1960’lı yılların ikinci yarısı, 1961 Anayasası’nın göreceli özgürlük ortamı ve 1968’de dünyada hâkim olan mücadele iklimi, kendilerini yurtsever idealist olarak tanımlayan havacı subayları da derinden etkiledi. Dünya çapında yaygın antiemperyalist kurtuluş mücadeleleri de onları oldukça heyecanlandırıyordu. Öğrenci iken Marksizm ile haşır neşir olanların sayısı üç beş kişi ya var ya yoktu. Ülke sorunlarına kafa yoranlar için genel olarak Kemalizmin antiemperyalist ağırlıklı yorumu etkili idi. Saffet Alp bu süreçten etkilenen devrimci subaylar tarafından kurulan “Hava Kuvvetleri Proleter Devrimci Örgütü” ve dolayısıyla THKP-C’nin kurucularından biridir. Kızıldere’de yaralı olarak dışarı çıkmasına, başına sıkılan bir mermiyle katledilmesine rağmen, onun subay olmasını hazmedemeyenler karnının bir bölümünü süngüyle parçaladılar. Saffet Alp’in annesi, 40 yıldır unutamadığı evlat acısını yüreğinde yaşayan bu olağandışı kadın gururla şunları söylüyor: Benim oğlum yaralıyken bile aman dilemedi onlardan. THKP-C davasında yüzün üzerinde Havacı subay yargılandı. Bu kitap biraz da onların öyküsüdür.
On yıllardır, izanla, hiçbir etik değerle bağdaşmamasına rağmen, ısrarla, o cehennemden Ertuğrul Kürkçü’nün nasıl sağ kurtulduğu, bıkmadan sorulagelmiştir. Görülmektedir ki o evden sağ çıkan sadece Ertuğrul Kürkçü değil; Saffet Alp de yaralı ama sağ çıkabilmiştir. Savaş koşullarında bile yapılmayacak bir şekilde 23 yaşındaki bu gencecik insan alnına sıkılan kurşunla infaz edilmese idi, Ertuğrul Kürkçü’ye sual eden koro herhalde Saffet Alp’e de sorulacaktı, nasıl kurtuldunuz diye.”(s.50)
Murat Bjeduğ'un Kızıldere'de katledilenlerle ilgili yaptığı çalışmalarla, ilk defa bu kitap aracılığıyla karşılaştım. Bugüne kadar ben de, Kızıldere'den sağ çıkan tek kişinin Ertuğrul Kürkçü olduğunu biliyordum. Ancak bu kitapta, hem harekata katılan bir askerin hem de Saffet Alp'in cesedini gören yakınlarının tanıklıklarından öğreniyoruz ki, Saffet Alp o evden yaralı bir şekilde çıkmasına rağmen, alnına sıkılan tek kurşunla öldürülmüş. Bu da aslında harekatı yönetenlerin amacını açık ediyor. Zaten yine kitapta harekatı yöneten ekibin CIA-kontrgerilla bağlantısına dair alıntılar da aktarılıyor. Bence kitaptaki bir diğer önemli vurgu da, THKP-C'nin ordu içerisindeki yapılanmasında bulunan askerlerin, tam da ordu içerisinde yer aldıkları ve oradaki hiyerarşiyi bildikleri için cunta ihtimaline karşı çıkmaları meselesi. Bu da aslında çokça tartışılan 9 Mart-THKP-C ilişkisine dair göz önüne alınması gereken bir husus. Buna karşılık, kitapta Saffet Alp'in THKP-C ile nasıl ilişki kurduğu ve onu Kızıldere'ye giden sürece dair bir şey öğrenemiyoruz. Bu da aslında biraz Saffet Alp'in o dönemde çok anlaşılabilir sebeplerden dolayı yakınlarına karşı bu konuda ketum davranmasından kaynaklanıyor. Onu tanıyan birçok kişi, Saffet Alp ismini Kızıldere katliamı sonrasında gazetelerde görüp şok olduğundan bahsediyor.
1968 Türkiye'de damgasını vurmuş bir yıl. Türk solunda köklü bir damarı inşa eden Mahir Çayan ve THKP-C de 68'in en büyük getirilerinden biri elbette. Saffet Alp de bu hareketin ismi az bilinen kurucularından biri.
İsmi az biliniyor çünkü Saffet Alp, THKP-C'nin Türk Hava Kuvvetleri'nde örgütlenen kanadından geliyor. İsmi çok anılan Göksenin Yıllığı'na verdiği yazı ile devrimci hareket ile bağını ilan eden Saffet Alp, Murat Bjeduğ'un iğneyle kuyu kazan araştırması sonrasında devrimci hareket içinde hakettiği yere kavuşmaya bir adım daha yaklaşmış durumda.
Mahir Çayan ve arkadaşlarının, idam edilmek üzere olan Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ı kurtarmak için kendilerini feda ettiği ve Kızıldere'de bir köy evinde biten son eylemlerinin içinde yer alan bir isim Saffet Alp. İşin en korkunç yanı, devletin havan topları ile ateş ederek kaçırılan İngiliz rehineler de dahil köy evindeki herkesi katlettiği operasyonda evden sağ çıkan tek isim Ertuğrul Kürkçü olarak bilinirdi bugüne değin. Ancak Bjeduğ'un çalışması sonucu Kızıldere'deki köy evinden Saffet Alp'in de çatışmadan sağ olarak çıktığı, ancak askerler tarafından orada, pek çok askerin ve devlet görevlisinin gözü önünde katledildiğini öğreniyoruz. Bjeduğ bu gerçeği bir söylenti olmaktan çıkartıyor, tanıkların anlatımı ile gözler önüne seriyor.
Kitap biraz dağınık anlatımına ve Bjeduğ'un kişisel yolculuğu ile içiçe geçen bir şekilde kurgulanmış olmasına rağmen THKP-C geleneğinin az bilinen bir ismine saygı duruşu niteliği de taşıyor.