“Yaş alıyorum. Yüzümde güneşten kısılan gözler, kafamın tepesinde dolaşan düşünce balonlarına eşlik eden çatık kaşlar, büyük kahkahalar, The Notebook gibi filmlerde mütemadiyen ağlamama sebep sulu gözler sebebiyle artan çizgileri, üst üste içilen ve karıştırılan içkilerin ertesi günü bedenimi çarpan yorgunluğu, bavul çekiştirmekten sırtıma saplanan spazmları saymazsam, hoşuma gidiyor.
Artık hikâye biriktirmek için yaşamıyorum. Eski hikâyeleri kafamda döndürüp nerede hata yaptığımı aramıyorum.”
Beşiktaş-Kadıköy vapur iskelesinden Londra’nın parklarına, meydanlarına koşan Hazal Yılmaz, çocukluğu ve olgunluğu arasındaki labirentte dolaşıyor ve bazen bilinç akışı, bazen çözümleyici bir yazma dürtüsüyle kendini izliyor. Çocukluğun kesilmiş sahnelerini hayalleriyle süslüyor.
Bu kitaba “blog” kıvamında yaklaşmak lazım. Sanırım yazılar “kitap” olunca bir anda beklentiler yükseliyor.
Ardı ardına yazılarda aynı konulardan defalarca bahsediyor. Babasının hapiste olması, erken vefatı, ortadan kaybolan adamlar… Yazıların tamamı bir kitaptan beklenen bütünlüğü de sağlamıyor.
Yine de.. Hazal Yılmaz benim ilk takip ettiğim blogger’lardan biriydi. Çok sıradan süslü olmayan cümleler ve gündelik hayata ilişkin parçalar ile duygu yaratabildiğini düşünüyorum. Anlatım dilini de seviyorum. Bu kitaba, kitap olarak değil, blog yazılarının derlemesi gibi yaklaşırsanız gerçekten sevebilirsiniz.
Çok sevdiğim bazı cümleler:
“İlk muz likörünü tattığımız günlerin sarhoşluğunda geçiyor zaman. Birbirimizin kokusundan, teninden kafayı buluyoruz. Konuşmaları uzatmak için geceleri kısaltıyoruz, sevişmek için -meli, -malı işleri süresiz erteliyoruz. Arabaya atlayıp deniz kenarlarına, dağ eteklerine kaçıyoruz. Üzerimizden attığımız her bir kat kıyafet, birbirimize yaklaşmamıza sebep.”
“Etin yerine ıspanak, sütün yerine badem koyabiliyorsak; bavulları taşımaya evdeki ampulleri değiştirmeye, barbeküyü yakmaya da tek başına çare olabiliriz. İnsanların (bazen) kendi hatalarına ve seçimlerine suçlayacak birini bulmak için birlikte olduklarını düşünüyorum. Ben birlikte kahrolmaya değil, varolmaya partner arıyorum.”
Şimdi öncelikle emeğe saygım sonsuz. Anlamaramiyacagim tamam diye başladım kitaba guzel de başladım ne yalan söyleyeyim ama sonrası bana dağınık geldi, çocukluk, baba, marazi ilisememe durumlari sonra arada biraz sosyal güncel konulara duyarlılık, Londra günleri falan filan derken ortaya (bence) karmancorman bir kitap çıkmış. Gecislerdeki büyük punto aforizmalara deginmiyorum çünkü ben afilli cümle sevmem Oscar Wilde a falan ait değilse..işte burada da çoğunu gereksiz kelime oyunlarıyla süslü buldum ya da ne bileyim benden geçmiş bu işler sanırım🙈 Yine de ilginç bir yaşam deneyimi, özgün bir bakış açısı ve kendi ic dunyani, kelimelerini basıp bütün ülkeyle paylaşma cesareti.. Yazarın ikinci kitabının daha az daldan dala tadı vermemesi dileğiyle. Yolun açık olsun Hazal.
Overrated. Has a lot of genuine personal stories, and I appreciate the author sharing her inner world & brain with us. but she uses too many metaphors and fancy words. Plus, it is a compilation of reflections, rather than a consolidated book. Hard to follow why one big-font quote stands in between two articles - both of which are totally irrelated to the quote.
35 yaşında Türkiye’den İngiltere’ye taşınan bir kadının “sevgili günlük” tadında yazdığı bir kitap.
Aslında enteresan başlamıştı. Oldukça zorlayıcı bir çocukluk, gerçeklerin bizleri yılamayacağına, şaşırtamayacağına, hacıyatmaz gibi hep iki ayak üstüne geri dönen sağlam bir kadının mücadelesinin anlatımıyla başlamıştı.
Sonraları hep yolunda gitmeyen ilişkilerin aktarıldığı, isyankar, duygu dalgalanmalarına doğru evrilince tüm ilgimi kaybettim.
Belki biraz daha esaslı hale gelir diyerekten de bitirdim.
İşte insanoğlu hep sonları anımsıyor... Başını beğendiğim kitap bitirirken benim için biraz hayalkırıklığı olmuştu.
Yine çok uzun bir süreden sonra ilk defa, bir kitabı ilk çıktığı hafta aldım ve bir çırpıda bitirdim. Kendime de şaştım. Bilenler biliyor, bilmeyenler için de minik tekrar geçeyim. Öyle ki bir kitap çok popüler olursa çıkar çıkmaz, ya o popülerlik bende ters teper ve hiç okumam ya da (bunda olduğu gibi) kıtlık varmış gibi hemen gider alırım, eksik kalmayayım ben de okumuş olayım psikolojisine giriveririm.
Bu vesileyle kitabın kapıma dayanma hikayesini de şuracığa bırakayım. Zira onu da, instagram’dan okuyanlar biliyor. Siz blog’a kalan grupsunuz, tebrikler 😉
Bu kitabı kendime, günler öncesinden, hediye paketi yaptırarak, öyle yaptırınca not da yazılmalı kutucuğuna içimden sadece “aşk” yazdırmak gelerek hediye etmiştim. Paket hemen şubeye ulaşmasına ve şube on dakika öte mesafede olmasına rağmen iki gündür teslimatta gezindi şehri. Ve normalde, yakınlığımızdan ötürü hep sabahları teslim edilirken eve; bugün, tam da ben, ‘sadece anlamak istedim’ diye bi mesaj yazdıktan sonra kapıma geldi. Tam da kendimi, yola çıkmaya hazır, cıvıl cıvıl uçuşurken yüzüne pat diye kapı kapatılmış; yüzüm kapıya dönük bakakalmış, içerde kalmış, her şey içimde kalmış hissederken elime aldım. Ve karşımda, tam önümde; dura kaldı şu iki kelime: Anlam Arama ve aşk Neyse artık kitaba geçecek olursam; öncelikle giriş yazısı tammm bendi! Zira yine takiptekiler bilecektir ki, arada dolar dolar içimi dökerim burada. Aslında günlüklerime dökerim, dökerim dökerim de yetmez, buralara sanal âlemlere de saçarım da anca kendime gelirim 🙂 Hatta her seferinde de aynı notu düşer, yazdıkça rahatlıyorum, napayım derim 🙂 Hazal Hanım’ın da aynı kafadan olduğunu görmek (Elifçiğime selam olsun 😉 ) çok mutlu etti. Ve sankim ben de benim notları toparlasam (amma ben dedim, kişisel gelişimciler görse ıslak terlikle vuruceklerrr! 🙂 ) böyle bir kitap çıkarırım gibi geldi. Kitap çıkmasa da bana yeniden yazmak, içimi dökmek, kişisel tarihime (amma tarihçe vardır ya bende! 🙂 ) not düşmek için acayip şevk verdi. Kısacası yazmak konusunda gaza geldim 🙂 Savulun geliyorum 🙂
Yine dönemedim kitaba di mi? Pes bana! Neyse efendim, kitaptaki mini mini yazılar çok keyifliydi. Özellikle ilk yarısı süperdi. Çok keyif aldım. İkinci yarı (evet biliyorum film değil bu Jale diyorsunuz ama napayım öyle diyesim geldi 😉 ) biraz tempo, mood düşse de genel anlamda sevdim. Hemen bitiriyorsunuz zaten. Keyifli bir yaz gecesi, hatta balkon sefası kitabı 😉 (ah ah deme öyle Jalecim [bu ‘cim’ ekini yazınca da bi tuhaf oldum ya neyse! ;)] bilmez İzmirli olmayanlar diyenleri duyuyorum merak etmeyin 😉 ) vesselam.
Bu bağlamda, dünyanın neresinde olunursa olsun, çok daha (en azından kendime kıyasla fersah fersah) özgür bir yaşam sürülebiliyor olunsa da hem cinsimin aynı ya da benzer acıları çektiğini görmek, her ne kadar yalnız olmadığımı görmek adına kendime yakın hissetmeme neden olsa da, üzülmedim dersem yalan olur 😦 Yazık be biz kadınlara. Neler çektiriliyoruz. Ah ah.. oysa ki tek dersimiz naif bir sevgi verebilmek ve alabilmek.. memleketi, yaşı ve bilimum niteliği farklı da olsa erkeklerin aynı potada toplandığını duymak çok acıklı!
Kısacası sevgili kız kardeşlerim, yalnız olmadığımızın kanıtı bir kitap ve yaşam daha karşımızda. Ve ümit dimdik ayakta 😉
Ve tabii ki kitaba dair başlıca, altını çizdiğim notları sıralamazsam olmaz 😉 :
Hayatın, benim çabalarım haricinde, tam da şimdi zamanı geldiği için sinyal göndermesini bekliyorum. Sabırlı ol. [s. 18] Korkularımı yumurta gibi dikkatle taşıyacaklarına olan naif inancım baki. Ayrılma vakti geldiğinde bisküvinin ambalajı gibi çöpe atıyorlar ama. [s. 22] Susmuyorum ben. İçime konuşuyorum. [s. 31] Hüzün garip bir duygu, bir kere ruhundan içeri girdi mi, üzüntü, acıklanma, yalnızlığı da yemeğe çağırıyor, hep birlikte kutlamaya oturuyorlar. [s. 32] * Yordun beni diyip kapıdan çıkıyorsun, dağ da yorucu ama ona çıkmak için montunu giyiyorsun. [s. 35] Kendimi üçgene sığmaya çalışan altıgen gibi hissediyorum. [s. 45] Hüzünde. Bir Uber yolculuğunda, pizzacıda daha ilk dilimi bitirmeden, yanından geçen adamın parfümü birini anımsattığında, gözünden yaşlar akabiliyor. ‘Ne oldu, iyi misin?’ diye durdurup soruyor biri. Hüzün kelimesinin İngilizcede olmayışının azabını yaşıyor o sırada. [s. 67] Nesini beğendin, diye sorsan, ….. sayabileceğim bir şeyi yok. Çekiliyorum. [s. 93] Birbirimizin kokusundan, teninden kafayı buluyoruz. [s. 94] Herkesi sıfır noktasında kabul ediyorum hayatıma. Eskinin kırgınlıkları, yeninin beklentileri olmadan. [s. 97] Duygu dolandırıcılığı.. Tırtıklanmış ekmek, sayfaları koparılmış kitap, ısırılmış elma, iplikleri çıkmış hırka. Gibiyiz. [s. 98] Öksürüyorum. Söyleyemediklerim takılıyor boğazıma çünkü. [s. 102] Teflon tavaya, üzerinde yağ neden durmuyor, anlatamazsın. ….. Kalbini tava gibi düşün. Sünger değil. Kaydırıyor duyguları üzerinden, ememiyor. O yüzden kitaplarda okuduğun kelimeleri bu kadar lakayt kullanıyorsun. Her biri benim bedenimde sustalı saplanmış gibi. Sende bıçağı kabzası durduğu için, keskinliğini anlayamıyorsun. [s. 109] Şimdilerde en heyecanlı göründükleri durumlarda bile hiçbir neden göstermeden ortadan yok olabiliyorlar. ….. (a) Sana seni istemediğimi söylemenin en kolay yolu buydu. … (e) Dengesizlik dalında dünya şampiyonası adayıyım. (f) Sana sadistçe acı çektirmekten büyük bir zevk alıyorum. SM gruplarına üyeyim. (g) Derin mana falan yok. [s. 71] Sevgi… tanıdığın herkesle onu tanıştırmak istemendi, engelsizlikti, kalbindeki gürültüydü, midendeki çarpıntıydı, onu her cümlenin öznesi yapmaktı. Tek başına tıngır mıngır ilerleyen benliğini, otobanda son sürat güvenle götüren bir şeydi sanki. [s. 111] Oysa ben sana aşkımı da, ….. , nefes almanın doğallığında anlatmak istiyorum. ….. Bir ilişkiden daha, zaman kaybetmiş olarak çıkmış olmamak istiyorum. ….. Geçmişe dönüp suratıma tokat atmak, kendine gel ve hızla uzaklaş buradan, demek istiyorum. Adım her geçtiğinde etrafta sessizlik olsun, en yakın arkadaşların bile aptallığını yüzüne vursun istiyorum. [ss. 112-113]
Hazal Yılmaz'ın yetenekli bir kalemi var. Yazarken kendini durdurmadan gelişine yürütmüş hikayelerini. Kendimden de alışık olduğum bir stil. Bir kişisel not defterinin uzun molalar vererek karalanmış derlemesini okuyor gibi hissettim. Kanımca kitabın edebi değeri için belirli bir akış dahilinde ilerlemesi daha hoş olurdu. İkinci kitap için başırılarının devamını dilerim, umarım bu defa daha organize bir akış olur.
Gunluk mu, deneme mi tam olarak belli olmayan bir turde, cok dusuk cumlelerle yazilmis bir kitap. Kisa ama acikcasi bazi ifadelerin tahtaya tirnak surtuyormuscasina uyandirdigi hislerle zor bitti. Hele o "aforizma"lar . O kadar reklami hakedecek birsey ha cikar, ha cikacak umidi ile sonuna kadar okudum ve bittiginde geriye bende bu kitabi okumaya harcadigim vakte uzuntumden baska birsey kalmadi.
Ozledigim bir okuma dili. Seri, akici, akilli, net mesajlarla dolu cumleler. Kisa ama dolu ifadeler, hem dusunduruyor hem de yer yer gulduruyor. Bayildim. Herkese ama ozellikle kadinlara siddetle tavsiye ederim.
Siz Çocuk Yaparken Ben Ne Yapıyordum (What I Was Doing While You Were Breeding) Kristin Newman kıvamında sayılır ama kendince dram olsa da akıcı, büyük ihtimalle samimi ... Instagram’da görmeyi sevdiğiniz biri size içini dökmüş okuyun işte.