İnsan dünyaya ceset olarak gelir ama yaş alırken ve de öldüğünde asla bir ceset değildir.
Bir şimşek çaktı ve ben sıralı odalardan birinde, parmaklıkların arkasında bir silüet gördüm. 'Bir deli!' demiyorum, 'Bir akıllı!' gördüm! Zira o anda avluda olmayan ve koğuşların içinde kalanlar aklı başında olanlardı. Tam yedi tane vardı onlardan. Biri ise, o an tam karşımda duruyordu. Nüfuzlu kişilerden birinin ya da birilerinin canını sıkmış ve hapishaneye atılamadığı için adına sahte evrak düzenletilip Bimarhane'ye tıkılmışlardı. Onlar, bazen gayrimüslim dispanserlerinden sevk ediliyor, ruhani liderlerinin verdiği kuru bir icazet deli damgası yemelerine yetiyordu. Sadece gayrimüslimler mi haksız yere deli damgası yerdi? İnsan nasıl deli damgası yer?
Bir özgürlük mücadelesi... Delilerin boyunlarına vurulan ağır zincirlerin çözülmesi için uğraş veren, biri Müslüman biri Yahudi iki tabibin nefes kesen öyküsü. Yollarına çıkan kızıl gözlü dev bir ermiş mi yoksa katil mi? Haksız yere Bimarhane'de tutulan aklı başındalar özgürlüklerine kavuşacaklar mı?
Sultan Abdülaziz'i bile yerinden kaldırıp olanı gözüyle görmeye sevk edecek kadar büyük bir mücadele. Tarihin tozlu raflarında unutulmuş insanlık dışı bir geleneğin Süleymaniye'den Toptaşı'na uzanan nefis öyküsü.
Gerçek karakterlerle örülmüş roman, 1873-1876 yıllarından küçük bir kesit sunuyor.
"Bimarhane" önce anlamına bakalım, deliler yurdu, tımarhane diyor sözlükte.( benim mekanım )Bimarhane Farsça bir sözcük, "bimar" hasta demek, "hane" ise bildiğiniz gibi "ev" demek; yani aslında hastahane demek oluyor.18. yüzyıl sonu ve 19. yüzyıl başlarından itibaren eski darüşşifa binaları, yalnızca akıl hastalarını muhafaza etmek üzere kullanılmaya başlanmıştı. Bu tarihlerden itibaren "bimarhane" kavramının yalnızca delilerin konulduğu mekânı ifade eder şekilde kullanılır olduğunu görüyoruz. Osmanlı devletinin 19. yüzyılda en önemli bimarhanesi, Süleymaniye Cami'nin de içinde bulunduğu külliyede yer alıyordu. Süleymaniye Bimarhanesi, özellikle 1842 yılından itibaren kademeli olarak bir değişim sürecine girdi. Bu tarihten itibaren Süleymaniye Bimarhanesi, yalnızca akıl hastalarına (kadın ve erkek olmak üzere iki kısma ayrılan) tahsis edildi. 1873 yılında hastalar arasında ölüme neden olan bulaşıcı bir hastalık gerekçe gösterilerek Toptaşı Bimarhanesi'ne taşındı. Hastalar geceyarısı kayıklarla Üsküdar'daki mekana gizlice taşınmıştı. 1924 yılı ekim ayından itibaren de bu defa hastane, tüm hastalar ve personeliyle birlikte Bakırköy'e naklolundu. Bu kitabı okurken aklıma seneler önce okuduğum başka bir kitap geldi. "Türkiye'de Psikiyatri- Nöroloji ve Nöroşirurjinin Tarihi Gelişimi" Dr. Faruk Bayülkem. Bu kitap roman değil, mesleki bir kitap ve bir sonraki dönemi anlatıyor. 1900'lerin başından başlıyor ve bölümün gelişmesini anlatıyor. ( ne de olsa beni ilgilendiren konular , doktorum olursa doğru tedavi yapacak mı bakalım ? araştıralım öğrenelim ) Kitabımız Bimarhane'de yaşanan olayları ve Toptaşı Bimarhanesi'ne naklini; kısaca Ata efendi diye hitap edilen Tabip Ataullah Efendinin ağzından anlatıyor. Ata Efendinin anlatımıyla başlayan hikaye iş arkadaşı ve dostu Avram Efendinin anlatımıyla sona eriyor. Süleymaniye'de ki bimarhanenin Toptaşı'na nakli ve yeni yerleşimde yaşanan olaylar bir tabip gözüyle anlatılıyor.( ) Roman gerçek karakterlerle örülmüş, dili baştan ağır gelse de olaylar geliştikçe merakla okunuyor. Buda anlatılan dönemle bütünlük sağlıyor. 1873-1876 yıllarından nakil ile Ata Efendinin ayrılışına kadar olan kısa bir dönemi kapsıyor. Roman Şair Osman Nevres'in dizeleriyle süsleniyor ve şairin yaşamından bir kesiti de olaylar örgüsü içinde bize sunuyor. " Bu yağan yağmur değildir, sanmayın gök gürlüyor Sille-i darüşşifadır asuman ağlar bana..." İki tabip biri Müslüman Ataullah Efendi , diğeri Yahudi Avram Efendinin iş arkadaşlığı ve dostluğunu , yaşananlar karşında ki birlikteliklerini bize gösteriyor. Herkese okuması için tavsiye edeceğim bir roman. Kimi zaman düşündüren , kimi zaman hüzünlendiren masalsı kitap. Bu kitabı yazdığınız için yüreğinize, kaleminize sağlık #FatihMehmetÜnlü .