Buket Arbatlı ilk öykü kitabı Erkeklere Her Şey Anlatılmaz'da kadınlığın binbir türlü haline yakından bakıyor; sakınmanın kırık sesini cesaretin sözüne, kasvetin karanlığını öfkenin alazına dönüştüren satırlarıyla kadınlar arasındaki gizli lisanın tercümanlığına soyunuyor. İnsanı bir ürperti gibi sarıveren dertleri karakterlerine giydirerek her birimizi kırılgan kaftanını terk etmeye davet ediyor. Arbatlı'nın kalemine her öyküsünde bambaşka bir kadın, bambaşka bir yeryüzü hali takılıyor.
buket hanım bana kitabını göndereli ben okumayalı yıllar olmuş. beş yıl evvel yayımlanan ve 20₺ olan bu kitabı, şimdi 2. kitabını kadire bozkurt çok övdüğü için okuyacağım derken aaaa ben ilk kitabı okumadım utancı yaşadım ve hemen okudum. (kitabını okuyamadığım yazarlara bakın hala umut var mesajı da verelim 🙈) kitabın ismi nefis, bayıldım. annemin bize en çok söylediği cümlelerden biridir bu. buket arbatlı kadın olmaya dair her hali yazmış, bence öykü kitabı için fazla bile hacimli. hamile olmak, anne olmak, kız çocuğu, kız kardeş, büyükanne, dost hayatı yaşayan, yanlış kişiyle yatan, kocasını aldatan, yaşlanıp elini eteğini her şeyden çeken… her tür kadın anlatılıyor öykülerde. kurtuluş’ta geçen öyküler tabii ki benim için daha özeldi. ama kitabın sonundaki “abdullah aşçı’yı aramak” bence roman olabilecek zenginlikte, müthiş bir öykü. dedemin kırık aşk hikayesini anımsadığım için çok çok sevdim. kadın öyküleri yazmak son on yıldır yükseliyor, hiçbir biçimde şikayetçi değilim ama şunu dürüstçe söyleyebiliriz. bu havadan faydalanan epey kötü öyküler de yazılıyor, kadına dair olması onu iyi yapacak gibi bir güven var artık. yoo öyle bir şey yok ve çokça kötü öykü de okuyoruz. buket arbatlı kadın öykülerinin öncülerini yazmış, çok da iyi yazmış. ilk öykü “eskisi gibi olabilecek miyiz madam”, “kitaba adını veren öykü, “şiir neyi iyileştirir”i sevdim. “kumrular”, “bakire meryem’in bahçesi” ve birkaç öyküyü biraz zorlanmış buldum. ama genel olarak buket hanımın bilgisi, görgüsü, yehova şahitlerinden, azınlık kültüründen hastane odalarına deneyimi her öyküde kendini gösteriyor ve bu çok zengin bir şey. çünkü sanırım günümüzde pek çok öyküde bu “hayatsızlık” hali ben rahatsız ediyor. şimdi tam yol 2. kitap 💪🏻
“Oğlumla kız arkadaşı merdivenlerden iniyorlar. Kapıyı kapatmadan neşeli seslerini dinliyorum bir süre. Telefon çalıyor. Arayan kardeşim. ‘Mansur Abi ölmüş,’ diyor. Nasıl olur? Daha gençti. ‘Sirozmuş,’ diye devam ediyor. ‘Bilmiyor muydun?’ Telefondaki sözler uzaktan duyulan bir radyo sesine dönüşüyor. Sesleri duyuyorum ama anlamları yok. Bir cümleyi yakalıyorum. ‘Hastanede ziyaretine gelenlere ölümüm içkiden olsun, demiş.’ O kadar çok içer miydi? O zamanlar hepimiz çok içiyorduk, o yüzden Mansur Abi göze batmıyordu ya da biz içmeyi bıraktık, o devam etmiş. Kardeşimin sözünü kesip soruyorum, ‘Tören ne zaman?’ Çoktan olup bitmiş. Dergi tayfası onun anısına içmeye gidecekmiş. Son yıllarda başarmış dergi çıkarmayı. Kardeşim tüm bunları nereden öğrenmiş sormuyorum.
Kütüphanenin önündeki koltuğa oturuyorum. Kitaplar bana bakıyor. ‘Hanginizde,’ diye soruyorum. ‘Şiir hanginizde?’ Gelmeyen cevap beni yıllar öncesine götürüyor.
Okulun son yılı, finaller zorlu, evde yalnızım. Sıcağın geniz yakan kokusunu, boğucu yapışkanlığını hissediyorum. Uzatmalı bir ilişkinin gölgesi üstüme düşmüş, oturuyorum, bir şey yapmaya mecalim yok. Sınavlardan çakacağım, bu belli. Bir adam var, Tunç, gözleri ince, kısık, düz saçları alnına düşmüş. Tunç'u seviyorum, o beni sevmiyor, durum bu. Biliyor, bir şey yapamıyorum, bu duygu içimde dolaşan bir parazit gibi. Nefret ediyor ama kurtulamıyorum. Çareyi onunla yatmakta buluyorum. Kendimi Tunç'a yakın hissedebildiğim tek zaman sevişme anları. Sonrasında bir yabancıyım onun için, koluna dokunsam irkiliyor.
Salonda, gözümü ellerimle kapamış oturuyorum, böyle yapınca başımın içindeki basınç azalıyor sanki. Sehpanın üzerindeki bira yavaşça ılıyor. Telefon uzun uzun çalıyor; kırmızı, dikdörtgen bir telefon. Ne anlamı var? Tunç Ankara'ya gitti, bana haber verme zahmetine bile girmedi. Orada bir kadın var, biliyorum. Kim arıyorsa, defolup gitsin. Telefon susmuyor, beynimde yankılanan bir aryaya dönüşüyor. Dayanamıyor, açıyorum.
Arayan Mansur Abi, Bergama'da yaşayan kuzenimin arkadaşlarından. Tanıdığım en hoş insan. Hep anlatacak öyküsü, okunacak bir şiiri var. Evi inanılmaz şeylerle dolu; kalıp sabundan oyduğu heykelcikler, tamir ettiği minyatür kalyonlar, marangoz cetvelinden yaptığı çerçevelerin içinde tablolar aniden karşısına çıkıp insanı büyülüyor. Hele mutfaktaki büyük akvaryum. Evliliğimizi kurtardı bu, diyor Mansur Abi gülerek. Her Bergama'ya gidişimde denizin tuzlu suyu, tenimizi yalayan sıcak güneş, akşam Mansur Abilerin terasında içilen buzlu rakı, tek derdimiz yazın bitmesi. ‘Biraz daha kal,’ diyor Mansur Abi. ‘Eve gidip ne yapacaksın?’ Ama yaz bitmeye mahkûm, İstanbul beni bekliyor. ‘Gelecek yaza,’ diyorum. ‘Gelecek yaz.’ “(s. 39)
İsminin güzelliği için okuduğum, yer yer ağladığım, yer yer de buruk hissettiğim çok güzel bir öykü kitabıydı. Okurken bir şey hissetmediğim ya da tatmin olmadığım birkaç öykü oldu elbet fakat çoğu öyküsü beklemediğim kadar güzeldi Buket Arbatlı’nın. Kadınların erkeklerle, aileleriyle ve kendileriyle olan ilişkilerini çok samimi yaklaşmış yazar. Bir kadın olarak öyküler de anlatılanların tanıdıklığı kitapla bağ kurmamı sağladı. Akıcı, etkileyici, samimi... Daha ne olsun?
En beğendiğim öyküleri de yazmadan geçemeyeceğim: Eskisi Gibi Olabilecek Miyiz Madam?, Abdullah Aşçı’yı aramak, Kumrular ve kitaba ismini veren Erkeklere Her Şey Anlatılmaz.
Tesadüfen keşfettiğim bu kitabı çok beğendim. Okuması kolay verdiği hisler derin. Kanatmadan dokunuyor, aforizmaya kasmıyor. Ve kadınlığın çoğu haline dokunuyor. Bana biraz Seray Şahiner’in Hanımların Dikkatine kitabını anımsattı. İlk öykü kitabıymış, ikinciyi de çıkarsa alır okurum.
Bazı hikayeler esaslıydı, yaz akşamları, balkonda bir duble rakıyla okunursa daha guzel gider, meze gibi, ana yemek degil pek. Ya da boza leblebi de olmaz, kışın kasvetini arttırır. Neyse boş yapmayayım, okunur bence.
Nasil dikkat cekici bir baslik, nasil guzel kent oykuleri! Bir Cumartesi gununde sular gibi akti kitap benimle. Yazarin yeni yazacaklarini da dort gozle bekleyecegim artik.
Her hikayede illaki beni rahatsız eden bir şeyler vardı, bilemiyorum. Güzel güzel fındık yerken aradan acı çıkar, ağzınızdan o tat gitmez ya onun gibi bir his bıraktı çoğu hikaye.
on altı öykülük toplam akılda kalıcı karakterleriyle öne çıkıyor en çok. çok anlatmadan sessizliğe yankı bulan öykülerde kadın hallerini roman gibi dokumuş Arbatlı. ne kadar bambaşka olsalar da aynı damardan aynı hislere sahip kadınlar. sakınmalar, pişmanlıklar, sarsaklıklar, kasvet derken oluşan ortak lisan etkileyici. yer yer okuru dert ortağı olmakla bırakmıyor sen de harekete geç çağrısı da yapıyor. demini çoktan almış öyküler, iyi bir kalem, çok iyi bir ilk kitap. memnun eden bir tanışma. ıskalamayın derim.
Karakter bakımından inanılmaz zengin ve çeşitli öyküler, hem sınıfsal arka plan hem hayat tecrübesi açısından. Bunun çok önemli olduğuna inanıyorum ben, çünkü edebiyat, kendinle uğraşma faliyetine sıkışmış durumda ve aynı yazarın yeni öykü diye yayınladığı çoğu metin tanıdığı, üzerine daha önce de çalıştığı bir karakterin farklı varyantlarının başka bağlamlara oturtulması çoğunlukla. Ama anlatımda tam içime sinmeyen bir şey var, yavanlıkla yalınlık arasında çok ince bir çizgi var ve bence Buket Arbatlı bu çizgiyi her an ihlal edebilirmiş gibi yazıyor.
Erkeklere Her Şey Anlatılmaz'ı beğenerek okudum. Kitapta baş kahramanları kadınlar olan 16 öykü var. Buket Arbatlı'nın yalın anlatımını; her biri "biz" olan, yalnız, kırılgan, sorunlarla çözümler arasında bocalayan, "erkeklere her şeyin anlatılmayacağını" kabullenen/kabullenmek durumunda kalan karakterlerini sevdim.