22 yıl önce, edebiyat çevrelerinde öykü ve seyahat kitaplarıyla tanınan genç bir kadın yazarın ilk romanı sessiz sedasız yayımlandı. Rengini o sırada kurulmuş Türkiye Yeşiller Partisi'nden, alegorisini Saki'nin (H.H. Munro) Laura'sından alan "İki Yeşil Susamuru, Anneleri, Babaları, Sevgilileri ve Diğerleri" adlı roman, kurgusu ve adı sıradışı bulunduğu için büyük yayınevleri tarafından reddedilmişti.
Roman, boşanmış bir anne-babanın liseli kızı Nilsu'nun gözlerinden aşkı ve yalnızlığı, yaşamı ve intiharı sorguluyor ve alışılmadık biçimde bitiyordu. Gür Yayınları tarafından ilk baskıları yapılan "Susamurları," aynı yıl üzerine yazılıp konuşulan, okurlarının çocuklarına ve torunlarına içinden adlar seçtikleri bir kült romana dönüştü; sevenlerince adına fan klüpleri kuruldu. Şimdi Türk Edebiyatı'nın modern klasiklerinden biri olarak kabul edilen "Susamurları," geçen zaman içinde yüz binlerce okura ulaştı.
Everest Yayınları olarak, 22. yılında 50. baskısını yapan "Susamurları"nı, yazarın ilk çalışmalarındaki elyazmaları ve zamanında yayımlanan bazı eleştirilerden bir seçki ve özel tasarımla vefalı okurlarıyla kutlamak istedik. Nice "Susamurlu" yıllara!
Buket Uzuner (born 3 October 1955, Ankara, Turkey) is a Turkish writer, author of novels, short stories and travelogues. Travel Literature She studied biology and environmental science and has conducted research and presented lectures at universities in Turkey, Norway, the United States, and Finland. Her fiction has been translated into eight languages, including Spanish, English, Italian, Greek, Romanian, Hebrew, Korean, and Bulgarian.
Buket Uzuner travels as "solo woman backpacker" since 1980s including "inter-rail" tours in Europe and in three other continents while keep writing her travel memoirs. Her first travelogue The Travel Notes of A Brunette was published in 1988 and sold more than 300.000 copies. Uzuner wrote two more travel books as Travel Notes of An Urban Romantic which questions the meaning of exoticism and New York Logbook which are all collected lately in Travel Library of Buket Uzuner
In 2013 her novel İstanbullular is published in USA by Dalkey Archive Press with the title of I Am Istanbul translated into English by Kenneth J. Dakan She is also celebrating in 2013 the 22nd year's anniversary of her first novel İki Yeşil Susamuru, Anneleri, Babaları, Sevgilileri ve Diğerleri (Two Green Otters, Mothers, Fathers, Lovers and All the Others) translated by Alex Dawe with its 50th edition which sold over 1 million copies in Turkey and already a contemporary classic.
Uzuner's books have been on the Turkish best-seller lists since 1992. They are taught in a number of Turkish universities and high schools.[1][2]
In 1993, Buket Uzuner was awarded Turkey's Yunus Nadi prize for the novel The Sound of Fishsteps, and in 1998 Mediterranean Waltz was named novel of the year by the University of Istanbul. She was made an honorary member of the International Writing Program, IWP of University of Iowa in 1996. She was also honored with a certificate of appreciation from the Senate of Middle East Technical University; METU in 2004.
She has referred to Turkish poet and novelist Attilâ İlhan, and Cervantes, Dostoyevski, Doris Lessing, Turkish woman writer Sevgi Soysal as major influences on her work.
2/5 Kalemini uzun süredir merak ettiğim bir yazardı ve kitaplığımda okunmayı bekleyen kitabını daha fazla bekletmeden okuma fırsatım olduğu için mutluyum. Fakat yazarı tanımak için yanlış kitaptan başladığımı düşünüyorum. Çünkü kitapta oldukça sıradan bir olay, ilgi çekici hale gelsin diye çok zorlama bir şekilde anlatılmıştı. Nilsu karakteri parçalanmış bir ailenin ergen yaşta bir kızı. Elbette o yaşlarda olan ve üstüne bir de ailevi sorunları olan gençler benzer sorunlar, ikilemler yaşarlar. Bunda şaşılacak bir şey yok. Benzer şekildeki bir diğer karakterimiz de Teoman ve biz kitap boyunca bu iki karakterin bir araya gelmesini bekliyoruz sebepsizce. Yazar, hemen herkesin olağan karşılayacağı bu olayları ve hayatın bir şekilde bir araya getirdiği iki karakteri derin duygular ve samimi bir dil ile anlatsaydı yüreğimize dokunan bir hayat hikayesi okuyacağımıza inanıyorum. Fakat yazar sanki cinayet romanı yazıyormuşçasına gereksiz bir heyecan ile yazmış kitabı. Hep bir gizem yaratma çabası içinde olması beni çok soğuttu kitaptan. Nilsu’nun başından geçen her olaydan sonra “bu böyle devam etti, ta ki Teoman ile tanışana kadar” diye bize sürekli Teoman’ı hatırlatması ya da bu ikilinin buluşmasını gizemli hale getirmeye çalışması çok sıkıcıydı. Sonra dedim ki bu birleşme bayağı olaylı olacak herhalde biraz daha sabredeyim dedim. Sonra gayet olaysız, heyecansız, aşırı normal bir şekilde Nilsu ile Teoman’nın tanışmasına şahit oldum. 🙄 Artık o raddeden sonra sırf kitap bitsin diye okudum. En sona geldiğimde ise yazarın yine saçma bir gizem yaratma çabası ile karşılaşıp bir kez daha sinir oldum. Yok aslında A karakteri B’nin kardeşi değilmiş de başka birinin oğluymuş, yok kedinin adı nane değilmiş de başka bir şeymiş... Gereksiz bir ton akıl oyunu. Yazarın dilinin sürekli böyle gereksiz bir heyecan içinde olduğunu sanmıyorum ve yazarı bu şekilde tanımak istemiyorum. O sebeple yakın zamanda bir kez daha şans vermek istediğim bir yazar diyebilirim kendisine.
Sonundan hiçbir şey anlamadım, üstelik bu kadar absürt bir şekilde bitmesi kitabın kalanından aldığım tadı da bozdu. İsimleri ve karakterleri birbiriyle bağdaştırmak için gerçekten uğraştım ama işe yaramadı. Anlayamadığım kadar incelikli ya da zekice bir yere falan bağlanıyorsa da benim kafam almadı artık, üzgünüm.
İlk yarısında düşüncem "Onca sıkıcı Türkçe kitap okuyup bunaldıktan sonra nihayet düzgün ve ilgi çekici bir şey buldum" du. Sonlara doğru fikrim değişti ve sıkılmaya başladım. Sonuna gelince ise herkes gibi benim de kafam allak bullak oldu.
Herkes kitabın ne kadar büyük bir eziyet olduğundan bahsetmiş. "Hiç okumasam da olurmuş, vakit kaybı" diyenler çok. Ben öyle düşünmüyorum. Çoğu kitabı okumayı eziyet bulan ben, bu kitabı öyle bulmadım. Eziyet dediğin Masumiyet Müzesi gibi olur. (İsmini yazarken bile sinirden içim gıcıklanıyor.) Kusurlarla dolu bir kitap evet, ama bence vakit kaybı değildi. Bana bir şeyler kattığına inanıyorum, en azından bir şeyler hakkında düşündürdü. (Çoğu kitap bunu yapamıyor bana.)
Kusurlarına gelince...
Yazım dili yer yer basit, yer yer karmaşık. Hoşuma giden bazı tespitler vardı. Genel olarak çok soyut bir dili var. Olaydan çok karakterlerin hisleri, tepkileri, düşüncelerine ve yazarın hayat hakkında tespitlerine yer verilmiş. Hatta bu soyutluk aşırıya kaçmış, bir noktada insanın dikkati dağılıp uçup gidiyor okurken. Yazarlara sıkça verilen bir tavsiye vardır: "Anlatma, göster." Buket Uzuner hep anlatmış, anlatmış da anlatmış. Örneklemeden, biraz somut kanıtlar vermeden bunca anlatılar havada kalıyor. Yok şu karakter şöyle birisidir, yok insan ölümünü seçmeli, yok şu kişi hayattır, yok yalnız kalanlar böyledir... Sayfalarca yazmış böyle soyut soyut düşünceleri ama insan bir şey anlamıyor bir noktadan sonra çünkü çok uzatmış.
Mesela: Nilsu, hayattaki annesini "intihar etmiş" biri olarak görüyor. Bunun hakkında yazmış da yazmış. Ama sebebini anlamadım, neden intihar etmiş olarak görüyor?
Teoman ile Nilsu'nun ilişkisinden HİÇBİR ŞEY anlamadım. Aralarındaki çoğu diyaloğa mana veremedim, çok mecazlarla doluydu. Ki kitabın asıl konusu, teması bu. Yani özü, çekirdeği, ana kısmı bu. Teoman ve Nilsu'nun, iki yeşil su samurunun ilişkisi. Ama ben bu ilişkiden BİR BOK ANLAMADIM.
Teoman'ın politik konuşmalarından HİÇBİR ŞEY anlamadım, boğulacak gibi oldum o kısımları okurken.
Kurgu ve içeriğe gelince, buradan sonrası SPOİLER içerir:
Beni rahatsız eden bir cinsiyetçilik görmedim, ki şaşırtıcı. Belki de kadın bir yazardan okuduğum içindir. Elbette yer yer saçma sapan cinsiyetçi yorum ve tespitler vardı ama eh, o kadar olur. Türk romanı okuyoruz, beklentilerim yerlerde zaten. En nihayetinde heteroseksüel bir çift hakkında yazılmış, heteroseksüel bir dünyada geçen, heteronormatif bir hikaye.
Ana karakter Nilsu'nun çok ağır daddy issuesları var. Sürekli kendinden 5 bin yaş büyük adamlarla birlikte oluyor ve bu kitapta çok normal bir şey gibi, hatta romantize edilerek anlatılmış. Herkes de öyle normal karşılıyor ki bu durumu. Terk edilmiş, mutsuz, edebiyat sever bir genç kızın olgun erkeklerden hoşlanması kulağa ne kadar "havalı" gelse de gerçekler böyle değil, gerçek hayat böyle değil. Kitapta ne kadar tersi gibi görünsede ben size gerçeği söyleyeyim: 25 yaşından küçük bir kız, kendinden 15 yaş büyük bir erkekle sözde "romantik" bir ilişki yaşıyorsa, adam kızı manipüle etmiştir. Hiç kimse, hiçbir şey bu konudaki fikrimi değiştiremez. Tarafların ne kadar iyi niyetli oldukları, kızın ne kadar olgun olduğu, erkeğin kıza ne kadar değer verdiği ve şefkatle davrandığı, ikisinin de ne kadar mutlu olduğu ve bu ilişkinin birbirlerine ne kadar çok şey kattığı ÖNEMSİZ.
Koskoca adamsın, bula bula 16 yaşındaki kızı mı buldun etkileyecek? Kalıbından utan, püh, yazıklar olsun. Kendi yaşında birini kendine aşık edememiş zavallı. Küçük kızları etkilemek O KADAR kolay ki. Kızların "küçüklüğü" 18 yaşında, reşit olmalarıyla bitmiyor efendim. 25 yaşına kadar o kız hala ergenliğini tam manasıyla tamamlamamış, kişiliğini henüz oturtmamış, yumuşak bir hamurdur. Bu her cinsiyet için böyledir ama özellikle kız diye belirtiyorum çünkü en çok tehlike altında olanlar onlar.
Buket Uzuner'e böyle tüyler ürpertici ilişkileri romantize ettiği ve hoş gösterdiği için kızdım çünkü biliyorum ki bu kitabı lisede okusam "ohaa abii, ben de böyle olucam kesin, üniversitede profesörlerle falan çıkıcam olgun erkek seviyorum yaaa" diye düşünecektim. Eminim bunu okuyan birçok genç kız da böyle düşündü zaten.
Bunun dışında, karakterler gerçek hayatta olmayacak kadar, ancak romanlarda olacak kadar içli ve duygusaldı. Yani böyle, minnacık bir olay oluyor, hastalanıp yataklara düşüyorlar, bozulup sinirleniyorlar falan. Mesela en sonlarda Nilsu durdu durdu durdu abi, ortada fol yok yumurta yokken Selen'e mektup attı "sana artık yazamayacağım" diye. Sebep olarak edi büdü bir şeyler verdi, bir sikim anlamadım. Niye durduk yere kadınla ilişiğini kesti şimdi? Hayır ne oldu yani, rahat mı battı? Manyak mı bu karakterler? Hayatta her şey çok şiirsel ve derin de ben mi anlamıyorum? Kütük, odun olan ben miyim? (Muhtemelen evet.)
En sona gelince... Herkes gibi ben de küfür ettim. Bütün karakterler, isimler, olaylar beynimde karıştı, çorba oldu. Okurların hiçbiri anlam verememiş ki. Bunun olacağını bile bile neden böyle bir son yazmış yazar? Olaylar gerçek miydi, ne kadarı gerçekti bari onu anlasaydık. Ha bir de, başında öyle bir anlatmış ki "hayatım yazsan roman olur hey gidi hey" tarzı başlamış. Ben de bekliyorum ki ne olacak acaba, ne kadar çılgın bir kurgu bekliyor beni falan. Normal bir hayat işte ya.
Bu romandaki hiçbir şey gerçek olamaz, hepsi yazarın hayal ürünü olmalı. Çünkü nedenini söyleyeyim: gerçek olsa, gerçekten böyle bir kadın yazara böyle bir dosya getirmiş, hayatımı yazar mısınız demiş olsa, KİMSE yazmazdı böyle bir hayatı. Buket Uzuner'in kendisi bile yazmazdı. Bu ne böyle derdi.
Ha, bana bir şeyler kattı mı, kattı. Ben ona bakarım.
beş yıl önce okusaydım eğer kesinlikle çok etkilenirdim ama on beş yaşında değilim o yüzden :/ karakterlerle asla bağ kuramadım, kitabın dili de garip geldi ve büyük beklentiyle okuduğum için hayal kırıklığı da o kadar büyük oldu. bir de kitabı okurken nilsu terapiste gitseydi biz de bu kadar sayfayı okumak zorunda kalmasaydık hissini atamadım içimden.
Edebi anlamda tatmin etmedi. Kitap elimde süründü ve bitirdiğim için çok mutluyum. Son olarak, Buket Uzuner kitaplarındaki üst kesime ait toz pembe sorunları okumak artık baydı. Yazardan okuduğum üçüncü ve son kitaptı.
Kitaba 2 yıldız veriyorum, iki yıldızın üstüne geldiğinde yazdığı gibi "it was ok", yani iyiydi. Beğenmedim "1 yıldız" kadar da kötü değildi. Benim görebildiğim genel sorunlar;
Kitabın konusu insanı çok fazla heyecanlandırmamakta. Kitabı okudukça birçok karakterin birbiri ile çok yakın olduklarını farkedebiliyorsunuz, ve karakterlerin çok derin olmaması insanı onların gerçek düşüncelerine inmenizi ve anlamanızı engelliyor.
Geçişler konusunda çok zayıf, bir konudan bir diğerine geçerken bazı durumlarda nereden nereye gittiğinizi, daha önceki bir olayı mı daha sonraki bir olayı mı, yoksa farklı bir karakter mi anlatılıyor çözmekte zorlanabiliyorsunuz.
Zaman kavramı kitapta çok karışık ve anlaşılmaz bir şekilde ele alınmış.
384 sayfa okunan bu kitaptaki konu çok daha özet 80-90 sayfa ile özetlenebilirmiş. Boşlukları dolduran 300 sayfa ise kitabın yıldızlarını düşüren nokta.
Çok fazla "olay" yok belki, karakterler de yer yer itici gelebilir, zaman zaman "hangi tarihteyiz biz, en son ne olmuştu" karmaşası da yaşanabilir belki; ancak ben keyifle okudum, özellikle Nilsu karakterini... Teoman'dan çok hoşlandığımı söyleyemeyeceğim. Hatta sırf bu sebeple ikinci bölümde bir miktar sıkıldığımı itiraf etmem de lazım; ancak Uzuner'in kitabın sonunu bağlayışını oldukça sevdim. Akıcı, ilgi çekici bir roman arıyorum diyorsanız İki Yeşil Susamuru'na bir şans verebilirsiniz.
Kitaba başladığımda ilk 100 sayfada sıkıldım diyebilirim. Ama Nilsu ile Selen ve Nilsu ile Mike arasındaki mektuplar ilgimi çekti. Kitabın sonunda Neyyire Gömüç'ün yazdığı mektup bu kitabı çok ilginç kıldı. Aşk, aile hayatı ve ilişkiler konusunda günümüz insanını yansıtan bir eser...
This entire review has been hidden because of spoilers.
"Hem sonra gerçek sanatseverler, sanattan anlayanlar, kültür tüketicileri olmasa sanatçılar olur muydu bakalım?"
5 yıldız üzerinden 15 yıldız bu kitaba! Uzun zamandır okuduğum en güzel, en anlamlı 'contemporary' roman kategorisinde olan kitaplardan biri. Kendinizde mutlaka biraz Nilsu, biraz Teo, biraz Selen ve hatta biraz da Neyyire bulacaksınız mutlaka. Terk edilmek, intiharın geride bıraktıkları, yaşam bu kadar güzel anlatılabilirdi ancak. Bunları 2 farklı bakış açısından dinlemek de müthiş bir düşünce olmuş bence. Ayrıca romandaki Shakespeare, Hemingway, London, Godwin göndermeleri MÜKEMMEL! Anarşizm, ütopyacılık, örgütlenme temaları romana çok becerikli bir şekilde iliştirilmiş. Bu kavramları Beatles-Yesterday ve Carol King- You've Got A Friend ile bağdaştırma fikrine bayıldım. Babasına aşık olan, çok düşkün olan biri olarak Nilsu'da kendimi gördüm, Teo'ya gelince de onun yazarlara ve örgütlenmeye olan bu ilgisi beni adeta büyüledi. Cahide Hanım'dan tutun Nane'ye kadar bütün karakterlere o kadar çok alışmıştım ki, kitabı bitirdiğimde içime terk edilmişlik duygusu yerleşiverdi. Babası Selen'le birlikte olunca, Mike intihar edince Nilsu'nun hissettiği veya annesi yaşamına son verince Teo'nun hissettiği terk edilmişlik gibi değil ama bu, çok ama çoook güzel bir duygu. Bana çok şey kazandıran bir roman oldu gerçekten. Okul yüzünden zorla başlanmış olsa da isteyerek hatta çok büyük bir zevkle de okuyacağım bir kitap olduğunu düşünüyorum.
"Neden yaşam sofrasından, karnı doymuş bir konuk gibi kalkıp gitmiyorsunuz? Açgözlülük edip sonuna dek yaşamakta direnmek, utanmazlık mı yani?"
Şu an karmakarışık hissediyorum sanırım. Bu kitap çok şey kattı bana. Bitirmek istemedim, uzattım. Başından sonuna kadar mükemmeldi. İntihar konusunun işlenişi, bir yandan anarşizm, ütopya, örgütlenme gibi kavramların işlenmesi öte yandan yalnızlık, özgüvensizlik, kadınlar gibi konuların gösterilişi beni aşırı derecede etkiledi. Her karakter birbirinden güzel ve özeldi. Biraz Nilsu, biraz Teoman, biraz Selen biraz Mike, biraz da Cahide'yi gördüm kendimde. Kitabı okurken bazı yerlerde gözlerim doldu, boğazım düğümlendi. Bazı yerlerde de gülümsedim. Sonu beni benden aldı zaten. Şimdiye kadar gizlice bir insanın sadece tek bir kişiyi sevebileceğine inandım ama insan birden fazla kişiyi sevebilir, değer verebilir. Yalnızca bir kişiyi çok sever. Ayrıca yapılan göndermeler, farklı yazarların ve şairlerden alıntıların olması çok hoştu. Gerçekten çok etkileyici, size bir şeyler katabilecek, okunmaya değen bir kitap olduğunu düşünüyorum. Herkes mutlaka okumalı.
"İnsanların yaşamlarını değerli kılın ve bunu onlara hissetirin. Böylece uzağa göçmek istemeyeceklerdir."
"Sevmek dürüstlük, sevmek içtenliktir."
"Kendi hayatını düşünmeyi bırakırsan, yaşamın boyunca hep başkaları için yaşarsın ve herkes buna alışır!"
"Bir kadının en kıymetli mesleği, 'anne' ve 'eş' olmadan önce sahip olacağıdır."
"Yaşam, deneyler kazanmak için çıkılan uzun bir yolculuktur."
Buket Uzuner, özellikle kadın karakterin yaşamına, onun aileyle, aşkla ve toplumla kurduğu ilişkilere çok katmanlı bakıyor. Bir yanıyla aşk romanı gibi okunuyor ama aslında içinde kadın kimliği, bağımsızlık, toplumsal baskı gibi meseleler çok güçlü.
Bence kitabın gücü, karakterlerin “tek boyutlu kahramanlar” olmaması. Hepsinde çelişkiler, kırılmalar, kararsızlıklar var. Bu yüzden romanı okurken onlarla tam anlamıyla özdeşleşemeseniz de, gerçek insanlar olduklarını hissediyorsunuz. Ama bir yandan da uzun bölümler, ayrıntılı iç monologlar ve tekrarlara düşen anlatım, romanın ritmini zaman zaman düşürüyor. Edebi olarak yer yer dağınık bulsam da, tematik olarak etkileyici bir roman oldu.
Çok akıcı, okuma isteğimi yükselten bir kitap. Sanırım tek sorun okumak için biraz geç kalmış olmak. Eminim daha erken bir yaşta, şu an olduğundan daha fazla etkileyebilirdi beni. Buket Uzuner kitapları bana akıcı bir okuma deneyimi verirken edebi tatmin kısmında biraz eksik kalıyor. Derin fikirlerden çok, durum betimlemesi yaptığı izlenimine sahip olsam da belirli aralıklarla dönüp okuyacağım bir yazar. Bu kitapta en çok keyif aldığım kısım; kitaptaki olay örgüsü ve hep merak ettiren yazım tarzı oldu.
Bünyenin ihtiyacı vardı. Sormayın. Şimdi kalemle yazdıklarımı biraz sansür uygulayarak buraya aktarıyorum: “İki Yeşil Susamurunu bitirmeme 10 sf kaldı. Kitabın başları içine çekmişti beni ama gittikçe boğdu sıktı kitap. Çünkü Nilsu’nun hiçbir şeyden memnun olmayan şımarık bir kız olduğunu düşünmeye başladım. Üstelik bazı “derin” konuşmaların da havada kaldığını düşünüyorum. Woody Allen karakterleri (ucube) gibi konuşuyorlar (ve evet baya yargılıyorum). //Buket Uzuner is for girls who grew up reading İpek Ongun// Or something. (Elimde bir tane daha Buket Uzuner kitabı var onu da okuduktan sonra bu sözümü mükemmelleştirebilirim belki) Aslında o kadar benzemiyorlar. İkisinin de hayatı betimleme biçimlerinden uzak kalıyorum ama bana yabancı geliyorlar. Bence hikayenin asıl sahibi Nilsu Baran (lütfen hatta kalın) çocukluk yıllarını, olayları güzel analiz etmiş çünkü zamanı olmuş. O yüzden kitabın başları mantıklı ve anlaşılabilir’. Ama kitabın sonları birinim günlüğünden koparılmış sayfalar gibi geldi bana. Birinin uyumadan önce bir görev gibi yazmayı sürdürdüğü bir günlük. Okur olarak üçüncü bir kişi değiliz. Dört beş altı, kulaktan kulağa… . . . Okuduğum son 15 sf her şeyi değiştirdi. Bu kimin kitabı? Hiçbir zaman bilemeyeceğim ama önemli değil. “ Yapping session is over. Geri gelirim belki
çok iyi bir roman mıydı? elbette hayır. ama bazen başkaları için hiçbir anlam ifade etmeyen şeyler sizin tüm hayatınız oluverir. oldu işte. kütüphaneden ödünç aldığım bu kitap, kendi kütüphaneme eklemek için sabırsızlanacak kadar özel bir yere sahip şimdi bende. o kadar olumsuz yorumdan sonra baya bi düşündüm ve şu sonuca vardım: kendinden bir parça bulamayanın sevebileceği bir kitap değil. okumak için sabırsızlandığım ve sürekli ertelediğim bir sürü kitabın adı geçiyor, onun dışında adını duymadığım benim için yeni yazarlar ve şiirler kazandırdı bana. iyi ki🫶 Kumral Ada Mavi Tuna’yı okumak için sabırsızlanıyorum.
Ergenlere ve gençlere yönelik edebiyatın Türkçe edebiyattaki ilk örneklerinden birisi olduğunu düşünüyorum. 25 yaşından sonra hele de iyi edebiyatın tadına baktıysanız bu kitaptan keyif almanız çok zor. Ben gençliğimde okuyamamıştım ama popüler bir roman ne anlatıyormuş diye merak edip bir okumak istedim açıkçası. Karakter derinliği hiç yok; hep iyi karakterler veya iyi yönleri anlatılmış. Atıyorum Teoman çok dağınık ama dağınıklık olmasına rağmen aradığını hemen buluyor. Bir bakıyoruz dağınıklık onun aslında çalışma ve yaşama bir biçiminin parçası aslında ve harika bir özellik. Bunun gibi bir sürü ayrıntıda ve olayda karakterlerinin çelişkisiz, her daim iyi, ideal olması beni romandan kopardı. Selen kimseden nefret etmiyor, Mike hep çok anlayışlı (16 yaşında henüz reşit olmamış bir çocuğu evine çağırıp onunla yatmış olmasına rağmen hem de) vb. Sıkıcı karakterler.
Bu kitap iki kez okuduğum nadir kitaplardandır.İlk kez okuyup bitirdiğimde çok hoşuma gittiğini hatırladığımdan aradan 2-3 sene geçtikten sonra tekrar okumayı istediğim bir kitaptır "İkik Yeşil Su Samuru". Buket Uzuner'in diğer kitaplarını beğendiyseniz bunu belki onlardan daha fazla beğeneceksiniz kanımca:)
Okumayı hep ertelediğim kitaplardan biriydi... Sevdim.. Ama acaba bu kadar çok hikayeyi bir arada barındırmalı mıydı? diye bir bölümden sonra sık sık sorguladım. Yazarın sanki bir daha hiç yazamayacakmış açlığı hissettiğini düşündüm. Bu kadar uzamasaydı da olurdu gibi geldi..Yine de tavsiye ederim...
ne karakterlerde ne de kurguda bir gerçeklik var. "fiction" olduğu çok belli olan bu hikaye için yazarın gerçek bir hayat hikayesi demesine inanmıyorum.
Ya ben bu kitaba aşırı doluyum arkadaş. Kitapta sübyancı bile övülüyor inanılmaz bir seviye artık.
Bu kitabın nesini beğendin de 3,7 verdin sayın okuyucu?
15 yaşında okuyunca ancak sevilebilir sanıyorum. Bir kere baştan, yapılmaya çalışılan karakter tahlilleri sınıfta kalıyor. Sözde kitap iki ana karakter lakin Teoman’dan Nilsu’dan bahsedildiği kadar bahsedilmiyor. Yanlış anlaşılmasın ikisinden de aynı seviyede nefret ettim. Nilsu insanlara o kadar yukardan bakıyor ki şok oldum. Selen, Mike ve babası güzellemelerine bile değinmeyeceğim bile. Hepsi inanılmaz problematik karakterler. Teo ve annesi arasındaki ilişkinin ucubeliği peki? N.G adlı kişinin zorlamalığı? Kitaba adını veren siyasi propagandanın yetersizliği? Kitabın her cümlesini eleştirsem eleştiririm o kadar kötü ve bağ kurmadan okudum maalesef.
15 yaşında sevilebilir evet ama siz sakın ola ki o yaştaki çocuklarınıza okutmayın. Yoksa babalarını ıslak rüyalarda görmeyi ve öğretmenlerinin sıcak yatağına girmeyi normal bulabilirler. Üstelik düşünün ki burada tek bir kötü varken, öğrenci de öyle bir şey yapıyor ki nereden tutsanız elinizde kalıyor. Bknz: öğrenci öğretmeninin hassas noktasını fark edip onu manipüle ediyor. Öyle bir salaklık ki öğretmen bu contaya düşüp kızı yatağa atıveriyor. :D
Ya hangi yetişkin bir birey 16 yaşındaki çocuğun cebinden düşen doğum kontrol haplarından için “Ben de Abd’de bu markayı kullanıyordum burda bulamamıştım nereden aldın?” der allah aşkına? Tebrikler Buket Uzuner modernite adı altında klasik yeşilçam kötülüğünde üvey anne yazmışsın. Çünkü ancak kötü bir insan bu tepkiyi verir.
This entire review has been hidden because of spoilers.
İlk defa Buket Uzuner'in bir kitabını okudum ve başka da okumayacağım. Kurgunun zayıflığını hikâyeye asla katkısı olmayan karakter detaylarıyla kapatmaya çalışmış. Dönemin politik ruhunu gayet yüzeysel ve karikatürize bir biçimde vermiş. Teoman'ın sosyalizmi kendi keşfetmiş gibi konuşması, partiyle ilgili hep bir şeyler anlatması ama somut bir girişimde bulunmaması hikâyeyi inanılır kılmıyor. Dil olarak ziyadesiyle İpek Ongun'u andırıyor. Aynı gerçekten kopuk, beyaz Türk, aristokrat çerçeveden yazılmış tek boyutlu karakterler var. Nilsu'nun ilişkilerini bu kadar çok okuyup Nilsu'nun içsel çatışmalarına dair çok yüzeysel şeyler okuyoruz. Kimi yerlerde diyaloglar epey kötü bir çeviri tadı veriyor. Kitabın sonu da asla beklenen şaşırtmacayı vermiyor. Keşke mektup kısmına girmeden kitap öylece bitseydi. Fazla karakter, fazla detay ve bilgi romanı zengin kılmıyor. İçlerinden çoğunu çıkarsak asla romanın içeriğinde eksilme olmaz, hikâye etkilenmez. Okuyanda entelektüel uyanma hissi yaratacak derecede yazar, müzisyen ismi ve politik genel geçer yorumlar var. Temelde yatan bu aydınlanmacı ton beni kitaptan epey itti.
İki Yeşil Susamuru, Buket Uzuner’den okuduğum ilk kitaptı ama ne yazık ki beklentimi karşılamadı. Yazarın dilini ve anlatım tarzını kendime pek yakın bulamadım. Karakterlerin iç dünyasına inmeye çalışsa da bu çaba bana biraz yüzeysel ve yapay geldi. Özellikle Nilsu’nun çelişkileri zaman zaman tekrar ediyormuş gibi hissettirdi. Kitabın genel havası çok yoğun ve anlam yüklü olmaya çalışsa da bu yoğunluk yer yer dağınıklığa dönüşüyordu. Bazı cümlelerde sanki fazla süslü bir anlatım uğruna sadelikten uzaklaşılmış gibiydi. Konu ilginç olabilirdi ama kurgudaki ritim kopuklukları dikkatimi dağıttı. Yine de yazarın bazı gözlemleri ve çevresel temalara yer vermesi değerliydi. Kitabı bitirdim ama etkileyici ya da kalıcı bir tat bırakmadı.
Bu kitabın çevrecilikle daha alakalı olacağını zannettim ama ona rağmen, İki Yeşil Susamuru’nun büyüleyici bir atmosferi vardı. Psikolojik bir bakış açısından, bu roman gayet ilginçti. Uzuner’in çok etkileyici bir yazma tarzı vardır, özellikle aile/hayat/ölüm/aşk metaforlarını analize ettiğinde. Son 20 sayfadaki geçen ‘plot twist’ler benim beğenmemi için biraz fazla absürt geldi; bu romanı bitirirken, sanki tamamını boşa okudum gibi hissettim.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Buket Uzuner, sevdiğim yazarlardan özellikle Uzun Beyaz Bulut – Gelibolu adlı kitabı en sevdiğim. O yüzden bu sefer de İki Yeşil Susamuru adlı kitabını okudum. Çağdaş koşullarda yaşayan bir genç kızın kendini ve çevresini tanımlama çabasını konu alan, ilk baskısı 1991 yılında yapılıp, halen okunan ve yeni baskıları yapılmaya devam eden bir roman. Okumaya başladığımda daha ilk sayfalarda aklıma Orhan Pamuk’un ‘İstanbul, Hatıralar ve Şehir’ adlı kitabı geldi. Teoman ablasını tarif ederken ‘Modigliani boylu’ diyerek tarif ediyor. Amedeo Clemente Modigliani (d. 12 Temmuz 1884, Livorno, Toskana, İtalya – ö. 24 Ocak 1920, Paris, Fransa), Yahudi kökenli İtalyan ressam ve heykeltıraş. 1906'da Paris'e gitti ve Montmartre'deki beş parasız sanatçıların toplandığı Le Bateau-Lavoir'a yerleşti. Orada Pablo Picasso, Constantin Brancusi, Leopold Zborovski, Chana Orloff, Manuel Ortiz de Zárate gibi sanatçılarla tanıştı. Ben onun adını ilk defa bir filmde duydum. Mick Davis'in yazıp yönettiği, Andy García, Elsa Zylberstein, Omid Djalili, Hippolyte Girardot, Eva Herzigova ve Udo Kier'in oynadığı 2004 yapımı biyografik dram filmiydi. Bu filmi de zaten Andy Garcia için seyretmiştim. Sonrasında ise böyle yetenekli ama adı bilinmeyen, kaçırdığımız kaç sanatçı olduğunu düşündüm ve hem onlar hem kendim için üzüldüm. ”Yaşamın yolu gibi, ölmenin yolunu da kendimiz seçmeliyiz.” O halde intihar edebilenler, yaşamın yolunu seçebilen, tercihini yapabilen insanlar mıdır? diyor bir bölümde. Birçok değişik açıdan değerlendirilebilecek iddialı bir cümle. Mesela ötanazi hakkı; ülkemizde yasak olmasına rağmen Belçika, Hollanda, Lüksemburg, Kanada, ABD’nin bazı eyaletlerinde serbest. Bu ülkeler gelişmiş, ekonomik refahı olan ve insan haklarına aslında sadece insan değil hayvan ve doğaya da saygılı ülkeler. İntihar ise farklı bir seçim, kişiyi bu tercihe sürükleyen sebepler göz önüne alınmalı. ”İstanbul’dan gelen çizgi romanları tekrar tekrar hatmediyordum. Kaptan Swing, Tom Braks, Teksas, Tom Miks.” Cümlesini okuyunca bir sürü anı gözümde canlandı. Burada sayılmayan Mister No, Red Kit, Mandrake gibi çizgi romanlar hepimizin kıymetlisiydi ve çoğumuzun özlediği keyif. Tom Braks ve Teksas’ı sevmezdim, favorilerim Red Kit, Mister No ve Kaptan Swing idi. Bugünde yayınlananlar var ama fiyatları el yakıyor, ulaşılabilir değiller, eski tatları da yok. ”Bir insandan bir başkasına geçmek, emek ister sevgi ister, yürek ister. Bunlar bile köprüleri kurmaya yetmez bazen…” Bunu sadece aşk ilişkisi olarak değerlendirmeyin, her ikili ilişki için geçerli. Arkadaş, komşu, iş arkadaşı, akraba vb. adı üzerinde ‘iki kişi’ arasında. İkinci kişinin yani karşı tarafında aynı çabayı sarf etmesi, istemesi lazım. Tek tarafla olmuyor. Keyifle okuduğum bir kitap daha bitti.
Aile kavramının merkeze alınarak ait olamama, değersizlik, kıskançlık ve intihar kavramlarının işlendiği kitapta iki ana karakter, Nilsu ve Teo.. Özellikle Nilsunun 14 lü yaşlarından genç kadın olduğu dönemlere kadar kırgınlık ve endişeleri ile örülmüş ilişkilerini ön plana çıkartan romanda, ayrılan aileleri çocukların gözünden de okuma şansınız oluyor. İşte bu şekilde akarken kitap, sonu insanın suratına tokat atarcasına kapanıyor.
This will be sort of a special novel .. my second read by the author with her simple writing style making the 300 + page novel a read I enjoyed with it's simplicity from one aspect and it's richness in interesting details from the other .. The main subject covered in the novel is relationships .. be it childhood/Parenthood or adult relationships with all the complications and circumstances that could be familiar to many especially the process of carrying childhood emotional baggage into future adult relationships ... And this is what would be observed in the main characters Nilsu and Teoman and how they struggled with their circumstances during their various trips and stops in their life journey .. There is a good deal of life philosophy and questions throughout the novel which were stimulating to me as a reader ... Literature/Books & environmentalist passions were present along with a glimpse of the social / political scene in Istanbul/Turkey during the late 1970s to late 1980s .. I enjoyed reading the author's description of her various characters on the physical and emotional level ... The character Selen was an interesting character along with the main two characters ... This novel is a good step towards compassion, empathy and understanding of our humanity with it's diversity in life experiences ... I thank the author for her nice writing and richness of knowledge displayed in the book ... I would like to add that I was introduced to a very interesting book mentioned in the novel .. which after looking up, I intend to read very soon ... Thanking the author again and grateful for this gift I discovered ..
Kendimce yazdığım hikayelerde mutlaka bir ana olay olmasına dikkat ederim. Hem beni yazarken sonunu görmeye itsin hem de okuyan için sürükleyici ve heyecan verici olsun diye o olayı geliştirmek için uğraşır dururum. Bazen o ana olayı bulmak, etrafında başka şeyler yaratmak zor gelir, kaçmak, bu olayı pas geçmek isterim. Bu kitap, bir kitapta o ana olayın olmasının ne kadar önemli olduğunu gösterdi bana. İki Yeşil Su Samuru olaysız bir kitaptı. Kitabın sonunu görmem için iteleyecek hiçbir unsur bulmadım, heyecanlanmadım. Aslında çok garip. Kitap gerçekten bir biyografi olsa böyle hissetmezdim çünkü Nilsu Baran'ın hayatı büyük kırılmaların olmadığı, hepimizin hayatı kadar sıradan, mutluluklar, sevinçler, çelişkiler ve pişmanlıklarla dolu olağan bir hayat. Bu bir biyografi romanı olsa bunun bilincinde daha başka değerlendirir, okurdum ama öyle olmayınca hep başka bir şey bekledim. Hep bir kırılma, olay, her şeyin yönünü değiştirecek bir güç... Sonuna kadar kendi hayatımın başka bir versiyonunu okuyormuş gibi ilerledim ve en sonunda olayların değişeceğine inandığım noktada heyecanlandım, kesinlikle olaylar yön değiştirecekti, ama olmadı.
Buket Uzuner’den okuduğum ilk kitap. Roman kısmının bilinçaltı tahlilleri, son kısmının da kafamı allak bullak edişini sevdim, o kadar. Hikayenin 70,80’lerde geçtiği hiç inandırıcı gelmedi, ayrıca 70’ler deyince daha fazla siyasi olaylar ve ülke gerçekleri( arka fonda) okuyacağımı düşünmüştüm, halbuki birkaç cümle dışında ülkenin o dönemdeki durumuyla alakalı hiç birşey yoktu, Yeşiller Partisi meselesi de oldukça zorlama bir detay olmuş, ‘kitabı yazmışken sosyal ve siyasi bir mesaj vermeden geçmeyeyim’ şeklinde adeta. Çok okumaktan hoşlandığım bir tarz olmadı maalesef.