"Benim Sinemalarim" Furuzan'in ucuncu oyku kitabi. Kitapla ayni adi tasiyan oyku, 1950-1960'lardaki Beyoglu'nun sinema dunyasinin buruk hikayesi. Yazar, sinema delisi bir kizin hayatini yansitirken toplumumuzun bir panoramasini da ciziyor.Diger oykuler; "Temizlik Kolu", "Seyyid", "Bir Evin Distan Gorunusu", "Gunubirlik Adada" ve "Kis Gelmeden", edebiyatimiza yeni tatlar getiren ornekler.Furuzan'in ortak bir calismayla gerceklestirdigi "Benim Sinemalarim" filmi, 1990 Cannes Festivali'nin "Elestirmenlerin 7 Gunu ve Altin Kamera" dallarindan resmi cagri almis ve 158 film arasindan secilen 8 filmden biri olarak gosterime girmistir. 1991 Tahran Film Festivali'nde ise uluslararasi juriden "En Iyi Ilk Film" juri ozel odulunu alan film, 1991 Tokyo Uluslararasi Film Festivali'nde "En Iyi 10 Asya Filmi"nden biri olarak secilmistir.(Arka Kapak)Ince Kapak: Sayfa Sayisi: 200Baski Yili: 2015e-Kitap: Sayfa Sayisi: 179Baski Yili: 2015Dili: TurkceYayinevi: Yapi Kredi Yayinlari
Füruzan Yerdelen was an award-winning self-taught Turkish writer, who is highly regarded for her sensitive characterisations of the poor and her depictions of Turkish immigrants abroad.
Füruzan İlk kitabı Parasız Yatılı’yla 1972 Sait Faik Hikâye Armağanı ’nı kazandı. İlk kitaplarında kötü yola düşmüş kadın ve kızların, çöken burjuva ailelerinin, yoksulluk ve yalnızlıkla boğuşan kadın ve çocukların, yeni ortamlarda bunalan ve yurt özlemi çeken göçmenlerin dramlarına sevecenlikle yaklaştı; kişileri derinlemesine inceledi, anlatımını ayrıntılarla besledi. 12 Mart dönemini anlattığı ilk romanı Kırk Yedi’liler ile 1975 TDK Roman Ödülü’nü kazandı. 1975’te bir sanatçılar programıyla (D.A.A.D.) çağrıldığı Batı Berlin ’de bir yıl kalarak işçiler ve sanatçılarla röportajlar yaptı. Dokuz Çağdaş Türk Öykücüsü (1982, Volk und Welt Verlag) antolojisiyle Die Kinder der Türkei (1979, Kinderbuch Verlag) çocuk kitabını ise Doğu Berlin’de konuk kaldığı dönemde hazırladı. Öyküleri Fransızca, İspanyolca, Farsça, İtalyanca, Japonca, İngilizce, Rusça, Bulgarca, Boşnakça gibi dillere çevrildi: Öykülerinden yapılan bir toplam A. Saraçgil çevirisiyle 1991’de Napoli’de, Kırk Yedi’liler S. Pirvanova çevirisiyle 1986’da Bulgaristan’da, “Sevda Dolu Bir Yaz”, “Nehir” ve “İskele Parklarında” öyküleri Damian Craft çevirisiyle 2001’de Londra’da, Parasız Yatılı Elif Deniz - Pierre Vincent çevirisiyle (Pensionnaire d’état, Bleu autour yayınevi) 2010’da Fransa’da yayımlandı; toplu öykülerini ise İspanyolcaya Gül Işık çevirmekte. 2006’da 10. Ankara Öykü Günleri’nde, 2007’de Dil Derneği’nin Dil Bayramı’nda ve Antalya Öykü Günleri’nde, 2008’de 7. İzmir Öykü Günleri’nde onur ödülleri aldı. 2008 TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı’nın Onur Yazarı seçildi. 2009’da Dil Derneği İzmir şubesince Türk Diline Emek Ödülü verildi. 1988-90 yıllarında çektiği Benim Sinemalarım 1990’da Cannes Film Festivali’nin “Eleştirmenlerin 7 Günü” ve “Altın Kamera” dallarından çağrı alarak 158 film arasından seçilen 8 filmden biri olarak gösterime girdi; 1991’de ise Uluslararası İran Fecr Film Festivali’ndeki Uluslararası Jüri’den “En İyi İlk Film Jüri Özel Ödülü”nü kazandı ve Tokyo Uluslararası Film Festivali’nde seçilen “En İyi On Asya Filmi” arasında yer aldı. Oyunlaştırdığı Sevda Dolu Bir Yaz Ankara Devlet Tiyatroları’nda yaklaşık 200 kez sahnelendi (2000-2005). Öykü: Parasız Yatılı (1971), Kuşatma (1972), Benim Sinemalarım (1973), Gül Mevsimidir (uzun öykü, 1973), Gecenin Öteki Yüzü (1982), Sevda Dolu Bir Yaz (1999). Roman: Kırk Yedi’liler (1974), Berlin’in Nar Çiçeği (1988). Gezi-Röportaj: Yeni Konuklar (1977), Evsahipleri (1981), Balkan Yolcusu (1994). Oyun: Redife’ye Güzelleme (1981), Kış Gelmeden (1997). Şiir: Lodoslar Kenti (1991). Çocuk Kitabı: Die Kinder der Türkei (Türkiye Çocukları, 1979). Yaşantı: Füruzan Diye Bir Öykü (Haz.: Faruk Şüyün, 2008).
Bazı kelimeleri var ki, ‘bu durumu yaşayıp bu cümleyi kurmuş olmalı, yoksa yazamaz’ dedirtiyor. Fürüzan kesinlikle yoksulluğu, çaresizliği ve yaşadığı ülkenin insanını çok iyi tanıyor. Hiç bir öyküsü yabancı değil bize.
Kitaptaki her öyküde fakirliği, çaresizliği, o imkansızlıkları ama aynı anda o zengine, güzele olan özenmeleri o kadar hissediyorsunuz ki... Burnunuzun ucuna resmen içi tıkış tıkış eski eşyaların olduğu, mutfağında bol soğanlı yemeklerin piştiği evlerin rutubet kokusu geliveriyor. Hepsi birbirinden güzel öykülerdi, Parasız Yatılı kitabını da bir an önce okuyacağım.
Uzun öykü nasıl yazılırı öğrenmek isteyen herkes okumalı bence. Öykü gibi ritmin çok belirleyici olduğu bir türde Füruzan hiçbir sayfayı boş geçmiyor fakat okuru etkilemek için başvurulan jenerik yöntemlere de başvurmuyor. Plot-twistler ya da kurguda yapılan birtakım oyunlar yok. Oldukça sadece bir dille müthiş güçlü betimlemeler yapıyor. Çizilen karakterler ve ağızlarından çıkanlar birkaç sayfada kocaman bir dünyayı doldurmaya yetiyor. Konular Türkiye'nin gerçeğinin tam orta yerinden ama dünya edebiyatına mâl olabilecek kadar da "insan" hikayeleri her biri. Bütün kitap öykü üstüne bir master class fikrimce.Çok kıymetli bi yazarla geç bir tanışma oldu fakat diğer kitaplarını da kesinlikle okuyacağım.
Edebiyat hayattan beslenir, Füruzan bunu çok iyi biliyor ve keskin gözlem gücüyle çok da muntazam şekilde başarıyor. Fakat edebiyat hayattan beslensede ondan daha fazlasıdır. Peki nedir? Bunu bilmiyorum ama sanırım Füruzan da bilmiyor olacak ki hayatı alıp yoksul ve gariban yanlarını parlatıp öyküleştirmeyi tercih ediyor.
"Parasız Yatılı"dan sonra okuduğum ikinci kitabıydı, başta alışması zor gelen ama samimi üslubu ve gerçekçi hikâyelerinden yine etkilendim. Bulunduğu hayata, çevreye kendini ait hissetmeyen insanların sessiz direnişleri buruk bir etki yaratıyor. Köyden kente göç, aile dramaları, kadının toplumdaki yeri konularını güzel bir şekilde işliyor, herkesin okuması gereken kitaplardan.
Ne zaman canım öykü okumak istese kadın yazarımızdan ilk aklıma gelen hep Füruzan oluyor . Onun uzun öykülerini, kendisine has üslubunu , içinde bulunduğu şartları kabul etmeyip baş kaldıran , hayata teslim olmayan kadın karakterlerini okumaktan mest oluyorum diyebilirim . Her öyküsü bir roman tadında … okuru alıp ücra köşelerde kalmış evlere, ara sokaklardaki dükkanlara, Beyoğlu’na , taşradan kente göçmüş ama bir türlü kente adapte olamamış küçük dünyaları olan insanların kocaman hayal dünyalarına götürmesine hayranım. Onun karakterlerinin hiçbiri yazgısına boyun eğmiyor ,kızları okumak istiyor ,kadınlarının gelecekten umudu var, taşradan göç edenlerin şehre adapte olmaya çalışmaları vazgeçmeyişleri var , hep bir umut var…
Benim Sinemalarım isimli öykü kitaba da ismini veren ilk öykü. Öyküye hayran kaldım okurken ve bir zamanlar filminin de çekilmiş olduğunu gördüm . Kitaptaki diğer öyküler de bitince filmi açıp hemen seyrettim. Öykünün birebir aynısı senaryolaştırılmış, hiç değişiklik yapılmamış. Özellikle seneler içerisindeki geçişler ,ana karakter Nesibe’nin inatla direnişi, çalan müzikler nefisti. •Bence • önce öykü okunmalı sonra filmi seyredilmeli .
Sanırım Füruzan’ın okumadığım iki öykü kitabı bir de romanı olan 47’liler kaldı. Bütün öykü kitaplarını okuyup en son romanını okuyacağım . 🦚🌿
* Bizde çocuklar tez büyür,tez ağırlaşır .Yoksulluğun töresidir bu.* * Köydeki evlerinin pencere girintisinde duran lambanın sönük ,isli yanışına bakarken gelen uykularını özlemişti.Oralar ıssızdı, az insanlıydı. *
Müthiş bir atmosfer yaratma kabiliyeti, içine hemen sizi dahil eden ayrıntılar, yoksulluğun bizim coğrafyamızdaki o çok tanıdık ayrıntıları... Her bir öyküsünü ayrı ayrı çok beğendim, tadı iyice otursun diye üst üste okumaktan bile sakınıp geniş aralar verdim. Bazı öykü kitaplarında bu çok bulunamıyor maalesef; lokomotif bir ya da iki öykü, diğerleri daha sıradan ya da kendini tekrarlayan parçalar olabiliyor. Bu kitaptaki her birine ise ayrı ayrı film çekersiniz, o kadar başarılı. Bir de kitaba ismini veren filmi de bu süreçte izledim; sanırım senaryoyu da Füruzan'ın yazması kaynaklı neredeyse hikayenin birebir aktarımı olmuş. Yıllar önce Parasız Yatılı ve 47'liler'i okumuştum; çok beğendiğimi hatırlıyorum ama konuları, kahramanları artık çok flu tabii ama hani okuduktan sonra kalan o his var ya; o işte hep kalan, bu kitapta da beni yine yakalayan o oldu. Füruzan gerçekten büyük yazar ve eskimeyen bir dili var bence
Bu sene çok güzel öyküler okudum. Fakat Füruzan'ın Türk öykücülüğü için neden bu kadar önemli olduğunu tek kitapta kolayca anladım. Böylesine hayatın içinden hikayeler yazmak muhteşem bir gözlem gücü ve hissetme yeteneğine yaraşır olmalı. Öykülerin içerisindeki o küçücük hayatsı detaylar evden çıktığınızda duyarlılığınızı omuzlarınıza bindiren bir sırt çantası oluyor. Cahil ebeveynler, iyi kalpli hemşehriler, saflığıyla insanlara yaşamı hatırlatan bıcırık çocuklar, kötülüğü hakmış gibi tütsülendiren her taraftaki enişteler... Her kitapta favori öykülerimi yazarım fakat bu kitaptaki her öykü defalarca okunulmaya değer. En kısa zamanda başka bir Füruzan kitabı okumak için büyük bir heyecan duyuyorum.
İçindeki hikayelerle bizi bir Türkiye turuna çıkarıyor Firuzan. Her hikaye kendi içinde zamanın ruhunu ortaya koyuyor. Kadın kahramanlar dünyalarını kendi kelimeleriyle ifade ediyor. Kış gelmeden öyküsü beni en çok etkileyen öykü oldu.
Bir de en az gürültü olması için yüreğini hiç bırakmayan kaygı.
Bakmamak.
"Senin dilin yok mu, güzelim? Hiç konuşmaz mısın?"
Gülümsemek adama.
Gerekir çünkü.
Parayı cömertçe verenden gülümsemeyi esirgemek olmaz.
Üstelik zararsız bir adam.
Can acıtma huyu yok."
Üçüncü öykü kitabında Füruzan 70'li yılların başında aldığı göçlerle dengesi iyice bozulan İstanbul'da kenarda kalmış, görünmeyen, hikayesi anlatılmayan kalabalıkların tarafından anlatıyor şehrin kıyıcı, eritici hayatını. Tek kaçışı sinemalar olan, adamların altına itilen tezgahtar kız çocukları, sınıfın en arkasına itilen göçmen çocukları, köyden gelesiye işe koşulan bacak kadar oğlanları, memuriyet içinde eriyip kuruyan hayatları, ne kadar iyi davranıldığı söylense de hitmetçiliğin hep hatırlatıldığı köşkleri, anasız babasız akraba elinde kalıp savrulan çocukları başarıyla, elden bırakılmayacak bir tempoyla aktarıyor.
Türk Edebiyatının dev yazarının bu kitabını her şeyin sınıfsal olduğunu bilen ve bunun da ötesine bakan okuyuculara öneririm.
Füruzan’ın 1972’de yazdığı bu kitapta Benim Sinemalarım, Temizlik Kolu, Seyyid, Bir Evin Dıştan Görünüşü, Günübirlik Adada ve Kış Gelmeden olmak üzere 6 öykü var. Hepsi uzun denebilecek bir hacme ve derinliğe sahip. Ortak dertleri yoksulluk, sınıf çatışması, göç, yersizlik ve en temelde çocuklar.
Füruzan’ın dilinde sihirli bir şey var. Okuduğu şey ne kadar acı olursa olsun insan kendini şefkatle sarılmış hissediyor. Bunu 47’liler’de de hissetmiştim ama Benim Sinemalarım’daki öyküler, dünyanın tüm zulmüne rağmen okuyucuyu başını okşayacak, yarasına üfleyecek bir anne kadın çıkacakmış hissiyle dolduruyor. Bir yazarın çocukları, büyürken hayatın kirini pasını da içlerine katacağının kabulüyle, ne çok sevdiğinin yazdıklarından bu kadar anlaşılması şaşırtıcı. Bundan kelli, en uzak karaktere bile “bir zamanlar o da çocuktu” duygusuyla yaklaşıp garabet hallerini bile bir olura teslim ediyorum. Aynı dilin affedilmez insanlık hallerine o sıcak, şefkatli musluğu nasıl kapattığı da çok çarpıcı.
“Suça sürüklenen çocuk” gerçeğini hâlâ kuşkuyla karşılayıp yetişkin gibi yargılansınlar diyenlere, suç başkada ceza başkada nasıl oluyor; Nesibe’nin kiralık mayosu, Hediye’nin yüzüğü, en çok da Alişan’ın avuçiçi anlatsın:
“Onun sınıfında bütün tembeller arka sıralara atılıyordu. Böylece itilme, bırakılma ilk yıllarda öğretiliyordu. Onları kazanmayı isteyen yoktu görünürlerde. Bütün büyükler gibi öğretmenleri de bıkkınlıkla dolaşıyordu sınıfta.”
Yoksulluk, sevgisizlik ve kısılmışlık altında ezilmiş insanların evden kaçışları ya da kaçamayıp bulundukları dünyayı kabullenmelerini anlatan öykülerden oluşan bir kitap. 1970'li yıllarda, o yoksul mahallelere ve hayatta figüran rollerindeki insanların düşüncelerine açılan bir pencere olmuş öyküler. Beni en çok etkileyenler, birbiriyle yaşamaya mecbur kalmış yaşlı çiftin öyk��süyle, kitaba adını veren Benim Sinemalarım oldu. Öykü değerlendirme konusunda kendimi yeterli bulmamama rağmen öykü seven herkese rahatlıkla önerebilirim.
''Şimdi ne küskünlük, ne öfke vardı bu seste. Alışkanlığı da aşan bir tükenişin yıkıklığı, kolay vazgeçişiyle doluydu.''
Füruzanın okuduğum ikinci kitabı oldu Benim Sinemalarım. Parasız Yatılı kitabını çok severek okuduğum için almıştım bu kitabını da. Öyküleri çok sevdim, insanın her halini ve iç dünyasını yine müthiş anlatmış yazar. 6 tane öykü var kitap içerisinde. Kitap içersinde en sevdiğm öykü Bir Evin Dıştan Görünüşü isimli öykü oldu. Yazarın öykülerinde en sevdiğim kısım karakterlerin daha çok orta sınıfa mensup, acı çeken insanların yaşadıklarını yansıtması aslında. Süslü dünyalardan uzak duruyor yazar. Öykü okumayı seven herkesin muhakkak seveceğini düşünüyorum bu kitabı. Son olarak belirtmek istediğim bir konu dah var. Yazarın anlatım dili ilk başta biraz zor gelebilir ama ilk 10-15 sayfadan sonra hemen adapte oluyorsunuz, o yüzden pes etmeyin ilk sayfalarda. Keyifli okumalar dilerim.
Kitaba adını veren ilk hikâyede İstanbul’da Kasımpaşa’da oturan işçi kızı, baştan çıkarılmış Nesibe’nin üç gündür eve dönmeyişinin, çileli annesinde yarattığı korkular ve bu kaçışın nedenleri anlatılıyor. Temizlik Kolu hikâyesinde yirmi yıldır İstanbul’a yerleşmiş bir göçmen ailesinin içtenlik ve kaynaşma dolu ev hayatı ele alınıyor ... Bir Evin Dış Görünüşü’nde oğlu inşaat yüksek mühendisi, kızı Erzurum’da evli, Fitnat Hanım, bir yaz gecesi, İstanbul’daki apartman katında kocası otuz yıllık küçük memur Rahmi Bey’in istediği gibi girgin bir adam olmayaşının kırgınlığını yeniden yaşar; tekrar evlilik hayatının hicranlarıyla dolmuştur ve evlilikleri, ayn dünyalarda iki ayrı anlayış birleşmesidir. Günübirlik Ada’da hikâyesinde üç aydır baba evinden uzakta, bir zengin köşkünde oda hizmetçiliği yapan, kendisine çok da iyi davranılan pomak kızı, on beşinde Cennet, aylığını almaya gelen yoksul babasına, bir besleme olmaktansa işçi olarak çahşma özlemlerini dile getirir. Kış Gelmeden hikâyesinde Alişan, altı yaşındayken annesini de kaybederek, enişte evinde sığıntı gibi büyümüş, on beşinde evden kaçmıştı.