Serdar Soydan'ın titizlikle hazırladığı kronolojik biyografisiyle
Suat Derviş, her bir karakterin trajediye dönmüş hayatını çarpıcı ve apaçık bir dille anlatıyor.
İstanbul'un Bir Gecesi sıradan bir gecenin farklı sınıftan insanlarca nasıl yaşandığını, bir yanda tek sefer giyeceği bir elbiseye servet ödeyen kaymak tabakadan bir kadınla, diğer yanda oğluna kan parası bulmak için bedenini satan veremli bir anneyi anlatıyor. Sadelikten ve akıcılıktan vazgeçmeyen Derviş “edebiyat yapmadan” edebiyat yapıyor.
1939 yılında Haber gazetesinde tefrika edildiğinde ses getiren metin bugünkü sosyal ve ekonomik uçurumların da çok uzağına düşmüyor. Suat Derviş'in ‘30'lardan itibaren ürettiği toplumcu gerçekçi metinler eleştirmenler tarafından yıllar içinde görmezden gelinmiş olsa da bütün canlılığı ve gerçekçiliğiyle seneler sonra bile anlamını ve önemini koruyor.
“Henüz sınıflar arasındaki makasın son derecelerine kadar açılmadığı 1930'larda Suat Derviş, İstanbul'un Bir Gecesi ile, Adalet Ağaoğlu'nun Bir Düğün Gecesi romanıyla 1970'lerde yaptığının bir benzerini yapar. Yazar, bir düğün etrafında Türkiye'nin çarpık kapitalistleşmesinin gündelik tarihini sunar.”
Suat Derviş İstanbul’da doğdu. Tıp profesörlerinden İsmail Derviş Bey’in kızı olan Suat Derviş, çocukluk yıllarında özel eğitim aldı. Daha sonra Kadıköy Numune Rüştiyesi’yle Bilgi Yurdu’nda eğitim hayatına devam etti. Konservatuvar eğitimi için ablasıyla birlikte Almanya’ya giderek piyano dersleri almaya başladı ve edebiyat fakültesine yazılarak felsefe derslerine yöneldi. Konservatuvar eğitimini bırakıp Almanya’daki çeşitli dergi ve gazetelerde yazmasıyla gazetecilik hayatı başladı. 1932’de Türkiye’ye döndükten sonra da Son Posta, Vatan, Cumhuriyet, Gece Postası, Yeni Ay, Tan gibi gazetelerde röpotajları, hikâyeleri, romanları yayımlanarak yazı hayatına devam etti. Reşat Fuat Baraner ile birlikte Türkiye’de toplumsal gerçekçi akımın ilk yayın organlarından sayılan Yeni Edebiyat Dergisi’ni yayımladı. Bu dergide kısa öyküler, fıkra ve eleştiriler yazdı. 1944 tutuklamaları sırasında eşi Reşat Fuat Baraner’i sakladığı ve yasadışı Türkiye Komünist Partisi’ne katıldığı gerekçesiyle yargılanarak bir yıl hapse mahkûm oldu. Ardından Paris’e giderek 1953-1961 yılları arasında Fransa’da kaldı. 1961’de Türkiye’ye döndükten sonra romanlarının yazımı ve yayınıyla uğraştı. Birçok ilke de imzasını atan Suat Derviş, yazı hayatına adım attığı Alemdar gazetesindeki “Hezeyan” şiiri başta olmak üzere, gerek farklı mahlaslarla gerek kendi ismiyle yazılmış birçok eseri geride bırakarak 1972’de Kasımpaşa Askeri Deniz Hastanesi’nde hayata gözlerini yumdu.
bir delinin yalan yanlış anlatılan kısa tarihi ve bir düğün gecesi’ni seven bunu da sever. suatçığım çok daha önceden yazmış. sınıfsal olarak çok çok farklı karakterlerin hepsini inandırıcı yaratıp okuru hepsinin derdine ortak etmesi müthiş bir başarı. şimdiye kadar okuduklarım içinde en sevdiğim suat derviş romanı oldu.
İstanbul'un Bir Gecesi romanı, İstanbul'da bir düğün sahnesiyle başlıyor. Aynı gece boyunca yaşamları kesişen karakterler üzerinden İstanbul'u, sınıf farkını ve yaşamın adaletsizliğini okuyoruz. Kitabın bu kurgusuyla Adalet Ağaoğlu'nun Bir Düğün Gecesi romanına ilham verdiği düşünülüyor. 1939 yılında tefrika olarak yayınlandığı düşünülürse Derviş'in edebi zekasına hayran kalmamak elde değil. Kitaba dair en gerçek ve üzücü şey ise Türkiye'deki sınıf farklarının, yoksulluklarının neredeyse hiç değişmemiş olması.
Suat Derviş, Behçet Necatigil'e yazdığı mektuplarından birinde "İstanbul'un Bir Gecesi" romanı için en sevdiğim romanlarımdan birisi demiş. Kendisini ilk kez bu romanla okumuş olmak çok doğru bir karar oldu benim için. Kitaba başladığım gün kendisinin "Ben Yazar Suat Derviş'im" sergisini gezme fırsatı bulduğum için de çok mutluyum.
Adalet Ağaoğlu'nun Bir Düğün Gecesi romanının öncülü kabul edilen kitap. Yine bir düğün etrafında birbirine karışan hayat hikayeleri var bu metinde. İki kitabı da çok seviyorum diyebilirim artık.
Suat Derviş'in anlatım dili çok ama çok başarılı. Yazarın, 1930'larda tefrika edilen bir romanda bu kadar sürükleyici, duru, etkileyici ve toplumsal gerçekçi bir bakış açısıyla yazabilmesi dönemdaşlarından ne kadar ileride olduğunun bir göstergesi. Ayrıca sosyal adalet konusunun bu kadar güzel işlendiği başka bir kurgu metin okuduğumu hatırlamıyorum.
İthaki Yayınları Suat Derviş külliyatını oldukça özenerek hazırlamış. Bu kitapta hem önsöz hem de sonda yer alan biyografi takdir edilesi. Bu muamele keşke tüm Türk yazarlarına gösterilse.
Istanbul'un bir gecesinde yaşananlar Suat Derviş'in sade diliyle yine bir solukta okunuyor. Bir tarafta çok zengin bir ailenin düğünü, o düğüne gelenlerin ortak noktalari, diğer tarafta o düğündeki kıyafetleri diken terzihanede çalışanlar, öte yanda hayatta kalmak için oğluna kan bulmaya çalışan bir kadın ve kesişen hayatlar... 1940larda kan vermenin tam anlamıyla soru işareti olduğunu da ögrendiğim zaman çok şaşırdım ve üzüldüm. Yine kendi tarzı ile yaptığı karakter tahlilleri ile kahramanları içimizde hisssediyoruz.
Pek çok Suat Derviş romanı gibi tefrika edilerek yayımlanmış bir roman "İstanbul'un Bir Gecesi". Eşitsizliklerin, sınıf ayrımlarının daha da ayyuka çıktığı bir Türkiye'nin resmini, genç Cumhuriyet'in ihmal ettiği İstanbul'da çiziyor Derviş. Açlıkla boğuşan kitleler, kan parası için bedenini satmak zorunda olanlar bir yanda, bir eli yağda öbür eli balda olanlar diğer yanda. Karakterler derinleşemeyip romanın sonu oldubittiye getirilmiş olsa da yazıldığı tarih itibarıyla değerli şeyler söyleyen bir roman.
Suat Derviş'e olan sevgimi arşa çıkaran bir roman okudum. Muhteşem muhteşem bir kitap. 5 yıldız az!
Sınıf çelişkisi nedir, sınıfların kültürel kodları nasıl işler, sermaye birikimi kimler üzerine, nasıl inşa edilir bu ve benzer soruların cevaplarını muhteşem bir sarmalla, bütün karakterlerini birbirine ilikleyerek anlatmış Suat Derviş. Her bir isim ve hikaye bir diğerine bağlanırken karakterlerin tasviri Derviş'in ne kadar iyi bir gözlemci olduğunu da gösteriyor. Tabi burada gazatecilik refleksleri de devreye girmiş.
Son olarak 1939'da yazılmış roman bana kalırsa aynı zamanda genç cumhuriyetin de hikayesi. Bu coğrafyayı anlamak isteyen herkesin eline geçsin, döne döne çok okunsun.
İpek Sabahlık adlı kitabı okumadan önce hakkında hiçbir fikre sahip olmadığım, döneminin önemli yazar ve gazetecilerinden olan Suat Derviş’in 1939’da yazdığı bu roman gerçekten çarpıcı. Zengin ile fakir arasındaki her zaman açık olan o makası bütün çıplaklığı ve korkunçluğuyla gösteriyor bize. Kimi zengin ve bencil,kimi fakir ama fedakar birçok insanın hikayesi, İstanbul’un adeta “yekpare bir granit kadar hissiz” olduğu bu gecede kesişiyor.
İstanbul'un çokluğunu film sahneleriymişçesine yansıtan başarılı bir eser. Prensi, fakiri, zengini, güzeli, çirkini, terzisi, ayyaşı, serserisi, düşkünü, dilencisi.. Hepsi İstanbul özeti gibi. Bir yanda Beyoğlu bir yanda Tarlabaşı... Suat Derviş (Hatice Saadet) bize bağlantılı birçok hayatın kapılarını aralıyor. Anlatım tekniği çok hoş, alışılmışın dışında. Tek bir olayla başlayıp ilerleyen romanların aksine birçok sahneyi aynı anda izliyoruz. Çoklu bakış açısıyla yazılmış roman. Yani aynı anı farklı mekânlarda farklı kameralar çekiyor gibi. Kahramanlarla beraber maceralarını siz de takip ediyorsunuz. Tek bir kahramanın değil bütün kahramanların pencerelerini aralıyorsunuz. Örneğin gözler bir yanda terziyle telefonda konuşmaların geçtiği elbisesini bekleyen Kevser'in evindeyken bir başka bölümde o telefon görüşmesinin yapıldığı terzihanedesiniz. Yazar, gazeteciliği sayesinde farklı hayatları gözlemlemiş, bunu eserlerine yansıtma fırsatı bulmuş. Belki bu yüzdendir çok insan hayatına hâkim olup bunları aktarabilmesi.
Bu çark bu devran böyle devam edecek. Kitabın sonu bunu özetler nitelikte: "İstanbul şehrinde hayat bir gün evvelki gibi, hep aynı tempoda devam ediyordu. İstanbul'un yeni bir günü başlamış, yeni bir gecesi yaklaşıyordu."
Müthiş bir film olurdu, senaryolaştırılıp beyaz perdeye aktarılsa keşke. Pek önde olan bilinen bir yazar değil, komünist görüşlerinden dolayı romanlarını yayınevleri yayımlamak istememişler. Başarılı olmasına rağmen geride kalmış bir yazarımız.
“Her şeyi kendisi için, yalnız kendisi için isteyen adamın değil, başkaları için kendisinden bir şeyler verenin, vermesini bilenin büyük adam olabileceğini hissediyordu.”
Büyük adamlar düğün telaşındayken küçük insanların can telaşında olduğu bir İstanbul gecesinde yaşananların ağızda bıraktığı buruk ve acı tat… Müthiş bir roman.
İstanbul 'da bir gece boyunca yaşanan olayları ve kişileri birbirlerine bağlayarak sosyal adaletsizliğe ve bunun nedenlerine eğiliyor Suat Derviş. Karakterleri çok başarılı çizmiş. Akıcı ve güzel bir anlatımı var.
Suat Derviş... Özellikle geçen seneden beri radarımda olan bir isimdi. Hayatı, çabası, gayreti muazzam (tabii ki başta varlıklı bir ailenin içine doğmuş olması dönemi düşünüldüğünde okumuş ve Avrupa'ya sıkça giden bir kadın olduğunun da altını çizeyim). Çok yazmış, geride birçok şey bırakmış. Dönemine göre dilini çok sivri buldum ve ben sivri düşünceleri genel olarak severim. Zaten bir dönem de damgalanmış bir yazar kendisi. Hem kadın hem komünist ve 600 erkeğin arasında tek kadın olarak komünistlikten hapis yatmış biri. Yaşamını göz önüne alarak daha birçok kitabına yer vereceğim kesin çünkü bu kitabını beğenmesem de kalemini sevdiğim bir yazar oldu.
Kitap ismine münhasır İstanbul'da bir gecede yaşanan ve en sonunda birbirine ucundan da olsa değen hayatları ele almış. Fazlaca tekrara düşmemiş olsa oldukça sevebilirdim ama bakış açısını değiştireceğim derken çok fazla tekrar ve çok fazla drama vardı. Ben dramın alttan altta verilenini severim böyle oy anam oy bacım diye diye göze sokulunca ikrah ettim.
-"Eğer herkes senin gibi düşünseydi bu dünya ne olurdu?" +"Herkes benim gibi düşünmemiş de bu dünya ne olmuş?"
"Gülenler de ağlayanlar da aynı çukurda toprak oldular."
“Bırak efendim şu derdi, şu kederi! Hayatta her şey geçer. Hayatta edebiyen devam eden hiçbir şey yoktur. Her şey bir rüyadır. Bir rüya ki, ondan uyanıldığı zaman hakikî uykuya dalınmış olacak.”
Benzer kurgu düzenine sahip modern romanlardan çok öncesinde, paralel ilerleyen hikaye tarzını kullanması güzel. Zaman çizgisinde denk geliş noktaları bazen tam birbirini tutmasada hikayeden koparmadı. Gerçekçiliği dönemine göre güzel ancak bugünün okuyucusu için yumuşak kalmış. Final kısmında bu gerçekçiliği bozup mutlu son ile biter diye endişe ediyordum ancak bulunduğu çizgiyi koruması tatmin edici.
Kitaptan alıntılar; * Bütün hayatınca o, hırsızı, kendisine hiç benzemeyen başka türlü bir insan zannederdi.
* Allah'ın mecut olduğunu bir an kabul etsem dahi senin gibi bir sefil ile meşgul olmaya tenezzül edeceğini, o anın binde biri kadar olan bir zamanda kabul edemem.
* Esasen o, köşe başında hususi arabasını durduran bu sarhoşa yaklaştığı vakit ne isteyeceğini biliyor fakat ona ne teklif edeceğini bilemiyordu.
* Yaşamak için kendi nazarında büyüklüğe ihtiyacı vardı.
Suad Derviş’in eserleriyle aramda sevgi-nefret ilişkisi var. Eserlerin dili çok akıcı ve işlediği konular çok sıradan olduğu halde onları çok duru bir şekilde anlatıyor. Sevmediğim kısım ise eserlerinin hemen hepsinde karakterlerin başına öyle felaketler geliyor, karakterler öyle sefaletler içinde yaşıyorlar ki artık durum benim için komediye dönüşüyor. Tramvay altında kalıp kolu kopan oğluna verilecek kanın parasını bulmak için fuhuş yapmak zorunda kalan zavallı, dul ve veremli anne, O’na yardım edecek kişileri bulunca ağzından boşanan kanlar�� görüp “işte kan,kan...” diyerek fenalaşarak hastaneye yatması, orada oğlunun vefatını öğrenerek kendini kaybeden kadının hastanede oğlunun vefatını öğrenerek kendini kaybetmesi... Dram türünü seven benim için bile biraz abartılıydı.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Uzun süredir kitapları yorumlamadan puanlıyorum. Bu kitap en azından bir kaç cümleyi hakediyor.
Öncelikle tatilde okumak için fazla karanlık bir kitap. Yine de hem yazım tekniği, hem birbiri içerisine geçmiş karakter ve olayların ustalıkla anlatılması bakımından muhakkak okunması gereken bir eser.
İstanbulun bir gecesini, sosyetenin en önemli düğünün gölgesinde yoğun bir karanlık ile yoğuran, okuyucuyu sıkmayan ve takibi bırakmasına imkan vermeyen, özellikle sınıf kavramına ilişkin de güçlü bir sesi olan bir eser.
Suat Derviş, kendisine iade-i itibarı yakın zamanlarda teslim edilen yazarlarımızdan, umarım ki daha fazla eserini okuma ve kendisini anlama fırsatımız olur.
İnanılmaz derecede hüzünlü bir hikaye bu. Zaman zaman ‘gerçekten bu kadar acı yaşandı mı bu ülkede’ diye düşündüm. Hatta zaman zaman, ‘acaba hala yaşanıyor mu bu tip acılar ve ben bunlardan tamamen habersiz miyim’ diye merak ettim. ‘Nasıl bir yoksulluktan geçmiş bu ülke’ diye düşündüm sık sık. Ama sonra hatırladım ki yanlıca bizim ülkemizde değil, Avrupa ülkelerinde de inanılmaz bir yoksulluk, açlık, sefalet yaşandı bazı dönemlerde. Bu dönemleri anlatan çok sayıda kitap okuduk, Bu da, o külliyata rahatlıkla eklenebilir. Çok etkiledi beni..
“Hayatta her şey geçer. Hayatta ebediyen devam eden hiçbir şey yoktur. Her şey bir rüyadır. Bir rüya ki, ondan uyanıldığı zaman hakikî uykuya dalınmış olacak.”
“Buraya gelin arabaları gelmez ya! Elbette cankurtaran gelip ağır yaralıları taşıyacak. Hastalar gelecek. Can çekişen yaralıları taşıyan sedyeler girecek bu kapıdan. Ve hıçkıra hıçkıra, ağlamaktan katıla katıla feryat eden matemliler çıkacak bu kapıdan! Evet, bu kapı hastane kapısıdır. Bu kapının eşiğinden içeri atlayan insanlar arasında ne cins ne mezhep ne itikat ne millet ne de sınıf farkı kalır.”
Suat Derviş ile tanışma kitabım oldu... İyi ki de oldu... Kitabın en sonunda hayatından bahsedilmesi ile şaşırıp kaldım üretkenliği ve dirayeti karşısında. Bu eseri içinde ise karakterler bir bir değişip sen de onların peşinden oradan oraya koştururken duygudan duyguya geçiyorsun. Evet ama hiç geçmeyen bir şey var... Koskoca İ̇stanbul'un boğazına saplanmadan geçip giden sınıf ayrımının soğuk yüzü... Öyle işte boğazımızda tutunup kalıyor.
kitap pek iyi olmasa da çok ilginç bir yazar. dönemine göre çok iyi bir eserdir büyük ihtimalle. tefrika biçiminde olduğu için çok tekrarlı ama zaten o kadar çok kahraman var ki okurken insanın bu tekrarlara ihtiyacı oluyor. türk edebiyatında adının çok az geçmesine biraz şaşırdım. en azından üretken kadın yazar falan diye adı geçerdi. ya geri planda durmuş ya da birilerinin dalına fazla basmış
Okuduğum ilk Suat Derviş romanıydı. Diğer kitaplarını da okuyacağım. İstanbul'un Bir Gecesi farklı farklı karakterlerin kitaba konu olan o bir gecede yaşadıkları, birbirleriyle çakışan hayatları, düşünceleri, dramları çerçevesinde ilerliyor. 40'ların İstanbul'una bir zaman yolculuğu gibi.
Birkaç Suat Derviş kitabı okudum, en şahanesi bu. Okurken üzüldüm, kırılıp döküldüm, merak ettim. Tadı damağımda kaldı. Kendisinin de en beğendiği eserlerindenmiş meğer. Bir sıraya koyarsanız Derviş’in külliyatında en son okuduklarınızdan olsun bence, bundan iyisi olmayabilir.
suat derviş'in ilk okuduğum kitabı çılgın gibiydi. bana biraz yavan gelmişti açıkçası. okuma grubumuzdaki arkadaşların da tavsiyesiyle istanbul'un bir gecesini okumaya başladım. "durum edebiyatı" olarak ifade edilen; aynı olay çerçevesinde birbiriyle kesişen hayatların, o anki yaşadıklarını okumak çok keyifli. bu tip anlatımları sinemada da hep sevmişimdir. tabi suat derviş bu anlatım tekniğini 1930larda deneyerek, Adalet Ağaoğlu'na (Bir Düğün Gecesi) ve belki daha pek yazara öncülük etmiş. kullanılan teknik dışında yaratılan karakterler de çok gerçekçi ve başarılı. hiçbir karaktere de kızamıyoruz. çünkü yazar hepsine eşit mesafede yaklaşmayı başarabilmiş; kimseye kızmıyor, yargılamıyor. herkes dönemin koşullarında, eğitim ve maddi durumları nispetinde yaşam mücadelesi veriyor. istanbul'un bir gecesinde; veremli, parasız bir anne kaza geçiren oğluna kan parası ararken; başka bir kadın yasak aşkının düğününe giderken özenle diktirdiği elbisesinin yetişmesi için sabırsızlanabiliyor. bütün bunlar olurken parasız büyüyen ali; okuyarak, çalışarak kendisi için kazandıklarının yanında birine yardım etme hissiyle bir gecede başka biri olarak doğabiliyor.
Her bir kapısı penceresi bir başka hikaye olan İstanbul’un karanlık bir gecesinde akan saatler herkese için başka akar. Dakikalar kimisine hafif bir kuş tüyü gibi gelir, kiminin üzerine ise ağır zift gibi çöreklenir. Toplumsal gerçeklik türünün önemli bir ismi olan Suat Derviş asıl adı ile Hatice Saadet Baraner, dönemine göre çok derin, toplumsal farkındalığı çok yüksek muhteşem bir roman yazmış. 1930 da bu romanı yazmak bana zamansızlığı ve insanın aynılığını hatırlattı.