Sokak lambasının aydınlattığı girişte, gemi tarifesinin yanında asılı olan semt haritası dikkatimi çekti. Kırmızı bir noktanın yanında “Buradasınız” yazılıydı. Ağır ceza reisinin titreyen parmaklarıyla bu kırmızı noktaya dokunduğunu, “Buradayım ama burası neresi?” diye mırıldandığını duyar gibi oldum.
Mevsimlerin hızla değiştiği, hayatın akıp geçtiği bir kış gecesi kaybolan yaşlı komşusunu aramaya çıkan bir adam, yaşadığı mahallenin bildik sokaklarında tekinsiz bir yolculuğa sürüklenir. “78 Nova”nın kadife koltuklarından üniversitenin gizli dehlizlerine, zifirî karanlıktaki bir heykel sergisinden kendi filmini çekenlerin açık hava sinemasına, eski bir sarayın bahçesinden bağlar arasındaki hayal evine ve nihayet yeraltındaki metro inşaatından ölüm kuyularına uzanan bu yolculukta kahramanımız hem yol boyunca karşılaştığı insanların hikâyelerinin bir parçası olacak hem de yaşlı komşusunun kim olduğunu öğrenecektir.
Murat Gülsoy, sıradan hayatların ardına gizlenen karanlığı, on yıllarca saklanan derin korkuları, yaşlı kalplere gömülmüş hüzünlü aşkları, başkalarının aynasında kendi benliğiyle yüzleşmeyi fantastik, yer yer grotesk bir arayış hikâyesine sığdırırken sırlarla dolu geçmişin kapısını cesaretle aralıyor.
Ve Ateş Bizi Tüketiyor… Gecenin içinde dolananların, gecede kaybolanların romanı…
1967'de İstanbul'da doğdu. Kabataş Erkek Lisesi'ni bitirdi. Yüksek öğrenimini Boğaziçi Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği bölümünde tamamladı (1989). Aynı üniversitenin Psikoloji Bölümü'nde “Face-Specific Evoked Brain Potentials”(İnsan yüzlerine ilişkin uyarılmış beyin potansiyelleri) başlıklı tezi ile yüksek lisans derecesi aldı. (1992). İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği Biyomedikal Mühendisliği programında doktora yaptı. Beyin cerrahisinde kullanılacak bir cerrahi lazer sistemi üzerinde tez yazarak doktorasını tamamladı.
Öykü, roman, inceleme türlerinde eserler vermiştir. Eserleri Sait Faik Hikâye Armağanı (2001), Yunus Nadi Roman Ödülü (2004), Notre Dame de Sion ödülü (2013), Sedat Simavi Edebiyat Ödüllerine (2014) layık görülmüştür. 2004-2021 yılları arasında Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi'nin genel yayın yönetmenliği görevini yapan Gülsoy 2014 yılından beri de Boğaziçi Üniversitesi Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Araştırma Merkezi müdürlüğü görevini sürdürmektedir.
Kitapları: * Oysa Herkes Kendisiyle Meşgul, 1999, CAN Yayınları, öyküler. * Bu Kitabı Çalın, 2000, CAN Yayınları, öyküler. (2001 Sait Faik Hikâye Armağanı) * Belki de Gerçekten İstiyorsun, 2000, altkitap.com, öyküler. * Alemlerin Sürekliliği ve Diğer Hikâyeler, 2002, CAN Yayınları. * Binbir Gece Mektupları, 2003, CAN Yayınları, öyküler. * Bu Filmin Kötü Adamı Benim, 2004, CAN Yayınları, roman. (2004 Yunus Nadi Ödülü) * Bu An’ı Daha Önce Yaşamıştım, 2004, CAN Yayınları, öyküler. * Büyübozumu: Yaratıcı Yazarlık, 2004, CAN Yayınları, inceleme. * Sevgilinin Geciken Ölümü, 2005, CAN Yayınları, roman. * Kâbuslar, 2006, altkitap.com, öyküler. * İstanbul'da Bir Merhamet Haftası, 2007, CAN Yayınları, roman. * Bize Kuş Dili Öğretildi, 2008, altkitap.com, resimli-roman. * 602. Gece Kendini Fark Eden Hikâye, 2009, CAN Yayınları, inceleme. * Karanlığın Aynasında, 2010, CAN Yayınları, roman. * Tanrı Beni Görüyor mu?, 2010, CAN Yayınları, öyküler. * Baba, Oğul ve Kutsal Roman, 2012, CAN Yayınları, roman.(Notre Dame de Sion Edebiyat Ödülü) * Nisyan, 2013, CAN Yayınları, roman. * Gölgeler ve Hayaller Şehrinde, 2014, CAN Yayınları, roman.(Sedat Simavi Edebiyat Ödülü) * Yalnızlar İçin Çok Özel Bir Hizmet, 2016, CAN Yayınları, roman. * Öyle Güzel Bir Yer ki, 2017, CAN Yayınları, roman. * Ve Ateş Bizi Tüketiyor, 2019, CAN Yayınları, roman. * Belirsiz Bir Anın Kıyısında, 2021, CAN Yayınları, öyküler. * Ressam Vasıf'ın Gizli Aşklar Tarihi, 2023, CAN Yayınları, roman.
Murat. Gülsoy'un üç kitabını okudum. İkisi roman biri öykü kitabı. Romanlarını sevdim. Okurla flört etmeyen, kendi zihin dünyasında kendi oyuncakları ile oynayarak yazan bir yazar olduğunu düşünüyorum. Dışa dönük, gösterişçi ve üslupçu biri değil. Kurmacaları içinde ışıltılı bir zeka var ama bunu okurun gözüne sokmuyor. Dili yalın, dramaları makul ve olağan dünyada yaşanan şeyler fakat sıradan olduğu da pek söylenemez.
Sorun şu ki bazı yazarlar uzun süre yazmayınca yahu bu adam/kadın nerelerde diyorsun, Gülsoy'la ilgili olarak şimdiye dek böyle bir duygu edinmedim. Ancak "Ve Ateş Bizi Tüketiyor"u okuduktan sonra şimdi merakla beklediklerim arasına yerleşti.
Kendi şöhretini biraz uzaktan izleyen birisi, hatta zaman zaman ona sırtını döndüğü bile söylenebilir. Beni en çok etkileyen yanı bu oldu, zira kendi yelkenini kendi nefesiyle şişirmekle yetinen yazar artık yok denilecek kadar az. Kitap üzerine değil fakat yazar üzerine bir kelam olduğunun farkındayım ama roman hakkında yazarsam spoiler verme ihtimalim vardı. Netice itibariyle kayda değer derinliği olan ve bittiğinde yükseldiğinizi hissettiğiniz bir metin. Ve Ateş Bizi Tüketiyor şenlikli bir ağıt. Ellere gönüllere sağlık.
Yaşlı komşusunu bulmaya çalışan bir adamın romanı Ve Ateş Bizi Tüketiyor. Elinde eski bir kimlikle uzun bir gecenin içinde yol alan bu adam aslında kendi zihninin karanlığında ilerlemeye çalışır. Gecenin birleştirici gücü, insanlar arasındaki bağlantılarla rüya mı gerçek mi ayırt edilemeyen bir yol uzanır önünde. Bu yolun kaybolan komşusunun ilerlediği yol olduğuna dair güçlü duygular içinde olan adam, savrularak gecenin içine dalar. Kokinalı kadın, kör üniversite öğrencisi, üniversitenin altındaki karanlık gizli yer, tüm mahallenin toplanıp film izlediği meydan, bir anda eskiyen saray, ıssızlaşan mekanlar, ölüm kuyusu, Gecenin İnsanları... Bu geceye ait her şey birbiriyle tuhaf bir biçimde bağlantılıdır ve gecenin içinde kaybolan tek kişi okurdur belki de. • Ve Ateş Bizi Tüketiyor, yukarıda yazdıklarımdan çok daha fazlası olan bir kitap. Bu bir karanlık arayış ve gecenin içinde kaybolan okur derken kelime oyunu yapmaya çalışmadım. Karakterin bahsettiği rüya-gerçek karmaşası okur için rüya içinde rüya-gerçek karmaşasına dönüyor. Bu yüzden kitap benim için ikiye ayrıldı. Başta hızlı bir şekilde ilerlerken gerçekten tek sorunun yaşlı adam olduğunu düşünmüştüm. İnsanın kendi içinde kayboluşunu hesaba katmadım. Bu aslında bir anda ortaya çıkan bir şey de değildi ama her ne kadar sonunu tahmin etseniz de bağlantı kurulan her insan ve her mekan kitabı daha da ağırlaştırıyor bir süre sonra. Gecenin içinde dolaşan karakterimiz de ağırlaşıyor tabi. Okurun da ona ayak uydurması için ritmini düşürmesi gerekiyor. Bu yüzden beni yoran şey bağlantıları birleştirmek değildi, ağır giden bir yolda yaşlı adamdan çıkıp kendi gerçekliğimi parçalamamdı. Dolayısıyla okuru ince bir çizginin iki tarafında git-gel yaptıran bir roman okudum. Aynı zamanda Murat Gülsoy ile tanışma romanımdı. Son olması söz konusu bile değil!
Hareket eden, yürüyen, arayan romanları seviyorum.
Adamımızın, bir akşam tam da çay keyfine başlayacakken kapısı çalınıyor. Komşusu yaşlı hanımefendi eşinin kaybolduğunu söyleyip yardımcı olmasını istiyor ve o andan sonra gecenin içinde, -ya da daha açık olalım- bir belleğin içinde, kaybolan adamın gençliğinden kalma yırtık pırtık kimliğiyle birlikte uzun bir yürüyüşe çıkıyor.
Ve Ateş Bizi Tüketiyor'un ilk çeyreğinden itibaren sonunu tahmin edebiliyorsunuz. Genellikle bu okurun merakını öldürür ama Gülsoy'un kurgusu/anlatımı, o tahmin edilir sona "acaba nasıl ulaşacak, daha neler olacak kim bilir" merakını tetikliyor. Bunda polisiye tınısının etkisi de büyük.
Bu yıl okuduğum en iyi romanlardan biri olduğunu iddia edebilirdim ama bununla yetinmeyeceğim, Murat Gülsoy'un beni en çok etkileyen romanı diye abartacağım.
Bilirsiniz, doya doya abartmak da okurluğun şanındandır.
Okuduğum ilk Murat Gülsoy kitabıydı. Çok güzel başladı fakat ortalarda çok sıkıldım, sonlarına doğru tekrar akıcı ve sonunu tahmin etsem de heyecanla okuduğum bir kitaba dönüştü. Tüm yaşananların aydınlanmasıyla başa dönüp bazı bölümleri tekrar okuma hissi yaratıyor.
"Gecenin içinde dolanıyoruz ve ateş bizi tüketiyor."
"Dışarıdan bakıldığında donuk bir adamım, oysa kafamın içinde düşünceler, hayaller alev alev.. Ne yararı var? Bir mağaranın içinde yanan ateş ne kadar yumuşatabilir ki taşı?"
".. günler gitgide kısalıyordu, bir süre sonra dibe vuracak ardından uzamaya başlayacaktı ama bunun biz insanlara bir yararu olmayacaktı; biz hiç durmadan, tereddüt etmeden, kesintisiz bir şekilde yaşlanmaya devam edecektik."
"İnsan bazen bir hikayenin içinde sıkışıp kalıyor. Üstelik bunu anlatana kadar farkında bile olmuyor. Çevremi saran görünmez duvarların bu hikaye olduğunu şimdi anlıyorum."
"Şaşkındı. Tekrar mutlu olabileceğini fark eden bir insanın şaşkınlığı.."
Anılar.. Sürekli hareket halindedirler. Sürekli.. Onları unutabilmek için çaba harcamamız gerekir. Sağlıklı zihin bunu başarabilir. Hatırlamak dediğimiz şey kontrollü bir unutmadır."
"Çok tehlikeli bir düşünceydi bu, kimsenin kimseyi önemsemediği, hiçbir şeyin değerinin olmadığı düşüncesi. Düşünce de değil, zaman zaman benim de hissettiğim, korkutucu, insanı intiharın kıyısına getiren bir duygu. Bağlantısızlık. Boşluk. Aslında son derece doğru. Doğru olduğunu bildiğimiz ama yok saydığımız gerçeklerden."
"Hatırladıklarımın ne kadarını gerçekten yaşadım, ne kadarını uydurdum bilmiyorum. İnsan ççok acı çektiğinde çok hayal kuruyor. Neyse.. Çok zaman geçti.. O kadar acı çektim ki her şeyi istediğim gibi hatırlama hakkım var artık."
"Sıradan mutsuz her zaman fakirdir."
"Bazen böyle bir şeyin olma ihtimali delimsirek bir neşe veriyor bana."
Son zamanlarda okuduğum en güzel kitaplardan biri. Müthiş başladı, ilgiyle okudum, işim bitse de kitaba dönsem dedim, acaba şimdi ne olacak derken son bölümlere geldim. Sonlara doğru artık kağnı hızıyla ilerliyordum, yazar da sıkılmış olacak ki konu içinden çıkılmaz bir hale büründü, sürünerek bitirdim. Haksızlık etmek istemem, başlarda Murat Gülsoy mu Haruki Murakami mi yoksa Borges'ten bir öykü mü okuyorum acaba diye şaşırdığım oldu. Böyle tatlı tatlı gidecek sandım ama yazar sonlara doğru sanki asıl konuyu bir kenarda unuttu ve kurgulu burgulu numaralar çevirmeye döndü, sonra anlamsız mekânlarda gezinmeye başladı. Üniversitedeki öğrencilerine hava atarcasına sayfayı ikiye bölen sütunlar benzeri gibi ucuz numaralar olmasaydı eğer "Ve Ateş Bizi Tüketiyor" kitabını yere göğe sığdıramazdım galiba. Tuğla kalınlığında romanlar yazan Bolano, Broch, Hugo, Joyce, Marquez, Murakami ve Tanizaki gibi büyük yazarları içten içe bir kez daha takdir ettim, onlar böyle numaralara hiç başvurmuyor. Yine de meraklı okurları gülümseten "Karanlık Temas" benzeri (Blanchot) göndermeler hoştu, iyi ki okumuşum.
David Lynch filmi izler gibi bir kitap okudum. İlginç bir girişle başlayıp gittikçe sıkan, sıktıkça ilginçleşen ve güzelleşen, güzelleştikçe karanlığa sizi çeken ve finalinde dehlizi iliklerinizde yaşayacağınız bir hikaye olmuş "Ve Ateş Bizi Tüketiyor" Sonundaki güzel sürprizleri bozmayacağım fakat konusunu bir insanın geçmişle yüzleşmesi ve özlemi olarak özetleyebilirim. Gülsoy'un bir tekniğini programın birinde izlemiştim. Önce 5 cümle yazıp sonra her cümleden sonra birer cümle daha yazıyor. 10 cümlede, her 2 cümleden sonra birer cümle daha yazıyor. Bu böyle giderek 25 cümle olduğunda paragrafı tamamlıyor. Muhtemelen betimlerin etkileyiciliği bu teknikle sağlanıyor fakat sıkıcılık artıyor. Sıkıcılık öveceğim aklıma gelmezdi fakat kitabın en güzel yanı bu.
"Her şeyi yanlış anlıyor olsak da o kadar büyük sorun olmazdı bence. Asıl sorun bazı şeyleri yanlış anlıyor oluşumuz. Bazı şeyleri. Ama hangi şeyleri? Hangilerini yanlış, hangilerini doğru algıladığımızı bilemiyor oluşumuz asıl sorun. Her şeyi karıştıran bu. Bildiklerimizin hepsi kuşkulu hale geliyor. Güvenebileceğimiz bir referans noktası yoksa eğer... boşluktayız demektir. Aklımıza ne kadar güvenebiliriz? Biraz yorulduğumuzda kolaylıkla yanılabiliyor. Rüyalarda olup bitenlere nasıl da inanabiliyoruz içindeyken. Her şeyin bu kadar değişken olması çok korkutucu. Hiçbir düşüncemize sonuna kadar güvenememek, hiçbir şeye inanamamak... İşte bütün mesele bu." (175-176)
"İnsan bazen bir hikayenin içinde sıkışıp kalıyor..." Murat Gülsoy'un öykü anlatımını seviyorum. Karakterler, mekanlar, mevsimler, zamanlar, hisler, gerçekler, düşler, farklılaşmalar...durmaksızın ilerleyen, sürükleyen biçimde bir aradalar. Her sayfasında, her sahnesinde güzel bir kurgu içerisinde olduğu hissettiğim/bildiğim öykülerinde hakkını veren bitirişler kucaklıyor beni...Ve Ateş Bizi Tüketiyor'u da bu anlamda sevdim. Emeğinize sağlık çok değerli Murat Gülsoy hocam...
Kitabın ilk yüz sayfasında yazarın Murakami'den etkilendiği çok açık. Hatta yazar da Murakami'nin Sahilde Kafka kitabına gönderme yapıyor. Belki de en sevdiğim öykü olan John Cheever'in Yüzücü öyküsüne de değiniyor ayrıca.
İlk yüz sayfadan sonra okuması çok zor bir kitaba döndü benim için. Bunda benim rüya ve gerçeklerin karıştığı hikayeleri sevmemem başrolde olabilir. Eminim ki birçok kişi de çok sevecektir.
Ilk 70 sayfada diyodum ki ohhh 5 yildizlik kitap ne guzel ne tatli okurum simdi, isigin en guzel oldugu sabah saatlerinde mi okuyayim nasil kahve yapayim yanina filan. Ama o noktadan sonra oyle bir yokus asagi gitti ki tutamadim. Yazarin daha once hikaye kitabini da okumus biri olarak biliyorum ki en guclu yanlarindan biri sahne kurmak. Dogal icinde bulunmak isteyeceginiz bir sahne yaratiyor. Siradan ama etkili diyebilirim belki. Ayrica nerede okusam Murat Gulsoy un yazdigini tanirim diyebilecek kadar iddaali olmasam da bence bunu kolayca yapanlar olacak kadar kendine has bir tarzi var. Ama neden guzelim baslangic hayal ruya gerceklik arasinda bulamac yapilmaya ihtiyac duyuluyor bilmiyorum. Bu bir teknikse de niye Turk yazarlarin %95i hep ayni tarza basvuruyor. Sanki bana capraz okunsun da genel ruh hali anlasilsin sadece havasi yaratiyor o kisimlar. Keske ilk baslangiciyla ilerleseydi.
Bu kitap yazardan okuduğum üçüncü kitap. Kesinlikle beğendim ama benim için Ressan Vasıf’ı geçemedi.
Anlatıcımız, kaybolan yaşlı komşusunu bulmak için kendini sokaklara atıyor. Elinde adamın gençliğine ait bir kimlik kartıyla oradan oraya dolaşmaya başlıyor. Mahallede gezerken yaşlı adamı tanıyan tanımayan ama hep bir şekilde onunla bağlantısı çıkan insanlarla tanışıyor. Bir yandan da kendi iç hesaplaşmalarını yapıyor.
Kitabın tamamı feverdream gibi hissettirdi. Herkes ilk adımda sonra derece normal gözükse de dikkat ettikçe, konuşmalarını okudukça hepsi bir tuhaflaştı ve büyülü gerçeklikte olduğu gibi gerçek ile hayal birbirine girdi. Bu anlamda kitabı çok beğendim.
Bana ters hissettiren tek şey kadın karakterlerin hemen hemen hepsinin çok cinselleştirilmiş olmasıydı. Bunu yine feverdreame bağlayabiliriz tabiki ama yine de benim hoşuma gitmedi.
Kaybolan komşu yaşlı adam aranıyor. Arabadaki gençler, mahallenin eczanesi, doktorun dairesi. Sokaklar, pastane, sokak çalgıcıları (tanıdım onları) ve dans. Terzinin dükkanı. Arayış devam ediyor. Arayan adam herkesi ve herşeyi o gece görmek ister gibi. Ömrü boyunca yaşayamadıklarını o tek gecede yaşamak ister gibi. Kaybolan adam da belki aslında kaybolmamış ama gitmişti. O da yaşayamadıklarına yelken açmıştı. Belki de yaşadıklarından kaçmıştı. Derken huzurevi, kaybolan adamın sırrı, üniversite (ilginç bir bölüm, yazarın mekanı).
Aralık ayında, bitmeyen, uzun bir gecede geçen romanı 21 Aralık günü bitirmek daha da keyifli olabilirdi :) Açıkcası bitmesini de istemedim ama o kadar akıcıydı ki, sürüklendim ve dayanamadım.
Kayıp komşuyu ararken kendi kaybolmuşluklarını bizlere anlatan kahraman -adını bilmiyoruz- ile benzer duygu durumlarını deneyimledikçe, yazara teşekkür ediyor; bir yandan da akış içerisinde kahramanı, belki kendimizi, kovalıyoruz. Edebiyatın büyüsüne de şükrediyoruz.
Büyübozumu: Yaratıcı Yazarlık kitabından sonra metni okuyunca dersini çalışıp "okuduğumuzu anladık mı" sorularını çözen öğrenciler gibi hissettim kendimi.
"Dışarıdan bakıldığında donuk bir adamım, oysa kafamın içinde düşünceler, hayaller alev alev... Ne yararı var? Mağaranın duvarlarında yanan ateş ne kadar yumuşatabilir ki taşı?"
"eski zamanların yasak alemlerini çağırıyorduk geçmişin kuyularından. Çok derinlere ulaşıyordu inlemelerimiz. Bu öyle güçlü bir duyguydu ki ancak böyle bir araya gelindiğinde, kalabalık olunduğunda başa çıkılabiliyordu. Sevişiyorduk, yaşıyorduk, acı çekiyorduk. Hepsi buydu ve hepsinin bu olduğunu bilmek canımızı acıtıyordu. Yaşıyor olmanın kendisinden duyulan bir coşkuyla yaşamın geçici olduğunu bilmenin acısı birbirine dolaniyordu. Arzu ve korku... Aynı varlığın iki yüzü gibiydi, birbirine ense kökünden bağlanmış iki maske."
"rüyalarla aynı malzemeden yapılmıştır ruh, hayatımız dediğimiz şey uyku denizinde kayıp bir adadır."
"insan hiçbir zaman kaybolmaz. ne kadar istese de kaybolamaz. hep bir yerlerdedir. bir süre sonra nereye giderse gitsin oranın bir parçası olur. oysa kaybolmak isterdi, doğru."
"hikayesini anlatırken her şeyi baştan yaşıyor gibiydi. belki de o yüzden anlatıp duruyoruz hikayelerimizi, tekrar tekrar yaşamak için."
"yaşlı kadın daha önce defalarca anlatmış olduğu sahneyi bir kez de bana anlatıyordu, tüm cümleler daha önce denenmiş, en mükemmel şekline getirilmişti, çünkü bu hayatının en trajik anıydı. o halde bu anın üzerine titremekte, en güzel şekilde anlatmaya çalışmakta haklıydı."
"insan çok acı çektiğinde çok hayal kuruyor. o kadar çok acı çektim ki her şeyi istediğim gibi hatırlama hakkım var artık."
"insan kendini kaybettikçe hikayesine yaklaşır, hikayesini yazdıkça da kendini bulur."
"bu ben değildim. farklı bir zamanın içinden bakan biriydi. bu dünyada aradığını bulamamış, yosunlu karanlık bir yalnızlığın içine hapsolmuş biri."
"başını göğsüme yasladı. kalbimin atışlarını, içimi dinliyordu sanki. insanın en iyi doktoru başını işte böyle aşkla göğsüne yaslayan sevgilidir diye düşündüm."
"acı, bir sanatçı gibi benden başka birini yontmuştu, içimden çok daha küçük ve zayıf birini çıkarmıştı."
"insan kendi baktığı yerden gördüğünü tüm dünya sanıyordu belki de. oysa hayat çok geniş imkanlarla doluydu."
"anlıyorum, her şeyi anlıyorum ama bir milim bile değiştiremiyorum hayatımı. her dem muhalif arkadaşların dediği gibi, mesele dünyayı anlamak değil, değiştirebilmek."
"bence o bencil. çünkü unutulduğunda öleceğini biliyor. dualarla yaşıyor. o yüzden de hep kendini felaketlerle hatırlatıyor. insan tanrıyı hep başı sıkıştığında hatırlar ne de olsa."
"ah bir sabah olsa bu uğursuz gece hayal hakikat kendinden gelen her şeyi beraberinde alıp götürse ben yine iki ile ikinin dört ettiği dünyada kendimi bulsam"
"belki de hiçbir gece aslında tam olarak karanlık değildi. her zaman o siyahlığın içinde birtakım ışıklar yaşamaya devam ediyordu. hiç değilse zihnimi yakan ateşin yalazları..."
This entire review has been hidden because of spoilers.
Gecenin içinde dolanıp duruyoruz ve ateş bizi tüketiyor.
Murat Gülsoy’un okuduğum ilk kitabı oldu Ve Ateş Bizi Tüketiyor, sayesinde de diğerlerine de geçeceğime eminim.
Kitabımız evinde çay yapmak üzere olan ana kahramanımızın kapısının karşı komşusu tarafından çalınmasıyla başlıyor. Yaşlı komşusu eşinin kaybolduğunu söyleyerek kendisinden yardım istiyor. Elindeyse çok eski bir kimlik var. Ana karakterimizin ‘arayışı’ işte böyle başlıyor. Pek tanımadığı yaşlı bir adamı gece boyunca arıyor ve tabii ki onunla beraber biz de arıyoruz. Normal bir arama gibi başlasa da gecemiz zaman ilerledikçe garipleşiyor, kişiler artıyor, anılar birbirine geçiyor ve zaman sonsuzluğa evriliyor. Bazen hala aynı gecede miyiz, yaşlı adamı mı arıyoruz yoksa bambaşka birini mi diye sorgularken buldum kendimi. Tüm bu karşılaştığımız insanların sebebi nedir, arayışımıza katkısı ne olacak, gecenin sonunda güneş doğacak mı yoksa gerçekten ateş bizi tüketecek mi?
Kitap bittikten sonra biraz ara verdim ve ondan sonra hakkında biraz araştırma yapmaya koyuldum. Gördüm ki herkesin aklında kendince soruları ve bazı cevapları var. Cevaplar net değil ve sorular gitgide artıyor. Çünkü kitap başı sonu olan bir kurgu olsa da içinde aslında öyle değil. Ana kelimesine arayış dersek eğer ki bu insan ömrünün tüm anlamı olabilir bu sebeple kitap aslında hiç sona ermiyor. Aklınızda arka planda hep devam ediyor. Eminim bir yerde görünce, kitaplığınızda göz göze gelince sorular yeniden meydana çıkacak ve artacak. Sonra tekrar üstü örtülecek ve sonra tekrar yeniden uyanacaklar. Çünkü arayış bir sonsuzluk… Kişinin sorgulaması, bulmaya çalışması, geçmişi ve bugünü, anıları ve hayatındaki her bir insan bir durak. Bu duraklardan her geçişinde de farklı bir şeyi fark edecek ve bu döngü sonsuz uykuya kadar devam edecek.
Kitap için genel yorumum bu şekilde olmakla birlikte dilini de çok sevdiğimi söylemeliyim. Felsefi sorular uyandırsa da içinizde bu denli yoğun bir kapalı anlatımı yok. Merak unsuru barındırması, yüzeysel ve derin anlamda bir arayışı içermesi ile de heyecanı yüksek tuttuğu için sürükleyici bir kitap. Kendinizi vererek okuduğunuzda etkileneceğinizi düşünüyorum. Ayrıca altı çizilecek bolca cümle buldum ben. Belki de kendime yakın anlatımlar bulduğum için daha çok sevmişimdir kitabı. Birçok yönüyle bana hitap etti. İçine girebildim ama çıkabildim mi, emin değilim.
Okuduğum için mutlu olduğum bir kitap oldu Ve Ateş Bizi Tüketiyor. Hayatıma bir yazar daha kattım. Özellikle Türk bir yazar olması ve güncel edebiyattan bir kitabı yakalamış olmaksa benim açımdan ayrı bir mutluluk.
2-3 yildiz arasinda cok gidip geldim. Kitabin iyi buldugum yonleri hayli fazla fakat daha iyi olabilirdi hissi de birakiyor. Butun kitap boyunca kendini olaylarin akisina kaptirmis, bu hikaye beni nereye gotururse gidecegim diyen, kisisel meselelerini cok az ortaya doken bir karakter var karsimizda. Okur kendini rahatlikla ozdeslestirebiliyor. O da basina gelenleri anlamaya calisiyor, garipsiyor, bakti olmayacak keyfini cikarmaya calisiyor. Bence Murat Gulsoy boyle hikayeler anlatmada cok daha basarili. Kendi sorunlari ve gecmisi ile yuzlesmeye calisan, kaybeden karakterler ve bunlar etrafinda sekillenen hikayeleri bana tekrara dusmus gibi geliyor. Ama Istanbul'da Bir Merhamer Haftasi ve bu kitapta oldugu gibi daha genis bir alana ciktigi, her an her yere kayabilecek ve farkli farkli konularda yazarin maharetini gosterecek romanlarini okumayi tercih ederim. Gelelim olumsuz buldugum yonlerine. Bu kadar farkli yerlere girip cikan bir hikaye nasil toparlanir? Bu soruya daha yaratici bir cevap bulabilirdi. Sonunda aradigi karaktere donusen, roman boyunca karsilastigi tum karakteleri tek bir mekana toplayip toplu yuzlesme ve veda etme finali cok tahmin edilebilir bir final. Kara Kitap ve Tehlikeli Oyunlar karisimi bir son olmus birazcik.
İlk murat gülsoy romanımdı ve rüya gerçek çatışmasını içten içe küçümseyerek okuduğumu kendime itiraf etmeliyim ve bunu yaptığıma ne kadar pişman olduğumu da. Kafa karışıklığı ve karmaşa diyebilirim sanırım bu kitap için, hem okur hem kahraman ikilisi için. Zaman olarak ileride ve geride olmak ve zihnin karmaşasına tıkılıp kalmak, kendine biraz geriden bakmak keşfetmek ama yabancılaşma hissinden kurtulamamak, ateşin bulaması gibi bulanan zihin ve tüm gerçekliğin sorgulanabilir bir masaya gelmesi. Tek tek geçmişin gitmesi ve zamanla aradaki mesafenin kapanmasıyla gerçekliğe dönüş,dönememe ama döndürülme.
Yazara ait okuduğum ilk kitap. Kitaba dair en sevdiğim özellik, akıcı bir dile sahip olması. Fakat yazarın genel tarzı mı böyledir bilemiyorum kitabı okurken sürekli ağzına kadar dolu bir betimleme küvetindeymişsiniz gibi hissediyorsunuz.
Son olarak şu alıntıyı paylaşmak isterim:
"... Bilinç kendi yokluğunu hayal edemez. Oysa elektriğin kesilmesi gibi doğal bir şeydir ölüm. Tak! Yayın gitti. Eks oldu derdik hastanedeyken. Aslında öldü manasında bir sözcük, 'expire', onun kısaltması. Süresi doldu gibi. Ama bana hep matematikteki iks gibi gelir, yani bilinmez oldu. Artık bilinemez. İks. Sizin hastanız gibi."
Kitap beni içine çekti. Ana kahramanın maceraları ve birçok farklı insanla yaşadığı diyaloglar ilgi çekiciydi. Uzun zamandır İngilizce kitaplar okuyordum, Türkçe yazan ve güncel yazarları keşfetmeye başladım. Murat Gülsoy'un diğer kitaplarını da okumayı düşünüyorum. Edebi tarzını da beğendim. Kullandığı benzetmeler, mecazi anlamlar ve semboller hoşuma gitti. Sıkılmayacağınız, okuyup okurken de hayat üzerine sizi düşündürecek güzel bir kitap, tavsiye ederim :)
Kitabın tarzını anlatmak kolay değil, olağan ile olağandışı olayları bir arada beklenmedik bağlantılarla, hiç sıkmadan, yormadan, tekrara düşmeden anlatan bir roman. Bir ara karakter rüyada mı yoksa gerçek hayatta mı diye düşünürken buldum kendimi, sonu ise oldukça etkileyici. Yazarın okuduğum ikinci kitabı, tüm kitaplarını okumak istediğim yazarlar arasına not ettim.
Okuduğum ilk Murat Gülsoy kitabı ve muhtemelen son da olmayacak. Hayallerle gerçeklerin iç içe geçtiği, sürreal bir atmosferde, mistik öğelerle dolu, merak unsuruyla okuyucuyu sürekli canlı tutan bir kitap.