarlardan çok farklı olduğunu söylemek isterim öncelikle. Borges'in Papini'yi bu seriye neden dahil ettiğini de açıkçası sorgulamadım değil. Papini'nin yazılarında "fantastik" unsuru ikincil planda kalmış. Ancak Borges onda büyülü bir şey bulmuş olmalı. Kitapta "varoluşsal bunalımın" yoğun bir zemini olduğu kesin. Beni bu oldukça gerdi aslında. Ölümün Schopenhauer'vari her köşede pusuda bekleyen bir varlığı var. Yaşamı ölüm ile anlamlandıran ve bariz melankolik öyküler bunlar.
Hava çok ısındı. Kış mı bahar mı? Belli değil. Yoğun okumalarla geçiyor günler. Papini ile tamamlamıştım dünü, bugün gece için de güzel okumalar var planda.
Babil Kitaplığı'ndan şu ana kadar okuduğum en iyi kitap bu. Gerçek bir gotik başyapıt. İçinde o kadar güzel öyküler var ki kütüphaneden aldığım bu kitabı edinmeye karar verdim. Hem de eski Dost baskısını bulacağım. Kaçan Ayna'daki tüm öyküler kendini arama, bulma ve / veya kaybetmeye dair. Eskiden Alacakaranlık Kuşağı vardı, insan zihinin sınırlarını zorlayan bölümleri olurdu. Papini'nin öyküleri de aynı Alacakaranlık Kuşağı gibi. Hepsi bu dünyanın bilinçaltından sesleniyor bize sanki. Her öykü başarılı ancak kişisel olarak en çok beğendiğim öyküler; Havuzda İki Yansı, Sen Kimsin?, Ruh Dilencisi ve kitaba adını veren Kaçan Ayna oldu. Hele Kaçan Ayna gerçek bir felsefi hesaplaşma bir öyküden çok. ¨... insanları geçmişten geleceğe, artık var olmayan bir şeyden, henüz var olmayan bir şeye, anımsadığı bir şeyden umduğu bir şeye taşıyan gelişme¨. Gerçekten çekilmiş bir Alacakaranlık Kuşağı bölümünün aynısını yazarak devam etmiş Papini Kaçan Ayna'da; ¨ Bütün dünyanın birden bire durduğunu, her şeyin olduğu yerde donup kaldığını, bütün insanların, o anda hangi konumda iseler o konumda, yapmakta oldukları eylemin içinde neredeyse yontular gibi kaldıklarını... Böyle bir şey gerçekleşecek olursa, her şeye karşın insanlarda düşünce sürerse, yaptıkları, yapacakları şeyi anımsayıp yargılayabilselerdi, doğduklarından beri yaptıkları her şeyi düşünebilseler, ölmeden önce yapmak istedikleri şeyi bir kez daha gözden geçirebilselerdi, durdurulan bu dünyanın trajik sessizliği altında ne çok umarsızlığın kül olacağını tasarlayın!¨
İşte bunun gibi felsefi sorgulamalarla dolu tüm öyküler. Bittiğinde ise tekrar geri dönmek istiyorsunuz kitaba. Şadan Karadeniz'in muazzam çevirisi de tadını damağımızda bırakıyor. Şu kelime seçimlerine bir bakınız: ¨alt üst olmuş bir yürek¨, ¨suskun, yağmurdan kararmış duvarlar¨, ¨gerçek vatanlarından sürülmüş kentler¨...
Hem edebi hem de kurgusal açıdan çok başarılı bir kitap Kaçan Ayna. İnsana tutulan gerçek ve zaman zaman unuttuğumuz için elimizden kaçan bir ayna. ¨ yaşamı ölüm için yitiriyoruz... günlere, salt bizi onlara benzer günlere taşımaktan başka değeri olmayan günlere götürdükleri için değer veriyoruz...¨
'Yalnızca, kısır bir bahçede ölü yapraklarla dolu ölü bir havuzda yüzümü bir kez daha görmek için mi onca zaman sonra bu küçük başkente uğradım?' S:9
'Bir arkadaşım bana çiçek getirdi, beklemesini, onları mezarımın üstüne koymasını söyledim ona. Gülümsedi gibi geldi bana, ama insanlar hiçbir şey anlamadıkları zaman hep gülümserler.' S:26
'Yaşamın anlamının ölümde, yalnızca ölümde olduğunu anlamıyor musunuz? Ancak her kim ölmek isterse, her kim bu yaşamda şu andan başlayarak çoktan ölmüş olursa, yaşamdan haz duyar, onun tadını çıkarır, onu tanır!' S:37
'Kimsin sen? diye sordum en sonunda kendi kendime, bu sorunun ağırlığını, büyüklüğünü duyumsar duyumsamaz da, geri kalan her şey yok oldu. Ne aşağılamaları, ne gülmeleri anımsadım, ne de herkesin beni bıraktığını. Başkalarından ayrılınca, kendi kendimi karşıma aldım; alışkanlıkların, başkalarının düşüncelerinin ruhumu dönüştürdüğü her şeyi unutmak istedim. O zamana dek belli bir biçimde yaşamıştım; çünkü başkaları beni yönlendirmiş, bana öğüt vermişti; çünkü benim hakkımda, yalanlamaktan hoşlanmadığım belli fikirler oluşturmuşlardı; çünkü, farkına varmaksızın beğenilerine öykündüğüm, değerlerini benimsediğim insanlar arasında bulmuştum kendimi. Şimdi başkaları beni yadsıyor, beni tanımadıklarını öne sürüyor; bense, bendeki onların olan şeyleri yadsıyordum, onların bana dayattıkları şeyleri benim saymak istemiyordum. Şimdi korkusuzca kendi kendime soruyordum: Kimsin sen?' S: 68
Giovanni Papini'nin öyküleri intihar, ölüm, geçmiş ve yalnızlık hissi üzerine kuruluydu. "Neysem O olmak istemiyorum!" diye sinirle bağıran karakterleri genelde aradıkları huzuru bulamıyorlar ve öyküler bir pişmanlık hissiyle son buluyor.
Örneğin çocukluğunun geçtiği kente geri dönen bir adam orada geçmişteki kendisiyle karşılaşıyor ve önceleri onu yanına alıp bağrına basarken sonraları ona katlanamıyor. Ve gidip onu çocukluğunda sık sık suyuna bakıp hayaller kurduğu havuzda boğuyor.
Tabi geçmişini öldürdüğünde geleceğinin bir önemi kalıyor mu? Kendisi bir hayalete dönüşmüş olmuyor mu bunu sorguluyoruz.
Hikayeleri çok beğendim. En son prenseslerle ilgili olan da hoşuma gitti fakat prenseslerin hepsi Alman imiş yazara göre. Zaten kendisi Yahudi düşmanı olarak biliniyor. Marx'a dair eleştiri yazıları var.
Karakter olarak kendisini tasvip etmesem de öykülerinden zevk aldığımı söyleyebilirim.
Hayatında çizdiği düşünsel ve eylemsel savrulmaları (Mussolini'den katolisizme) olağanüstü bir kitap olan Gog'da ortaya koyan Papini, yetinmeyen, kabına sığmayan zihninin düş ve arayışlarını, muhteşem edebî gücü ve samimiyetiyle öykülere dökmüş; çok özel ve güzel bir kitap.
***
"Geleceğin beklentileri olmasa, güncel gerçeklik aşağılık, iğrenç, anlamsız görünürdü insana; yarının uzak kokusu olmasa, bugünün kara ekmeğini yemezlerdi. Sonsuz bir günün içine kapatılmış, artık devinemeyen ama düşünebilen insanları düşünün; hiçbir umut ihtimali, düşlerin ışığı, tasarıların hazzı olmaksızın yaşamaya mahkûm olduklarında önceki yaşamlarının saçma aptallığının bilincine varacaklardır. Yararsız kaçışlardan sonra duran trenleri; insanı insandan, mutsuzluğu değersizlikten, çirkinliği melankoliden saklamaya çalışan, yok edemeyeceği şeyleri örten sisi çok seviyorum."
"Hep kendi kendimle yaşamaktan yoruldum artık, bir başkasında var olmak için umarsız bir istek duyuyorum, ...işte burası saçmalığın sınırı, ruhumun eşiği; kim bilir belki de dışarı çıkacağım, dışarıdaki karanlıktan o kadar korkmasam."
"Işığın sırrı karanlıkta, iyininki kötüde, doğrununki yanlışta, yaşamınki ölümdeyse, intiharın uygulanan çirkin hallerinden uzak durup, ölmek isteme düşüncesiyle, hiçbir şey istememekle, ruhun kendisiyle ölmek, mutluluğa en yakın haldir."
"Büyük bir kentin orta yerinde yalnızım; bir kalabalığın arasında beni iten, tanımayan, yadsıyan, yaşamlarının dışında tutan insanların arasında yalnızım; artık başkalarında değil, yalnızca kendimde yaşıyorum; ruhum budandı, bana yalnızca bir parçacığı, hâlâ ben adını verebileceğim küçük bir nokta kaldı ve soruyorum kendime: Kimsin sen, seni yönlendiren, değerlerini benimsediğin onlar olmadan kimsin sen? Kendimi yeniden buldum, hayata yeni kimliğimle yeniden başladım, bir yorgunluk duyuyorum, gördüğüm her şeyden aldığım hazzı yetirmişim gibi hissediyorum, bunları yazarken de, insanların ortasında, dünyanın orta yerinde yalnız olduğumu hissediyorum, onulmaz bir biçimde yalnız: Evrenin merkezinde tek başına bir can. Gerçekten de..."
"Özveride bulunmaksızın, kan dökmeksizin hiçbir şey elde edilemez."
-Hatırlandıkça önce hoş gelen gençlik anılarının, deneyimsizlik ve belirsizliklerle dolu ayrıntılarına girildikçe, küçümseme ve nefrete dönüşmesi.
-Yaşadıklarının aynısını anlatan öykünün dayanılmazlığı.
-Yaşlanıldığında, istenilen zamanlarda ve istenilen gün kadar geri ödenmek üzere gençlik yıllarınızdan birini ödünç verip yaşlandıkça geri alınarak gençliğin tadının yeniden yaşanması.
Borges,Kaçan Ayna için şunları söylüyor: “Bu kitaptaki öyküler,insanın melankoliye ve alacakaranlığa eğilimli olduğu bir çağın ürünleridir,ama günümüzde sanat onları değişik kılıklara bürüse de,melankoli ile alacakaranlık yitip gitmiş değildir.” Bununla beraber Papini,varoluşsal ikilemleri,ölümü ve bireyselliği yediriyor her öyküsüne.Faşizmi savunan bir yazar olduğunu da göz önünde bulundurduğumuzda mutlu sonlar,renkli kelimeler beklemek de anlamını kaybediyor. Ve bir alıntı: “İnsanlar;yaşamı ölüm için yitiriyoruz,gerçek olanı,hayali olan için tüketiyoruz,günlere,salt bizi onlara benzer başka günlere taşımaktan başka bir değeri olmayan günlere götürdükleri için değer veriyoruz...”
"Yaşamak için hiç durmadan isteriz, ölmek içinse hep daha az istemek, yalnızca istememek gerekir. Yaşamın tümü çabalardan oluşur: Artık hiçbir şey için, hiçbir biçimde çaba harcamazsak, yaşam boşalır, kendiliğinden söner, böylece her şeyi kabul etmekle her şeyi reddetmek denkleşir, birbiriyle kaynaşır, tek bir şey olur. İstemek zordur, ama hiç istememek çok daha zordur."
Altıçizili cümlelere sık sık rastlayacağınız bir başucu öykü kitabı. Atmosferini yaratan karanlığa rağmen seveceksiniz.
Nerede bir şerefsiz, ayarsız, rahatsız edici adam var bayılan bizim kör bunağın tutup kolundan getirdiği bir başka hayvan evladı Papini. Bu seferki yazarımız Mussolini hayranı pis bir faşist. Gazetecilik ve edebiyat eleştirmenliği yapmış, daha önce Kant, Hegel ve Schopenhauer’a sarmasıyla tanınan, Roma Katolik Kilisesi’nin borazanı, ipe sapa gelmez yazılarıyla nerede insanlık karşıtı bir dava var orada boy göstermiş, hastalıklı, kurşuna dizilmemiş olması insanlık adına utanç verici olan bir adam.
Faşizmin sadık bir iti olduğu için Bologna Üniversitesinde akademisyen yapılmış, İtalyan Edebiyat Tarihi kitabını Mussolini’ye ithaf etmiş, kitapları Naziler tarafından basılmış bir halk düşmanı. Gobbels’in kurduğu çakma Avrupa Yazarlar Birliği adlı organizasyonunun başkan yardımcısı olmuş, 43’te Faşist rejim çöküp biricik Benuto’ları hapse atıldıktan sonra da kuyruğunu bacakları arasına sıkıştırmış, La Verna’da bir manastıra kaçmış.
WW2 sonrasında saygınlığı tamamen yok olsa da Katolik sağcılar tarafından savunulmuş. Ancak halk düşmanı faaliyetleri ileriki yıllarda da devam etmiş, faşistlerin hamam böceği benzeri karakterine uygun olarak mütemadiyen kaçıp bir taşın altına saklanmış, ortalık duruldukça da tekrar tekrar ortaya çıkmış bir herif. İlerleyen yıllarda yazdığı yazılar Franco rejimi ve NATO propagandalarında da kullanılmış, yaptığı hayali röportajlar özellikle Pablo Picasso gibi devrimci/demokrat aydın ve sanatçılara karşı uygulanan karalama kampanyalarında kullanılmış. Ne yazık ki hak ettiğinden çok ama çok uzun süren hayatı, neyse ki acılar içinde bir felç eşliğinde, 1956 yılında sona ermiş.
Daha önce Papini’nin kurgu dışı yazılarını okumuş olsam da, bu çirkin yaratığın öyküleri benim için yeniydi ve açıkçası -buradaki yersiz övgülerin de etkisiyle- beklentim daha yüksekti. Papini’nin “hayvan evladı ama en azından yazabiliyor” olduğunu düşünmüştüm, fena halde yanılmışım.
Kitaptaki öyküler oldukça kısa. Aralarında birkaç istisna var ki, ilginç fikirler üzerinden şekillendirildikleri görülüyor, insanda merak duygusu uyandırabiliyor. Ama çoğunluğu zayıf, özelliksiz ve depresif bir ergen, bir ortaokul çocuğu tarafından yazılmış gibi. Ayrıca hikaye fikirleri, iyi bir kurgu yeteneği ile desteklenmediği için de uzun süre akılda kalacak gibi değil. Hikayeler basit ama sadece anlamında bir basitlik değil bu, değersiz anlamda bir basitlik. Yine yazarın üslubu da belirsiz ve kendine özgü olmadığından, 18. yy gotiklerinin ucuz taklidi olduğundan dolayı genel tatsızlığı kırmayı başaramıyor.
Kitapta on öykü yer alıyor.
Havuzda İki Yansı İlk öykü, gotik bir kendisiyle karşılaşan/geçmişiyle yüzleşen adam hikayesi. Kimi yönlerden oldukça sevdiğim bir Lovecraft öyküsü olan Yabancı’ya benziyor(ki Lovecraft aynı fikri daha nitelikli bir metin haline getirmiş). Lovecraft’ın idollerinden biri de Papini olduğu için de (ki Lovecraft, Papini’den daha da denyo bir herif sonuçta) bu bir tesadüf değil muhtemelen. Girift veya benzerlerinden ayrıştıracak kadar özellikli bir hikaye değil, üzerinden zaman geçtikten sonra, pek bir iz bırakmamış oluyor ardında. Kötü bir yazı değil ama bir hikayeden çok hikaye fikri gibi duruyor.
Saçma Sapan Bir Öykü Adına uygun bir hikaye. Yine bir çeşit “kendisiyle karşılaşma” hikayesi aslında. Adamın kapısı çalıyor, tanımadığı biri giriyor içeri. Yabancı, ona bir hikaye yazmış olduğunu ve adamın bu hikayeyi okumasını istediğini söylüyor. Hikayemi beğenirseniz beni ünlü yapın, beğenmezseniz de kendimi öldürürüm diyor. Hikayeyi okurken, yazılanların kendi hayatı hakkında özel, sadece kendisi tarafından bilinebilecek detaylar olduğunu fark ediyor anlatıcı ama bunu itiraf etmiyor ve hikayenin “aptalca, tutarsız, sıkıcı, iğrenç” olduğunu söylüyor. İkinci kez okuduğumda daha iyi buldum ama hikayenin başlangıcındaki tutukluk, anlamsızlık ve zamanlamasındaki aksaklık iyi bir öykü olmasını önlüyor.
Zihinsel Bir Ölüm En beğendiğim öyküydü bu. Bir sohbet havasında söze giriyor anlatıcı, ölümden ve gönüllü ölümden bahsediyor. Ardından sözü, tesadüfen öğrendiği Ottone Kressler’in intiharına getiriyor. Eski kitapların arasından bulduğu bir Dostoyevski - Ecinniler cildini karıştırırken “ölüm korkusunu yenmek, ölüme hazırlanmak” ile ilgili bir notları görüşünü ve kitaptaki isimden yola çıkarak kitabın sahibine ulaşmasını anlatıyor. Mükemmel bir ritmi yok hikayenin, özellikle uzun açıklamalar sırasında biraz aksıyor. Ama hem bir olay etrafında oluşu, hem bunun işlenme biçimi, hem de ölümün kendisi, zamanlaması, kabullenilme biçimi üzerine tartışması ilgi çekici.
Hasta Beyefendinin Son Ziyareti Anlatıcı, hasta bir adamı ziyaret ediyor. Konuşmaları sırasında adam, anlatıcının düşünden oluştuğunu söylüyor. “Karakterler depresif bir diyaloğu devam ettirir, hafiften sihirli bir gerçek iddia edilir, konuşmanın sonunda bu iddia belli belirsiz doğrulanır” kalıbı ile yazılmış. Bu, Papini’nin fazla sık kullanarak insanı bıktırdığı bir kalıp; devamlı aynı tuşlara basıldığını fark etmek can sıkıyor. Üstelik yine bir öyküden çok öykü taslağı gibi durduğu için hem çok bir şey ifade etmiyor, hem de incelikten yoksun yazım biçimi feci halde sıradanlaştırıyor hikayeyi. Poe’nun daha basit ve yeteneksiz taklidi olmaktan öteye gidemiyor bir türlü; sanırsın ravenboy21 küller ve gül nokta com forumuna yazmış. Hafifçe Lovecraft’ın Dream Cycle serisinin başlangıcındaki bir sahneyi andırıyor bu arada, mektuplardan doğrulamaya uğraşamadım ama bizim baykuş ile aralarında bir esinlenme durumu söz konusu gibi duruyor. Papini’nin hangi öyküyü ne zaman yazdığı yeterince doğru bir şekilde dökümante edilmediğinden hangi yönde kestiremedim.
Neysem O Olmak İstemiyorum Artık Açık ara kötü bu sefer. Kendine yabancılaştığı için şöyle mutsuzum, böyle kötüyüm diyor. Tek iyi özelliği fazla uzun olmaması. South Park’ın emo kidleri cana gelmiş gibi. Borges’in bile bunu övmeyi beceremeyip saçmalamasına güldüm biraz.
Sen Kimsin? Yine bir başka kendine yabancılaşma hikayesi. Adama mektup gelmiyor, bu da şaşırıyor, hayırdır inşallah diyor. Aslında kim olduğunu şaşırmış, başka biri olmuş bu, meğer ondan gelmiyormuş. Kimse bunu tanımıyor. Gerçekten içine sıçarım böyle metaforun, bir yere bağlanacak diye mal gibi okudum lan ben bunu. Meğer “kimsin sen?” sorusunu hiç sormamışmış kendine, o yüzden tanımıyorlarmış 5-c ‘den Giovanni’yi. “Yalnızlık ölüm karanlık üzerine... Böylesi bulunmaz...” yazıyor bir de bu dangalağın adının altında, sonra da ben “söyleniyor” oluyorum...
Ruh Dilencisi Anlatıcı bir yazar, parası da kalmamış, karnını doyurmak için öykü yazması lazım. Sokaktan adam çevirip bana hayatını anlat diyor, üstüne de beğenmiyor bir de aç köpek. En son birini buluyor, “aha,” diyor “dümdüz adam...” Yemin ederim anlatırken içim sıkıldı. Bir bok olmuyor sonra da, derdi ne belli olmayan bir hikaye. Kendi gibi insanlık artığı, bok yığını, faşist olmayanı beğenmiyor işte. Son cümlesi “o geceden sonra sıradan insanlara gülemiyorum artık” olduğu için ayrıca anasına sövdüm.
Başkasının Yerine Canına Kıymak Yapay zekaya yazdırılmış gibi bir hikaye. Deli deli hareketler yapan bir adam var, kolunu muma tutup kendini yakıyor, “diğerlerine ders vermek için yaptım” diyor. “otuz üç yaşına geldim,” diyor, “senin için ölmem lazım benim” diyor. Havaalanında uyuşturucu kuryeliği yapıyormuş da makatına soktuğu kokain dolu torba yırtılmış, o arada yazılmış gibi hikaye. Ya bu herifi yarın yok gibi övüyorlar; “vay gotik reis, mezardan kalk boynumuza dola!” yazan var buna, gerçekten sinirini bozuyor insanın.
Kaçan Ayna Kitaba adını veren Kaçan Ayna ise açık ara zırvalama. Ot döndüren ergen oğlanların bomboş konuşmalarına benzeyen bir monolog. Zaten kurgu için falan zahmet bile etmemiş, “bir saat sonra ölecek olsanız çok tatsız olurdu hayat” gibi muazzam çıkarımlarda bulunuyor üstat. Kendi boktan ajandasını ve nihilist ergen memnuniyetsizliği ile karıştırıp, antik felsefenin bin yıllık keşfini sanki yeni bir halt söylüyormuş gibi tekrarlıyor; “Bugünün bütün değeri yarındaydı, yarın da yalnızca bir başka yarın için bir değer taşıyordu, böylece en son bugüne, kesin bugüne ekleniyordu, bütün yaşam gün gün, saat saat, an be an, hiçbir zaman gelmeyecek olana hazırlanmakla geçip gidiyordu” seviyesinde zırvalıyor, edebiyat kantininde Busenaz’a yürüyen sinema televizyon 1. sınıf öğrencisi Edizcan sanki. Kıçı kırık bir zaman analojisini biraz değiştirip tekrar etmek için yazılmış boktan bir metin.
Biraz parçalarına ayırınca darmadağın oluyor. Suni olarak uzatılması da kadar komik ki; Bir noktada, bir sayfa boyunca peki şu köylü, peki şu sevişen adam, peki şu tüccar diye obje sayıyor eleman. Dönem ödevi yazıyor sanki pezevenk. Kendi yokçu depresifliğini savunurken ulaştığı müthiş fikir ise şöyle: “Gelecek, gelecek olarak var olmaz; gelecek, bir yaratıdan, şimdinin bir parçasını oluşturmaktan başka bir şey değildir; bu yaşama, bu tedirgin, bu hüzünlü, bu acılı yaşama, günden güne kaçan, uzaklaşan bu gelecek uğruna katlanmak, bu saçma sapan yaşamın en acı saçmalığıdır.” Bir noktada kendi metaforunu da kaybediyor, zamanın durduğu ama düşüncenin devam ettiği uyduruk varsayımının kendi mekaniği içinde de çelişen çocukça çıkarımını, yanlış fikirlerden çıkan daha yanlış sonuçların uç uca eklendiği, havalı gözüksün diye yazılmış bomboş bir laf ebeliğine çeviriyor.
Ödenmeyen Gün Neyse ki son hikaye diğerlerine göre biraz daha iyi. Bir prenses 22 yaşında hayatının bir yılını ödünç veriyor, bu yıl tamamen yaşanamamış biçimde hayatından eksiliyor. Orta yaşlarına geldiğinde de bu ödünç verdiği bir yılı parça parça geri alıyor. Yaşlılığının içinde, bir günlük, üç günlük, küçük parçalar halinde gençliğine, güzelliğine tekrar kavuşuyor. Klasik yaşlanma korkusunu ve gençleşme, eski günlere geri dönme arzusunu tema olarak kullanan bir hikaye. Aslında şaşırtıcı şekilde başarılı, sanki bu aptal herif yazmamış da birinden çalmış izlenimi oluşturuyor. Ancak elbette öyle kalmıyor, Papini’nin çürümüş ve aşağılık karakteri buna da sızıyor ve hikayeyi bozuyor. Durduk yere, lüzumsuz bir aristokrasi övgüsü, hikayeyi çirkinleştiriyor, sonuçta yine o alıştığımız, Papini’nin markası haline gelmiş VASAT etiketini, bu hikayenin de tepesine basıyor.
* * *
Şu ana kadar Babil Kitaplığı’nda okuduğum en sevimsiz, en yaka silktiğim kitap buydu. Daha önce bu kitap ile ilgili incelemeleri biraz tuhaf ve yüzeysel bulmuştum, okuduktan sonra bunun nedenini daha iyi anlayabiliyorum. Papini hakkında yapılan tüm övgülerin jenerik, muğlak ve temelsiz olması tesadüf değil kesinlikle. Bu biraz ağlak tavırlı, hüzünlü gibi yazıp dudak büken her sağcının “Awwwww” diye bağırılarak bağra basılması son derece rahatsız edici. T*rk okurlarında daha sık görülen bu anlamsız tavrı son derece rahatsız edici buluyorum ben. “Ayy, bütün dünyanın ağırlığı omuzlarında, zavallıcık, kaldıramıyor yaşamayı...” diye empatik biçimde göğüs geçirdiğiniz bu yavşaklar, Führeleri, Duce’leri götüne tekme yediği için mutsuz aslında. Bende de “Bari şunları bir parti kurşuna dizseydik, ecelleriyle ölüp ölüp sinir bozuyorlar. En azından romantik tayfanın üzülmek için gerçek bir nedeni olur.” düşüncesi yaratıyor açıkçası.
Borges’in yazdığı önsöz de gayet manidar bu arada. Kendisi de biraz boktan bir adam olan Borges’in (bkz: Borges'in Evinde) provokatif nedenlerle Papini’yi Babil’e dahil ettiğini düşünüyorum. Çünkü İtalyan Edebiyatı’nda adam/kadın mı bitti, Papini kim köpek? Ne zaman acı çeken bir faşist görse üzüntüden hastalanıp yataklara düşen ama “Lan sen hayırdır?” diye sorulduğunda “yoo, ben faşo değilim ki. Peron’a ben de tepki gösterdim, ben Gezi’yi destekledim!” diye ayak yapan Borges, yine çok içerlemiş Papini’nin cancellanmasına, “hiç de hak etmediği bir biçimde unutulmuş” diye dert yanıyor. O kadar boş, o kadar gerçek dışı bir laf ki bu; iyi edebiyatçı olan ne kadar yavşak, ne kadar şerefsiz olursa olsun unutulmuyor. Eğer öyle olsaydı bugün Nazilere destek veren, İkinci Dünya savaşında Naziler karşısında silah bırakılmasını talep eden Knut Hamsun’u asla hatırlamaz, hayvan gibi iyi bir kitap olan Açlık’ı okumamış olurduk. Gerçekten berbat bir yazar ama muhteşem bir edebiyatçı olan Nabokov’un Lolita’sından, sadece “bu herif çocuk tacizcisi” sonucunu çıkarmayı becerebilmiş akıl dolu liberal feminist tayfa, bu kadar uğraşa elemanı cancellamayı başarırdı. Veya biz (ML sol) George Orwell denen işbirlikçi şerefsizin CIA destekli propagandasını teşhir ettiğimiz halde 1984’ün bir karşı devrimci saldırı olmasının önüne geçebilirdik. Ama gerçek hayatta işler böyle yürümüyor, düzgün biçimde yazabilenin eseri, nasıl bir canavar olursa olsun yaratıcısı, bir şekilde yaşıyor. Kendinden öncekilerin ucuz kopyalarını yaratan ise çağının ardından unutulup gidiyor.
Herhangi bir özgünlüğü bulunmayan, sıradan fikirleri, sıradan bir dille dile getiren, vasat bir yazar kısacası Papini. Ne İtalyan öykücü olarak, ne de gotik edebiyat temsilcisi olarak Babil Kitaplığı içinde özel bir yeri hak ediyor. Bunu, kör faşist bunağın attığı talihsiz bir kazık olarak kabul ediyor, kitabı da hatırlanmamak üzere hayatımdan çıkarıyorum.
Dieci storie fantastiche per uno scrittore che non conoscevo e che ho piacevolmente scoperto. Lo specchio ci rimanda l’immagine doppia, una nuova identità, la percezione di qualcosa o qualcuno così come i nostri occhi la ritrovano sulla superficie liscia e fredda. Dal doppio prendono spunto i racconti di Papini a volte lugubri: come nel caso di “una morte mentale”: morire a forza di pensare di voler morire, o “non voglio più essere quello che sono”, in cui si tocca con mano l’impossibilità di essere diversi da quello che si è, imbrigliati nella gabbia di se stessi per tutta la vita; altre volte curiosi, in cui un doppio sé più giovane rincorre il sé più vecchio per tormentarlo con la sua immagine perfetta, come ne “il giorno non restituito”, o per desiderio di conforto, come ne “Due immagini in una vasca”. In alcuni si percepisce il vuoto legato al pensiero sull’uomo, sulla sua percezione di presente e futuro e sul bisogno di vivere proiettati verso il futuro fino a dimenticarsi che il presente ci scorre, velocemente e senza scampo fra le mani, immobili nel presente, senza possibilità di futuro perdiamo il nostro oggi; o il vuoto si riflette sull’anima, nel “mendicante di anime” e nel “ suicida sostituto”. Questo vuoto che a volte diventa terrore dell’essere nulla. Sono un sogno, vivo solo in quanto sognato. Come posso continuare sapendo che tutto finirà nel momento in cui il mio sognante aprirà gli occhi? Nessuno mi riconosce più, sono un essere inesistente, un vivente morto senza sapere come e perché. Racconti non da brivido, ma pensieri che il brivido in qualche modo lo creano, insinuano un dubbio, una nota stonata e per questo compiono perfettamente il compito per cui sono stati scritti. La scrittura è fluida, il ritmo a volte claustrofobico perfettamente in linea con i temi proposti.
Questi racconti sono semplicemente perfetti. Incipit. Idea centrale. Conclusione. Tutto perfetto. È incredibile come nessuna storia sia inferiore alle altre, sono tutte impeccabili ed affascinanti allo stesso modo. Le idee centrali vengono sviluppate magistralmente, così che anche le scelte narrative successive siano ineccepibili. Meno prolisso di Borges, meno grottesco e più filosofico di Poe. La lunghezza del libro è contenuta, permette di essere goduto in una sola seduta, si rimane sazi, ma desiderosi di ulteriori racconti.
In aggiunta, il libro stesso, il costrutto di carta, è un'opera d'arte in sé. Edito da Franco Maria Ricci, qualità di carta, stampa e stile della copertina inarrivabili. Secondo volume della serie de "La Biblioteca di Babele", curata da Borges. Reperito su una bancarella al non indifferente prezzo di 25€ ma felicissimo di averli spesi.
Suggerito a chiunque capisca qualcosa di letteratura ed abbia ancora un cervello in grado di essere stimolato, ma per stringere il campo direi che non può non piacere agli amanti di Poe o Borges.
Zihinsel Bir Ölüm’den: “Yalnızca yaşamın gizi ölümde değil, ışığın gizi de karanlıkta, iyinin gizi kötülükte, doğrunun gizi yanlışta, evetin gizi hayırdadır! Bu yüzden yaşamak isteyen her Faust, yaşamı tıpkı bir sevgiliyi kucaklar gibi, onun her şeyini duyumsamak, her yanını kucaklamak isteyen, her şeyin tadına varmak isteyen her tutkulu ruh, ölmeye hazırlanmalı, kendini ölümün içine koymalıdır. Bir an yoğun bir biçimde yaşamayı başarabilirsek, yaşam ağır bir ölümdür, her duyusal haz, bu uzun can çekişin onca sıçrayışından, ölüm hırıltısından biridir yalnızca.” Kaçan Ayna’dan: “İnsanlar geleceği düşünürler, gelecek günler için yaşarlar, sürekli olarak bugünleri gelecek olan yarına feda ederler. Her insan, yalnızca öngördüğü, beklediği, umduğu şey için yaşar. Bütün yaşamı, öyle bir biçimde kurulmuştur ki, her ânın onu izleyen bir ânı hazırladığını, her saatin ondan sonra gelecek bir saati, her günün, ardından gelecek bir günü hazırladığını bildiği ölçüde onun için bir değeri vardır. Bütün yaşamı, düşlerden, ideallerden, tasarılardan, beklentilerden oluşur.”
Papini, "kaçan ayna"daki öykülerinde gerçekdışı ve hatta fantastik ögeleri hep insanın içinde aramış ve bulmuş. biraz poe'yu andırsa da benzersiz diyebilirim.
varoluş, yaşam ve ölüm, yabancılık, biraradalık ve yalnızlık, çaresizlik ve boşunalık hemen hemen her öyküde karşımıza çıkıyor. bu sebeple kara bulutlar hiç dağılmıyor, karamsarlık en esprili öyküde dahi mevcut.
düşünmeyi seven, derinlikten korkmayan, sorgulayıcı okuyucular için tavsiye ederim.
not: babil kitaplığı serisinin her kitabı dikkate değer.
'' Daha şimdiden başka bir dünyaya aitmişim gibi duyumsuyorum kendimi, çevremi kuşatan her şeyin, geçmiş, bitmiş, artık benim hiç ilgimi çekmiyormuş gibi dile getirilmez bir görünüşü var. Bir arkadaşım bana çiçek getirdi, beklemesini, onları mezarımın üstüne koymasını söyledim ona. Gülümsedi gibi geldi bana, ama insanlar hiçbir şey anlamadıkları zaman hep gülümserler.''
Pappini'yi bir kaç sene evvel okumaya başladım ve iyiki okumuşum diyeceğim bir yazar bana göre aynı zamanda bir felesefe adamı. Onun dünyası bana çok ilginç geldi. Naifliğinin yanında zekası bilgisi karşısında hayran kalmamak mümkün değil! Kaçan Ayna daha önce okuduğum iki ciltlik ''düşsel konçerto'' Ve ''bitik adam''la aynı duyguları yaşattı.Daha önce yazdığım için burada sadece linki ekliyorum yazarla ve eserleri ile ilgili yorumlarımı. Okuyanlara iyi okumalar.
Papini ile tanışmadıysanız "Kaçan Ayna" bunun için çok iyi bir fırsat. Babil kitaplığı arasında yer alan bu eser birden fazla Papini öyküsü içeriyor. Melankoli ve alacakaranlığa sıkça yer veren yazar herkesin kendisinden bir parça bulacağı iç hesaplaşmalarına ayna tutmaktadır. Ben ilk Bitik Adam ile tanışmış, çok sevmiştim. Ammaa Kaçan Ayna 'nın tadı bir başka ♥️
Fantastico nichilistico Dieci brevi racconti, selezionati da Borges tra la produzione di Giovanni Papini, in cui predominano temi cari al curatore, in un'atmosfera favolosamente inquietante.
Il tempo e il suo scorrere, ora come continua sostituzione dell'io di ieri con l'io di oggi ( Due immagini in una vasca ), ora come perenne preparazione per un futuro che diventa via via presente ( Lo specchio che fugge ), ora come fantastico prestito e relativa restituzione ( Il giorno non restituito, in cui una nobildonna cede in prestito il suo 23° anno, e ne ottiene la restituzione a rate - vien da chiedersi come mai non abbia preteso degli interessi ).
L'identità è un altro tema ricorrente, predominante ne L'ultima visita del Gentiluomo Malato, Non voglio più essere quello che sono e in Chi sei?, disamina del senso di straniamento del protagonista che per un breve periodo non viene riconosciuto da nessuno, in quella che definisce "quella pausa della mia vita, in cui apparvi a tutti come un mentecatto straniero".
Anche la morte torna a più riprese, spesso in forma di suicidio sui generis, indotto o volontario ( Storia completamente assurda, fondamentalmente un doppio suicidio; Una morte mentale, Il suicida sostituto ).
Naturalmente può capitare che i temi si intreccino e sovrappongano, tempo e morte vanno a braccetto, così come tempo e identità, e tutte le variabili immaginabili.
Perché leggere questi racconti? Per la loro originalità? No, a parte qualche intuizione effettivamente molto originale, ma proprio per il motivo opposto: perché temi e riflessioni sfiorati, accennati, sono temi universali, finestre sulla mentalità umana a cui tanti, probabilmente, si sono affacciati nel corso della propria esistenza ( durante l'adolescenza, probabilmente ). A me è successo: ritrovare ragionamenti "già pensati", masticati e rimasticati negli anni, o fatti argomento di esperimenti mentali simili a quelli di Papini.
Colección de relatos de Giovanni Papini seleccionados por Jorge Luis borges, lo que ya es toda una carta de recomendación. No conocía, sinceramente, al autor. Los cuentos son de corte fantástico pero bastante lúgubres, todos tratan de la muerte, el suicidio, el miedo al futuro y el desprecio por uno mismo, por lo que no son precisamente una lectura ligera. Son bastante filosóficos y melancólicos en el tono (¿y autobiográficos?), pero igual me gustaron mucho. Dejo un parrafito de muestra, para que vean de qué va: "... todo el presente era sacrificado por ellos en pos de un futuro que a su vez se volvería presente y sería sacrificado a su vez por otro futuro, y así hasta el último presente, hasta la muerte. Todo el valor del hoy estaba en el mañana y el mañana valía solamente por otro mañana y así llegaba el último hoy, el hoy definitivo, y así la vida entera había transcurrido para preparar de día en día, de hora en hora, de momento en momento, lo que no llega nunca". Le pongo 4 estrellas porque después de unas pocas páginas se vuelve un poco predecible y repetitivo (y deprimente).
Merak ediyorum Papini geçmişte ne yaşadı ve insanlardan geçmişten bu kadar nefret edebildi. Kitaba hakim olan "geçmişin acınası halleri" size ne düşündürür bilmiyorum ama bana acınası bir narsizmi çağrıştırdı. Metaforlar çok çok güzel ve üzerine düşünülesi. Okumaya değer bir kitap kısacık ama çok yoğun öyküler içeriyor. Ha bir de resimde gördüğünüz basımı çok güzel kapağı içine itiyor insanı direk.(:
Tum hikayeler etkileyciydi.Fakat Neyse artik o olmak istemiyorum hepsinden daha çok etkiledi beni.Birkac yil once dusundugum ve ara ara yazdigim satirlarla karşılasınca derin bir huzun esliginde o gunlere geri gittim.