“Diyarbakır’ın Karaağaç Köyü Kuran Kursu’nda can veren altı çocuk; tarikat şeyhleri tarafından kutsanmış ‘imansız’ bir piyasanın ve bu kuralsız piyasada bozdurulmuş kör bir inancın kurbanlarıydı. Karaağaçlı çocukları; anayasasında yazıldığı üzere demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olması beklenen Türkiye Cumhuriyeti’nin diğer kimsesizleri izledi: Konya Taşkent’te doğalgaz patlamasında yiten on sekiz ve Adana Aladağ’da köze dönmüş on iki kız çocuğu, Karaman’da tecavüze uğrayan on erkek çocuk, Kütahya’da bir kolunu kıyma makinesinde bırakan on iki yaşındaki Nurettin ve Adıyaman’da bir ortaokul pansiyonunda ırzına geçilen erkek çocuklar...”
12 Eylül’den itibaren uygulanmaya başlanıp AKP iktidarlarında tamamlanan neo-liberal ekonomik politikalar sonucu Türkiye’de yoksulluk ve yoksunluk, tarikat ve cemaatlerin istismar alanına dönüştü.
İsmail Saymaz, tarikat ve cemaatlere terk edilen eğitim alanındaki ihmalleri, kamu görevlilerinin dinî gruplara yol vermesini ve nihayet yoksul aile çocuklarının dramını gözler önüne seriyor.
Kimsesizler Cumhuriyeti, tarikatların “endişelerini” gidermek için kaçak eğitim kurumu açmanın ve bu kuruluşlarda çalışmanın suç olmaktan çıkarılmasının sonuçlarına ışık tutuyor. Ölen, sakat kalan, cinsel saldırılarla hayatları kararan bu çocukları kader kurbanı ilan eden zihniyetin somut suç ortaklığını gösteriyor.
Rize’de, 11 Temmuz 1980’de doğdu. Halen gazetecilik üzerine yüksek lisans eğitimini sürdürdüğü Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni bitirdi. Gazeteciliğe Rize’de başladı. Konya ve İstanbul’da yerel gazetecilik yaptı. Mayıs 2002’den beri Radikal gazetesinde muhabir olarak çalışıyor. İnsan hakkı ihlalleri, düşünce ve ifade hürriyeti üzerine haberlere imza atıyor. Saymaz, başta Erzincan Davası olmak üzere, haberleri nedeniyle yirmiye yakın davada yüz yılı aşkın hapis cezası istemiyle yargılandı.
Ödülleri:
İstanbul Tabipler Odası Basında Sağlık Ödülü (2009), Metin Göktepe Jüri Özel Ödülü (2010), Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü Ödülü (2010), İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Ayşenur Zarakolu Basın Özgürlüğü Ödülü (2011)i Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yılın Söyleşisi Ödülü (2012), Türkiye Yayıncılar Birliği Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü (2012).
Ekonomik durumu kötü ailelerin çocuklarını ne olduğu belirsiz tarikat yurt ve okullarına göndermek zorunda kalmaları sadece ülkemizde yaşanan bir sorun değil maalesef. İrlanda'daki Katolik yatılı yurtlarda da binlerce çocuk ve genç kız taciz ve istismar edildi. Bununla ilgili onlarca sinema filmi yapıldı ve insanlara sunuldu. Nerede muhtaç aileler varsa, orada bu durumu avantaja dönüştürmek isteyen (örnek Fetö, Süleymancılar, ensar vakfı, Katolik yatılı okulları vs.) yığınla tarikat ve dini cemaat bu saf çocukları istismar için beklemekte. Bunlarla mücadeleyi yalnızca devletin eğitim kurumları yapabilir. Hiçbir çocuk sahipsiz kalmamalı; hatta ülkemize yeni girmiş mülteci ailelerin hiçbir şeyden habersiz çocukları bile. Daha dün Van'dan kaçak yollarla ülkemize giriş yapmış Afgan bir babanın şu sözü durumu net olarak açıklıyor: "Çocuğumun iyi bir eğitim alıp kurtulması için buraya geldim!..." Başka da söze gerek yok bence. "...12 Eylül tarikatların önünü açtı. Türk-İslam sentezini resmi ideolojiye dönüştüren 12 Eylül'cüler 1980'de Süleyman Demirel hükümetinde müsteşarlık yapan Turgut Özal'la el sıkıştı. Özal, darbecilerin kurduğu Bülent Ulusu hükümetinde ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı oldu. Böylece Özal, Demirel'e kabul ettirdiği 24 Ocak 1980'de ilan edilen ekonomik kararları, 12 Eylül'den sonra da uygulamaya devam etti. 24 Ocak kararları karma ekonominin hakim olduğu Türkiye'yi küresel rekabete uyumlulaştırmak için serbest piyasa ekonomisine geçirmeyi amaçlıyordu. Bu doğrultuda kamu yatırımlarına fon akışı kısılırken kamu iktisadi teşebbüsleri özelleştirildi. Özel sektör karar verici tek güce dönüştü. Devletin kredi ve teşvikleriyle semiren özel sektör, parasız kamu hizmeti olan eğitime gözünü dikti. 12 Eylül'de önce dini yurt ve kuran kurslarıyla bilinen tarikat ve cemaatler devlet tarafından bırakılan bu boşluğa yerleşti veya yerleştirildi. 1980'lerde dershaneler, 1990'larda özel okullar ve 2000'lerde özel üniversiteler açıldı..."
Son 60 yılın, sözüm ona mütedeyyin kesimini kapsamlı şekilde anlatan, bu kesimin en kolay sığınak olan din olgusunu hangi şekillerde kullandığını tüm hatlarıyla açmış bir eser. Aladağ, Ensar Vakfı, Adıyaman'daki iki farklı dava ve Diyarbakır'da meydana gelen yurt olaylarıyla ve kimlerin nasıl, neleri "yuttuğunu" ve sonra bu yutulanların nasıl "tükürüldüğünü" yazmış usta haberci.
DP döneminde bir nebze özgürleşen tarikat ve cemaatlerin son 20 yıllık bantta nelere yol açtıklarını, neleri hamuduyla götürdüklerini ve geleceğimizi, eğitim sistemimizi kimlere nasıl emanet etmiş olmayı zannettiğimizi vurgulamış.
İstatistikler, raporlar ve ifadeler şunu gösteriyor ki fukara ailenin biricik evladı bir hiç uğruna gençliğinin taze dallarını açamadan katlediliyor ya da ömrü, naif psikolojisi hunharca mahvediliyor.
Derinden sarsmış bir alıntı iletmek istiyorum: "S: Devlet size sahip çıktı mı? C:Hiçbir şey görmedim devletten."
Devletin hiçbir şey göster(e)memesinin evvelinde, olayların evveliyatı da şüphe uyandırıyor, lakin her üst kademe "kulağının üzerine yattığı" için tablo giderek rezil bir hale bürünüyor.
Kitabın sonuna nakşettiği cümleleri, 94 yıllık koca çınarı yıkmayacak cinsten: ""Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk'ün dediği gibi, 'Şeyhler, dervişler, müritler mensuplar memleketi' değil, 'kimsesizlerin kimsesi' olmalıdır."
“İkinci çocuk, 2012 yılında Ensar’da kalırken, henüz on yaşındaydı. Yatağında uyurken bir kişinin eşofmanını indirmeye çalıştığını fark ederek, korku içinde uyandı. Gördükleri karşısında şok geçirdi. Çünkü bu kişi, ‘Hocam’ dediği Büyüktürk’tü. Eşofmanını çektikten sonra tedbir olsun diye sırtüstü yattı. O halde uyudular. Büyüktürk, sabah bir şey olmamış gibi kalkıp gitti.
Bir ay sonra ikinci kez geldi, Büyüktürk.
Üçüncü gelişinde ise tecavüz etti.
Ne vakit yurtta çocuklar arasında gürültü olsa Büyüktürk, sinirlenmiş gibi görünerek, odasına çıkıyor ve çocukların özür dilemek için gelmesini bekliyordu. Özür için gelenlerden, her kim kendisini sinirlendirmişse o çocuğu yanında alıkoyuyor, diğerlerini gönderiyordu. Odada beklettiği çocuktan oral seks yapmasını istiyordu. Bu şekilde on iki kez tecavüze uğradı ikinci çocuk.
Kime şikâyet edebilirdi ki?
Yetimdi ve yurtta kalmaya mecburdu.
On yaşındaki üçüncü çocuk da yetimdi. Bayramda köyüne gidemediği için ranzasında uyurken, yanına uzanan Büyüktürk’ün cinsel istismarını fark etti. Büyüktürk, sarıldığı çocuğa ‘Seni Allah ve resülünün rızası için seviyorum,’ dedi ve gitti. Üçüncü çocuk o gece kurtulsa da bir yıl sonra KAİMDER yurdunda tecavüze uğradı.
Ensar’da kalan ikinci, dördüncü ve beşinci çocuklar da…
Diyarbakır Karaağaç’ta , Adana Aladağ’da, Kütahya’da, Adıyaman’da, Konya Taşkent’te ve Karaman’da... İstismar edilen, tecavüze uğrayan, hayatını kaybeden kimsesizler.. İsmail Saymaz, yine belgeler ve mahkeme tutanaklarına dayandırarak gerçekleri yazmış.. Süreçlerin sonunda eylemi gerçekleştirenlerin aldığı ceza da var yargılanması gerekirken üstü kapatılan davalar da var... çünkü arkalarında kapı gibi “Devlet” var!!
Bir romanda okusam etkisinden çıkamayacağım olayların ülkemizde göz göre göre, denetlenmeden ve ceza almadan gerçekleşiyor olması çok sarsıcı. İsmail Saymaz Ensar’daki istismar olayları ya da Aladağ’daki yurt yangını gibi yakın tarihteki olayların izini belgelerle sürüyor. Keşke yazılanlar kurgu olsaydı.
Kanım çekilerek okudum resmen ve bir o kadar da kahroldum..Sonra dedim ki Ey Atatürk sen ne vizyon sahibi bir insanmışsınki dinin kötü ellerde kullanılanileceğini anlayıp bazı kanunlar çıkarmışsın,ama gün geldi o kötüler sana dinsiz dedi.Allah senin ve tüm mazlumların hakkını onlardan sorsun inşallah..
Günümüz Türkiyesinin anlamlandırılabilmesi için okunması elzem olan bir kitap.
Tarikat-Siyaset-Eğitim-Yargı dörtlüsünün son 15 yıldaki el ele yürüyüşüne dair aydınlatıcı kesitler sunmuş Saymaz kitabında. Karadelikleri bilirsiniz, birşeyleri(yıldız olur, gezegen olur) muazzam yerçekimi ile çekip yutarken görünür olurlar. Türkiye'deki tarikatlar da böyledir. Patlayan bir skandal ile görülebilir haldelerdir ancak. Zira kurulan bağlantılarla kendilerini görülmeyecek hale getirmişlerdir.
Saymaz kitapta bu skandalların olay örgüsü, yargı süreci ve sonrasına değinmiş. Aladağ ve Karaman gibi ülke çapında ses getirenlerin dışındakiler de kitapta var. Hararetle kitabı tavsiye etmekteyim.
Yanan çocuklar, tecavüz edilen çocuklar, yoksulluk nedeniyle çocuklarını ‘o’ yurda ya da ‘kurs’a göndermekten başka birşey yapamayan, olanları duyunca da ses dahi çıkaramayan ana-babalar…
Biz ne zaman bu kadar çürüdük, ahlak be zaman bu kadar ‘YOK’ oldu? Yoksa aslında hep böyleydi de biz mi uyuyorduk?
Tarik yol demektir, bu nasıl yol? Akılları fikirleri yalnızca bel altına mı çalışıyor bazı insanların?
İnsanın burada okuduklarını sindirmesi kolay değil, Saymaz aktüel bir dil ile sadece gerçeklerin peşinden koşarak yakın dönemimizin çocukları kurban eden en acı ihmal ve istismar skandallarını anlatmış. Okuyunca hem şoke oluyorsunuz, hem de işin tuhafı o çocukları o yurtlarda kalmaya zorlayan şartları iyice anlıyorsunuz. Tarikat, cemaat adı altındaki yapılanmalarla kaleminin kuvvetiyle korkmadan mücadele eden Saymaz’a büyük bir alkış.
Zaman zaman haberlerde karşımıza çıkan, bazen siyasetçiler tarafından üstü örtülen, bakanın "bir kereden bir şey olmaz" dediği olayların ayrıntılarını, eğitimde cemaatlere yapılan yardımları, gerekli denetimlerin yapılmaması, ihmalleri bulabileceğimiz bir kitap. Bilinçlenmek için, gelecek nesilleri bu tür sapıklardan korumak için okunması gereken kitaplardan biri.
İnsanlığımızdan utandık. Cehennemi yaşıyoruz haberimiz yok. Şu saatten sonra başımıza ne gelirse müstehak. Ya da Allah belamızı verdi de haberimiz yok... İsmail Saymaz, cesur bir şekilde bu kitabı yazdığın için sana teşekkür ediyorum.
Devletin (hükümetin) kasıtlı/danışıklı olarak açık bıraktığı boşluklardan, akıl sağlığı bozulmuş, kötülüğün organize olmuş teşkilatlarının varabileceği noktaları belgeleri ile yazan ve tarihe not düşen bir araştırmacı gazeteci çalışması. Teşekkürler.
Yetmez ki anlattıkları... Tüylerim diken diken oldu. Bazıları bildiğimiz gazete haberleri (belki de hepsi) ama detaylı inceleme, raporlardan detaylar... Sosyal bir devlet olmanın çivisinin çıktığı anlar... Araştırmacı gazeteciliğin yaşadığına olan inancımı tekrar canlandıran kitaplardan birisi...
Okuduğum satırlara inanamadım... Okurken çoğu zaman donup kaldım, zavallı çocukların neler yaşadıklarını düşündüm ve yapılanların cezasız kalmasına sinirlendim.
Beş içler acısı olayı konu alan . Aileleri bu duruma sokan kişi ve kurumların ceza almak bir kenara dursun nerdeyse ödüllendirildiğini belgeleyen bir kitap.
mahvoldum... bu yaşananların yaşanmasına katlanamazken, bir de hiç ders alınmadığını görmek... cumhuriyet kimsesizlerin kimsesi olmalı, tıpkı kuruluş amacında güdüldüğü gibi...