Dünya fikirlerle bölünmüş bir halde. Derin bir şüphe, korku, ajanlar, köstebekler, yasaklanmış fikirler… Hayallerinin ülkesinde acı bir gerçekle karşılaşan idealist insanlar. Devrim hayallerinin ısıtmaya yetmediği bir soğuk savaş… Karlar içinde biblo güzelliğinde bir şehir. Kendilerini kanlı bir serüvenin içinde bulan Türkiyeli devrimciler…
Açık pencerelerden içeri kar kokusu sızıyor. Ahmet Ümit’in klasikleşmiş ve otobiyografik öğelerle bezeli polisiye romanı Kar Kokusu, Türkiye’nin en karanlık günlerinde, tüm devrimcilerin cennet gözüyle baktığı Moskova’da geçiyor. Usta yazar bir yandan dönemin keşmekeşine ışık tutuyor, bir yandan da nefes nefese bir gerilimin ortasında okura sürükleyici bir deneyim yaşatıyor.
Ahmet Ümit was born in 1960 in the city of Gaziantep in southern Turkey. He moved to Istanbul in 1978 to attend university. In 1983 he both graduated from the Public Administration Faculty of Marmara University and wrote his very first story. An active member of the Turkish Communist Party from 1974 until 1989 Ümit took part in the underground movement for democracy while Turkey was under the rule of a military dictatorship between 1980-1990. In 1985-86 he illegally attended the Academy for Social Sciences in Moscow. Ümit worked in the advertising sector from 1989-1998 and is currently employed as cultural advisor at the Goethe Foundation in Istanbul. He has one daughter Gül. Since 1989 Ümit has published one volume of poetry three volumes of short stories a book of fairytales one novella and six novels. One of Turkey’s most renowned contemporary authors Ümit is especially well-known for his mastery of the mystery genre as reflected in many of his bestselling novels and short story volumes. Drawing upon the unique political and historical background of his home country Ümit delves into the psyches of his well-wrought characters as he weaves enthralling tales of murder and political intrigue.
Kar Kokusu nedense bir Ahmet Ümit kitabı değil gibi geldi. Belki tarzının tamamen farklı oluşundan, belki olay örgüsünden, belki de gözlerimiz Nevzat Başkomiser'i aradığından. Yine de malesef aradığımı bulamadım ve keyif alamadım.
Dünya gerçekten de fikirlerle bölünmüş halde. Ama bazı fikirler özgürlükçü ve eşitlikçi de olsa kendi içinde insan değişkenine göre yine sınıfsal ayrıma maruz kalıyor. Faşist diye nitelendirilen kişilerin yaptığını bir bakmışsınız zalim ve cahilce bir önyargı ile kendi yoldaşınıza yapmışsınız. İnsanların ne olursa olsun bir fikri benimseyip inanıp ardı sıra çalışmaları ve çaba göstermelerini bazen takdir etsem de siyaseti onca yıllık hayatım boyunca hiç sevmedim. Komünist, faşist, liberal, demokrat… bu kelimelerin anlamını ve ne düşündüklerini 30lu yaşlarımda öğrenmiş olmama rağmen hiç eksikliğini hissetmedim. Hiç cümle içinde kullanmama gerek kalmadı. Öyle bir pembe fanus içindeyim işte. Sevgi, aşk, merhamet, sadakat, güven, inançtan oluşan, şiddetin her türlüsüne karşı olan. Bu hususta aileme ne kadar teşekkür etsem az gelir sanki. Kitaba gelince sürekleyici bir polisiye roman tadında. Ahmet Ümit’in özgeçmişine ait izler olduğunu duyunca üzülmedim desem yalan olur. İnsanların inandıkları uğruna yaşadıkları ve hissettikleri çarpıcı. Keşke bir arada yaşamayı becerebilsek, becerebilseydik…
Moskova'da geçen hikayede Türk komünist partisi üyeleri ve devrimci gençlerin eğitimlerini geçirdiği bir okulda bir cinayet olur. Öğrencilerden Mehmet öldürülmüştür.
Aynı zamanda Sovyet Polisi, KGB yetkilileri de bir süre önce de bu okulda faşist bir köstebek olduğunu öğrenmişlerdir. Cinayeti bu köstebeğin yaptığını düşünürler, soruşturmaya Parti yöneticisi Asaf ve öğrencilerin öğretmeni Rus Lenoid'de katılacaktır. OKulda kalan diğer öğrencilerin tamamı şüphelidir. Asaf, Hikmet, Cemil, Şerif, Kerem, Turgut, Beşir, Nejat ve Durmuş.
Bir süre sonra içine kapanık sorunları olan Kerem'de ölü bulunmuştur ancak kendini öldürdüğünü belirten bir intihar notu ile. Notta aynı zamanda Mehmet'in köstebek polis olduğunu ve onu kendisinin öldürdüğünü de yazmıştır. Bu olay süreci daha da farklı bir boyuta taşıyacaktır.
Bir yanda ateist eğitimi egemen kılmaya çalışan Komünist Parti’nin iktidarı diğer yanda etkinliğini hala koruyan Ortodoks Kilisesi; bir yanda uzaya istasyon kurulabilecek bir teknoloji; diğer yanda abaküsle hesap yapan dev mağazalar..
Nereye giderse gitsin ülkesini içinde taşırdı insan. Ülke düşüncelere sinerdi; davranış olur, hiç beklemediğimiz bir anda kendini gösterirdi, isteseniz de kurtulamazdınız ondan, bir tat, bir dokunuş bir ses bir koku bir görüntü olur, aklınıza takılır, çekip götürürdü çocukluğunuzun gençliğinizin geçtiği yerlere..
İnsan yaşlandıkça duyguları da değişir. Nasıl ki bir zamanlar deli gibi aşık olduğun bir kadın gün gelir seni heyecanladırmazsa hatta onu gördüğünde arkanı dönüp kaçmak için fırsat kollarsan zamanla doğduğun kent de senin için yabancılaşır bir anlam ifade etmez olur. Orada yaşadığın en tatlı anılar, bir sürü ıvır zıvır günlük olayın kalabalığı altında ezilir yok olur. Eğer bunun için canını sıkıyorsan aptalın birisin derim sana. Bunun aptallıkla bir ilgisi yok demişti Leonid. Bir kadını artık sevmeyebilirsin ama çocukluğunun geçtiği kentin senin için başka bir anlamı olmalı. Orası kişiliğimizle kimliğimizle ilgili şifreler taşıyan bir yer. Yaşadığın, yaşayacağın bir sürü olayın ipuçları oradaki sokaklarda binaların içinde saklı. İster farkında ol, ister olma böyle bu. Ve bizi büyüten kent artık bizi duygulandıramıyorsa çoktan boku yemişiz demektir.
Sovyetler Birliği'nin henüz ayakta olduğu, Türkiye'de ise askeri darbenin etkilerinin sürdüğü 80'li yıllar... Moskova'da TKP tarafından eğitime gönderilen parti üyelerinden Mehmet, karlar üzerinde boylu boyunca uzanmış halde bulunur. Ölmüştür! Sırtına demir çubukla vurulmuştur. Bir de Türk yönetiminden partiye sızmış bir köstebek olduğu bilinmektedir, bu yüzden diğer parti üyeleri de tehlikededir ve istihbaratçılar bu cinayeti adım adım çözmek zorundadır...
Moskova'yı merak eden biri olarak orada geçen bu romanı okumak harika bir histi. Tasvirler gayet ölçüsündeydi, ne fazlaydı ne de az. Kitap ilerledikçe katili tahmin etmek bir oyun haline geldi, bu cümleden sonrasında sürpriz bozan olabilir, "Bu adam kesinlikle değildir." dediğim kişi katil çıktı. Hatta olaylar çözüldüğünde bile delillere inanasım gelmedi, hep başka bir şüpheli aradım. Benim için haz verici bir okuma oldu.
Romanda dönemin siyasi atmosferi de epey yer almıştı. Yarı otobiyografik bir roman olduğu için, yani Ahmet Ümit de gençliğinde komünist olduğu ve Moskova'ya gittiği için, oldukça gerçekçi tasvir etmişti eğitim enstitüsünü. Bu ayrıntı da artıları arasında.
Kitabın kurgusunda ufak bir boşluk vardı. Aklımda iki tane soru kaldı - bu sorular kesinlikle sürpriz bozan, bu yüzden kitabı okumadıysanız bu paragrafı atlayabilirsiniz - birisi, Asaf'ın kaleminin cinayet mahalinde ne işi vardı? İkincisi Mehmet telaşlı telaşlı Asaf'a ne anlatmaya gidiyordu? Bu sorular kitapta ya cevaplanmıyor, ya da cevaplandıysa da ben yakalayamadım.
Sonuç olarak, beğendiğim ve tavsiye edebileceğim bir kitap.
Ahmet Ümit, çok sevdiğim yazarlardan biridir. Yine oldukça sürükleyici bir kitap yazmış. Üstelik, yarı otobiyografik oluşu da beni oldukça etkiledi. İnanarak baglanmak nasıl bir şey? İnandığı değerler için neleri göze alabilir, nelerden vazgeçebilir insan? Peki ya canı?Canından da geçebilir mi? Okuyup, görün.
okuduğum ilk Ahmet Ümit kitabı ve gerçekten beklentimin çok altında bir kitap. tekrar Ahmet Ümit okumak istemiyorum çok sıkıcıydı ve çok fazla detay tasvir vardı. kitabı yarıda bırakmamak için kendimi zor tuttum
"Kar Kokusu" ( or The Smell of Snow) by Ahmet Ümit wasn’t just a novel for me—it was an experience. It was my very first Turkish novel, and I couldn't have asked for a better introduction to Turkish literature.
From the moment I started reading, I was transported to the snow-covered streets of Moscow, feeling the chill not just in the air but in the uncertainty and tension within the story. The characters felt real—so much so that I found myself deeply invested in their struggles, their emotions, and the complex political backdrop that shaped their lives.
Ümit’s storytelling is powerful. He doesn’t simply tell a story; he makes you live it. This book made me think, feel, and reflect in ways I didn’t expect. As someone who was new to Turkish literature, I wasn’t sure what to anticipate, but this book surpassed all my expectations.
I can genuinely say that reading This book was a fantastic experience—one that has opened the doors to a whole new world of literature for me. I’m excited to explore more, but this novel will always hold a special place as the one that started it all.
En başarılı çağdaş Türk yazarlardan biri olarak gördüğüm Ahmet Ümit'in benim açımdan hayal kırıklığı olan bir romanı. İlginç olmayan bir hikaye, sofistike olmayan bir kurgu ve ne kadar kendimi zorlasam da yerlerine kendimi koyamadigim karakter tasvirleri. Kitabın bitip bitmediğini anlayamadığım gibi kafamdaki sorulara cevap da alamadım.
Ahmet Ümit'in bilgi verici yönünden yararlanmak isteyenler için;12 eylül ve sonrasında yaşananlara ,TKP içindeki hesaplaşmalara içlerine sızan ajanlara, Moskova'daki Tüklerin hayatına kadar dönemin havasını yansıtan, yakın tarihimize atıfta bulunan güzel bir kitap olmuş, fakat Ahmet Ümit'in polisiye yönünü sevenler için; gerek kurgu, gerek anlatım açısından diğer kitaplarının gerisinde kalmış, bildiğimiz Ahmet Ümit'ten farklı, olayların akışı ağır, tasvirler, ve karakterler daha yoğun. Amaç cinayeti çözmekten çok cinayete neden olan ortamı, kişileri anlatmak ya da anlamak.
Karantina günlerinde okuduğum, bir kaç günde bitirilebilen hızlı akan bir roman. Konusu, geçtiği yer ve zaman çok ilgi çekici. Tek problemi bir sonu olmaması! Öyle ki sona geldiğine inanamayıp kitabın son sayfalarının eksik olduğunu bile düşündüm.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Kar Kokusu, Ahmet Ümit’in Moskova’nın karları altında geçen politik gerilim romanı. Türkiye’de 1980 ihtilali yaşanmıştır ve asker Türkiye’deki sol örgüt ve parti üyelerine karşı büyük bir sürek avı başlatmış ve yakalananlar hepimizin bildiği malum süreçlerden geçmektedirler. Türkiye’nin bu karışık zamanlarda bir grup TKP parti üyesi yoldaş, Moskova’nın kuzeybatısında Kurkino’da, Uluslararası Leninizm Enstitüsünde, Sovyetler Birliği Komünist Partisinin davetlisi olarak eğitim görmektedir. Uluslararası Leninizm Enstitüsü tüm dünyadan yoldaşların geldiği ve Marksizm konusunda eğitim aldığı bir okuldur. Yani gün içinde 72 milletten 72 lisanı duymak mümkündür.
O günlerde Sovyetler Birliği’nde değişim ve yeniden yapılanma sözcükleri evvelce hiç kullanılmadığı kadar çok telaffuz edilmeye ve tekrar tekrar söylenmeye başlanmış olup, devrim biraz yorgun gözükmektedir.
Kitap ilk sayfasından itibaren Moskova’nın yoğun karı altında ilerliyor. Kitabın adında olduğu gibi gerçekten de karın kokusunu, yoğunluğunu okurken hissedebiliyorsunuz. Zaten tüm hikaye; Türk kolektifinden Yoldaş Mehmet’in kanının bu karlar üzerine akması ve orada donarak kırmızı buzlar oluşturmasıyla başlıyor. Mehmet’in öldürülme haberi, Enstitüdeki Türk Kolektifinin ortasına bomba gibi düşüyor
Sonra karların üzerinde, sadece öğrenci ve öğretmenlerin değil, hem Türk hem de Rus gizli servisinin ayak izlerinin olduğunu da fark ediyorsunuz. İzler birbirine karışırken, tamamı zanlı haline gelen Türk kolektifine, Türkleri çok seven, uzun yıllar İstanbul’da yaşamış, öğretmenleri Leneoid, hem yoldaşları hem de çevirmenleri olarak yardım etmeye çalışıyor.
“Bu okulda Türkiye’den gelen öğrenciler arasında onu etkileyen neydi? Bu soruyu defalarca kendine sormuş, her seferinde farklı yanıtlar bulmuştu. Bir keresinde komünistlerin iktidar için değil muhalefet için yaratıldıklarına kadar götürmüştü işi. Yaşanan 70 yıllık deneyim iktidar işinde çuvalladıklarının en açık kanıtıydı. Ama faşizme karşı direnişte, demokratik haklar için savaşımda, savaş kışkırtıcılığına karşı durmada destanlar yaratmıştı komünistler. Yabancılaşmayı ortadan kaldırmışlar, aşkı aşk, şiiri şiir yapmışlardı. Ama iktidar oldukları andan itibaren bütün büyü bozulmuş, kapitalist ülkedekilere benzer bir yabancılaşma, belki de katmerlisi insanların başına bela olmuştu.”
Andrey: Türkleri seviyorsun değil mi? Leonid: Evet seviyorum. A: Neden? L: Söyleyeceklerim belki sana garip gelecek ama, onlar bizde çoktan ölen devrimin ruhunu temsil ediyorlar. Konuşmaları, mimikleri, giyim kuşamları bana 1905 devrimini hatırlatıyor. A: 1905 mi. Niye Ekim 1917 değil de 1905? L: İktidar kirletir. 1905’te devrimcilerin umutları henüz kirlenmemişti.”
Kitap, seçtiği konu, anlatım şekli, gerilim ve merak atmosferini yaratması bakımından gayet başarılı. Okurken çok keyif aldım. Sizlere de tavsiye ederim.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Ahmet Ümit’i çeşitli mecralar üzerinden yaptığı açıklamalar sebebiyle çok sevdiğim için kitaplarını kronolojik sırayla okuyorum. Çeşitli okurlardan ilk kitapların pek iyi olmadığı, çıtanın zamanla yüksekliği söylense de ben bir iki öyküsü hariç, ilk kitapların da güzel olduğunu düşünüyorum. Özellikle “Bir Ses Böler Geceyi” hem hikayenin sıradışı olması bakımından, hem de Alevi Bektaşi geleneğini anlatması bakımından çok güzel bir eserdi.
Kar Kokusu yazarın şimdiye kadar okuduğum kitapları arasında bence en zayıf olanı. Gençlik idealistliğiyle yazılmış, biraz da kişisel hayaller, idealler, düşünceler üzerinden beslenmiş ancak eksik kalmış bir kitap. Eksik, evet bu kitabı tanımlamak istersem en güzel kelime eksik olur. İşin içinde Türk Soyalizmi ve Sovyet Sosyalizmi mevcut, kitapta 9999 defa yoldaş kelimesi geçiyor, Türk Sosyalistlerin çeşitli detayları veriliyor ama bu adamlar neden yoldaş, neden aynı ideali paylaşıyorlar, neden Sosyalist olmuşlar, Sosyalist düşünce bize ne vadediyor söylenmiyor, burası bence eksik. Kitabın çoğunluğu Sovyetlerde geçmesine rağmen, orada da sadece olayın geçtiği eğitim merkezinden bahsediliyor. Sovyetlere meraklı bir kişi olarak, Sovyetlerdeki o anki durumlar hakkında az da olsa Türk Sosyalistlerin ağzından bir şeyler okumak isterdim.
Diğer taraftan kitap aslında polisiye kitabı, ancak siyasi kısımlardaki eksiklik, polisiye tarafında da devam ediyor. Sürekli karakterlerin geçmişi anlatılıyor ama aralarında bağ, veya katilin kim olduğu konusunda güzel bir fikir yürütemiyorsunuz. Bir karakterin üzerinde o kadar çok duruluyor ve olayın onunla alakalı olmadığı kitsp sonunda ortaya çıkınca “Tamam da ben bu kadar şeyi neden okudum” diyorsunuz. Daha önceki Ahmet Ümit eserlerinde gördüğüm, kitabın sonunu bağlayamama, ortaya pat diye sonuç yazma olayı maalesef bu bu eserde de mevcut.
Sonuç olarak zorla okuduğum, yarım bırakıp bırakmamak adına çok tereddütte kaldığım bir kitap oldu. Ahmet Ümit okuyacaksınız kesinlikle bu kitabı es geçmenizi öneririm. Yazarın hayranıysanız bile bu kitabı en sona bıraksanız iyi olur.
Diğer Ahmet Ümit kitapları kadar sevemediğimi itiraf ederek başlayayım, sanırım konusu çok ilgimi çekmediğinden olsa gerek. Rusya'da komünist eğitim veren bir okulda işlenen cinayeti, komünizm ve istihbarat teşkilatları çerçevesinden anlatıyor Ümit. Çok karmaşık ya da çok gizemli bir cinayet de değil. Sanırım bu kez Ümit cinayeti, politik fikirlerini aktarabilmek için araç olarak kullanmış.
Bir türlü kitabın içindekileri yaşayamadım, hayal edemedim zihnimde (okurken genelde böyle oluyor bende ama bu kez olmadı). Konusu aslında ilgi çekici olsa da cinayetin pek gizemli olmayışı ve olayların aktarılışının soğukluğu (bu soğukluk Rusya'dan dolayı da olabilir) sebebiyle bu kitap hayatımda yer edemedi maalesef.
İlk kez Ahmet Ümit okumak isteyenlere tavsiye etmiyorum, sonradan okunmalı diye düşünüyorum. Başka yorumları da inceledim, fikirlerim genel kanıyla uyuşuyor, yani pek tutulan bir Ümit kitabı değil. Yine de politik-polisiye merak edenler var ise onlar doğrudan dalabilirler kitaba. :)
Ahmet Ümit akıcı yazan bir yazar olsa da, bu kitapta karakterleri tanıttığı bir kısım var ki okuyanı yoruyor. 10 farklı karakter, bir okul ödevi yazılır gibi üç sayfa içinde biyografilerine kadar tanıtılmış. Karakterler hikayeye tam yedirilmemiş, çok bilgi ve isim o kadar kısa bir aralıkta verilmiş. Belki ilk kitaplarından olduğu içindir.
Diğer taraftan Ahmet Ümit'in eski Sovyetler atmosferini güzel yansıttığını söylemeliyim. Ayrıca, ideolojileri dolayısıyla bir araya gelmiş kişilerin hikayesini herhangi bir ideoloji ısrarında olmadan, polisiyeye konsantre olarak anlatmasını da takdirle karşılıyorum. Hatta kimi yerlerde kendi gençliğine eleştirel baktığını hissettim.
Fakat polisiye kurgu açısından zayıf bulduğum bir roman. Polisiye doyumu arayan okuyucuları tatmin edeceğinden emin değilim.
Kitabın surukleyiciligi belli bölümlerde azalsa da sunduğu tarihsel arkaplanin da etkisiyle okuru yakalamayı başarıyor. Karakterlerin çokluğu ne yazık ki karakterleri ozumsemeyi zorlastirmis ancak bunu leonid ilk sayfalardan itibaren en iyi ifade edilen karakter olarak göze çarpıyor. Ümit'in deneyimleri ile leonid'in sovyet ler hakkındaki öz eleştirileri arasındaki paralellik yazarın yansımasını leonid karakterinde görebildiğimizi hissettirdi. Kitabın ilk sayfalarında mehmetin asafa bir şey anlatmak için cabaladigini bu sırada öldürüldüğünü görüyoruz. Burada ben mehmetin köstebeki fark ettiğini düşünmüştüm ancak kitabın sonunda kostebeğin Mehmet olduğu ortaya çıkarken asafla ne konuşacağı konusu okuyucunun kafasında bir soru işareti olarak kalıyor ne yazık ki. Güzel bir arkaplan, zayıf bir son ama yine de okunulası.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Kar Kokusu alışılmış Ahmet Ümit polisiyelerinden çok otobiyografik bir roman. Bu yüzden gerek kurgusu gerek anlatımı alışılan Ahmet Ümit kitaplarından farklı. Bu da bazen sıkıcı olabiliyor. Cinayet ve çözülmesinden çok TKP içinde olanlar, 12 Eylül sonrası yaşananlar, eğitim amacıyla dünyanın her yerinden Moskova'ya gelen partililer, parti içinde ki köstebek ve yaşanan cinayetleri anlatıyor. Katili bulmak için zanlıların hikayelerine değinilmiş. Bu da tempoyu polisiye sevenlerin beklediği heyecanı yaşatmıyor. Tabii tercih sebebi olabilecek bir ayrıntıda ; Ahmet Ümit'in bu kitapta anlatılan ortamlarda birebir yaşamış, kendi deneyimlerine ve gençliğinde eğitim aldığı Rusya'daki eğitim merkezinde gördüklerine-hissettiklerine dayanarak yazmış olması. Ahmet Ümit serisini tamamlamak için okunabilir.
Bazi betimlemeleri cok amiyane kalmis, daha edebi bir roman bekliyordum. Bir kac not: “... bir sülük gibi bedenine yapışmış olan Ingen'in hızlı temposuyla..” “İngen gibi Aliki'nin de müşterisi çoktu...” ““Bırak şimdi" tatlı sözlerle uyuzumu kaşımayı” ““Şimdi tam kolhoz müdürü gibi konuştun”
Burda da komunist parti uyesi diger “ yoldasi” icin soyluyor : “Bu salak, Rus karıya âşık oldu” “Kariya” komunistte olsan, fasistte olsan Turk erkeginin ozunu burda yakalamis! Bir de sadece Turk komunistler erkekdi, diger ulkelerden kadinlar da vardi, neden?
Hosuma giden ve oldukca da dogru bir tespit de vardi tabi ki...( umarim bir gun herkes anlar) “Bizim istihbarat örgütünü çökerten, ünlü bir romancımızın da söylediği gibi, sizinkilerin Marksizm'e duydukları ortodoks inanç değil, geleneksel İngiliz ibneliğidir.”
Ahmet Ümit, polisiye roman tarzına 80'li yılları anlatan bir dönem romanı eklemiş. Komünist TKP partili bir grup Türk, 80'li yıllarda parti bünyesinde Moskova'ya eğitim almaya gönderilmiştir. Felsefe eğitimi alan bu gençlerden 2 tanesi ölü şekilde bulunur. Birinin kalbine demir bir çubuk saplanmış diğeri ise bilekleri kesilerek intihar süsü verilmiştir. Kitabın sonunda öldürülen Mehmet'in aslında bir polis olduğu ortaya çıkıyor. Bu kitap bende Moskova'yı görmek, oradaki kış mevsimini solumak için bir heves oluşturdu. Ayrıca Türklerin Rusya'ya olan ilgisi ve temasları da dikkat çekici.
This entire review has been hidden because of spoilers.
İlk defa Ahmet Ümit okudum. Geçen yaz gidip gördüğüm Moskova'da geçen, okudukça o sokakların, metro istasyonlarının gözümün önüne geldiği gerilim dolu bir polisiye. '80 darbesi sonrası Moskova'ya eğitime giden TKP üyesi bir grubun başlarına gelen cinayetle bambaşka bir hal alan maceralarını konu ediyor. Ahmet Ümit kendisinden de bir şeyler katıyor ve o dönem sol kesime yapılan muamelelere, işkencelere, sistematik yıldırmaya ışık tutuyor. Bu kuşağa dair güzel ipuçları da veren bir kitap.
Okuması kolay, dili sade, belirgin bir tarz hissetmedim yazara dair. Diğer romanlarına da bakacağım.
Bir solukta okunacak cinsten. Sarıyor, merak uyandırıyor, çıkarımlar yapıyorsun; hepsi tam olarak Ahmet Ümit tadı. Yalnız bazı yerlerde çok fazla kişi bir çırpıda anlatılıyor ve cinayetin izlerinden yola çıkıp katili ararken detaylar hatırlanmıyor. Bu kısımlar biraz daha derinleştirlebilirdi bana göre. Bir not olarak da Nevzat’ı gözler aramadı desem olmaz. Sanırım yazar bizi buna fazlaca alıştırmış :) Rahat okunabilir, tavsiye edilebilir, ısrar edilmez kitaplarımdan biridir kendisi.
Kitabı kitap klübümüzün bu haftaki kitabı olması sebebiyle okudum. Daha sonra Ahmet Ümit’in bir tanıtım videosunu izlerken hikayenin otobiyografik bir bağlantısı olması ilginç geldi ve hikayeden karakterlerden acaba hangisi Ahmet Ümit diye d��şünmekteyim. Kurgu oldukça detaylı ama sonuca hızlıca ulaşmak ister gibi bir hali olmuş son 50 sayfada.
Herkes Ahmet Ümit’in en kötü kitabı diye yaftalamış lakin hiç rus romanı okumamış gibi acımasız bir yorum olmuş. 60-80 arası Türkiye tarihini biliyorsanız, insanların neler yaşadıklarını biraz tahmin edebiliyorsanız romanın sizi nasıl sürüklediğini anlamlandırmanız daha kolay olur. Güzel bir romandı. Detayları ile her şeyi ile harikaydı.
Ahmet Ümit'in son cümlesini de okuyup kapağı kapattıktan sonra “Ee... yani...” tepkileriyle anlam veremediğim kitabı. Final böyle mi olmalıydı? Sis ve Gece kitabı ile karşılaştırınca Ahmet Ümit kitabı diyemediğim polisiye roman.