Çocukluğumuzdan anımsadığımız korku sahneleri vardır. Ya bir kitapta okuyup gözümüzde canlandırmış ya da bir filmde seyredip zihnimize kazımışızdır. Bizi etkilemiştir; karanlık korkumuzu, yalnızlık korkumuzu besleyip büyütmüştür. Yıllar sonra da anımsarız: Belki tek karelik patlayıp sönen bir flaş; belki keskin tiz bir çığlık olarak katılır gündelik yaşamımıza. Dolunay geceleri, kurt adam dişleri, vampir gözleri malzeme oluşturur kâbuslarımıza.
Yine de çok “tanıdık” değildir bu “korku”. Kurgusunda, tınısında, renginde, kokusunda, sesinde, nefesinde bir yabancılık, bir uzaklık vardır. Benliğimize katmayız, iliklerimize işlemez, küçümseyebiliriz onu; hatta dalga geçebiliriz bu korkuyla. Çünkü “bizden” değildir; yolumuza çıkmayacaktır, başımıza gelmeyecektir…
Büyük kent korkuları başka, kırsal alan korkuları bambaşkadır. Kırsal alana özgü korku; doğayla, doğanın gücüyle, batıl inançlarla iç içedir ve çarpıcılığını da inandırıcılığını da onlardan alır.
Ücra köylerin, geleneklere bürünmüş kasabaların, kuytu ormanların, bir görünen bir kaybolan mağaraların, dipsiz kuyuların gizleri ve bu gizlerin yaşattığı heyecanlar, korkular, kâbuslar...
Eski Ankaralı(3 nesil), yeni İstanbullu. Turizm ve Sinema okudu. Sinemada asistanlık, özel televizyonlarda yönetmenlik ve yapımcılık yaptı. Sektördeki ikinci yılında, “Yaşam Ustaları” adlı programıyla, Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin TV Programı dalında Yılın Başarılı Gazetecisi Ödülü’nü kazandı. İstanbul için, maceralı, hikâyeli, müzikli turistik mobil uygulama üretti. Aylık sinema dergisi Rabarba Şenlik’te, “Canavarlar, Yaratıklar, Manyaklar” adlı korku bölümünü hazırlayıp korku sanatlarını sinemaseverlere gerçek yüzüyle tanıttı. Hayalgücünün Merkezine Seyahat, Anadolu Korku Öyküleri, Aşkın Karanlık Yüzü, Karanlık Yılbaşı Öyküleri adlı seçkilere öyküleriyle dahil oldu. Yabani Dergi, Lemur Dergi ve Kabuk Dergi’de öyküleri yayımlandı. İlk romanı Konuşulmayan 2018 yılında, ilk öykü kitabı Ölümlüler, Deliler, Yalnızlar ise 2020 yılında yayımlandı. 2021 yılında Ötüken Neşriyat’ın Tekinsiz Kitaplar serisinin ilk kitabı, Kötülüğün Tasarımı: Eski İran Dinleri ve Şeytanın Doğuşu’na ilk novellasıyla dahil oldu. 2022 yılında önce ikinci öykü kitabı, İçine Çekenler'i ve bunu takiben ortaklarıyla beraber Gerisi Hikaye'den Vampir Öyküleri kitabını yayımladı. 2024 yılında Kötülüğün Tasarımı'nın ikinci kitabı Tanrıların Krallığı bu sefer bir makale iki roman ile devam etti. Korku kültürünün daha geniş kitlelere ulaşması ve tanınması amacıyla Gerisi Hikâye adlı podcast programını ortaklarıyla beraber üretmeye devam ediyor.
şöyle bir düşününce en son üniversiteye hazırlıktayken incisözlük'te korku hikayeleri okumuşum yahu. aradan çok zaman geçmiş. her ne kadar onlar bir edebi eser olmasa da anlatım olarak korku ögesi barındırıyordu. esasen sıkça korku filmi de izlerim ama korku edebiyatına ait kitap hiç okumadım desem yeridir. galiba bu ilk oluyor :)) ne büyük şans ve kendi adıma ne büyük şanssızlık.
kitaba gelirsem, kitap "gerisi hikaye" podcastlerini dinlediğim kişilerin ortaklaşa çıkardığı, hepsinin birer hikaye ile katkıda bulunduğu ortak bir eser.
esasen türk kültüründe de epey korku ögesi var diye aklımdan geçirdim kitap boyunca. çoğu anlatı da sinematik bir izlenim uyandırdı bende. yani çok kolay bir şekilde gözümün önünde anlatılanları canlandırabildim. bu da kitabın içine girmemde kolaylık sağladı bana. özellikle "kuyu" ve "gelin otu" hikayelerini çok sevdim diyebilirim. diğer hikayeler de elbette güzeldi ama bunları daha bir farklı sevdim.
içinde bolca "cin" "hoca" "lanet" "gotik köy ortamı" vs. unsurları barındırdığı için anlatılanları içselleştirebiliyorsunuz. sinemada bu unsurları görünce artık kusasım geliyor ama açıp okuması daha keyifli geldi bilemedim. bir de hikayelerin özgün olması, tekrara girmemesi güzeldi. o yüzden kitabı tavsiye edebilirim. serinin diğer kitaplarını da bu sene içerisinde okumayı düşünüyorum.
Epeydir okumak istediğim korku öykülerinden oluşan serinin ilk kitabını sonunda bitirdim. Bizim millet yıllar yılı dinle güdüldüğü için, korktuğumuz şeyler de hep dinî hikayeler oluyor haliyle. Voodoo hikayesi hariç (Anadolu insanının voodoo yapması bana çok gerçekçi gelmedi nedense), hikayeler birbirinden güzeldi. Favorim ise Koray Günyaşar'ın Karatepe öyküsüydü. Gecenin bir vakti okudum, tüylerim diken diken oldu. Demokan Atasoy'un Kuyu'su ters köşeyle bitti, fena gerildim. Işın Beril Tetik'in Gelin Otu'nu resmen tetikte ve tek nefeste okudum. Kayra "Keri" Küpçü'nün Cevizin Gölgesi Hain Olur öyküsü tahmin edilebilir sonuna rağmen sarsıcıydı. Galip Dursun'un Güzay'ın Bin Dilek Ağacı, başlı başına bir kitaplık öykü zaten. Bu minvalde, korku yazarlarının desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü gün geçtikçe daha sağlam hikayelerle geliyorlar. Okumanızı tavsiye ederim. =)
Bir süredir okumak istediğim kitap bir solukta bitti. Altı kısa öyküden oluşan kitap klasik korku öykücülüğüne Anadolu değneğini dokunduruyor. Kahramanlar sıradan Anadolu insanları, olaylar tanıdık ve korku öğeleri hep 2-3 nesil geriden bize fısıldanan batıl inançlardan oluşuyor.
Öykü yazarları batı tarzı klasik korku öğelerinden etkilenme kolaylığından özenle kaçındıkları gibi cinler periler eksenine tıkılı kalmamışlar. Kötülük derinlemesine işlenmiş, korkuyu yaratan unsurlar ayrı bir karakter gibi olgunlaştırılmış. Okuyucuyu aptal yerine koymuyor, hatta hikayelerde bir rolümüz olduğunu farkediyoruz. Belli boşluklara sızmamız, onları kendi kendimize doldurmamız bekleniyor.
Demokan'ın Kuyu hikayesi ve Galip'in Bin Dilek Ağacı favori hikayelerim oldu. Yazarlardan üçü (Işın Beril Tetik, Demokan Atasoy, ve Galip Dursun) aynı zamanda Gerisi Hikaye cep yayınını hazırlıyorlar ve korku edebiyatına karşı epey kafa yormuş bir ekip. Kitap bu birikimin izlerini taşıyor zaten.
Uzun zamandır merak ettiğim ama okumaya ancak fırsat bulduğum bu kitaba başlamadan önce büyük bir kaygım vardı. Kitabın, birbirinin aynısı çok fazla örneği olan "İslami korku filmi" tadında olmasından, yani bitmez tükenmez bir "cin" muhabbetiyle karşılaşmaktan korkuyordum.
Korktuğumla karşılaştım diyemem, ama söylemem gerekiyor ki kitaptaki öykülerin çoğunun dönüp dolaşıp geldiği nokta yine o cin konusu. Hayal kırıklığına uğradım diyebilirim, çünkü ben bu kitaptan birşeyler öğrenmeyi umuyordum. Anadolu kültüründen gelen, bilmediğim, duymadığım korku kavramlarıyla tanışmayı bekliyordum. Beklediğim gibi olmadı, karşıma yine ağırlıklı olarak cin öyküleri çıktı. Kitabın ismindeki Anadolu kavramı, daha çok öykülerin geçtiği yerler ve karakterlerin isimlerinden ibaret kalmış sanki.
İyi şeyler yok değil. Öykülerin tümü özenle yazılmış, toplamda ortalamanın üzerinde bir çizgi söz konusu. Benim çok takıldığım yazım yanlışları vs. yok denecek kadar az, hatta yok. Sadece bir öyküde, yazarın "miadı dolmak" yerine ısrarla, defalarca "miladı dolmak" yazmış olması beni çok rahatsız etti. Kitap 3. baskıda olmasına rağmen bunun hala düzeltilmemiş olması da ayrı bir sıkıntı.
Bu öykü derlemelerinin bir editörü olması gerektiğini daha önce de çeşitli yazılarımda söylemiştim. Bu kitapta çok fazla öykü olmadığından mıdır, ya da yazarların becerisinden midir bilemem, bir editör eksikliğini hissetmedim. Ancak tüm öyküleri elden geçirecek bir editör olsa, hem bahsettiğim "milat" meselesini halleder, hem de diğer öyküleri daha da geliştirirdi tahmin ediyorum. Tüm öykülerde deneyimli bir editörün ufak tefek dokunabileceği yerler var.
Bu serinin ikinci ve üçüncü kitapları da okunmak için rafımda bekliyor, ama açıkçası aradığımı bulamadığım ilk kitaptan sonra biraz ara vermek istiyorum bu öykülere.
Bir solukta biten son derece keyifli bir kitap. Zaten Türk korku filmleri yabancılardan daha çok etkiler beni nedense. Cinler, kurandan alıntılar, köy hikayeleri hep daha etkileyici olmuştur benim için. Kitap da aynı hisleri yaşattı bana. Özellikle birkaç öyküye, daha fazla gerilmemek adına, ara vermek durumunda kaldığım oldu. Gece yatmadan önce, sessiz bir ortamda okunması tavsiye edilir. Kitap amacına ulaşıyor. Biran önce ikincisini de okuyacağım.
Korku türüne olan ilgimi arttırıp, beni yazmaya, öğrenmeye ve eğlenmeye sevk ettiği için Anadolu Korku Öyküleri kitap serisinin yeri benim için çok başkadır. Kitabın detaylı bir yorumunu ve kısa bir incelemesine şuradan bakabilirsiniz: http://gecedengelenoykuler.blogspot.c...
Meteor yağmurlarını izlemek için gittiğim çadır kampında pek yıldız kayması göremesem de, beklentimin üstünde çıkan birbirinden garip öykülerle dolu bu kitap teselli oldu diyebilirim.. çocukluk korkularımı gün yüzüne çıkarması sonraki günlerde uyku problemi yaşamama sebep olsa da diğer kitapları da özel zamanlara saklıyorum 👻
Daha ben küçük bir çocukken ailemdeki büyükler Anadolu Korku Öyküleri kitabında geçen hikayelere benzeyen konular anlatırlardı ailenin küçüklerine. Kitabı okurken korkmak yerine o eski günlere gittim içimde bir buruklukla. Zaten benim için önemli olan buydu. Okurken bu kitabı o eski günleri hatırlamak. Emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler. Ben bu kitabı çok severek okudum. Emeğinize sağlık.
Her yazarın hem edebi üslubunu hem de öykü anlatıcılığını ayrı ayrı beğendim. Öyküleri de beğendim. Kitap kapağı biraz daha minimalist olsa ve içerisinde şehir paranormal öyküleri de barındırsa daha geniş kitlelere yayılabilir. Hatta İngilizce’ye de çevrilebilir. Musallatların sadece hristiyanlara dadanmasından gına geldi artık 😂😂
Güzel bir kitap olmuş. Ülkemizde bu tip yerli korku hikaye örnekleri artmalı. İlk okuyunca bazı hikayelere bazı kısımları garipsedim, yabancı ithal geldi. Ama Demokan bey ile Galip beyin hikayeleri akış ve merak uyandırma açısından çok akıcı geldi.
Seri haline geldiğine göre genel okur tarafından sevilmiş öyküler. Gerçekten de bu alanda eser yazmak zor. Hep denir, "kültürümüzde korku türü için epey malzeme var", fakat bu malzeme bir türlü gün yüzüne çıkamadı. Korku türü klişeye en çok ihtiyaç duyan alanlardan biri. Birçok basmakalıp karakter hikaye ve mit birbirine benzemekte. Anadolu korku öyküleri deyince daha orijinal metinler bulmayı ümit etmiştim ama beklentim pek karşılanmadı. Yine de Türkçe korku adına birşeylerin yapıldığını görmek güzel.Öyküler genel manada bildik anadolu motiflerine yaslanmış. Bu kısmen güzel bir şey; fakat dedelerden, sağdan soldan duyduğumuz hikayelerin üzerine yeni bir şey katılmış mı, önemli olan bu. Yine bir genelleme yapacak olursak, öykülerdeki korku unsuru daha çok köy-kentli, muhafazakar-laik çatışmasından ortaya çıkıyor. Yani ya köye gelen şehirli arkadaşın başından kötü şeyler geçiyor ya da köyden ayrılan geri döndüğünde sıkıntı yaşıyor.İlk öykü Karatepe'de köyüne geri dönen üniversite terk arkadaşın kimseyi tanıyamamsıyla başlıyor. "Hikayesini bilmediğimiz" şey bize korku verir. Bu yüzden kırsal alanlar tekinsizdir. Köye dönen karakter de alt metinde kasabalılıştığından tedirgindir. Klişe bir son bizi bekler. Anadolu korkusu deyince akla gelen ilk motif "cin" sanırım ve bunun üzerine sürekli yazılıyor. Yine yerli bir motif ve Batı korkusuna karşı güzel bir alternatif; fakat filmlerde de görüldüğü gibi (Dabbe serisiyle gelen cin korku filmleri) cin, genel izleyici/okuyucuyu sömürmekten başka bir şey yapmıyor. Çoktan tüketilmiş ve posası çıkmış bir öğe haline geldi. Seküler- muhafazkar çatışmasından doğan gerilim korku türünü beslemekte. Aklını kullanan rasyonel insanlar, baskıcı toplumları, köylü halkı, din adamlarını "öcü" olarak görür. İlk iki hikayede de imam karakterinin kötü adam çıkması bunun ispatı. İkinci öykü "Gerçekten Onlar Hayvan Gibidir"de de köylünün dışardan gelenlere iyi davranmadığını, çünkü birbilerine "yabancı" olduğunu görüyoruz. Kuyu öyküsü olaya biraz farklılık getirmeye çalışmış; ama gazete yazısı gibi "dir,dür" ekleriyle biten cümleler hikayeyi acayip donuklaştırıyor. Niçin böyle bir anlatım seçtiğini anlamak mümkün değil. Kuyu'nun meselesi yine "namus" meselesi etrafında dönüyor. Hafif meşrep olan kadın hemen ötekileştirilip yaratık-cadı-cin tarzı bir mahluka dönüştürülüyor. Çünkü bu kadın köylü erkekleri ayartıyor; fakat bazen "şer" diye bilinen şeyler aslında doğal döngü için önemli olan unsurlardır. Hikayede de bunu görüyoruz. "Hafif meşrep" kadının ölmesine göz yuman kıskanç köylü kadınlar bir felaketin kapısını açıyor. Bir nevi Freud'un "Return of the repressed" temasını ele almış öykü. Gelin Otu da hemen aksiyona girmiş ve "alkarısı"na benzer bir motiften yürümüş. Evet, konu güzel, ama işlenişi zayıf ve ifade etmeye çalıştığı bir derdi yok. Cevizin Gölgesi Hain Olur öyküsü de benzer namus- mahalle baskısı temasında dolanıyor. Cinsi arzularını bastıramayan çoban arkadaş, şeytana meyl ettikçe kendi sonunu hazırlıyor. Aslında gayet ahlakçı bir öykü diyebilir (muhtemelen yazar bunu bilinçli yapmamıştır). Dikkate değer ve ilgimi cezb eden tek öykü Galip Dursun'un "Güzay'ın Bin Dilek Ağacı" oldu. Hikayeyi işleyiş, kültürel ve geleneksel motifleri uyarlama açısından başarılı bulduğum bir öykü. Benim takıldığım mesele ise, kırsalda ya da ücra köylerde geçen korku basite kaçmaktır. Artık kimse köylü değil ve herkesin şehirle bir teması var. Kendi kimliğini oluşturaraktan şehirlerde geçen korku öyküleri yazılması gerekiyor bence. Bu konuda Neil Gaiman örnek alınabilir.
6 yazardan 6 keyifli öykü. Bazıları tema olarak benzer olsa da yazarların anlatılarına ekledikleri kendilerine özgü unsurlar kitabı tekdüzelikten kurtarıyor. Özellikle Kuyu ve Güzay'ın Bin Dilek Ağacı öyküleri çok hoşuma gitti. Kuyu'yu okurken ''Filmi çekilse hoş olabilir aslında.'' diye düşünmekten kendimi alamadım. Özellikle modern edebiyatımızda korku türünün yerini sağlamlaştırmak için atılmış önemli bir adım olduğunu düşünüyorum. Yer yer hoca/imam/dua motiflerinin çok fazla tekrarlandığını hissetsem de Anadolu kültürünün ağırlıklı ögelerinden olduklarından çok da şaşırtıcı sayılmayabilir. İkinci kitapta işlenen temaları merak ediyorum.
Anadolu ve Ortadoğu/İslam motiflerine sahip fantezi veya korku türünde eser bulmak kolay değil. Bir yandan cinli türk korku filmlerinde olduğu gibi sığlığa ve muhafazakârlığa düşme riski de var. Bu kitap ve seri bu yönde atılmış belki de ilk adım. Sırf bu yüzden bile çok değerli ama içindeki öyküler de oldukça başarılı ve keyifle okunur cinsten. Türk korku filmi kısırlığına ve geleneğe övgü tuzağına da düşülmüyor. Her biri yazdıkları türe hakim bu yazarların eserlerini okumak, fantezi ve korku seven Türk okuyucu için büyük şans.
İlk öykü hariç genel olarak beğendim. En beğendiklerim ise Kuyu (Demokan Atasoy) ve Güzay'ın Bin Dilek Ağacı (Galip Dursun) oldu.
Kitabın beğenmediğim yanı ise basımı oldu. Sıfır kitap ikinci günde elimde dağıldı resmen, sayfaları blok halinde koptu. Dua ile mi yapıştırmışlar, ne yapmışlar anlamadım; eğer öyleyse duaları tutmamış çünkü sayfalar tutmamış. Serinin diğer kitaplarını da almak istiyorum fakat onlar da aynı yayınevinden çıktığı için güvenemiyorum.
Bazı öyküler güçlü atmosferler sunarken, bazıları yüzeysel kalmış gibi hissettim. Ancak Anadolu'nun korku kültürünü edebiyata taşıması bakımından önemli bir girişim.
Anadolu’da yaşanmış olaylar biraz daha korkunç sanki. Arada başka kitap bitirirken birer birer ara vererek okudum hikayeleri. Demokan Atasoy yakın takibe alınmalı. İlginç. Zaten Tetik de daha önceden takibe başladıklarımden, o da çok iyi.
Karatepe: Klasik bir hikayenin etkileyici bir anlatımı. Atmosferiyle yakaladı beni.
Gerçekte Onlar Hayvan Gibidir: Çarpık bir Disney işi, Grimm masalı gibi.
Kuyu: En sevdiğim öykü oldu. İnsanın içini burkması nedeniyle diğer öykülerden farklı bir yere koydum. Sadece sondaki aksiyonlu bölüm, tarz olarak öykünün geri kalanıyla uyumsuz kalmış.
Gelin Otu: Bir "kabus"un içinde başlayıp hız kesmeden devam eden bir öykü. İlk okuyuşta kendini fazla sevdirmedi ama şimdi buraya yazarken aklımda bayağı yer etmiş olduğunu fark ettim.
Cevizin Gölgesi Hain Olur: En az beğendiğim öykü oldu. Her yönüyle sıradan geldi.
Güzay'ın Dilek Ağacı: Kuyu'nun ardından ikinci sıraya koyuyorum. Seçkinin en sürükleyici ve heybetli öyküsü. Vaadi ilginçti ama yarattığı beklentiyi karşılayamadı ne yazık ki.
Kitap Giovanni Scognamillo'nun Kırsal Alan Dehşetleri metni ile başlıyor, bu metinde geçen "Fantastiğin arayışında temel olarak bir Türk folkloru, bir Türk mitolojisi, Türk destanları ele alınacaksa elde edilecek zengin ve özgün malzeme yeter de artar bile." ifadesi bu derlemenin vaadini de imliyor. Derleme bu vaadini gerçekleştiriyor mu, kısmen. Örneği olmayan bir derleme o yüzden çok değerli, hikayaler özgün. Kuyu ve Karatepe öne çıkan öyküler.
Kitap 2006 yılında Laika yayıncılıktan çıkıp sonrasında yayın hayatına Bilgi Yayınevi ile devam etmiş.
Tarihi belirtmemin sebebi, bu türde pek çok kitap yok. Bu çalışma da neredeyse 20 yıl önce yapılmış kolektif bir kitap.
Korku türünü seven, ayrıca Anadolu Korku kültürüne meraklı bir insan olarak bana, kitap aslında ilk başta çok şey vadediyor.
Bu işlere meraklı herkes gibi ben de Anadolu Türk kültürünün korku öğelerini edebiyatta kullanabildiğimizi pek düşünmüyorum. Bu işin ağababası olan Amerikan Edebiyatına bakınca, adamların aslında bize göre çok daha yavan olan kültüründen inanılmaz eserler çıkıyor. Burada korku edebiyatına üvey evlat muamelesi yapılması da ayrı bir etken. Maalesef edebiyatımızda bir şeyin kıymet görmesi için böyle sürekli bir kahır olması gerekiyor gibi.
Kitabın içeriğine gelecek olursak bana göre kitabın en güzel öyküsü Demokan Atasoy’un Kuyu adlı öyküsü.
Anadolu kültürünü çok iyi çözmüş, kültürün iyi tarafları olduğu kadar kötü tarafları olduğunun da farkında, bir köyün yaşantısının temel sosyal dinamiklerini çözmüş, evlilik, hamilelik gibi köylerde çok daha önem atfedilen olaylar üzerinden, biraz da büyüye dokunan çok güzel bir öykü. Kitabı okumasanız bile bu öyküyü okuyun.
Işın Beril Tetik’in Gelin Otu öyküsü yine çok sağlam bir öykü.
Ayşegül Nergis’in “Gerçekte Onlar Hayvan Gibidir” öyküsü güzel ancak çok fazla Stephen King kokuyor.
Cevizin Gölgesi Hain Olur adlı öykünün yazarını söylemeden kendisine çatayım. Efendim hiç mi bir Anadolu köylüsüyle karşılaşmadınız :slight_smile: Çobanın kavalından melodi değil çıksa çıksa ezgi çıkar, onu bulamadık nağme çıkar, türkü çıkar. Yozgat’ın köyünde çoban kavalımdan melodi çıkıyor derse arkadasından LGBT şakaları başlar.
Karatepe öyküsü ise kitabın en klişe öyküsü. Yani Anadolu Korku Öyküsü yazıcam diyen birine git en klişe öyküyü yaz deseler bunu yazar. Arkadaşım öykünün sonu ne kötüydü öyle.
En arada kaldığım öykü ise Galip Dursun’un Güzay’ın Bin Dilek Ağacı. Öykü aslında inanılmaz yüksek potansiyele sahip, hikaye, mantık, kurgu çok iyi ama yazım size o akışı ve tadı vermiyor. Aslında üzerinde biraz daha çalışılsa kitabın magnum opusu olabilecek öykü biraz geride kalmış gibi.
Kitabı genel olarak sevdim. O sebeple puanım 7.5/10
İşin özü 3.5-4 arasında bir puanı hak ediyor. Gerisi hikaye podcast serisinden uzun yıllardır dinlediğim grubun ve birkaç arkadaşının kitabını nihayet okuyayım dedim. Yıllardır okumama sebebim inli, cinli hikayeleri oldum olası sevmememdir. Zaten ondan dolayı da 3 puan verdim. Genel olarak kurguları gayet iyiydi. Ayşegül Nergis'in hikayesi sanırım en beğendiğim hikaye oldu. Birde dipnot atayım. Demokan hikayeyi yazarken fazla uzatmış. Gelin Otu hikayesini okurken de mistik bir hikayede gibi hissettim kendimi.
"Korku ve gerilim temalarına hiç yabancı değilim. Yabancı filmlerden korku ve gerilimi çok seviyorum. 3.Millenyum (2000'li) yıllarında Büyü adlı Türk filmiyle tanıştım. Filmlerden aşina olduğu korku ve gerilimi edebiyat sahasında ilk kez bu betikle tanıştım. Korku ve gerilim romanların dili akıcı, sürekleyici ve merak uyandırıcı olduğunu bu betikle öğrendim. Altı korku ve gerilim öykünün en başarılısı Gelin Otu ve Kuyu'dur.
Kuyu öyküsünü okurken kendimi olayın içinde his ettim. Halka serisinin Türk uyarlaması diyebiliriz. Kuyu, Halka'dan ayıran en önemli özellik ise dışlanmış bir kadın merkezinde geçen olay örgüsünde dersler çıkartabiliriz; Kadını dışlamayacaksın, minnettar olacaksın, bencillik edip günahsıza kıymayacaksın ve kadına iftira etmeyeceksin. Anşa karakteri gözümün önünde İpek Tuzcuoğlu olarak canlandı.
Karatepe'de bitmeyen bir öykü olarak ayrı bir lezzet kazandırmış. Ceviz Ağacın Gölgesi Hain Olur'da sevenleri kavuşturacaksın ayrıca insanları yalnızlığa terk etmeyeceğini öğretiyor.
Gerçekte Onlar Hayvan Gibidir'de gündelik türü korkuda başarılı değil ama sonunda yobazlık adı altında imamlarımız büyüyle köylerde korku imparatorluğu kurduklarını görüyoruz. Bu öykü sayesinde artık karanlıklardan değil kötü kalpli insanlar ve imamlardan korkuyorum. Şiddetle okumanızı tavsiye ediyorum."