Edebiyatımızda yeni bir sayfa açan Dublörün Dilemması romancılıkta siyah kuşak sahibi bir yazardan saatte 300 kilometre hızla akan bir roman. Nuh Tufan kendinden kaçarken aşkı nasıl yakalasın? Ferruh Ferman ölme sırasını Nuh’a devredebilir mi? İbrahim Kurban biricik dostunu korkunç belalardan ya koruyamazsa?.. Habip Hobo bir cinayeti araştırırken ne tür çılgınlıklara şahit olacak? Bir görünüp bir kaybolan ‘metropol serabı’ Dilara Dilemma hangi felaketlere yol açacak? Parmağı tetikte Rıza Silahlıpoda, doğru hedefi kaosa rağmen vurabilecek mi?.. Taliha Teyze, Baretta, Profesör Umur Samaz, Hacer Ceren, Pembe Pepe ve Afili Filintalar çetesi… hepsi bu matrak macerada! Hem kaotik hem muntazam, hem felsefi hem delice hem hıphızlı hem dupduru bir anlatım. Güldüren, afallatan, derin düşüncelere gark eden bir kült roman.
İstanbul'da doğdu. Bisiklet tamiriyle uğraştı, ufak tefek sihirbazlık numaraları öğrendi ve amatör olarak boksla ilgilendi. Yediği yumruklar dayanılmaz bir raddeye gelince, ringlere veda edip şiir yazmaya koyuldu. Dergilerde, yayınevlerinde, gazetelerde çalıştı. Kaosa Mütevazı Bir Katkı'da [2001, Şûle Yayınları] medyanın bozucu ve yıkıcı tesirlerini konu etti; Aynalı Barikatlar'da [2003, Şûle Yayınları] ise terörün gündelik hayatlarımıza sindiğini öne sürdü.
Şiir yazmaya lise 1. sınıfta başladı. Şiirleri; Yedi İklim, Şehrengiz, Dergâh, Atlılar'da yer aldı. İlk kitabı Kuzgun'un Gölgesi [Şiir, Yedi İklim Yayınları] 1996'nın son günlerinde yayınlandı. İletişim Yayınları'ndan çıkan Dublörün Dilemması[2005] ve Korkma Ben Varım[2009] adlı romanları büyük ilgi gördü. Garanti Karantina [2010] ise Sel Yayıncılık tarafından neşredildi.
Menteş, Gerçek Hayat dergisinin Yazı İşleri Müdürü olarak görev yaptı. Halen Star Gazetesi için röportajlar yapıyor. Evlidir. İsmet Latif ve Kaan Cahit, Menteş'in ikiz oğullarının adlarıdır. Son Menteş ise Ruşen Ali diye tanınır.
Beğenmedim. Zaman kaybından öte bir şey değil fikrimce. Genel olarak okuyanlar da beğeniyor. Ne gülünecek espriler var içinde ne de gözle görülebilecek şeyler. Yazar hızlıca okunabilen kitaplar yazdığını söylüyormuş sanırım. O kadar sıkıldım ki okurken, sayfalar hızlı ilerledi ilerlemesine ama hep geri döndüm, ben ne okumuştum bir önceki sayfada diye. Çıkıp da buna hızlı bir okuma süreciydi, sayfalar ellerimin arasından aktı, gitti diyemiyorum haliyle.
Okuyup da beğenmeyenlerin dilemması da kıyaslayacak bir benzerinin olmayışından doğuyor. Buna göre kötüydü ya da iyiydi diyemiyorsun. Alper Canıgüz okudum, onun ilk romanı bence bundan daha güzeldi, komikti, o da bunun gibi absürd tarza sahipti ama çok da benzemiyor yine de. O kitabı daha çok beğenmiştim, hiç değilse gülmüştüm.
Bir şeyleri biliyorum havası beni boğdu mesela. Filmler, aktörler, yazarlar, tuhaf ve günlük hayatta kullanmadığınız kelimeler ve onların tamlamaları. Yazarın da cidden anlamını bilerek yazıp yazmadığını sorguladım. Her şey bu kadar gösteriş içinde geçince o uzaklaştığınız samimiyeti mumla aratıyor kitap. Örnek vere vere gitmiş Baudrillard'dan bahsetmiş. Hadi Borges'ı okumadıysam bile duymuşluğum var, tanıyorum yazarı. Ben bunca kitap okuyorum, Baudrillard'yı tanımıyorum. Akıllının teki çıkıp "kitap mikemmeldi yiaa" diyebiliyor benim tüm takıldığım şeyleri bilmeyişini gözardı ederek. Belki de cahil olan benim, belki de bu ilişkide sorun bende.
Türk edebiyatında karşılaştığım nadir kitaplardan biri bu kitaptır. Kitabı bitirdiğimde neden ana dilinde yazılmış bir kitap okunması gerektiğini anladım. Yazara gerçekten Türkçe'nin sınırlarını zorlayarak, bildiğimiz modern toplumu bize eğlenceli bir şekilde anlattığı için teşekkür etmek istiyorum.
Kitapta geçen karakterlerin isimlerinden, geçen olayların kurgusuna yapılandırmasına kadar gerçekten mükemmel bir eser. Karakter isimlerinden beni en çok eğlendirenler; Nuh Tufan, İbrahim Kurban, Dilara Dilemma, Umur Samaz ve eşi Su Samaz'dır.
Olaylar birkaç karakterin bakış açısından bölüm bölüm anlatılmakta. Bazı bölümlerde bir önceki kişinin bakış açısının dışında aynı olayları farklı şekillerde de görmekteyiz. Bu açıdan bana George RR Martin'in yazım tarzını anımsattı. Anlatıcılarımız sırası ile Nuh Tufan, İbrahim Kurban, Habip Hobo ve Ferruh Ferman.
Kitaba ilk başladığımda ne tür birşey ile karşılacağımı hiç bir şekilde tahmin edememiştim. Hatta garip alt bölüm başlıkları sebebi ile birbirinden bağımsız hikayeciklerden oluşan bir kitap olduğunu düşünmeye başlamıştım, ama ilk kısmı atladıktan sonra elinizden bırakmak istemeyecek ve büyük bir hız ile bitireceksiniz.
In English
It's one of the best Turkish literature books that I read. Both the names of the characters and story is really very good.
The story is told from Nuh Tufan, İbrahim Kurban, Habip Hobo ve Ferruh Ferman's point of view. This style reminds me George RR Martin's writing style of A Song of Ice and Fire.
Bir kitabın güzel olması için illa derin mevzulara ve depresif karakterlere ihtiyacı olmadığını sonunda birisi kanıtlamayı başarmış sanırım.
Yazarın deyimiyle 300 km hızla ilerleyen bir roman. Çok-çok-güzel karakterler, sadece komik isimleriyle değil her birine verilen bir tane enteresan özellikle insanı eğlendiren harika tipler. Üzerine ciddi dünyamızın polisiye kitaplarını da aratmayacak bir kurgu eklenmiş, ne demeli?
Kitaptaki sahneleri önce bir karakterin gözünden görüyor, daha sonra farklı bir karakterin gözünden tekrar dinlediğimizde yanlış anladığımızı fark ediyoruz. Bakış açısının ve algının önemini mükemmel anlatmış ( ya da kullanmış diyelim). Ustalık isteyen bir anlatım tekniği.
5 yıldızı hiç düşünmeden verirdim ama iki noktada canımı hafifçe sıktı (ama bunlardan dolayı Murat Menteş'e kesinlikle kızmıyorum). Olasılık meselesine haddinden fazla yer ayırmış. İlk iki tanesinde hoşuna gidiyor insanın, ama sonraki iki yüz tanesi haliyle biraz sıkıyor.
Bir de diğer kitaplardan, yazarlardan ve bilumum yerlerden yaptığı alıntılar ve kullandığı göndermeler biraz abartılı olmuş. Dozunu tam ayarlayamamış gibi geldi bana.
Konuyla ilgisi olmayan bölümlerin varlığından da şikayet edecektim ama arada bunun olasılığını vererek bizimle kafa bulması hoşuma gittiğinden ona bir şey söyleyemiyorum :)
Ama bunları unutun çünkü kitap tek kelimeyle wunderschön. Diğer kitaplarını hemen almalıyım. Almalısın. Almalıyız.
İlk yarısı eh işte diye giderken, ikinci yarısı iyiden iyiye bayıyor, sıkıyor. Altın varaklı mobilyalar gibi bir kitap bu, seveni olabilir ancak sadelikten eser yok. Zorlama, boğucu, bıktırıcı gereksiz süslerle dolu.
Kitabın ilk yarısı umut vadediyor kurgu açısından; ama sonradan bir klişe yumağına dönüşüp sapıtıyor. Dili oldukça yapay ve zorlama, hatta yer yer kasıntı. Humor kullanıp absürt bir şeyler yazmak istediyse de başarılı olamamış yazar. Karakter isimleri fiyaskoydu zaten, anca soğuk şakalara konu olabilecek isimler (Umur Samaz mı? Gerçekten mi?) seçilmiş. Kelime oyununu, cinası, anlam çarpışmasını seven biri olmuşumdur her zaman; ama buradaki oyunları birkaç yerde gülümsemem haricinde gözlerimi devirerek okudum.
Parantez içindeki açıklamalar oldukça iticiydi. Entomoloji yazmış, yanına [böcek bilimi] diye açıklamış, neanderthal yazmış, altına bir paragraf açıklama düzmüş yine parantez içinde. Bu şekilde onlarca örnek verilebilir kitaptan. Kendini mi yüceltmiş, okuru mu aşağılamış acaba bunları yazarken? Okur bunları bilemez mi, bilmiyorsa açıp bakamaz mı ne olduklarına? Bakmıyorsa da kendi bileceği iş zaten; bir roman bu, bilgilendirme metni değil ki. Bu açıklamalar da genelde gökten inen tanımlamalar aslında, "Ben bunun ne olduğunu biliyorum o yüzden bunu araya sokuşturacağım ama okurum o kadar aptal ki ne olduğunu bilemeyecek ve araştırmaya tenezzül de etmeyeceği için ben bunu parantez içinde açıklayıp egomu tatmin edeceğim," diyor gibi yazar hepsinde. Yine aynı şekilde, sürekli olarak x sanatçısının y albümünün z şarkısından ya da a yönetmeninin b yılında çektiği c filmindeki d karakterinden bahsedilmiş kitapta ve böyle her seferinde uzun uzun anlatılıyor bunlar yapım yıllarına varıncaya dek. Başka yapıtlara referans verirsin, gönderme yaparsın anlarım ama bunları didik didik yazmazsın her seferinde. Bırak da okur satır aralarını okusun, kendisi araştırıp anlasın bir şeyleri. Okuruna bu kadar da mı güvenmiyorsun? Bilmiyorum, hiç hoşuma gitmedi bu üslup.
Ben bu romanın sadece alıntılardan ibaret olduğunu ve öteye geçemediğini düşünüyorum. Keşke biri çıkıp da, sırf başkalarının sözleri ile, kitap yazılamayacağını bu muhtereme söyleseymiş.
"Dublörün Dilemması'nı okuma imkanı bulduğumda, tüm iyi niyetimle, önyargılarımdan sıyrılarak okumaya çalıştım ancak bu çabalarım mütemadiyen boşa çıktı; Menteş'in çizgi romandan sinemaya, edebiyattan felsefeye "engin bilgi birikimini" metne yedir(e)memesi ve hikayeyle bağlantısı olmayan, dolayısıyla sırıtan cami, dua anekdotları ısrarla gözüme batmaya devam etti. Üstelik yan yana dizilmiş aforizmaların edebiyat addedildiği şu dönemde -ki bir noktada bunun baş mümessili Afili Filintalar oluşumu ve Menteş'tir kanaatindeyim- sık sık böyle çabalara girilmesini de tam anlamıyla "yorucu" buldum. Göndermelerden hoşlanan bir insan olmama rağmen Menteş sınırları öyle zorlamış ki, zaman zaman kendimi bir "genel kültür ansiklopedisi" okuyormuş gibi hissettim.
Yine de iyimser bir yaklaşımla bu yorumlarımı, önyargılarımın bir getirisi olarak, algıda seçicilik yaşamamla açıklayabiliriz belki ancak bu kadarla bitmiyor: Murat Menteş en büyük hatayı hikayesini dört farklı karakterin ağzından anlatmakla yapmış. Başlıklarla belirtilmemiş olsa; ne üslup olarak ne de çizdikleri psikolojik çerçeve açısından karakterler arasında herhangi bir fark görmek mümkün. Hep aynı "kaderin çemberinden geçmiş, çok görmüş, çok okumuş, yazsa hayatı roman olacak" karakterlerin; hep aynı "ben her şeyin farkındayım ve her şeyi biliyorum, ettiğim her laftan aforizma çıkar" üslubu... Bunun üstüne gerçeküstücülükten bilerek uzak duran ama bir o kadar da gerçekçilikten uzak hikaye ve kurguyla, nereye varacağı bariz soru işaretleriyle yaratılmaya çalışılan merak unsuru, en basit tabirle sakil bir intiba yaratıyor."
kurgudaki tembelliği bol eski kelimeli aforizma, züppe film-müzik önerileri ve okuyucuyu şaşırtma istencinden başka kaygısı olmayan pastiş anektodlarla dengelemeye çalışan kötü yazılmış, post-modern bir roman. roman bile demeye dilim varmıyor, hipsterik bir hezeyan.
Murat Menteş yine Yeşilçam filmleri tadında bir roman yaratmış. Kişi kadrosunun bereketini güzel kullanmayı başararak romana çekicilik kazandırıyor. Sizi "Dünya küçük." sözüne de kitabıyla inandırıyor. Gayet etkili ve aksiyon doluydu. :)
Aaaayh. Yalnızca kurguya puan veriyor olsak 4 yıldız bile verebilirdim, ama üzgünüm, hikaye, dil ve karakterler beni bitirdi. Karakterlerin herhangi birine sempati duyayım diye çok uğraştım ama olmadı. Amaçlanan şey buysa, başarılı diyebiliriz aslında. Bir de yazarın akıcılık iddiasının aksine satır başı karşımıza çıkan aforizmalar, alıntılar ve göndermeler yüzünden kitaba odaklanmakta çok zorlandım. Son söyleyeceğim çok kişisel bir gözlem olacak ama bütün bu öğelerin de çok 'snob' bir şekilde kullanıldığını da düşünüyorum ve bu çok itici geldi. Sonuç olarak, bana hitap etmediğini düşündüğüm bir yazarın, bana hitap etmediğini görmüş oldum. Önyargılardan kurtulup yargılara kavuşmak da hiç fena değil.
Yildizz verirken ellerim 3 ile 4 arasinda gidip geldi, zira kitabi eglenceli, anlatimi akici bulsam da ogretici/dusundurucu olmayan kitaplar cok da bana gore olmadigindan bitse de yeni bir kitaba gecsem diye dusundugum zamanlar olmadi degil...
Satir aralarina serpistirilmis alintilarin ustaca secilmisligine, kanaat notu da ekleyip 4 verdim. Kafa dagitmak, zaman geçirmek icin okunur. Bunun disinda fastfood tabir edilebilecek bir kitap... Ve sonu daha farkli bitebilirdi. Silahlarin konustugu o sasaali sahneden sonra daha farkli bir final gelebilirdi. Bana gore...
Tarantino filmi izler gibi bir okumaydı; karakterler ve olay örgüsü çok güzeldi. Sonu beni benden aldı. eğlenerek okudum; tüm Murat Menteş kitaplarını okuyasım geldi .
Zekice tasarlanmış hikaye yazıya kusursuz dökülmüş. Cümleler özenle yazılmış, alıntılar harika aktarılmış. Tek kelimeyle müthişti. Hikayeyi dört ayrı ağızdan dinliyoruz bu nedenle bir ileri gidiyoruz bir geri geliyoruz aynı anda hikayenin bambaşka noktalarında olabiliyorken hopp yine başladığımız noktaya enfes bir şekilde geri dönebiliyoruz. Kitabın dili ve anlatımı bugüne kadar hiç rastlamadığım türdendi elimden bırakamadım kitabı. Hikayesinde de alışık olmadığımız noktalar vardı başkahramanımız bir albinoydu misal. Hikayede kekeme olan da vardı peltek konuşan da. Teknolojinin nimetleri de çok iyi oturtulmuş hikayeye açık bir nokta bulmak mümkün değil. Özetle bir başkasının kılığına giren esasoğlanımızın başına gelenler, hissettiği ruh hali ve sonunda yaşananlar anlatılıyor kitapta. Okuyup beğendiğim bazı kitapları tavsiye ederken acaba beğenmezler mi diye tereddüt ettiğim oluyor zaman zaman ama bu sefer öyle bir tereddüt yok. Bu kitap okunmalı beğenmeyen çıkmayacaktır, sanmıyorum. Kitapla ilgili sonuç olarak merak ettiğim tek şey yazarın siyasal görüşü ne acaba okurken aklımda nedense hep bu soru vardı. Son olarak ekleyeceğim yorum da kitabın arka kapağından apartma olacak: "Ben sevdim eller alsın."
Şimdi, bakınız pek sevgili yazar; Kuduz; veba gibi kemiricilerden, ki pek tabi farelerden, insana bulaşan bir hastalık değil, Issey Miyake’in hiçbir parfümünün kokusu o kadar da güzel değil, Sosyolog Baudrillard ve yazar Borges’i okumuş olmak kültürle ilintili değil:)
Alper Canıgüz’e göre bir miktar dili, esprileri, akışı, olay örgüsü sönük kalsa da kafa dağıtmak için gideri var;) Nuh Tufan, İbrahim Kurban, Ferruh Ferman, Dilara Dilemma, Başak Tör… Türkçeyi zekice kullanan, kelime ve anlam oyunları yapan tüm yazarlara saygımız sonsuz. Geyik zaten bizim işimiz:)
“-Görmeyi reddettiğiniz o kimse ya bir hayalden ibaretse? Ya olmayan birine karşı bilinçli ve geçici bir körlük içindeyseniz?
-Kendime “siz” diye hitap ederim. Saygınlığın ilk kuralı budur. Kendinizle aranıza mesafe koymazsanız, başkalarından bunu bekleyemezsiniz.
-..insanlara bakınca, onların binlerce yıl sonraki hallerini düşünür ve nasıl bir arkeolojik anlama kavuşacaklarını tahayyül ederdim.
Aslında 4 yıldızdan fazlasını hak eden bir kitap. Düblörüm Dilemması'na 4 yıldız vermem için bahanem biraz dandik: kitap hiç benim tarzım olan birşey değildi. Büyük ihtimalle ileride yeniden elime alıp okumam DD'nı. Ama Murat Menteş çok ilgimi çekti, diğer kitaplarını okumak isterim.
Dublörün Dilemması çok sevdiğim kısımları oldu, beni bayağı bayan kısımları oldu, anlamakda zorlandığım (uzun süredir Türkçe birşeyler okumamadan ileri geliyordur herhalde) kısımmları oldu. Şizofrenik albinolara hiçbir kastım yok ama kitapın ikinci kısmını daha çok sevdim. Kısaca toparlamak gerekirse, hiç tarzım olmamasına rağmen, DD'nı beğendim. Çok eglenceli(özellikle ikinci kısmı), ilginc, absürd ve farklı bir kitap.
P.S Bu benim ilk Türkçe review'um. Türkçe yazmaya hiç alışkın değilim, o yüzden yazım hataları falan yaptıysam kusuruma bakmayın :D
Kelimelere şekil verebilmek,onları bir kalıptan diğerine kolayca dizivermek,sanki kelimeleri kağıda dökerken harflerle dans etmek Murat Menteş'in kolaylıkla yapabileceği günlük bir iş gibi.Kitabı okurken yazarın hayal gücü ve birikimine hayran kaldım.Ara ara ben kırk yıl düşünsem böyle bir benzetme yapamam dedim.Daha ilk kitabıyla beni kendisine bağladı Sayın Menteş.Kitabımızın konusuna gelecek olursak içinde yok yok macera,mizah,edebiyat,sanat,eleştiri,hayal gücü ve en önemlisi aramızdan biri gibi samimi bir yaklaşım.Çocuk esirgeme kurumunda büyüyen albinizim hastası bir adamın yaşantısını konu alıyor.Yazarın karakterlere verdiği isimler çok eğlenceli,eğlenerek ve severek okudum.Umarım sizlerde seversiniz. İyi Okumalar..
"Canımın içi, böyle şeyler yalnızca romanlarda olur." (Cüneyt Arkın, Sıkı Dur Geliyorum, 1964)
Okuyucusunun zekasına, dikkatine, gözlerinin her bir kelimeye dokunuşuna saygı duyan bir yazar. Arka kapakta da yazdığı gibi "Böyle bir kitabın yazıldığına inanamıyorum". Demlenmesi uzun sürecek.
"Ağustos güneşi, patlamış bir düdüklü tencerenin fırlayan kapağı gibi İstanbul'un tavanına yapışmıştı."
"Araba kafası kesik bir kuğu gibi akarak sessizce durdu."
"Her şey bir ördeğin yellenmesinden bile daha kolay olup bitiyor."
"Çünkü dayanıklılık kadar kışkırtıcı hiçbir şey yoktur."
"Çünkü çağımızda bir şey anlatmanın önemi kalmadı. Sır dönemi kapandı. Alenilik salgını yüzünden, medyatik ifşaat ve teşhir çılgınlığı yüzünden, monotonluğun sistemleştirilmesi yüzünden...her şey otomatikman pornografikleşti. Şeffaflığın ilkeselleştirilmesi de yapılan işlerin faziletliliğine duyulan güvenin açığa çıkmasını kolaylaştıracağı yerde, arsızlığın rahatça ilanına vardı."
"Bense iyi biliyordum ki çöplüklerin patlaması ile süpermarketlerin bombalanması arasında farktan çok benzerlik vardı. Her ev, tüketim çılgınlığı ile satın alınmış lüzumlu lüzumsuz ürünlerle giderek daralmaktaydı."
"Biri Shakespeare ile aynı gezegende yaşadığımızı hatırlamalı."
"Gustave Flaubert'in de dediği gibi gece yarısından sonra yapılan her şey edebe aykırıdır."
"En önemli ayrımlar hep en belirsiz olanlardır."
"...,sana öylesine kesin, mutlak, sabit, bitimsiz, sarsılmaz, değişmez...bir aşkla bağlıyım ki, bu beni basit bir adam yapıyor!"
"...aşk insanın şahsiyetini pekiştirir. Çünkü hayatın manası, aşk bohçasında gelen bir hediyedir. Mevcudiyetinin hakkını vermek, hiç değilse mazeretini bulmak isteyen insan yalnızca aşka müracaat edebilir."
"İltifatlar içinde hakikate en yakın duranlar belki de aynı zamanda bir itiraf olandan ziyade, sır olarak verilenleridir...Dünya aramızda kalsın, tarih aramızda kalsın, kelimeler aramızda kalsın..."
"...kendi acılarımız bizi başkalarının yalanlarından daha çok yanıltabilir. Aptallığın konsantrasyonu ve özeti, cezalandırma konusundaki ataklıkla ortaya çıkar. Şimdi ben de bilgece düşüncelerin yükünü sırtımdan atıp kendimi inkar edercesine dehşet saçmak istiyorum."
"Beşeri sükûnet ise, çoğu zaman, otomatik bir erteleme düzeneğinin işlemesinden elde edilir."
"Aşka peşinen atfettiğimiz yücelik yüzünden, onun basit bir bileşim olduğunu gözden kaçırıyoruz...müstesna bir lütufla karşıma çıkarılmış...mesuliyet yüklü bir teslimiyetle bağlanmaktan başka çarem var mıydı?...Fakat dehanın ayak izlerini yalnızca kuralların çiğnendiği yerde görme kuralına uymuştum. Kesinliğin de mutlaklığın da aynı oranda delirtici olduğunu kesinlikle unutmuş ve böylece muğlaklığın hizmetine girmiştim."
"...Allah'ım, içimi karartan bu kimsesizlik duygusundan beni kurtar."
"Maskemin altında uçsuz bucaksız boşlukta tek başımaydım."
"Yalnızdan yalanlar sana ilaç gibi gelir..."
"Bazen yalnızca imkansız gerçekleşir."
"Centilmenliğin züppelik anlamına gelmediğini; intizamı, titizliği, zarafeti üretme ve/ya da korumaya dayalı hakiki bir gözüpeklik demek olduğunu iddia ederdi."
"Mühim olan problem çıkarmaktı, çözüm nasılsa bulunurdu."
"Hedefe ulaşan, her şeyi ıskalamıştır."
"...faniliğin şiddetini arttıran bir şey para. Ve parayla asalet olmaz."
"Maskenin ardında aradığını kişiyi bulamama ihtimali nedir bilemiyorum."
"Daha çok düşünüp daha yavaş hareket etmek gerekirdi. Terbiyenin şartı budur."
"Allah'ın razı olduğu kişiye tufan bile sığınaktır...İnananlar için her çağda bir Nuh'un Gemisi vardır...Her an tabiatın içinde ve uzayın derinliklerinde, mikro ve makro alemlerde nice tufanlar cereyan etmekte, olup bitmekte, fakat insanoğlu bunu değerlendirmeye bir türlü yanaşmamaktadır..."
"Ne yazık ki aşk hayalin çocuğu, hayal kırıklığının annesidir."
"Bir sözün doğruluğu ile inandırıcılığı arasında hiçbir bağlantı yoktur."
"Biz ermişlerin en büyük sorunu, 24 saat ermiş kalamamaktır." (Şeyh Abdülaziz Azami, Final Fısıltıları)
"Filozofun mesuliyetten kaçma yeteneği, onu barbardan ayıran en kalın çizgidir."
"Kar sistemi, sermaye dolaşımı kendi kendini tükettiği zaman terörü ilaç niyetine dağıtmaya başladığında gerçek etki açığa çıkar."
"Silahlı mücadele benim tercihim değildi, cellatları yelpazeyle püskürtemezsiniz." (Salim Muhammed ya da Illich Ramirez Sanchez ya da Çakal Carlos ya da Mahkum 872686/X)
"Kendime siz diye hitap ederim. Saygınlığın ilk kuralı budur. Kendinizle aranıza mesafe koymazsınız, başkalarından bunu bekleyemezsiniz."
"Yaşlı birinin söylediklerini herkes nasihat sayar."
"Yazar bizzat gelecekse bari biraz kan dökülsün." (Umberto Eco, Ganimet Galerisi)
"Ignazio Bontate'nin en ünlü cümlesi şu: Umberto Eco geldi ve biz İtalyanların boş gururunu doldurdu."
"Sen baktıkça tatlım, Rus ruletinde kaybetmenin acısı gibi bir acı duyuyorum." (Dodo Donor, Can Çekişmenin İcapları)
"Hayatının geri kalanını birisiyle geçirmek istediğini anladığın zaman, hayatının geri kalanının bir an önce başlamasını dilersin."
"Yanılgılarımızın çoğu, düşüneceğimiz yerde duygulanmak ve duygulanacağımız yerde düşünmekten doğar."
"Cennet ve cehennem hakkında ileri geri konuşmam çünkü her ikisinde de dostlarım var."
"Evlilik, kazandığına pişman olacağın bir oyundur." (Chamfort)
"...ile karşılıklı kelepçeleri takıp uçurumdan atlayarak intihar ettik. Yani evlendik."
Kitaptan beklentimin yüksek olduğunu öncelikle belirtmek istiyorum. Yani ben arka kapağında yazdığı gibi kült bir roman bekliyordum. Ama kader ağlarını yine ördü ve Adanalı bir rap sanatçısının şu sözleri çalındı kulağıma: ‘’… O işler öyle olmuyor usta.’’ Dublörün Dilemması kitabını üç temel noktada eleştireceğim. Kurgu, Palahniuk tarzı ve niçin bu kadar bilgi yığını var. İlk olarak güzel haberi vereyim. Kurgu müthiş. Bu kitabın zihnimde yer edecek tek tarafı sanırım kurgusu olacak. Ben kurguyu çok zekice ve komik buldum. Kitabın ön sözünde yer alan Cüneyt Arkın repliğine atıfta bulunurcasına zeki ve komik bir kurgu vardı. Zaten sayfaları çevirdikçe beklentimi mahveden o kara bulutları bu zeki kurgu dağıttı. İkinci kısım ben bir ara Palahniuk okuyorum sandım. Vallahi bana sadece metni verseler bu yazar kim tahmin et deseler şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikte Chuck Palahniuk der ve tahtaya bir 3 puan daha yazmanızı rica ediciiiim diye de eklerdim. Ama hayır okuduğum kitap Murat Menteş’e ait diye biliniyordu. Yazar belki bilerek belki bilmeyerek Chuck reisten baya etkilenmiş gibi. Belki sorma imkanım olsa ve sorsam hayır böyle bir şey kesinlikle yok der ama ben hissettiğimi söylüyorum. O sürekli bilgi veren tarz, bugün başınıza şunun gelme ihtimali ile dolan sayfalar falan tam Palahniuk işi. Bir yazardan etkilenmek çok doğal ama çok benziyordu yahu. Bu etkiden öte öykünmek gibi geldi bana haşa huzurdan. Bu tarz ile bağlantılı değineceğim üçüncü nokta ise artık b*kunun çıktığını düşündüğüm genel kültür şovu idi. Bakın şovu diyorum çünkü yazarın bize karakterler aracılığı ile el salladığını düşünüyorum. Ve ben de ona el sallayarak şunları söylemek isterim: Abi çok bilgi vermişsin be valla. Abartmışsın yani. Hayır hikaye ile alakalı olsa içimde yanmayacak. Bir dahakine lütfen daha az bilgi ver. Öptüm güzel gözlerinden. Özetle beni çok sarmadı. 3 yıldızı son sayfaların iyi oluşuna, kurgusuna ve yer yer komikliğine verdim.
Bu kitap beni aşıyor, cidden yorum yazmakta güçlük çekiyorum. İlk 20 sayfada falan "Eyvah ben bu kitaba adapte olamayacak mıyım? Okurken zorlanacak mıyım?" şeklinde kafamda deli sorular oluştuysa da kitap sonradan bir açıldı pir açıldı (ya da ben alışmış olabilirim, bilmiyorum) — Harikaydı! Arka kapakta yazan "TAM BİR EDEBİ CEPHANELİK." cümlesi kitabı çok güzel tanımlamış. Şimdiye kadar okuduğum hiçbir kitaba benzemiyor. Yazarın kalemi bambaşka güzel❣ Her cümlesi dolu doluydu. Öyle ki bazen tekrar okuma gereği duyduğum cümleler oldu. Karakter isimlerinde bile bariz bir emek söz konusu; Nuh Tufan, İbrahim Kurban, Ferruh Ferman, Dilara Dilemma, Habip Hobo, Rıza Silahlıpoda, Umur Samaz, Su Samaz, Pembe Panter ve daha niceleri. Nuh Tufan sevilesi bir ana karakter. Arkadaşı İbrahim ona keza. — Absürt komedi desem, türünü tanımlamakta çok basit ve yetersiz kalacak. Muazzam detaylar var kitapta. Ve başta geçen en ufak detayların bile sonradan değer kazanması okuyucuyu şaşırtırken gülümsetiyor. Hiç duymadığım kelime ve kavramlarla karşılaştım. Bir çoğunu araştırsam da olayların akışına kaptırıp bakamadığım şeyler oldu. Yazarın bilgi birikimi ve zekası kendine hayran bırakıyor. — Fakat bazı kitaplar herkese hitap ederken bazılarını herkes anlamaz, sevmez. Dublörün Dilemması ikinci gruba giriyor gibi geldi bana. Ama sevenler tam sevecek, müptelası olacaktır. Yazarın diğer kitaplarını da listeye ekledim👌
Post-modern ögelerle süslenmiş yazarın keskin zekasının yansıdığı bol göndermeli mizahi bir roman. Kurgusu ustaca işlenmiş ama nedense kitaptan pek zevk alamadım. Artık bu tarz yazan (Afili Filintilar içinde barındırıyor zaten) yazarlar çoğaldı. Post-Modern edebiyatın verdiği nimetler de biraz sıkmaya başladı. Kelime oyunları vs. eğlenceli ama bir anlam ifade etmiyor artık. Belki bu kitabı 10 sene önce okusam çok beğenebilirdim. Günümüzde bu tarz kitaplar çoğaldığından artık haz almıyorum. Ondan dolayı puanım 3 yıldızda kalıyor. Yazarın diğer kitaplarına da şans vereceğim.
Kitabın ilginç bir konusu vardı ama anlatımı başarılı bulmadım. Postmodern eserlere bir şey demeye de çekiniyorum ama yazarın anlatmak istediği şeyleri kitaptan bağımsız olarak kafasına göre sıraladığını, yer yer olaydan kopup ayrıntılarda boğulduğunu, bazı cümleleri sırf kullanmış olmak için kullandığını düşündüğümü gizlemeyeceğim.
Murat Menteş’in kalemiyle 2015 yılında tanıştım. Ruhi Mücerret kitabına bayılmıştım, o zamandan beri herkese öneriyorum. Ruhi Mücerret yorumumda herkesin beğeneceğine eminim demişim ama geçen sürede gördüm ki kitabı herkes sevmiyormuş :-) Bu yüzden bu sefer iddialı cümleler kurmayacağım. Murat Menteş kitaplarıyla ilgili gözlemlediğim şey ya “Bu ne be?” diyerek yarıda bırakıyorsunuz ya da hayranı olup bütün kitaplarını okumak istiyorsunuz. Ben ikinci gruptanım.
Yazarın karakterlerine ilginç isimler koyma alışkanlığı bu kitapta da devam etmiş. Karakterlerin bazılarının isimleri şöyle: Nuh Tufan, İbrahim Kurban, Umur Samaz, Su Samaz, Pembe Pepe…
Ben kitabı April Yayıncılık baskısından okudum. Yayınevi değişince kitabın kapağı da değişmiş. Sarı renkli kapağa bayıldığımı söylemek istiyorum. Zaten ben kitap kapaklarında sarı rengi çok severim ama nedense yayınevleri tarafından pek tercih edilmiyor. Bu arada kapaktaki iki adamı tanıdınız değil mi? Yazar Alper Canıgüz ile yönetmen Onur Ünlü. Ruhi Mücerret’te olduğu gibi Dublörün Dilemması’nda da Alper Canıgüz’ün kitap isimleri ve kitap karakteri Alper Kamu’nun adı geçiyor. Aynı dönemin yazarlarının birbirini desteklemesini çok hoş buluyorum.
Kitabın her bölümünün bir alıntıyla başlamasını çok sevdim. Zaten Murat Menteş kitapları en çok pos-it kullandığım kitaplar oluyor. Yalnız nette okuduğum yorumlarda yazarın biraz muziplik olsun diye biraz da daha ilgi çekici olsun diye kendi sözlerini sanki ünlü bir yazar ya da düşünür demiş gibi yazdığını öğrendim. Bu yüzden kitapta alıntı gibi yazan sözleri ben direkt yazar yazmış gibi yazacağım.
Yazarın genel kültürü çok iyi. Kitapta film, müzik, resim vb. konularda çok ilginç bilgiler öğrenebilirsiniz ama gerçekliğini araştırmakta fayda var. Ben alıntı olayını öğrendikten sonra her bilgiden de şüphe etmeye başladım :-)
Murat Menteş hayranlarına; Ruhi Mücerret’i severek okuyanlara; ilginç karakterler, farklı diyaloglar ve kelime oyunları okumak isteyenlere ve “Ya bu kadar bahsettin, merak ettim şimdi.” diyen herkese şiddetle öneriyorum Dublörün Dilemması’nı.
Gayet sürükleyici, eğlenceli bir kitap. Neredeyse bütün ülke tarafından bilindiği ve yazarını meşhur ettiği için kitabın övgüye ihtiyacı yok. Bununla birlikte yeni nesil yazarlarımızda görülen bazı problemlerden mustarip.
Öncelikle yazarımız çoğu yerde birden Ahmet Mithat Efendi havasına bürünüyor. Kitabın bazı yerlerinde birden bilgi sağanağına ya da tespit bombardımanına tutuluyoruz. Bu durum biraz da yazarı tembel gösteriyor. Sanki yazar olay örgüsünü genişletmek zahmetine girmeden çeşitli konularda bildiklerini özet geçmiş gibi.
Yazarın cümle yapısı da gerektiğinden basit. Kimi yerlerde art arda beş - altı kelimelik cümleleri okuyunca kendinizi telgraf okur gibi hissedebiliyorsunuz. Ayrıca öykü her bölümde farklı bir karakterin gözünden anlatılmasına rağmen üslupta bununla paralel bir çeşitlilik yok. Bu da bütün karakterlerin birbirine aşırı derecede benzediği hissini doğuruyor.
Bana göre romanın bir başka kusuru da yerel olması. Başka bir dile çevrildiğinde içeriğinin büyük çoğunluğunu kaybedecek bir kitap bu. Murat Menteş'e benzer şekilde yazan Emrah Serbes, Barış Bıçakçı gibi yazarlar da kitaplarında istismar seviyesinde yerel temalar kullanıyorlar. Bu bizim hoşumuza gitse de (Aaa, amirim Sakarya Caddesi'nde bira içiyor \o/) Türk edebiyatının dünya çapında bilinmesini, yeni yazarlarımızın başka ülkelerde okunmasını engelliyor.
Dublörün Dilemması'ndan Ruhi Mücerret'e kadar Murat Menteş çok büyümüş olabilir ya da ben Ruhi Mücerret'ten Dublörün Dilemması'na kadar çok büyümüş olabilirim. Sanırım Ruhi Mücerret'i okuyalı 5 yıl kadar olmuştur. Çok beğenmiştim o kitabı. Dublörün Dilemması ise bana sorarsanız kitap bile sayılmaz. Aslında Dublörün Dilemması'nı liseyi bitirdiğim yıl almıştım ama birkaç sayfa okuduktan sonra fazla abuk subuk bularak bir kenara atmıştım. 30 yaşına gelmiş, abuk subukluğa olan tahammülüm de epeyce azalmışken, kitaplığımda okumadığım kitap olmasını sevmeyişimin kurbanı oldum sizin anlayacağınız.
Yaklaşık 300 sayfa boyunca Murat Menteş'in kibrine ve bitip tükenmek bilmeyen üslup denemelerine maruz kaldım. Karşılığındaysa hiçbir şey alamadım. Sadece çok sıkılmadım, o kadar. Değerlendirecek bir şey bulmakta bile zorlanıyorum. Dedim ya, kitap desem kitap bile değil!
Kitap oldukça fantastik bir konuya sahip, yetimhanede büyümüş albino bir genç ve arkadaşının sıradışı işlerini (para karşılığı müşterilerinin tıpatıp maskelerini yapıp o insanların yerine geçiyorlar) ve başlarına gelen enteresan olayları konu ediyor. Kitaba ilişkin okuyucu yorumlarına bakarak kitabın biraz abartıldığını düşünüyorum. Konusu saçma, kahramanlar itici ve daha da ötesi eserdeki karakterler arası konuşmalar çok abartılı. Eserin içine yedirilmiş ama çok da konuyla kaynaştıramadığım çok fazla deyiş, yazar, ressam, film ve kitap ismi geçiyor, sanki yazar ne kadar entellektüel olduğunu ekstradan vurgulama ihtiyacı duymuş gibi hissettim. Kitabın bence tek güzel tarafı yazarın kelimelerle oynamasıydı, kelimelerin gücünü gerçekten güzel kullanmış. Okumasam birşey kaybetmeyeceğimi düşündüğüm bir eserdi.
Okuduğum ilk Murat Menteş kitabı ve son da olmayacak. Yazarın olayları, duyguları ve karakterleri anlatırken kullandığı dil çok hoşuma gitti. Sanki yazar okuyucuya kelimelerle bir şölen vermeyi amaçlamış. Kitaptaki baştan sona bütün cümleler özenle kurulmuş. Aşkı, hüznü, aksiyonu, sevinci, dostluğu ve fedakarlığı bu kitapta mutlaka bulacağınızı garanti ederim. Okunması gereken bir kitap...
Zıpır, hiperaktif, yerinde asla durmayan edebiyat. İlk okumamda fark edemediğim pek çok kısmı fark ettim bu okumamda. Aforizmalarla dolu ama yerinde oldukları için sıkıcı değildi. "Kimlik" meselesi bu kadar eğlenceli ele alınabilirdi. Yine güzel, yine eğlenceli.