Tarihte İslâm ve Batı medeniyetleri kadar yakın ilişki içinde olan başka iki uygarlık görülmemiştir. Çatışma, rekabet, uzlaşma ve birlikte yaşama biçimlerine bürünen bu ilişkinin tarihi, aynı zamanda farklı "ben" tasavvurlarının ve "öteki" algılarının tarihidir. Bu çalışma, iki medeniyet arasındaki ilişkileri tarihî seyri içerisinde incelemekte ve günümüz sorunlarını bu tarihî arka plana dayanarak tahlil etmektedir. İslâm'ın tarih sahnesine çıktığı VII. yüzyıldan Orta Çağ'a, Haçlı seferlerinden Endülüs'e, Avrupalı gezginlerden oryantalistlere kadar İslâm ve Batı kavramlarının nasıl algılandığı, farklı algılama biçimlerinin gerçekliğin yerine nasıl konulduğu ve bunların hangi gerginlik alanlarını ürettiği çarpıcı örneklerle anlatılmaktadır.
“İslam ve Batı medeniyetleri arasında devam eden gerginliğin temel sebeplerinden biri de budur. Her iki medeniyet de etnik, kültürel ve dini mânada lokal kalmayı reddetmekte, evrensel bir "medeniyet grameri" inşa etmeye çalışmaktadır. Bir başka ifadeyle İslam ve Batı, evrensellik iddiasında bulunan iki medeniyettir.”
İsmiyle müsemma bir kitap. İbrahim Kalın doğuşundan itibaren kaçınılmaz bir şekilde birbiriyle temas ve rekabet halinde bulunun bu iki kavramın öyküsünü, anlamlarını, ifade ettiklerini/edemediklerini ve aslında biraz da birbirlerini tanımamanın hikayesini izletiyor bize. Bir borsa grafiği gibi zaman içerisinde bir birinin bir diğerinin lehine/aleyhine dalgalı akışı takip ediyoruz. “Convivencia” kavramını hüzünle cebime koyuyorum mesela bu kitap vesilesiyle. Elbette bugün itibariyle daha sıkışmış (?) bir ele sahip olan İslam’ın tarih boyunca adilce tartılmadığına dair gayet somut örnekler de sunuyor. Hakikat bir yana, onun sunumu, ifade edilmesi de önemli. Burada hemen bir alıntı verelim kitaptan:
“İnsanlar kendilerine sunulan imajlara, samimi bir şekilde inanmaya başlarlar. Çağdaş medya çalışmalarının da gösterdiği gibi imaj, gerçekliğin yerine geçer. İmajı kontrol eden, gerçekliği de kontrol etmeye başlar.”
Yine öğretici ve düşündürücü bir deneyim. Finalde bir çözümsüzlükle de başbaşa bırakmıyor okuru. Kalın’ın iyiye dair bu iyimserliğini hüsnüzannını önemsiyorum, dikkate alıyorum. Fakat bende etkisi kısa sürüyor biraz. İnşallah tezahür eder. İyilerin teması ve ortak müşterekte bir şekilde buluşmanın yolunu arama temennisiyle sonlanıyor kitap. Ben kitabın kapağını kaparken Trump’a suikast girişimi gündemi sallamaktaydı. Ve yine az evvel Almanya Baden-Württemberg’den bir silahlı saldırı haberi önüme düşüyor. Dünya bir taraftan Princip’in kurşununun ucunda gibi, bir taraftan da ümitvar olmaktan başka çare yok.
“İnsanlığın elinde daha adil ve barışçıl bir dünya düzeni için pek çok imkan var. Bunun için bizden farklı olan insanlarla belli ahlaki ilkeler çerçevesinde yaşamayı öğrenmemiz gerekiyor. Ötekiyle barış içinde olabilmekse, kendimizle barışık olmamıza bağlı.”
Medya çalışmalarının da gösterdiği gibi imaj, gerçekliğin yerine geçer. İmajı kontrol eden, gerçekliği de kontrol etmeye başlar. Bu bakımdan İslam ve Batı arasındaki ilişkilerin çoğu zaman bir imajlar savaşı olduğunu unutmamak gerekir. Modern bilimler ise bu imajın şekillenmesine, Avrupa-merkezci ve ırkçı ideolojilerin güçlenmesine modern bilimleri aracılığıyla malzeme sağlar.
Batı'nın öteki algısı, medenileştirme misyonu adı altında beyaz adamın yükü olarak adlandırılır. White Man's Burden (Rudyard Kipling) 19.yüzyıl ve modern batı tarihinin köleliliği meşrulaştırmak için kullandığı en önemli kavram ve imajlardan biridir. Müslümanları ve sömürge ülke insanlarını medenileştirmek ileri batılı insanlara bir yüktür aslında şeklinde bir portre çizilmiştir.
Doğu doğudur ve batı batıdır, İslam ve Batı birbirinden farklı kavramlar olup din-medeniyet ile kültür-coğrafya kavramlarının paralel okunması başta yanlıştır.
Kitabın sonunda yer verilen Amerikalı diplomat Wallace ile Abdülhamit'in ilişkisi üzerinden yapılan batı-islam okuması ise akıllara şu soruyu getirir. Neden İslam dinini benimseyen Osmanlı'nın sempatik olduğunun ispatı Amerikalı diplomatın anılarında aranıyor? Yaratılan İslami terörizm ve barbarlık algısı karşısına ne konulmalı ki gerçek İslam doğru yansıtılsın?
Bize düşen nedir? Okumak ve farkında olmak. Düşmanı yakından tanımak ve onu kendi silahıyla alt etmek batılı öteki ve modern dediğimizin biz müslümanlara karşı benimsediği tek kural. Bunun için gerekirse Kuran tercümesi, doğu ülkelerinde yaşamak, evlilik ve yakın mercekten takip. Bu örnekler artırılabilir. Peki ya biz?
şuan da okumaya devam ettiğim sonlarına geldiğim bir kitap doğu ve batı toplumunun birbirlerine zıt toplumsal olayların tarihsel süreçlerini örneklerle açıklıyor çok fazla not tutabileceğiniz bir kitap
Kronolojik olan İslam ve Batı (bence) özet halinde de olsa yeterli düzeyde ama detaylı anlatılmış. Daha detaylı bir çalışma olarak da görmek isterdim doğrusu ve elbette okumak.